Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 20 Ocak 2015
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni.
20 Ocak 2015

 

Muhterem Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi gönülden selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.

20 Ocak 1990 tarihinde dost ve kardeş ülke Azerbaycan’a Rus askerleri tarafından kanlı bir saldırı düzenlenmiş, soydaşlarımızı göçe zorlamak ve asimile etmek amacıyla her türlü vahşilik ve insanlık dışı muameleler sahnelenmiştir.

Silahsız ve savunmasız Azerbaycanlı kardeşlerimiz Rus zalimliği tarafından acımasızca katledilmiş, mazlumların kan ve gözyaşı oluk oluk akıtılmıştır.

Bu hunhar saldırının yıldönümünde şehit olan bütün Azerbaycanlı kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, bu katliamı asla unutmayacağımızı belirtiyor, bu vesileyle yanan bağımsızlık ateşinin hiç sönmemesini içtenlikle temenni ediyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Sözünde durmayan, vaatlerini hatırlamayan, samimiyet zemininden kayıp savrulan yönetimler her zaman hayal kırıklığı yaratmışlardır.

Bir iktidar mirasyediliğin cazibesine kapılmış, tembelliğin eline düşmüş, üretimsizliğin, vizyonsuzluğun, hedefsizliğin çemberine sıkışmışsa sorunlar büyümüş demektir.

Çalışmadan kazananlar, kahir ekseriyetle çalmada uzmanlaşanlar, ustalaşanlardır.

Herhangi bir iş ve meslek dalında çalışanların tertemiz alınlarından akan terleri görmediği gibi kurumasına da seyirci kalanlar elbette hak ve hukuk bilmeyenlerdir.

Bin bir zorluk altında verilen emeklere kulağını tıkayıp kalbini kapatanlar; elbette adaletli paylaşımın, vicdanlı bölüşümün kaygısını taşımayanlardır.

Sosyal ve ekonomik külfetlerin altında ezilen insanımızın sorun ve şikayetleri sürekli inkar ve hamasetle geçiştirilmektedir.

Hâlbuki helal kazancın peşinden koşan, ekmeğinin derdinde olan vatandaşlarımızın iktidardan tek istediği ilgi ve yakınlık, meselelerini dürüstçe çözmektir.

Mesela esnaf ve sanatkârlarımız en çok ihmale uğrayan, en çok ilgisizliğe kurban giden meslek grubudur.

Türk milletinin bel kemiği, sosyal ve ekonomik bünyenin dinamik yönü olan esnaf ve sanatkârlarımızın hala yalanlarla avutulması bize göre bedeli yüksek bir yanlıştır.

Türkiye’de 2014 yılı itibariyle 495 meslek dalında sayıları 1 milyon 572 bin 473’ü bulan esnaf kardeşimiz ülke ve millet için çaba sarfetmektedir.

Bu kapsamda, geçtiğimiz yıl 113 bin 696 kardeşimiz işini bırakmışken, 200 bin 235 kişi esnaflığa başlamıştır.

Bugün artan maliyetler, çıkan hammadde fiyatları ve enflasyondaki yükseliş sonucunda esnafımız, mal ve üretim ile sermaye dönüşümünü sağlayamaz hale gelmiştir.

Bunun sonucu olarak, kepenklerini indiren esnaf sayısı ile yeni işyeri açan esnaf sayısı arasında kaygı verici uçurum her geçen gün büyümektedir.

Hakikaten de esnaf ve sanatkârımız hazan mevsimi yaşamaktadır.

Biriken problemler, büyüyen ve genişleyen olumsuzluklar serisi esnaflarımızı canından bezdirmekte, keyfini kaçırmaktadır.

14 Ocak tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda yasalaşan “Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun Tasarısı” esnafımızın temel sıkıntı ve beklentilerine cevap vermekten çok uzaktır.

Anayasa’nın 173’ncü maddesi devletin, esnaf ve sanatkarı koruyucu ve destekleyici tedbirler alacağını hükme bağlamaktadır.

Gerçekte ise esnafımızı ne koruyan ne de destekleyen bir Hükümet anlayışından bahsedilemeyecektir.

Başbakan Davutoğlu, geçen hafta katıldığı Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri Birlikleri Merkez Birliği tarafından düzenlenen “Yeni Türkiye Buluşması” programında yine ipe un sermiş, yine evelemiş gevelemiştir.

Buradaki konuşmasında, “kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerde faizsiz kredi vereceğiz. Bu meslekleri yaşatmak bizim için büyük bir emanet” demiştir.

Merakımız, kaybolmaya yüz tutmuş mesleklere kredi verip borçlandırmak hangi parlak aklın ürünüdür?

Kaybolanı bulmak, kaybolmanın sınırına geleni tekrar ayağa kaldırmak borçla nasıl mümkün olacaktır?

Ne tuhaf bir idraksizliktir ki, Başbakan esnaf kardeşlerimizin borçla güç bela ayakta durduğunun farkında değildir.

2014 yılında 1 milyon 100 bin esnafımızın kredi kullanmasıyla övünmektedir.

Başbakan, esnaflarımızın kullanmak zorunda kaldığı kredi tutarının 2002’de 153 milyon lira, 2014 ise 12,5 milyar lira olduğunu söylemekte, buna da bereket demektir.

Şu berekete bakınız ki, esnafımız faiz-kredi batağında nefes dahi alamamaktadır.

Şu berekete bakınız ki, bankalar, aracılar, tefeciler, komisyoncular esnafımızın ensesindedir.

Şu berekete bakınız ki, esnaflarımız a’dan z’ye borçlu, bunalımlı ve buhran içindedir.

Davutoğlu ya bereketin ne olduğundan habersizdir ya da esnafımızın halini etrafındaki lale-sülale saltanatı gibi zannetmektedir.

Başbakan kafayı esnafımızı bankalara, özellikle Halk Bankası’na esir etme konusuna takmıştır.

Önümüzdeki yıl, bu çerçevede kullandırılacak toplam kredi miktarının 17 milyar liraya ulaşacağını söylemiştir.

Peki, alınan krediler nasıl ödenecektir?

Esnafımız sattığının yerine yenisini koyamazken, çoğu zaman siftahsız gün, hafta ve aylar geçirirken, üst üste yığılan borç dağını nasıl eritecektir?

Esnaf ve sanatkârlarımızın içinden milyon dolarlar çıkan ayakkabı kutuları mı vardır?

Esnaf ve sanatkarlarımızın sabahtan akşama kadar para sıfırlamaya çabalayan, yine de geriye kalan 30 milyon Euro’yu bitiremeyen dahi ve süper zeka evlatları mı vardır?

Yatak odalarında para kasaları ve çikolata kutularına özen ve itinayla dizdikleri haram ve rüşvet paraları mı vardır?

Yoksa karnını bile zor doyuran esnaflarımız; villalarda, saraylarda, yatlarda, katlarda sefa sürüyorlar da bizim mi gözümüzden kaçmıştır?

Başbakan ne yaptığını zannetmekte, neyi kabullendirmek için çırpınmaktadır?

Yeni yatırım, yeni iş sahaları ve yatırılandan daha fazla kazanmak söz konusuysa kredi kullanmak doğaldır ki yararlı olacaktır.

Fakat, iş yapamayan, mal satamayan, müşterisi kalmayan bir esnaf kardeşimizin borçlanması tek kelimeyle iflas emaresidir ki, bunun da övülecek hiçbir tarafı yoktur.

Esnafımızı altından kalkamayacağı borçlara hapsetmek, borçla zincirlemek; sosyal ve ekonomik felakettir.

Davutoğlu, Perakende Ticaretin Düzenlenmesi Hakkındaki Kanun yoluyla, alışveriş merkezlerinin açılma kriterlerini değiştirdiklerini, buralarda esnaf ve sanatkarımıza en yüzde 5 pay ayrılması zorunluluğu getirdiklerini ifade etmiştir.

Kaybolmaya yüz tutmuş meslekler için binde 3 pay ayırdıklarını vurgulamıştır.

2014 yılında AVM sayısı 334’e çıkmıştır.

Bu sayının 2015’de 409’a tırmanması beklenmektedir.

AVM’ler esnaf ve sanatkarlarımızın umutlarını perdeleyip kazançlarına engel olurken, Hükümet’in ‘yüzde 5 pay verdik, bin 3 pay ayırdık’ diyerek aldatma düzenini sürdürmesi esnaflığın tarihi mirasına düpedüz hakarettir.

Esnafımız AVM’lerin gölgesinde kalmış, AVM partisinin hışmına uğramıştır.

Erdoğan’ın, Başbakanlık görevini yürütürken, bakkal esnafımıza, “artık sokak aralarındaki bakkal devri kapandı. Hayat şartları bunu gerektiriyor” demesi hala kulaklarımızda çınlamaktadır.

Aynı Erdoğan 26 Kasım 2014 tarihinde, Gümrük ve Ticaret Bakanlığı tarafından düzenlenen 4.Esnaf ve Sanatkarlar Şurası’nda aynen şunları söylemiştir:

“Bakkal deyip geçemezsiniz, o mahallenin adeta ruhudur, sokağımızın, semtimizin adeta vicdanıdır. Esnafı çıkartıp aldığınızda Türkiye tarihinde geriye hiçbir şey kalmaz”

Şüphesiz kalmaz, şüphesiz esnaf ve sanatkarımız olmadan Türkiye anlaşılamaz, tarih anlatılamaz, gelecek anlamlandırılamaz.

2010 yılında bakkallara kırmızı kart çıkaran, aradan dört yıl geçtikten sonra da mahallenin ruhu, sokağın vicdanı diyerek fikren ters köşeye yatan, kalben çelişkiye boğulan Erdoğan’a inanacak ve aldanacak kimseler yoktur.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Esnaf ve sanatkarlar milli birliğimizin, kardeşliğimizin, toplumsal ahlak ve adalet ölçülerinin manevi kalkanı, emniyet duvarlarıdır.

Esnaflık ahi geleneğinin, ahi kültürünün, ahi felsefesinin yaşayan ve yaşatılması gereken yüksek bir değeridir.

Anadolu’nun vatanlaşmasında ahiliğin paha biçilmez bir pay ve katkısı vardır.

Ahilik doğrulukla içiçe geçmiştir.

Son yurdumuzun bağrında gül goncası gibi açarak; sanat, ticaret ve meslek sahibi olan ahilerin, olgun, ahlaklı, merhametli, iyiliksever ve her tavırlarında güvenilir olması vazgeçilmez bir kuraldır.

Sözünde durma ahilikten esnaf ve sanatkarlarımıza miras kalan tarihi bir ahlak ve terbiye kaidesidir.

Ecdadımız farklı sanat ve mesleklerin sırlarını öğrenirken, ahlaki esaslarla da bezenmiş; yani sa­natın incelikleri, ahlakın ilkeleriyle eşzamanlı, eşanlı kazanılmıştır.

Horasan’dan gelip Ahiliğin pirliğini üstlenen Ahi Evren’in mesajlarından, deyiş ve sözlerinden, Türk milletinin sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel düzenine verdiği muazzam destekten çıkardığımız sonuç da budur.

Bugün her esnaf kardeşimiz Ahi Evren’in bize emanetidir.

Her esnaf kardeşimiz binlerce yıllık Türk tarihinin özü, ruhu, iftihar yüzüdür.

Milli ahlak, milli şuur ve milli kimlik konusunda yeri dolmaz hizmetleri geçen, milli duyguyu kamçılayarak, sosyal ve ekonomik ilişkilere manevi değer aşılayan, dahası huzur ve esenliği vaaz eden Hacı Bektaş Veli Ahiliğin duası, irşat makamıdır.

Esnaflarımız böyle bir manevi geçmişi vicdanlarında taşıyarak var olagelmişlerdir.

Esnaf ve sanatkarlarımızın yardımseverliği, misafirperverliği, dayanışma ve cömertliği baş tacı yapmaları Ahi kültürünün hala varlığına işarettir.

Ahi geleneğine sıkı sıkıya bağlı olan esnaflarımız, tıpkı yaşanmış binlerce yılda görüldüğü gibi, şu üç şeyi hep açık, bir diğer üç şeyi de hep kapalı tutmuşlardır:

Nitekim;

Yoksullara ve düşkünlere yardım için eli açık olmak,

Konuklar ve yolda kalmışlar için kapıyı açık bırakmak,

Açları doyurmak için sofrayı açık tutmak lazımdır.

Kapalı olanlar ise;

Kimsenin ayıbını görmemek, kimseye kötü gözle bakmamak için gözü bağlı olmak,

Kimsenin namus, haysiyet ve onuruna kötülük etmemek için beli bağlı olmak,

Kimseye kötü söylememek, kimse hakkında iftira etmemek, dedikodu yapmamak için dili bağlı olmaktır.

İşte Ahilik budur, esnaf ve sanatkârlarımız böylesi muhteşem ve insanüstü özelliklere sahip olmuşlardır.

Alçakgönüllü olmak bir esnaf mizacıdır.

Erdemli davranmak bir esnaf karakteridir.

Ahilik Türk milletine alın teri ile geçinme, başı dik, özgüvenli ve minnetsiz yaşama şuuru kazandırmış, böylelikle muazzam ismini tarihe altın harflerle yazdırmasına dayanak olmuştur.

Ve gerek Osman Gazi’nin, gerekse de Murat Hüdavendigar’ın Ahiliğe uygun olarak kılıç kuşanması İmparatorluğumuzun sağlam bir zemine bina edildiğini göstermiştir.

Ahiler sayesinde güven hakim olmuş, milli ve manevi terbiye ekonomik ilişkilerin göbeğine yerleşmiştir.

Bu itibarla esnaf ve sanatkârlarımız bizim için çok anlamlar ihtiva etmektedir.

Terzi sadece elbise dikip, sökük ve yırtık yamamıştır. Aynı zamanda bulunduğu ve çalıştığı semtin manevi dengesi haline gelmiştir.

Manav sadece sebze ve meyve satmamıştır. Aynı zamanda fakiri kollamış, ihtiyaç sahiplerini gözetmiş, hayır ve hasenat merkezi olmuştur.

Bakkal denilince akla; sıcak ekmek, taze süt, gazete, gıda ürünleri gelmemiştir. Dokunan el, hatır soran dil, para yoksa da ‘sonra alırız’ diyen şefkat dolu sesleniştir bakkal.

Sabahları sıcacık çorbasıyla yalnızca mideyi değil, ruhu da ısıtan lokantacı esnafımız,

Etin pahalı olmasını içten tebessümüyle, veresiye defterini ardına kadar açarak hafifleten; gösterdiği alicenaplıkla gönülleri kazanan kasaplarımız,

Muhabbet ve dostlukla müşterisini karşılayıp hoşsohbet içinde saç kesen, traş eden, berber ve kuaförlerimiz,

Yolculularına sabır ve müşfiklikle yaklaşan, hoşgörü ve özlemi taşıyan dolmuş ve taksici esnafımız,

Sıcacık ekmeklerinin buram buram kokusuyla mahallesini şenlendiren ve açları doyuran fırıncı esnafımız ve daha birçok iş kolunda faaliyet gösteren esnaf kardeşlerimiz milletimizin iftiharı, itibarı, iffet bekçisidir.

Tamamen kâra çivilenen, insanı metalaştıran, duygu ve maneviyattan koparan kapitalist ekonomiye karşı esnaf ve sanatkarımız kalıcı ve köklü bir cevaptır.

İnsanı odak yapan Türk-İslam medeniyetinin bereket ve bütünlük kalesi hiç kuşkunuz olmasın ki, esnaf ve sanatkarımızdır.

Dükkanını besmeleyle açıp şükürle kapatan esnafımıza hepimiz çok şey borçluyuz.

Ya nasip diyerek hayırlı ve helal kazancın amacında olan, kısmeti için gayret gösteren bu kardeşlerimizi yalnız bırakamayız, beklentilerine sırtımızı dönemeyiz.

Esnaf ve sanatkarlarımız düzlüğe çıkmadan, memurun, işçinin, emeklinin, çiftçinin alım gücü yükselmeden ne ekonomik gelişmeden, ne de sözde arttığı iddia edilen milli gelirden hakkıyla bahsedilemeyecektir.

Tarih boyunca gazi olmuş, şehit düşmüş, Anadolu’nun Türkleşmesinde öncüler arasında yer almış esnaf ve sanatkarlarımızı, iktidarın tehdit ve çürümüş politikalarından kurtarmak bizim asli sorumluluklarımızdan birisidir.

Esnaf olmadan büyüme olmaz.

Esnaf olmadan zenginleşme, refah, bolluk hayaldir.

Esnaf olmadan huzur ve sükûnetin tamir ve tesisi de imkansızdır.

Esnaf ve sanatkarlarımızla ilgili daha detaylı teklif ve projelerimizi yeri ve zamanı geldiği vakit herkesle paylaşacağız.

Yeni işyeri açacak esnaflarımızın vergi ve borç yükünü biliyor, bunun üzerinde dikkatle düşünüyor, çözüm üretiyoruz.

Şoför esnafımızın akaryakıt indirim taleplerini, araçlarını yenilerken bir kereye mahsus ÖTV ve KDV alınmasıyla ilgili beklentilerini biliyoruz.

SGK prim teşvikiyle ilgili taleplerin ve kullanılan enerji fiyatlarında indirim yapılmasıyla ilgili isteklerin farkındayız.

Düşük faizli finansman desteği ve mevcut faiz oranlarının daha da aşağılara çekilmesiyle ilgili arzuları görüyoruz.

Emekli olup da çalışmaya devam eden esnaf ve sanatkarlarımızdan kesilen yüzde 15 oranındaki Sosyal Sigorta Destek Primi’nin kaldırılmasıyla ilgili meşru sızlanmaları duyuyoruz.

Geçtiğimiz yılın Eylül ayında, esnaf ve sanatkarlarımızın yıllık aidat ve katılma borçları yeniden yapılandırılmıştı. Bunun yanında bazı prim borçlarının da yeniden yapılandırılması sağlanmıştı.

Ancak bu alandaki yetersizlik ve mağduriyetler de bitmiş değildir. Ve bu bağlamda şikayetleri de kararlı bir şekilde takip ediyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi aileleriyle birlikte sayıları 10 milyonu bulan esnaf kardeşlerimizin sözcüsü, tercümanı ve önşartsız destekçisidir.

‘Esnafım’ demenin tarihsel kıvancı MHP’yle tekrar canlanacaktır.

MHP esnafımızın hakkını savunmak, perişanlığını bitirmek için her hazırlığını tamamlamaktadır.

Milliyetçi Hareket, esnafın partisi, esnafın müdafaasıdır.

Milliyetçi Hareket çiftçinin, memurun, işçinin, emeklinin, dar ve orta gelirlilerin can simididir.

Milliyetçi Hareket Türk milletinin şahdamarı, tüm Türkiye’nin umut hazinesidir.

Şu an, bir yanda işini yapıp, diğer yanda bizi dinleyen esnaf kardeşim; Milliyetçi Hareket Partisi senin için vardır, senin mutluluğun için geceyi gündüze katacaktır.

Bu, ahiliğin vicdanını millet vicdanı gören Milliyetçi Hareket’in sözüdür, senedidir, açık çekidir.

Huzursa beklenen, biz varız.

Bereketse istenen, biz yaparız.

İstikrarsa aranan, biz sağlarız.

İktidarsa hedeflenen, Allah’ın izniyle biz ulaşırız ve herkes bilsin ki mutlaka ulaşacağız.

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Başbakan Davutoğlu, geçen hafta, az önce de değindiğim gibi, Türkiye Esnaf ve Sanatkarlar Kredi ve Kefalet Kooperatifleri Birlikleri Merkez Birliği tarafından düzenlenen “Yeni Türkiye Buluşması” programında bir konuşma yapmıştır.

Burada özellikle çocukluğunda başından geçen bir olayı hitap ettiği salonla paylaşmıştır.

Davutoğlu, ortaokul 1. sınıftayken okuldan babasının dükkanına giderken bir hana girmiş ve yerde 50 lira bulmuştur.

Her dürüst insanın yaptığı gibi, bu parayı merhum babasına götürüp teslim etmiş, babası da 'Oğlum etraftaki dükkanlara sordun mu' diye kendisini uyarmıştır.

Davutoğlu ‘hayır’ deyince babası, 'şimdi git, etraftaki dükkanlara tek tek sor, bulamazsan geri getir' diyerek unutamadığı bir ders vermiştir.

Ardından, bütün dükkânları tek tek gezmiş, para düşüren var mı diye tüm esnafa sual yöneltmiş; ne yaptıysa, ne ettiyse paranın sahibini bulamamıştır.

Tabii olarak esnaflarımız yalan söylemeyecek, hakkı olmayan bir şeye tenezzül etmeyecektir ve de etmemiştir.

Davutoğlu bıyığı yeni terlediği zamanlarda faziletli bir davranış sergilemiştir. Buna gerçekten de diyeceğimiz bir şey yoktur.

Handa bulduğu 50 lira için kaygıya kapılan Davutoğlu, aynı hassasiyeti acaba rüşvet kirine bulaşan, yolsuzluk karanlığına gömülen dört eski bakan hakkında niçin gösterememiştir?

Yoksa büyüdükçe doğru ve namuslu olmanın çizgisinden çıkmış, haksızlığın, hukuksuzluğun ve kanunsuzluğun pençesine mi düşmüştür?

Davutoğlu kol keseyim derken baş yarmış, göz çıkarmıştır.

Rüşvet ve yolsuzluk faili eski bakanlar, 17-25 Erdoğan’ın müdahalesi, havuz medyasının ahlaksız saldırısı ve saptırmasıyla Meclis Soruşturma Komisyonu’ndan yakayı kurtarmışlardır.

Millet iradesine tecavüz niyetiyle korsan bildiriler yayımlanmış, sarayın dayatması, sarayın çirkefliği, sarayın provokasyonu TBMM’nin saygınlığını yaralamıştır.

Erdoğan’ın arkasına saklanan güruh demokrasiyi karalamış ve kara çalmıştır.

Erdoğan’dan güç devşiren, Erdoğan’dan feyizlenen ve Erdoğan’a dayanan vesayet mihrakları aziz milletimizin vekillerini oyuncağa çevirmişlerdir.

İnanıyorum ki, onurundan ve haysiyetinden bir şey kaybetmemiş AKP’li milletvekili arkadaşlarım bundan oldukça rahatsızdır.

Yine inanıyorum ki, Gazi Meclis’in 95 yıllık tarihi içerisinde, ara dönemlerde dahil, hiç bu kadar rezilce bir olay yaşanmamıştır.

Demokrasiye kast etmek demek olan bu teşebbüsün net olarak kimler tarafından organize edildiği, hazırlanan metnin kimler tarafından kaleme alınıp neyin amaçlandığı bağımsız yargı tarafından mutlaka açığa çıkarılmalıdır.

TBMM böylesi bir vesayet ağırlığı altında kalamayacaktır.

Türk milletinin egemenlik haklarını hazmedemeyen, Türkiye’nin demokratik kazanımlarına hücum eden, ihanet ve melanetin deliklerinde kurşun asker olarak beslenen bu insanımsı yaratıklara hak ettikleri ders kesinlikle verilmelidir.

Millet iradesine sahip çıkmak, şerefle işi bitmiş olanlar dışında, hepimizin şeref ve fazilet meselesidir.

Malumlarınız, mezkur Soruşturma Komisyonu’nun 9 AKP’li üyesi vicdanen hiçbir rahatsızlık duymadan, aldıkları emirleri harfiyen uygulamışlar ve parmaklarını soyguna olur vermek için utanmadan kaldırmışlardır.

Şimdi sırayı Genel Kurul ayağı almıştır.

Bugün rüşvet ve yolsuzluk zanlıları hakkında karar verilecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin nasıl oy kullanacağı bellidir.

Diğer muhalefet partilerinin de aşağı yukarı tutumu ortadadır.

Şayet, AKP’nin vicdanı kelepçeli olmayan vekilleri de devreye girerse, bu dört eski bakan soluğu Yüce Divan’da alacaktır.

Bundan kuşkum yoktur.

Bu itibarla, AKP’nin sayın milletvekilleri tarih ve millet önünde hayati bir sınav vereceklerdir.

Ya akaracı makaracı edepsizler aldıkları milyon dolarlarca rüşvetin hesabını vermekten şimdilik kurtulacaklar ve adalet bir kez daha katledilecek, ya da mahkemenin önüne çıkmaktan başka seçenekleri kalmayacaktır.

İranlı kaçakçının 700 bin liralık saatle aklını aldığı, piyanoyu bile rüşvet olarak almaktan gocunmayan; devletin tüm imkanlarını kişisel çıkarları için kullanan eski bakan ya layığını bulacak, ya da rüşvet ve yolsuzluğa tüm AKP grubu ortak olacaktır.

İranlı karanlık simanın önüne yatarak İçişlerini Bakanlığını rüşvet ve hırsızlık şantiyesine çeviren, şanslı mahdumunun yatak odalarından haram para nehri akan eski bakan ya adaletin huzurunda hesap verecek, ya da AKP’liler topluca 17-25 Aralık depreminin altında ezilecektir.

Artık orta yol kalmamıştır.

Bugün TBMM; hırsızlıkla hukuk arasında seçim yapacaktır.

Bugün TBMM; soygun şebekesiyle soyulan millet arasında tercih yapacaktır.

Eğer ki, eski bakanlar kendilerine güveniyor, yaptıklarından emin iseler, korkacakları ve çekinecekleri bir şey yoktur.

Eğer ki, İranlı’nın rüşvet ağına düşmeleri yalan, 17-25 darbe ise, yine telaşlanacakları bir şey olmayacaktır.

Nasıl olsa her şey ellerindedir.

Yüce Divan aklanma, temizlenme, iddialardan ve suçlamalardan arınma mercidir.

Davutoğlu, 50 liranın derdine düştüğü gibi, milyar dolarlarca rüşvet ve yolsuzluk iddialarını ciddiye almalı, himayesi ve hezeyanı altında kaldığı Erdoğan’a karşı dik durmalı, direnç göstermelidir.

Davutoğlu eski bakanlarla ilgili bu kadar vahim ve örtülemez suçlama varken, işin kolayına kaçıp 17-25 Aralığı darbeye bağlamamalı, Yüce Divan’a güvenmediğini belirten Erdoğan borazanlarına itibar etmemelidir.

Sayın Başbakan bırakalım hukuk konuşsun, bırakalım yargı çalışsın, bekleyelim tarafsız ve bağımsız hâkimler son sözü söylesin.

Nasıl olsa, her şeyi kılıfına uydurdunuz.

Nasıl olsa, Meclis Soruşturma Komisyonu rüşvet ve yolsuzluğu aklama raporunu tanzim etmiş, iddialarla ilgili şüphe bile duymamıştır.

Delileri karartmak, parmak izlerini silmek için canla başla gayret ettiniz.

İranlı’nın ambargosu altından çıkmalısınız.

Her şeyi vuzuha kavuşturmalısınız.

AKP’li milletvekili arkadaşlarım, siyasi mücadelenizin bir kaçakçının eliyle haram biberonuyla beslenen eski bakanlar tarafından hiç edilmesine gönlünüz razı mıdır?

Allah’tan korkan, kuldan utanan TBMM’nin muhterem üyeleri, bakanlık sorumluluğuna ihanet eden soygunculara ne kadar katlanacaksınız?

Bugün dürüstlük kazanamazsa, Gazi Meclis kaybedecektir.

Adaletin yüzü ağarmazsa, herkesin, hepimizin vicdanı sızlayacaktır.

Buna izin veremeyiz, buna tepkisiz kalamayız, kalmamalıyız.

Milli mücadelemizin ana karargâhı bu aziz Meclis, hırsıza, uğursuza, rüşvetçiye, din, diyanet ve millet hasımlarına kol kanat gererse bunun vebalini telafi etmek, emin olunuz ki, çok zor olacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Başbakan Ahmet Davutoğlu, geçen hafta Ankara Palas'ta düzenlediği basın toplantısıyla “Kamu Yönetiminde Şeffaflık Programı”nı açıklamıştır.

Madem şeffaflıkla ilgili program hazırlanmıştır, gelin o halde ilk meyvesini bugün toplayalım, ilk semeresini bugün görelim.

Şeffaf bir iktidar adaletten kaçmaz, yolsuzluğun altında kalmaz.

Sayın Davutoğlu, hadi buyurun, hodri meydan.

Mademki yolsuzlukla mücadele ve şeffaflaşma konusunda 12 yılda olağanüstü mesafeler kat ettiğinizi söylüyorsunuz, işte önünüzde altın değerinde bir fırsat sizi beklemektedir.

Sayın Ahmet Sani gereğini yapmalısınız, Hz. Yesevi’yle ters düşmemelisiniz, akidelerimizle çelişmemelisiniz ve topu taca atmamalısınız.

Başbakan, şeffaflık ve hesap verebilirlik konusunda, hem ulusal bazda, hem de evrensel standartlarda bir çerçeve oluşturduklarını, bütün uluslararası sözleşmelere de taraf olduklarını açıklamaktadır.

Gerçekten böyleyse, bunun ispatı bugün yapılmalıdır.

Sayın Başbakan, siyaset kurumunun hesap verebilme makamı olduğunu söylüyorsunuz. Doğrudur, hakkınız vardır; o halde, bugün baştan ayağa hesap veriniz, hesap sorunuz, hesabı muhataplarına acı da olsa çıkarınız.

Davutoğlu’nun şeffaflık programında; siyasi partilerin ve seçim kampanyalarının finansmanından, Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nda yapılacak değişikliklere kadar her şey vardır.

İmar Kanunu’nda yapılması planlanan düzenlemeden, 2531 Sayılı Kamu Görevlerinden Ayrılanların Yapamayacakları İşler Hakkındaki Kanun ile 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu kapsamına giren bazı değişiklik hedefleri de bulunmaktadır.

Başbakan kamu görevlilerinin yolsuzlukla mücadele konusunda ihbarda bulunmaları halinde taltif edileceklerini, izinli sayılacaklarını, hatta ödüllendirileceklerini ileri sürmektedir.

Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusudur.

Devletin memuru olan savcılar yolsuzluğu ihbar etmişlerdir de ne olmuştur?

Devletin memuru polisler hırsız kovanını karıştırmışlardır da ne sonuç çıkmıştır?

Başbakan Davutoğlu’nun aklı başında mıdır?

Ortada 17-25 Aralığın iddiaları dağ gibi dururken, Davutoğlu neyin ihbarından, hangi muhbirden medet ummaktadır?

Sayın Davutoğlu ille de ısrar ediyor ve yolsuzlukla ilgili ihbar istiyorsan, ilkini biz yapalım; yeter ki sen kendini paralama, üstünü başını yırtma:

Önce, dün başkanlığı altında toplanmak zorunda kaldığın Recep Tayyip Erdoğan, sonra da çevrende dolaşan rüşvet yuvalarına dönüp bakmalısın, gücün yetiyorsa, gözün kesiyorsa, ciğerin varsa bunlarla ilgili gereğini yaparsın.

Tam düşündüğümüz gibi, Erdoğan, Davutoğlu’nun şeffaflık paketini medya üzerinden ağır şekilde eleştirmiş, “böyle şeyler açıklanmadan istişare yapılmalı” diyerek Başbakan’ın vidalarını sıkmıştır.

Geçen hafta Perşembe günü AKP Meclis Grup Yönetim Kurulu’nu saraya çağıran Erdoğan, Davutoğlu’nun gürültü patırtıyla açıkladığı şeffaflık programının büyük kısmını Başbakanlığı döneminde bir genelgeyle hayata geçirdiğini belirtmiştir.

Anlayacağınız, Davutoğlu havanda su dövmüş, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmuştur.

Erdoğan şeffaflık lafını duyunca birden bire irkilmiş, yaklaşan yakın ve açık tehlikeyi savuşturmak için doğrudan doğruya ağırlığını koymuş ve Davutoğlu’nu kenara çekmiştir.

Bu tip düzenlemelerin seçim öncesi doğru olmadığını, ekonominin olumsuz etkileneceğini, mal bildiriminden dolayı, böyle giderse görev alacak il ve ilçe başkanı bulunamayacağını söyleyen Erdoğan, resmen saray darbesi yapmıştır.

Niyazım odur ki, Allah hiç kimseyi Sayın Ahmet Davutoğlu’nun durumuna düşürmesin, böyle bir küçülmeye, irtifa kaybına uğratmasın.

Ayrıca Erdoğan, önemli konuların kendisiyle istişare edilmediğinden yakınmış, Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasında danışma mekanizmasının yeterince işletilmediğinden dert yanmıştır.

Ve dilinin altındaki baklayı tam manasıyla çıkartarak, istişarenin anlamlı ve aktif olabilmesi için başkanlık sistemine ihtiyaç olduğunu ileri sürmüştür.

Başbakan bu sözleri sineye çekmiş, içindeki öfke dalgasını belli etmeden, sanıyorum yumruğunu sıkarak istemeden de olsa uysal ve munis bir maske takmıştır.

Artık 62’inci Hükümet tam anlamıyla mevta olmuş, sadece rutini sürdüren, miş gibi davranarak iktidar oyunu oynayan iradesiz, etkisiz, kifayetsiz zihniyetle teslimiyetin derin çukuruna çam gibi devrilmiştir.

Davutoğlu artık Beştepe vesayetinin kaygan basamaklarından siyasi tutsaklığın derin mahzenine inmiştir.

Erdoğan, AKP’lileri gruplar halinde kabul edip, dün Bakanlar Kurulu’na başkanlık yaparak ipleri millet önünde bütünüyle eline almıştır.

Bu aslında bir sistem ve rejim krizine davetiyedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elbette Anayasa’dan kaynaklanan hakları vardır. Buna itirazımız yoktur.

Kaldı ki, geçmişte bunun örnekleri de vardır. Bu da yalın bir gerçektir.

Ancak Erdoğan, Anayasa’nın amir hükmü gereğince, gerekli gördüğü hangi hallerden dolayı Bakanlar Kurulu’na başkanlık yaptığını da bize göre açıklamak mecburiyetindedir.

Gölgeden ve tabeladan ibaret bir Başbakan olan Davutoğlu’nun sesi soluğu kesilmiş, dut yemiş bülbüle dönmüş ve Erdoğan’ın yanı başında otururken yüzü asılmıştır.

Ne dediyse yutmuş, hangi taahhütte bulunduysa çark etmiştir.

Davutoğlu bu şartlar altında, 7 Haziran’a kadar eften püften de olsa Başbakanlık görevini nasıl yürütecektir?

Erdoğan’ın başkanlık isteği, başkanlık hırsı, parlamenter sisteme, yani mevcut devlet nizamına taban tabana zıttır.

PKK ve bölücü çevrelerle; “al özerkliği, ver başkanlığı” mutabakatını sağladığı anlaşılan Erdoğan’ın bundan sonra, ısrarla açıktan siyaset yapacağı ve hatta 7 Haziran öncesi siyasi kampanya yürüteceği güçlü ihtimaldir.

Erdoğan, tek adam olmak için bastırmakta, son kozlarını oynamaktadır.

Cumhuriyet’i reklam filmine benzeten, Osmanlı nedir diye sorsanız iki cümle söylemeyecek şahıslar başkanlık falı açmaktadır.

‘AKP sayesinde Türk olmaktan kurtulduk’ diyen milliyetsizlerin gayesi başkanlığa hizmettir.

Öcalan’a özgürlük, PKK’ya genel af, özyönetim, demokratik konfederalizm diyen fitne lobisi başkanlık vaadiyle Erdoğan’dan her türlü tavizi koparmak için yıkım peronuna yanaşmışlardır.

Çözülme diyenler başkanlık sistemini alkışlamakta, Türk milleti yeni bir devlet modeline ite kaka alıştırılmaktadır.

Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasında istişare olmadığından bahisle, başkanlık sisteminin alt yapısını kuran Erdoğan, İmralı canisini garantiye almış, Kandil’deki adamlarından söz almış ve Türkiye Cumhuriyeti’nin başına çöreklenmiştir.

Cizre’de emniyet müdürünün peşine düşüp yakalayan, fakat bölücüleri selamlayarak sözde kanton rezilliğine göz yumanlar başkanlıkla Türkiye’nin fişini çekmek için sıraya girmişlerdir.

Bu oyun 7 Haziran’da bozulacaktır.

Türkiye 7 Haziran’da AKP’den, PKK’dan, bölücülerden ve Erdoğan’ın senaryolarından kurtulacaktır.

AKP’nin hasımlarını Türkiye’nin hasmı gören ahlaksızlar 7 Haziran’da sokağa bile çıkamayacaktır.

Paris’te İsraille kol kola yürüyen, Oslo’yu kutsayan, Ankara’da PKK’ya göz kırpan, İmralı’da caniye göz kulak olan, ihaneti besleyip palazlandıran Davutoğlu sözde genel başkan olarak girdiği ilk seçimde boyunun ölçüsünü alacaktır.

7 Haziran’da dirilen milli ruh kesin bir galibiyete ulaşacak, bir millet uyanacak ve Türkiye’nin kalbi MHP’de atacaktır.

Kalkan dokuz zafer ve sefer tuğumuzla AKP’ye demokrasi meydanını dar edeceğimizi, bu konuda aziz milletimize sonsuz güven duyduğumuzu bir kez daha vurgulamak istiyorum.

Erdoğan’ın başkanlık hayalleri suya düşecek ve Türkiye bu günleri inşallah geride bırakacaktır.

Bu düşüncelerle konuşmama son verirken, siz muhterem milletvekillerini ve değerli misafirleri saygılarımla selamlıyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.