13.05.2001 - Samsun'da MHP 5. Bölge İstişare Toplantısında Yaptığı Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
Samsun'da MHP 5. Bölge İstişare Toplantısında
Yaptığı Konuşma
13 Mayıs 2001

 

Sayın Bakanlar,

Değerli Milletvekilleri,

Teşkilatlarımızın Kıymetli Temsilcileri,

Muhterem Arkadaşlarım,

Aziz Samsunlu Hemşehrilerim,

Sayın Basın Mensupları,

Sözlerime, hepinizi saygı ve sevgiyle selamlayarak başlıyorum. Hepiniz hoş geldiniz, şeref verdiniz.Türk milli mücadelesinin ilk büyük adımının atıldığı Samsun'da olmaktan büyük bir mutluluk ve onur duyduğumu bilmenizi istiyorum. Daha önce İzmir, Bursa, Antalya ve Adana'da gerçekleştirmiş olduğumuz Bölge İstişare Toplantılarımızın beşincisini bugün 7 ilimizin katılımıyla Samsun teşkilatımızın ev sahipliğinde yapıyoruz. Huzurlarınızda başta il başkanı olmak üzere değerli il yönetim kurulu üyelerine ve Samsun'lu hemşehrilerime teşekkürlerimi sunuyorum.Hepinizin bildiği gibi, artık gelenek halini alan bu toplantılar partimiz için büyük önem ve değer taşımaktadır. Çünkü, bu ve benzeri platformlar en başta katılımcı siyaset yaklaşımının güzel bir örneğini sergilemektedir. Yine, bu toplantılar Türk Milleti'nin müşterek özlem, değer ve taleplerinin sözcüsü ve yarınlarının mimarı olan Milliyetçi Hareket'in dinamizmine yeni bir boyut ve derinlik katmaktadır.Bizler hiçbir zaman vatandaşına yakın olmakla ucuz siyaseti, kararlılıkla göz boyamayı ve pişkinliği birbirine karıştıranlara veya bilinçli olarak bu tür tercihlerde bulunan anlayışlara prim vermeyeceğiz. Ancak Milliyetçi Hareket, bunu yanlış yorumlayıp ileri geri konuşanların varlığına ve bütün kampanyalara rağmen milletiyle iç içedir. Her şartta, her zamanda ve her mevkide ülkesinin hizmetinde olmaya devam edecektir.Bugün gerçekleştireceğimiz bu toplantı da, inşallah hayırlara vesile olacaktır. Çünkü, burada, hep beraber ülke ve parti meseleleri üzerinde karşılıklı bilgi ve görüş alışverişinde bulunma, konuşma ve dertleşme imkânı bulacağız.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Huzurlarınızda öncelikle içerisinde yer aldığımız 57. Hükümetin iki yılının genel bir değerlendirmesini yapmak istiyorum. Hepinizin yakinen bildiği gibi, 18 Nisan 1999 seçimlerinde vatandaşlarımızın güven ve desteğini kazanan partimiz, 28 Mayıs 1999'da kurulan 57. Cumhuriyet Hükümeti içerisinde yer almıştır. Bu hükümetin daha önceki hükümetlerden farklı olarak hedefi, ülkemizde bir uzlaşma ve hoşgörü iklimi yaratarak, bir taraftan siyasetin klasik zaaflarından kurtulmasını sağlamak diğer yandan da Türkiye'nin önünde devasa bir engel olarak duran sosyo-ekonomik problemleri çözmek olarak belirlenmiştir. 1990'lı yıllar boyunca üst üste kurulan koalisyon hükümetlerinin performansları ve görev süreleri dikkate alındığında, üç partinin protokol ve programla ortaya koyduğu hedef ve politikaların Türkiye için önemini kavramak mümkündür.Ülkemizin, son on yılına onbir hükümet sığdıran, üstelik elzem olan yapısal değişim ve dönüşümleri ihtiva eden hiçbir politikaya hayatiyet kazandıramayan bir siyasi iklimden, bu günün koalisyon kültürü içerisinde, en karmaşık ve zor meselelerin üzerine dahi çekinmeden gidebilen yapıya gelmek hiç de azımsanacak bir başarı değildir.Tabii ki, bu siyasi ve yapısal dönüşümün sağlanması kolay olmamaktadır. Büyük bir sorumluluk duygusuyla, fedakârca ve samimiyetle çalışmak gerekmektedir. İşte Milliyetçi Hareket'in birçok haksız eleştiriye ve karalama kampanyalarına rağmen iki yıldır ortaya koyduğu çalışma anlayışının özeti budur. Takdir, hiç şüphesiz yüce milletimizindir.

Kıymetli Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

İki yıllık dönem içerisinde nelerin yapılabildiğine bakmak, nelerin yapılabileceğine dair değerlendirmeler yapabilmenin de önemli ve vazgeçilmez şartıdır.18 Nisan seçimleri öncesinde ve hemen sonrasında Türkiye'nin karşı karşıya olduğu açmazlar ve sıkıntılar, vatandaşlarımızın hafızalarındaki canlılığını yitirmeye yüz tutmuş olsa da, izleri tam olarak kaybolmuş değildir. Hatırlanacağı üzere, insanlarımız, başta terör belası olmak üzere, toplumsal özgüveni ve ekonomik dinamizmi çökertecek kadar büyümüş olan yolsuzluk ve rüşvet olgusuyla yüz yüze kalmıştır. Bunun yanında, gelir dağılımı adaletsizliği, kronik işsizlik, yüksek enflasyon oranları ve bütün bunlara ek olarak temel konularda uzlaşma sıkıntısı çeken siyasi iktidarlar gerçeği ile iç içe olmuştur.Bu dönemde, devlet yönetiminin saydamlaşmasına yönelik beklenti ve ihtiyaçları önemseyen bir siyasi kararlılık ortamı oluşturulamamıştır. İşte siyasetin ve kamu yönetiminin toplum nazarında en fazla itibar erezyonuna uğradığı, sorunların çözümünün olabileceğine dair inançlarını yitirmeye başladığı bir süreçte Milliyetçi Hareket, Türkiye'nin önünü açmak, lider Türkiye idealine ulaşabilmek için var olduğunu bir kez daha göstermiştir. Aradan geçen iki yıllık süre boyunca 57. Hükümet, üç partili yapısına, ağır ülke şartlarına rağmen, Türkiye açısından çok büyük önem taşıyan bir çok konuya el atmaktan çekinmemiştir. En başta, üstüste yaşadığımız ve milletçe yüreğimizi yaralayan iki büyük deprem afeti ve dünya ekonomisindeki dalgalanmalara, sürekli artmakta olan petrol fiyatlarına rağmen neredeyse milletimizin makus talihi haline gelen borç-faiz sarmalı ve yüksek enflasyon belasından kurtulma çabasına girişmiştir. Bunu yaparken, çok ciddi bir adım daha atmış, büyük bir samimiyet ve kararlılıkla yolsuzluk ve usulsüzlüklerle mücadele iradesini ortaya koymuştur. Organize suç şebekelerine karşı amansız bir takip başlatmış, irili ufaklı onlarca operasyon gerçekleştirilmiş, yüzlerce çete, organize suç örgütü çökertilmiş; mensupları yakalanarak adalete teslim edilmiştir.Türkiye'de, hiç bir suçun yapanın yanına kar kalmayacağı, hele millet malına uzanan ellerin mutlak suretle kırılacağı büyük bir kararlılık içerisinde vurgulanmıştır. Yine takdir edileceği üzere, ekonomik yapımızın yumuşak karnını oluşturan mali sistemdeki zaafların hiçbirisi bugüne özgü değildir. Geçmişte de maalesef, birçok banka, finans kurumu ve aracı kurum batmış, vatandaşlarımız mağdur olmuştur. Üstelik, devlet bu bataklardan dolayı büyük külfetleri üstlenmek durumunda kalmıştır. Ama, bu olumsuzlukların pek çoğunun hesabı sorulamamış; vatandaş mağduriyetiyle, devlet de üstlenmek zorunda kaldığı külfetlerle başbaşa bırakılmıştır. 57. Hükümet döneminde değişmeye başlayan en temel anlayışlardan birisi de bu yaklaşım olmuştur. Bugün, banka batıranlar, kamu kaynaklarını hortumlayanlar milletimizin önünde hesap vermekten kaçamamaktadır. Bundan sonra da, batan bankaların, ne vatandaşlarımızın mağduriyetlerine sebep olmasına, ne de devletin ve ülkenin sırtında büyük bir yük olarak kalmasına izin verilmeyecektir. Hükümetimiz tarafından getirilen yeni düzenlemeyle artık, bankaları kötü yöneterek batıranlar ve hortumlayanlar bunun her türlü sorumluluğuna ve sonucuna katlanacaktır. Batan bankaların bütün alacakları ve zararları bankanın sahip ve ortaklarından, yönetiminde ve denetiminde bulunanlardan tahsil edilecektir. Bu düzenlemeyle, banka kaynaklarının, banka sahiplerinin, ortaklarının ve yöneticilerinin yakınlarına aktarılmasının da önüne geçilmektedir.İşte, dün ile bugünü ayırdeden çok önemli zihniyet ve anlayış farklarından biri de budur. Kendi geçmişine bakmaksızın konuşanların yolsuzluklarla mücadeleyi görebilmelerini elbette ki beklemiyoruz, ama Yüce milletimizin bunları çok iyi anladığına ve bildiğine inanıyoruz.

Muhterem Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bugün, iki yıllık hükümet süresince, ekonomik sıkıntılar, yoksulluk, işsizlik gibi uzun yılların birikimi olan sorunların ortadan kaldırılması mümkün olamamış; ancak, hem sorun çözme yöntemi ve hem de alınan önlemler açısından büyük bir yol alınmıştır. Kasım ve Şubat krizlerinin etkilerini hissettirdiği bir süreçte dahi büyük bir kararlılık içerisinde yıllardan beri yapılması gereken en köklü problemlere el atılmakta, çözüm aranmaktadır. Geçtiğimiz son on yıl içerisinde çok sık söz edilen ve yapılması gerekip de, kimsenin gerçekleştirmeye cesaret edemediği bir çok alanda yapısal reform olarak nitelenebilecek çalışmaları bu çerçevede değerlendirmek gerekir.Türkiye, aslında büyük bir ekonomik potansiyele ve güce sahiptir. Ekonomimizin yılların birikimi olan yapısal sorunlardan ve konjonktürel dalgalanmaların etkisiyle girmiş olduğu buhran süreci, bizlerde asla bir umutsuzluk ve ufuksuzluk yaratmamalıdır. Tam tersine, sahip olduğumuz sosyal ve ekonomik dinamikleri ve potansiyelleri rasyonel ve verimli bir şekilde kullanabilmek için bir fırsat olarak görülüp değerlendirilmelidir. Kaldı ki, gelinen aşamada, inşallah, gerek iç ve gerekse dış kaynaklarla ekonominin acil ihtiyaç duyduğu likidite sorunu da aşılmaktadır. Türk ekonomisine ve siyasi sistemine ilişkin olarak, öncelikle milletimiz, daha sonra da uluslararası kamuoyu nezdinde güveni arttıracak yatırım ve üretim süreçlerine ivme kazandıracak düzenlemeler gerçekleştirilmektedir. Şüphesiz ki, Yüce Meclisimiz ve milletvekillerimizin büyük bir sorumluluk anlayışı ve fedakarlıkla sergilemekte olduğu çalışma azmi ve temposunun bu gelişmelerde çok büyük payı bulunmaktadır. Üstelik, bu mesafeler, krizleri fırsat telakki edip ‘siyaset terziliği'ne soyunanların; ülkemizin ve insanlarımızın üzerinden kolay kazanç düzenlerini devam ettirmek isteyenlerin, bütün çabalarına rağmen katedilmektedir. Bilinmelidir ki, faiz ve rant ekonomisinin yerini yatırım ve üretim süreçlerine, kamu malları yağmacılığının ve yolsuzluğun temiz ve muktedir bir iradeye tahvili yolundaki bu mücadelemiz, her hâl ve şartta sürecektir. Sonucu her ne olursa olsun, içinde her kim, hangi güç bulunursa bulunsun, hangi gerekçenin arkasına sığınılırsa sığınılsın gayrımeşru işlerin, soygun ve talanın önü mutlaka alınacaktır. Bu kararlılık, bizim açımızdan çok büyük bir anlam ve önem taşımaktadır. Zaten aziz milletimiz de böyle bir mücadelenin verilmesini ve ne pahasına olursa olsun kazanılmasını beklemektedir.Bunun için, yapılan operasyonları şu veya bu gerekçelerle eleştirerek bu mücadeleyi verenleri engellemeye çalışmanın kendi geleceğimize yapılabilecek en büyük kötülük olduğu unutulmamalıdır. Yolsuzluklarla mücadeleye destek vermenin ise, herkes için milli bir görev olduğu gerçeği kabullenilmelidir. Mücadele, eksik ve aksaklıklar tamamlanarak sürdürülmeli ve mutlaka sonuçlandırılmalıdır.Bu mücadeleyi gölgeleyecek ya da ikinci plana atacak her türlü tutum ve davranıştan kaçınmak, herkesten fazla siyaset ve yönetim sorumluluğunu üstlenmiş olanlara düşmektedir. Biliyoruz ki, yolsuzlukları önlemeyi ve kökünden yok etmeyi kendisi için en önemli görev olarak kabullenen ve onur meselesi yapan bir siyaset anlayışı, milletimizin takdirini kazanacak, sonuçta hem ülkemiz ve hem de demokrasimiz kazançlı çıkacaktır. İnanıyoruz ki, Türkiye bu zorlu mücadeleyi eninde sonunda kazanacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda değinmekte yarar gördüğüm bir diğer konu ise, son günlerde siyaset kurumuna ve siyasetçilere yönelik, sistematik olarak sürdürülen gelişi güzel eleştiriler ile karalama kampanyalarıdır.Esas itibariyle, topyekün siyaset kurumuna maledilemeyecek eski ya da yeni istisnai olumsuz örneklerden hareketle siyaseti ve dolayısıyla parlamenter demokrasiyi hedef alan bu kampanyaları iyi niyetli olarak görmek ve değerlendirmek mümkün değildir. Ancak, bundan daha vahim ve üzüntü verici olanı, demokrasiyi yeterince kavrayamamış birtakım unsurların siyaset kurumunu rencide edip zayıflatmayı amaçlayan bu tür tutum ve davranışlarının, siyaset içinden de doğrudan veya dolaylı destek buluyor olmasıdır. Siyasetin meşru zeminini sürekli olarak daraltmaktan kaçınmayan ve bunu bir strateji olarak belirleyen çevrelerin, elbette ki Türkiye'nin geleceği üzerine hiçbir iyi niyetli planları ve arzuları bulunmamaktadır.Dolayısıyla, bunların demokrasi ve hukukun üstünlüğünün gelişip yerleşmesi yönündeki taleplerini de ciddiye almak mümkün değildir.

Ancak, varlık sebebi demokrasi ve hukukun üstünlüğünü temin etmek olanların, siyaset kurumuna ve siyasetçiye karşı geliştirilmek istenen reaksiyon ortamına katkı sağlamaya çalışmaları izahı güç, telafisi zor davranışlardır.Bu tutum ve davranış sahiplerinin yaratmak istediği atmosferin ülkemiz ve demokrasimiz bakımından hiçbir gerçek değer ve katkısı bulunmamaktadır. Çünkü, yalnızca seviyeli ve ilkeli siyaset, uzun ömürlü olacak, her zaman yüce milletimizin tasvibini ve teveccühünü kazanacaktır. Dolayısıyla, yıllardan beri milletimizin siyaset kurumuna ve siyasetçiye karşı yaklaşımlarında zaman zaman üst seviyelere tırmanan kaygı ve kuşku duygularında bizatihi siyasetçilerin sergilemiş oldukları tavırlar da etkili olmaktadır. Hem bu sebeple, hem de siyasetin ülke ve millet geleceğine yön verebilmesi için, yine en büyük görev siyasi partilere ve siyasetçilere düşmektedir.Bu ve benzeri sebeplerledir ki, siyasetçinin ve siyaset kurumunun üzerine gölge düşüren her türlü olumsuzluğun kararlılıkla ve müştereken ortadan kaldırılması gerekmektedir. Biraz önce de ifade ettiğim gibi, bu süreçte yolsuzluk ve yozlaşma ile mücadele hayati bir adımı ifade etmektedir.

Aynı şekilde siyasette toplam kalitenin teminatı olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin denetim yollarının da, siyasetin ve idarenin denetlenmesinde yerli yerinde kullanılması önem taşımaktadır. Parlamenter demokrasilerin ayrılmaz ve vazgeçilmez bir parçası olan bu denetim yollarının, geçtiğimiz yıllarda siyasette basit manevra alanları oluşturmak için kullanılmış olması ne yazık ki, meclis tarihimiz açısından gelecekte hiç iyi hatırlanmayacak sayfalar arasında yerini almış bulunmaktadır. Bundan sonrası için, artık bu yolun yerli yerinde kullanılarak milletimize yeniden güven telkin edecek bir mekanizma ve zihniyetin geliştirilmesi elzem hale gelmiş bulunmaktadır.Bu bağlamda ikinci önemli konu ise, yasama dokunulmazlığının suistimali hususudur. Hepinizin de bildiği gibi, gerek seçim beyannamemizde ve gerek seçim meydanlarında olduğu gibi, Meclis çatısı altında da milletvekili dokunulmazlığının sınırlanması gerektiğini her fırsatta dile getirmekteyiz. Milletvekillerinin, yürütmenin denetlenmesi ve yasama görevini ifa ederken dışardan gelebilecek olumsuz etkilere karşı gerekli bir zırh olan bu hak, ne yazık ki, birkaç çirkin örnekten hareketle, belirli çevrelerin de etkisiyle bir yük halini almış bulunmaktadır. Bu yükün, ne dünyanın Milli mücadele verme onuruna sahip tek parlamentosu olan Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne ve ne de bu yüce milletin içinden çıkmış temsilcilerine reva görülmesi doğru değildir. Bunun içindir ki, Anayasamızın 83. ve 100. maddelerinin değişmesinin gerekliliğini kaçınılmaz olarak görmekteyiz.

Üçüncü önemli husus ise, Partilerin malvarlıklarının ve gelir giderlerinin denetlenebilmesidir. Maalesef, bu denetimsizlikten dolayı ülkemizde siyaset, bir yandan çok pahalı ve müsrif bir yapıya bürünürken, diğer yandan da çok çeşitli töhmetlere kapı aralamaktadır. Siyasi partilerin gelir ve giderlerinin sistematik bir denetime tabi tutulması, kara ve kirli paranın siyaset üzerinden aklanıyor izleniminin ortadan kalkması için de çok önem taşımaktadır.Milliyetçi Hareket Partisi, kurulduğu günden beri bu hususlardaki titizlik ve duyarlılığını korumaktadır. Hiçbir zaman ve hiçbir şekilde, ilkesiz, tutarsız ve kirli siyaset anlayışlarına iltifat etmemiştir. Hiçbir çirkinliğe prim vermemiştir. Bundan sonra da bu yaklaşımları ve duyarlılıkları devam edecektir. Çünkü, bu dava erdemli ve onurlu insanların davası olarak ilelebet var olacaktır.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Ülküdaşlarım,

Bir milletin yeniden dirilişinin ve şahlanışının adı olan Milli Mücadele'nin ilk adımının atıldığı Samsun'da, huzurlarınızda kısaca bir konuya daha temas etmek istiyorum. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından, Kıbrıs Rum Kesiminin yaptığı başvuruya dayanarak Türkiye'nin 1974 Kıbrıs Barış Harekatı'nda insan haklarını ihlal ettiği kararı alınmış bulunmaktadır. Ne yazık ki, bu dava ile birlikte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kurum ve kuruluşların ne kadar ideal çerçevelerde yapılanmış olursa olsun siyasi saiklerle karar verebileceklerini, hukukun üstünlüğünü bir tarafa bırakıp, tarfsızlıklarını yitirebileceklerini göstermiştir. Oysa ki, sadece bizler değil, bütün dünya 1974 Kıbrıs Barış Harekatına giden süreci çok iyi bilmektedir. Kıbrıs'ta Enosis düşüncesinin, EOKA'nın kundaktaki bebeğe kadar uzanan katliamlarının belge ve fotoğrafları bütün çıplaklığıyla ortada durmaktadır.Eli kanlı katiller yerine, garantörlük hakkını kullanarak, adaya kalıcı bir barış ve istikrar getiren ülkemizin böyle bir zorlama karar ile suçlanmasını anlamak mümkün değildir. Bu karar, hiç şüphesiz Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin ileride utançla hatırlayacağı bir karar olacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Huzurlarınızda son olarak şunları söylemek istiyorum: Türkiye çok zor ve önemli günleri yaşamaktadır. Ama, Yüce Allah'ın izniyle bunları hepsini bir bir geride bırakacaktır. Yeni yüzyılın güçlü, lider ülkelerinden biri olacaktır. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki, bunu da büyük Türk Milletiyle el ele, gönül gönüle Milliyetçi Hareket başaracaktır. Bu milletin can yoldaşı, kader arkadaşı olan Türkiye sevdalısı ülküdaşlarım başaracaktır. Bu ülkenin birliğinin ve dirliğinin teminatı olan Türk milliyetçileri başaracaktır. Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha saygı ve sevgiyle selamlıyorum. Hepinize çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Yüce Allah Türk Milleti'nin yardımcısı ve koruyucusu olsun. Hepiniz sağolun, varolun.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı