18.11.2000 - MYK Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Dr. Devlet Bahçeli'nin
MYK Toplantısı Konuşması
18 Kasım 2000 

Muhterem Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Büyük Kongremizden sonra yapılan ilk Merkez Yönetim Kurulu toplantımız sebebiyle bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Bu vesileyle, hepinize hoş geldiniz diyor, yüksek heyetinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Yeni Başkanlık Divanı'nın da belirleneceği Merkez Yönetim Kurulu toplantımızın partimiz, demokrasimiz ve ülkemiz için hayırlı ve uğurlu olmasını Yüce Allah'tan niyaz ediyorum.

Takdir edileceği üzere, Türkiyemiz, hem iç hem de dış politika bakımından çok önemli bir dönüm noktasında bulunmaktadır. Meclisimizi ve hükümetimizi, kritik gündem maddelerinden oluşan yoğun bir çalışma süreci beklemektedir.

Ülkemiz, bugün, Ermeni ve Rum lobileri ile bunlara destek olan çevrelerin çabalarıyla tarihi tahrif edilmeye ve uluslararası kamuoyu önünde sıkıştırılmaya çalışılan bir ülke konumundadır. Diğer taraftan, ön yargılarından arınamayan kafası karışık bir Avrupa Birliği yönetimiyle ciddi sorunlar yaşayan bir sürecin içinde ilerlemektedir.

Ülke içinde ise, hayati öneme sahip bir ekonomik kalkınma ve istikrar programını uygulamaya, yine vurguncu ve çıkarcı şebekelerle mücadeleye devam ediyoruz. Türkiye'nin, yakasını bir türlü kurtaramadığı bu belâlarla uğraşırken, ağır ve acil dış sorunlara yeterli zaman ve enerjiyi ayırmanın çok güç olduğunun da bilincindeyiz.

Bütün bu sorunlar karşısında olağanüstü bir gayretin eş zamanlı olarak gösterilmesinin gerekli olduğuna şüphe yoktur. Bugün, bunları unutmadan, kararlı ve samimi bir şekilde ülke sorunlarının üzerine yürümek mecburiyetimiz vardır.

Partimiz, her zaman böyle bir anlayışın hem mimarı hem de uygulayıcısı olmuştur. Bundan sonra da sorumlu ve ilkeli siyasetin bir gereği olarak böyle davranmaya devam edecektir.

Diğer bir deyişle, gerek milletin sağlığı ve parası ile oynayanlar, gerekse Türkiye'nin haklarını ve çıkarlarını hiçe sayanlar bilmelidir ki, Milliyetçi Hareket her zaman karşılarında olacaktır.

Ahlak sistemini, toplumu, ekonomiyi örümcek ağı gibi sarıp kemiren, dolayısıyla geleceğimizi karartan çetelere ve şebekelere karşı sürdürdüğümüz temizlik hareketinin derinleştirilmesi ve mutlaka sonuçlandırılması lazımdır. Milletimiz, arkasında ya da içinde kim bulunursa bulunsun, yasaları hiçe sayan, kamu kaynaklarını yağmalayan ve toplum sağlığıyla oynayan her unsurun, her kişinin üzerine kararlılıkla gidilmesini beklemektedir. Bu haklı beklenti ve isteğin geciktirilmeden her alanda yerine getirilmesi şarttır.

Ülkemizde yaygın olan "yapanın yanına kâr kalıyor" anlayışı mutlaka yıkılmalıdır. Çünkü, modern bir devletin, kendini en çok hissettireceği, hukuk devleti olma niteliğini sergileyeceği, öncelikli alanlardan biri budur.

Kamu çıkarı ve düzeninin korunup geliştirilmesinin, ilk başta suçlularla yapılacak mücadelenin her boyutta yürütülmesine ve sonuçlandırılmasına bağlı olduğu açıktır. Çünkü adaletin hakim ve daim olmasının yolu, öncelikle buradan geçmektedir.

Damarlarında adaletin sürekli dolaşmadığı bir yönetim sisteminin, yasaları ne kadar mükemmel olursa olsun, gerçek bir demokrasi ve hukuk devleti vasfı da tartışmalı olmaya devam edecektir. Yine, o sistemin, sosyal dokusu ve milli refleksi giderek zayıflamış çürük bir yapıya dönüşmesi kaçınılmazdır.

Biliyor ve inanıyoruz ki, temiz ülke, temiz siyaset kampanya ve sloganlarının toplumsal bir karşılığı olması için de bu tür anlayış ve uygulamaların yaygınlaşması gerekir. Kısacası, milletin geleceğinden emin, devletin kararlı, adaletin keskin olması buna bağlıdır.

Ancak, uzun yıllardır yürütülen mücadelelerin yeterli olduğunu söylemek mümkün değildir. Siyasi istikrarsızlıklar başta olmak üzere, ahlaki erezyonun hızı ile sorumlu siyasetin zayıflığı, yolsuzlukların kötü kaderimizin ayrılmaz bir parçası olarak hep var olmasına yol açmıştır. Böyle bir zemin ile iklimin varlığı da, şüphesiz suç ve soygun şebekelerinin sürekli hayat bulmasını, imkan ve kaynaklara sahip olmasını mümkün kılmıştır.

Artık, bu kısır döngüleri bütünüyle kırma zamanıdır. Türkiye, kronik yüksek enflasyon ve faiz belasını tarihe gömerken, yolsuzluk ve soygun ayıbıyla yaşamaya devam edemez.

İşte bunun için, ahenkli bir toplumsal düzenin ve sosyo-ekonomik gelişmenin en büyük düşmanı durumundaki soygun ve yolsuzluklar da biran önce tarihin çöplüğüne atılmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu açıdan her kuruma ve iyi niyetli çabaya destek olmayı, bu tür girişimlere öncülük etme görevini sürdürecektir. İnancımız ve çabamız, Türk Milleti ve devletinin kendi kendini temizleme ve yenileme iradesinin en kısa zamanda başarıya ulaşmasını mümkün kılmaya yöneliktir.

Bugün, hükümetimizin özellikle bir yıldır ortaya koyduğu kararlı tutumuyla umut verici bir noktaya gelinmiştir. Ancak, suçlularla etkin mücadelenin yanında, mali sistemin daha çok şeffaflaşması, gerçekçi bir harcama reformunun uygulanması, idari ve adli denetim mekanizmasının hızlı ve etkin hale getirilmesi lazımdır. Bunun, sadece ülke ekonomisinin "kara delikleri"nin tıkanması bakımından değil, "kara bağlantılar"ın kesilmesi bakımından da değeri ve önemi büyüktür.

Görüldüğü gibi, önümüzde daha katedilecek uzun bir mesafe bulunmaktadır. Bu gerçeği gözlerden uzak tutmadan kararlılığın yaygınlaşarak devam etmesi zorunludur.

Hükümetimizin bu çerçevedeki tutumunu ve milletimizin ısrarlı taleplerini, ekonomik gelişmenin sekteye uğratılması olarak değerlendirmemek gerekir. Bilakis ekonomik aktörlerin olumsuz unsurlardan arınarak önünün daha çok açılması şeklinde görmek lazımdır.

Özellikle bankacılık sistemini istismara açık, devletin ve halkın kaynaklarını her türlü ahlâk ve insaf ölçünden uzak bir şekilde talan ettiren bir yapıdan kurtarmak, bütünüyle yeniden düzenlemek mecburiyeti vardır. Bankalar operasyonu böyle bir sağlıklı yapılanmayla birlikte tamamlandığı zaman hem ekonomimiz, hem de Türkiye kazançlı çıkacaktır.

Yine bilinmelidir ki, suç ve soygun şebekeleri temizlenip hukuk devleti daha da güçlendikçe, adalet ve özgüven duygusu yükselecek, millet ile devletin daha çok kucaklaşması mümkün hale gelecektir.

Bizim açımızdan, böyle bir ideal siyasi ve sosyal hayatın düşüncesi bile huzur ve gurur vericidir. Ama, biz bunu, yalnızca düşünce olarak yaşatmayı değil, bizzat hayatın gözle görülür bir gerçeği haline dönüştürmeyi istiyoruz. Her kurum ve kişiyi de, bu çabaya destek olmaya, üzerine düşeni layıkıyla yerine getirmeye davet ediyoruz.

Merkez Yönetim Kurulumuzun Kıymetli Üyeleri,

Basınımızın saygıdeğer Temsilcileri,

Görüldüğü üzere, Türkiye'nin içerde aşması gereken engeller, ulaşması gereken hedefler bulunmaktadır. Ülkemizi dışarıda da, başka zorlu mücadeleler, yıkması gereken duvarlar beklemektedir. Bunlar arasında, hiç şüphesiz, yakın bir tarihe kadar farklı boyutlar taşıyan ama giderek iç içe geçen temel dış politika sorunlarımız belirgin bir yere sahiptir.

Bu ifadeyle, özellikle dikkat çekmek istediğim husus şudur: Türkiye'nin daha düne kadar, ayrı ayrı boyutları bulunan ve farklı platformlarda dile getirilen kritik dış politika gündemleri, giderek aynı çerçeve içinde karşımıza çıkarılmaya başlanmıştır. Bugün, artık, Kıbrıs Sorunu, Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz ve sözde Ermeni soykırım iddiaları aynı kabın içine sığdırılmış olarak önümüzde durmaktadır.

Bu tablo, herşeyden önce, Türkiye karşıtı çevrelerin elde ettiği kazanımları çarpıcı biçimde göstermesi bakımından önem taşımaktadır. İkinci olarak da, ülkemizin dış politika gündeminin giderek daha çok ağırlaşacağına işaret etmekte; millet olarak işimizin zor, yolumuzun çetin olduğunu ortaya koymaktadır.

Daha önce Grup Konuşmamda da ifade ettiğim gibi, 8 Kasımda açıklanan Katılım Ortaklığı Belgesi, Türkiye açısından iyi niyetin ürünü olan bir belge değildir. Bu belge, bazı tuzakların kamufle edilerek kaleme alınan, Helsinki Zirvesi'nin kararlarından daha geri olan karmaşık bir yol haritası niteliğine sahiptir. Örtülü de olsa etnik ayrımcılığı meşrulaştırmaya ve kurumlaştırmaya yönelik talepler ile Kıbrıs sorununun takdim ediliş biçimi, bunun açık kanıtlarıdır.

15 Kasım tarihli oturumunda Türkiye Raporu'nu görüşerek onaylayan Avrupa Parlamentosu'nun kararları, böyle bir bakış açısını daha da ileri götürmesi bakımından çok öğretici olmuştur. Avrupa Parlamentosu'nun büyük bir sorumsuzluk ve vurdumduymazlık örneği sergileyerek Türkiye Raporu'na eklediği ifadeler, tabii olarak milletimiz tarafından hiçbir zaman kabul edilmeyecektir. Bu kararların bizim açımızdan anlamı, Avrupa Parlamentosu'nun ufuksuz ve anlamsız yaklaşımlarına yeni bir talihsiz sayfanın daha eklenmesinden ibarettir.

Parlamentonun yaklaşımının bölücü-yıkıcı örgütün emelleri ile paralellik arz etmesi, sadece Türkiye açısından değil, demokrasi kültürü ve uluslararası ilişkiler etiği bakımından da bir ibret vesikası olmuştur. Avrupa Parlamentosu, yine, Ermeni lobisi ve destekçilerinin "Sözde Ermeni soykırım iddiaları"nı onaylayarak Türkiye'ye, tarihe, küresel barış ve istikrara nasıl baktığını ortaya koymuştur.

En son olarak İtalyan Parlamentosu'nda kabul edilen sözde soykırım iddialarının bu derece sahiplenilmesi, parlamentoların maksadını aşarak tarihimizi ve milletimizi yargılamaya kalkışmasından öteye anlamlar da içermektedir. Böyle bir çarpık anlayış, Avrupa ülkelerinin Türkiye'yi kabullenme konusunda çok ciddi sıkıntı ve önyargıları bulunduğunu göstermektedir.

Bu manevraların bir başka önemi daha bulunmaktadır. Ayrımcılığı körükleyecek talep ve önerilerin yanına soykırım masalının sıkıştırılması, aynı zamanda bir hedef saptırmayı da ifade etmektedir. Dikkatlerin farklı noktalara dağıtılarak tepkinin de parçalanmasının hesaplanmış olması kuvvetli bir ihtimaldir.

Türk basının, bütün bu konularda ülke kamuoyunu bilgilendirirken daha çok hassasiyet göstermesi, halkımızın yanlış yönlendirilmesine yol açacak yaklaşımlara karşı dikkatli olması gerekir. Çünkü, eksik bir bilgilendirmenin, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin geleceğini de olumsuz etkileyeceği unutulmamalıdır.

İlişkilerin, daha gerçekçi, sağlıklı ve adil bir zeminde sürdürülmesi konusunda medyamıza da büyük sorumluluklar düştüğü açıktır. Böyle bir tarihî görevin eksik ya da yanlış yapılmasının ağır faturasının sadece ülkemize çıkacağı iyi bilinmelidir.

Türk medyası, Ermeni ve Rum lobilerinin ve onların oyuncağı olan çevrelerin başlattığı kuşatma harekatının başarısızlıkla sonuçlanmasının mimarlarından biri olmak durumundadır.

Bütün bunların yanında, maalesef ülkemiz içinde de, Türkiye'nin milli çıkarlarını ve onurunu küçümseyenlere rastlanmaktadır. Yaşadıkları ülkenin tarihini, milli duyarlılıklarını ve geleceğini hiçe sayanların varlığı, özellikle sancılı dönemlerde Türkiye için büyük bir talihsizliktir. Çarpık ve kinci duygulardan beslenen uluslararası baskılardan daha vahim olan bu zihniyet, tabii olarak partimizi de diline dolamaya çalışmaktadır.

Ama bilinmelidir ki, bu zihniyet ile uğraşmak, yani Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılmasını adil ve eşit bir ortaklık ilişkisi yerine, teslimiyetçi bir anlayışla ele alanlarla mücadele etmek, bizim için bir sorun değil, sadece gurur ve onur verici bir durumu ifade eder.

Yine unutulmasın ki, dünyada ender rastlanan kendi toplumuna ve tarihine yabancılaşmış bu tür çarpık zihniyetlerin başarı şansı hiç olmamıştır. Onların yazdıkları ve söyledikleri, ancak Milliyetçi Hareket'in, ihtiyatlı ve çok yönlü yaklaşımlarının önemini ortaya koyar, mücadele azmini kamçılar. Zaten, dün yaşananlar ile bugün gözler önüne serilen gerçekler bunun en yeni kanıtlarından biridir.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Avrupa Parlamentosu'nun geleneksel miyop bakışının ve Türkiye karşıtlığının ürünü olan son kararları, tabii ki ülkemizi ne mahkum edebilecek, ne de tarihi yolculuğundan alıkoyacaktır. Kafası karışık Avrupa Birliği yönetiminin, önyargılardan kurtulamadığı sürece, Türkiye'ye iyi niyetle ve uzun vadeli bir bakış açısıyla yaklaşması çok zor, hatta imkansızdır. Aynı şekilde, kendi geleceğine sahip çıkması, sağlıklı küresel roller ve insani hizmetler üstlenmesi de mümkün değildir.

Kısacası, ülkemizin Avrupa Birliği'nden istediği ve beklediği, özel himaye ve sadaka değildir. Türkiye, Avrupa Birliği'nin öncelikle ne yapmak istediğine, nasıl bir Avrupa ve Dünya tasavvur ettiğine karar vermesini beklemektedir.

İkinci olarak da, ülkemizin önüne tam üyelik yönünde samimi ve inandırıcı bir perspektif koymasını arzulamaktadır. Eğer, Avrupalı muhataplarımız, bunu yapacak iradeye ve güce sahip değillerse, o zaman oturup ciddi bir durum muhasebesi yapmaları gerekir. Bu da herkesten önce kendi yararlarına olacaktır.

Bir gerçeği tekrar hatırlatmak isteriz ki, ülkemizi suçlayarak ve karalayarak, temel hassasiyetlerini yok sayarak hiç kimsenin başarılı olması mümkün değildir. Türkiye, Avrupa Birliği ile ilişkileri hangi şekli alırsa alsın ne kalkınma çabalarından ne de demokratikleşme atılımlarından vazgeçmeyecektir.

Türk Milleti, yeni yüzyılda vatanını ve milli kimliğini yaşatarak var olmaya, güçlü bir hukuk devleti ile ileri demokratik düzeni inşa etmeye devam edecektir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi bir kez daha en içten dileklerimle selamlıyor, saygılar sunuyorum.

 

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı