Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Değerli Milletvekilleri, Saygıdeğer Misafirler, Sayın Basın Mensupları, Meclis grup toplantımızın açılış konuşmasını yapmak maksadıyla huzurlarınızdayım. Sözlerimin başında hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi diliyorum. Hatırlarsanız, geçen hafta esnaf ve sanatkarlarımızın diliyle konuşmuş, onların özlem ve beklentilerini dile getirmiştik. Bugün de çiftçilerimizi konuşacak, onların tercümanı olacak, onların sesini duyuracağız. Tarım sektörüne damga vurmuş açmaz ve çarpıklıkları teferruatlı şekilde ele alacağız. Zira çiftçi olmadan doymamız, tarım olmadan beslenmemiz mümkün değildir. Tarlada ekilen mutfakta pişiyor, tarlada dikilen sofrada yeniyorsa bunun itibar payesi elbette toprağını alın teriyle işleyen çiftçimizdedir. Toprak bereketin yuvası, medeniyet ve kültürlerin yurdudur. Toprakla buluşan ilk tohum, toprağı kaderi ve geleceği gören ilk şuur insanlığa yepyeni ufuklar çizmiş, tarihe taptaze bir istikamet vermiştir. Tarımla beraber devletler kurulmuş, imparatorluklar ortaya çıkmıştır. Bereketli hilal diye tabir edilen coğrafi kuşak insanlık için umut ve uyanış adası olmuş, buradan yeryüzünün her köşesine medeniyet ışığı düşmüştür. Çiftçilik; mazisi asırları bulan, şöhreti çağları aşan, değeri paha biçilmez olan bir mesleğin, bir mücadelenin, bir fedakarlığın haklı gururudur. Toprakta gelecek gören, toprağa var olmanın ruhunu aşılayan çiftçidir, çiftçilerimizdir. Nasır tutmuş elleriyle, güneş yanığı nurlu yüzleriyle, kimi gün hüzünlü, kimi gün umutlu bakışlarıyla milletine hizmet sunmaktan övünç duyan yine çiftçilerimizdir. Şu an köy kahvesinde kasvetli bir ruh haliyle çayını yudumlayan kardeşlerimizin meseleleri ağırdır, biliyorum. Şu an evlerinde kara kara borçlarını düşünen, bu yıl ki harmanı da borçlarına teslim etmenin peşinen yürek yarasını duyan kardeşlerimizin sıkıntısı fazladır, anlıyorum. Nerede yaşarsa yaşasın, nerede geçimini temin ederse etsin, bütün çiftçilerimizin ortak ve benzer şikayetlerini görüyor, izliyorum. Ekmeğin büyüğü hamurun çoğundan olacaktır. Fakat bugün hamur küçük, ekmek azdır. Yaz sıcağında gölge kovan, bunun yanında beyni kaynayan kardeşlerimizin onca çaba ve çalışmalarına rağmen kazanları tamtakır, cepleri bomboştur. Ağılda oğlak doğsa ovada otu biteceği devamlı surette kulağımıza fısıldanan bir atasözüdür. Ne var ki, çiftçimizin rızkı çalınmakta, helal kazancı aşırılmakta, elinden avucunda ne varsa alınmaktadır. Bu doğru ve hakkaniyetli değildir. Biliyoruz ki, çiftçinin ambarı sabanın ucundadır. Çiftçinin kalbi tarlasında atmaktadır. Fakat saban işlese de ambar boş, pulluk sürse de, mibzer ekse de ambar kupkurudur. Çiftçilerimiz dertlidir, derin derin iç çekmekte, ah etmektedir. Çiftçilerimiz üretse de borçlu çıkmakta, ekse de karşılığını alamamaktadır. Çiftçimiz, kredi ekip borç ve faiz kaldırmaktadır. Yılın 12 ayı çiftçimiz için zemheridir. Yılın 12 ayı çiftçimiz için zahmet ve kayıptır. Bildiğiniz gibi, çürük tahta hiçbir zaman çivi tutmayacak, taşıma suyla değirmen dönmeyecektir. Bu yüzden yanlış, sakat, dağınık, tutarsız, özensiz ve samimiyetsiz politikalarla çiftçilerimizin yüzü gülmeyecek, perişanlıkları bitmeyecektir. 13 yıla giren AKP iktidarı, çiftçimizi yalnızlığa terk etmiş, acımasızca unutmuş, yoksulluğun ve sefaletin kilerine kapatmıştır. Bugün köylerde hüzün vardır. Huzursuzluk, geçim darlığı, gelir yetersizliği, devasa sorunlar, borç yükü her köyümüze, her köylümüze sinmiş ve sirayet etmiştir. Traktörler boşa çalışmaktadır. Şunun şurasında ne kalmıştır; biçerdöverlerle biçilen yine tefeciye, yine aracıya, yine tarım kredi kooperatiflerine ve bankalara teslim edilecektir. Bu tablo, kör bir çıkmaz, vahim bir kısır döngüdür. Besmeleyle saçılan tohumdan geriye sadece sapı kalmaktadır. Bağların, bahçelerin, bostanların neşesi kaçmış, verimi düşmüştür. AKP, çiftçiyi yüz üstü bırakmıştır. AKP, çiftçiye yüz çevirmiştir. Kaçak ve karanlık saraya gelince trilyonları savuran, ayakkabı kutularına milyon dolarları saklayan soygun şebekesi, konu çiftçi olunca “gözünüzü toprak doyursun” diyecek kadar küçülmekte, seviyesizleşmektedir. Şimdi şu mukayeseleri sizlerle paylaşıyor, çiftçilerimizin kavurucu hal ve ıztırabını hepinizin, herkesin takdirine sunuyorum: 2002 yılında3,3 kgbuğdayla1 litremazot alınıyorken, 2013 yılında6,72 kg, 2014 yılında da5,22 kgbuğdayla1 litremazot ancak alınabilmiştir. 2002 yılında4,3 kgmısıra1 litremazot düşüyorken, 2013 yılında7,27 kg, 2014 yılında ise7 kgmısıra1 litremazot karşılık gelmiştir. 2002’de 1,145 kg’lık pamuk1 litremazot ederken, 2013’de3,3 kg, 2014’de3 kgpamuk güç bela1 litremazota eşit olmuştur. Bu karşılaştırmaları arpa, pancar, pirinç, nohut, patates, soğan, ayçiçeği, tütün gibi ürünlerde de yapmak mümkündür ve sonuç aşağı yukarı hep aynıdır. Buradan açık bir şekilde çıkardığımız sonuç şudur: Çiftçimizin kullandığı mazot faturası yıldan yıla artmış, girdi maliyetleri kaygı verici noktalara tırmanmıştır. Gelin görün ki, çiftçinin reel kazancı azalmış, fakirliği çoğalmış, neticede emek ve sermaye kediye yüklenmiştir. Meseleye gübre açısından da baktığımızda durum yine iç acıcı değildir. 2002 yılında 600 gr buğday1 kggübreye tekabül ederken, şimdilerde1,1 kgbuğday1 kggübreye denk düşmüştür. 2002 yılında 700 gr mısırla1 kggübre alınırken, şimdilerde1,45 kgbuğdayla1 kggübre ancak alınabilmiştir. 2002 yılından 2014 yılına kadar; mazot fiyatları 4 kat, gübre fiyatları 9 kat, elektrik kullanım bedelleri 2,47 kat yükselmiştir. Elektrik kayıp-kaçak hedeflerini tutturamayan yandaş dağıtım şirketlerinin, faturasını düzenli ödeyen vatandaşlarımıza, çiftçilerimize ilave kaçak para faturası çıkaracağı gelişmelerden anlaşılmaktadır. Bu tablo resmen iflastır. Girdi maliyetlerindeki akıl almaz artışlara karşı, 2002’ye kıyasla; buğdayın fiyatı 2,7 kat, mısırın fiyatı 2,4 kat, ayçiçeğin fiyatı 2,6 kat, kuru fasulyenin fiyatı 2,5 kat, pamuğun fiyatı 1,52 kat artış göstermiştir. Simit hesabını seven iktidar zihniyetine, bir kez de anladığı lisandan konuşmak gerekirse; 2002’de 660 gr buğdayla 1 simit; 2015’de ise1,2 kgbuğdayla 1 simit alınabilmiştir. Rakamların söylediğiyle, AKP’nin ileri sürdüğü söylemler tepeden tırnağa farklıdır. AKP’nin baktığı yerde çiftçi yoktur. AKP’nin dilinde çiftçinin esamisi okunmamaktadır. Kaybeden çiftçidir, zarar ve ziyan gören topyekûn milletimizdir. Çiftçilerimizin bırakınız 2002’yi, 2007 yılına göre bankalardan kullandığı kredi miktarı 2014’de yüzde 296’ya fırlamış ve 39,6 milyar liraya ulaşmıştır. Ne yazık ki, alınan borçların geri ödemesi kolay olmamış, yüzde 366’lık artışla 1 milyar 366 milyon liralık borç miktarı çiftçimizi yakıp yıkmıştır. Borcunu ödemekte zorluk çeken illerimizin ilk üç sırasında; Hatay, Artvin ve Elazığ gelmiştir. Kısaca durum tespiti yaparsak manzara fecidir. Gidişat hayra alamet görülemeyecektir.
Değerli Arkadaşlarım, Artık ülkemiz ihracat şöyle dursun, birçok tarım ürününü ithal eder bir hale gerilemiştir. Şüphesiz kendi kendimizi doyuramayacak durumda olmamız ibret vesikasıdır. 2002 yılına göre bugün ithalat miktarlarına baktığımızda; buğday 3,1 kat, arpa 11,7 kat, kuru fasulye 1,5 kat, kırmızı mercimek dikkatinizi çekiyorum bin 234 kat, nohut 834 kat, şeker 13 kat, ayçiçeği 6,7 kat artış göstermiştir. Öyle ki saman bile ithal edilmiştir. Canlı hayvan ve et ithalatıyla hayvancılık dibe vurmuştur. Şiddetli soğuk ve yağışlardan dolayı Doğu Anadolu Bölgemiz başta olmak üzere birçok yöremizde hayvanlar açlıkla yüz yüzedir. Bu itibarla hayvancılıkla uğraşan vatandaşlarımız sorun yumağının içindedir. Yem bitkileri parası ya ödenememekte, ya da ödenenler bir işe yaramamaktadır. Aşırı kar yağışı ve don vakası nedeniyle; Aydın, Muğla, Antalya, Sakarya, Manisa, Edirne ve daha birçok ilimizde çiftçilerimiz endişe verici zararlarla karşılaşmışlardır. 2090 Sayılı Tabii Afetlerden Zarar Gören Çiftçilere Yapılacak Yardımlar Hakkındaki Kanunun henüz bir faydası dokunmamış, kanayan yaralara deva olamamıştır. Mahsulü tarlada kalmış, umutları afetlerle kaybolmuş çiftçilerimize binbir zorluk çıkarılmakta, zarar ve ziyanları karşılanmamaktadır. Bu adaletli bir durum değildir ve mutlaka düzeltilmelidir. Toplam mal varlığının yüzde 40’nı bulmayan zararlarında yardım ve destek alamayan çiftçilerimizin feryadına kulak vermek Hükümet’in her şeyden önce vicdan borcudur. 2000’li yılların başında tarımdan ekmeğini çıkaran, nafakasını temin eden 7,8 milyon vatandaşımız varken, bu sayı yıllar içinde erimiş ve 6 milyona düşmüştür. Nitekim yaklaşık 2 milyon kardeşim çiftçiliği terk etmiş, arazi ve tarlasını terk etmek durumunda kalmıştır. Tarımdaki istihdam payı da hızla düşmüş ve 13 yıl içinde yüzde 36’dan yüzde 23,6’ya inmiştir. Halep yolunda deve izi arayanlar, denize düşüp de yosundan medet uman safdiller, Afrika’da kahramanlık pozu verip millet kesesinden cömertlik yapan uyanıklar, Avrupalıları Türkiye’ye çalışmak için davet eden aklı evveller, size diyorum, size sesleniyorum; akara kokara değil, çuvala giren bakın. Çiftçimizin perişanlığına cesaretiniz varsa odaklanın. Davos’ta maval okuyan Başbakan, Etiyopya’da, Cibuti’de, Somali’de atıp tutan, okullarla uğraşan Cumhurbaşkanı size söylüyorum, uzaklara gitmeyiniz, başka yerlerde mağdur aramayınız. Mağdur kırlarda, köylerde, yaylalarda, mezralardadır. Mağdur Anadolu’nun kucağında, bozkırların yamacında, ovaların koynunda, dağların eteğindedir. Mağduriyet tarlalarda, tezgahlarda, tüyü bitmemiş yetimlerin, adı bile konulmamış yavruların göz bebeklerindedir. Mağdur çiftçimiz, işçimiz, memurumuz, esnafımız, emeklimiz, sanayicimiz, 77 milyon Türk vatandaşıdır. Saraydaki Recep değil, Ermenek’teki Recep mağdurdur. Mağdur villalarda yatıp, hortumlarla ayağa kalkan sonradan görme çocuklar değil, gariban yavrularıdır. Kaçakçı Rıza değil, Balıkesirli Rıza mağdurdur. Rüşvetçi bakanlar, rezilliğe batanlar değil; yoksulluğun ayazında buz kesmiş, işsizliğin karanlığında kalmış milyonlar mağdurdur. Saraya kilitlenmiş, saraya kapatılmış Davutoğlu değil, evlatlarımız, gelecek nesillerimiz mağdur ve mahcuptur. Millete gelince yok diyen, başka coğrafyalara gelince israfın dibini boylayan; çiftçimiz isteyince azarlayan, Suriyeli sığınmacılara milyar doları harcayan bu iktidarın emin olunuz ki yatacak yeri, kaçacak deliği yoktur. Türk çiftçisi artık bunları görmeli, hesabını buna göre yapmalıdır. AKP’yi tanımalı, bu çorak, verimsiz, kuru, taş kalpli zihniyeti nadasa bırakmalı, demokrasi tırpanıyla kesip budamalıdır. Hükümet bahane üretmemeli, kalan siyasi ömründe, çiftçiye ürettiğinin karşılığını, dünya gözüyle hakkını ve helalini vermelidir. Her şey açıktır, çiftçimizin sırtında kambur üstüne kambur vardır. Çiftçi mazota yenik düşmüş, gübre ve diğer ekim masraflarının eline geçmiştir. Tarım politikaları çiftçilerimizin aleyhinedir. Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı, ihanet sürecinde gece bekçiliğine soyunarak çiftçiyle bağını çoktan koparmıştır. Köylere kabus çökmüş, alacaklılar, senetler, haciz ve icralar adeta kuyruğa girmiştir. Kahvelerde içilen çaylar bile harman veresiyedir. Pazar sepetleri boş gitmekte, boş gelmektedir. Üstte yok başta yoktur. Çiftçilerimiz iki büklümdür, deyim yerindeyse kalburla su taşımaktadır. Evdeki hesap tarladaki başağa uymamaktadır. Borç gırtlağa dayanmıştır. Çiftçilerimizin iki yakası bir araya gelmemekte, iğneyle kazdıkları kuyu bir yarar sağlamamaktadır. İki cami arasında kalan beynamaza dönen Başbakan ve Hükümeti aciz, atıl ve atalet içindedir. Çiftçi 17-25 Aralığın bir numarasına bakarsak gereksizdir ve bu nedenle umursanmamaktadır. Hırsızlar harmana dadanmış, yolsuzluk çeteleri tarlalara üşüşmüştür. Çiftçi üretmiş, rüşvetçiler yemiştir. Çiftçi ekmiş, 17-25 lobisi yürütmüştür. Çiftçi kardeşim, köylü kardeşim; bunca zulme, bunca haksızlığa rağmen hala AKP’ye evet diyecek misin? Sana duyarsız kalan, seni önemsemeyen, seni ciddiye ve dikkate almayan AKP’ye hala oy verecek misin? Çiftçi kardeşim, muhtaçlığın sürsün, çektiğin cefa katlansın istiyorsan durma, bekleme, gecikme AKP’ye oy ver. ‘Ananı da al git’ küfrünü tekrar işitmek istiyorsan AKP’ye destek ver. Borçlarından şikayet etmiyorsan, hayatın yükünden yakınmıyorsan, mazot ucuz, gübre sorun değil, her şey güllük gülistanlık diye düşünüyorsan, hakkındır, AKP’yle devam edebilirsin. Yok eğer bunların hepsinden muztaripsen, yeter artık diyerek kükrüyor ve son sözü ben söylerim özgüveni içinde hareket edeceksen çaren vardır, seçeneğin önündedir. Bu da millet ve vatan sevdalısı, çiftçi ve köylü savunucusu Milliyetçi Hareket Partisi’dir. Biz köylünün yanında, çiftçinin arkasındayız. Her meselenin farkındayız. Vergi, faiz ve zam furyasının bilincindeyiz. Buğdayın para etmesi için çözüm MHP’dir. Tarımsal alanda 13 yıllık AKP iktidarı döneminde düşen üretimin canlanması için reçete MHP’dedir. Daralan ekim alanlarını genişletmek, tarımda verimlilik artışını sağlamak için umut MHP’dir. Mazot fiyatlarının belinin kırılması, gübre ve diğer ağır maliyetlerin düşürülmesi için plan ve program MHP’dedir. Çiftçilerimizi desteklemek için geliyoruz. Köylerimizi güzelleştirmek, bolluk vadisi yapmak için iktidara yürüyoruz. Yırtık ayakkabısı su alan, yamalı önlüğüyle okula koşan, kuru ekmekle öğün geçiren küçücük çocuklarımıza müjde vermek için mücadele veriyoruz. Biz Türk milletinin tamamının hizmetinde ve emrindeyiz. Biz çiftçilerimizi kalkındırmak, çile akıntısından, pahalılık girdabından, sorun çığından çekip almak için inançlı ve heyecanlıyız. Biz yaparız, herkesi mutluluğa, huzura, dirliğe kavuştururuz. Biz iddialıyız, biz başarırız, biz Türkiye’yi yönetmeye hazırız. 7 Haziran’da, Türkiye üzerine atılmış ölü toprağından silkinerek doğrulacak, Türk milleti Üç Hilal’le yeni baştan doğacaktır. Kavurgayla karın doymaz, AKP’yle de gelecek olmaz, olamaz, olmamalıdır. Herkes şunu açık açık bilmelidir ki; Çiftçi; AKP’nin ayağındaki çarık, MHP’nin başındaki sarıktır. Çiftçi; AKP’nin oyuncağı, MHP’nin ise onur davasıdır. Biz davamıza leke sürdürmeyiz, davamızdan geri adım atmayız, davadan asla dönmeyiz.
Muhterem Arkadaşlarım, Ürkek, korkak, inançsız ve ilkesiz kadroların yönettiği Türkiye’nin yüksek risk ve tehlikelerin içinde kıvrandığı bir gerçektir. Türk milleti soytarılarla soysuzların tahakkümü altındadır. Huzurumuz bıçak sırtındadır. Milli bekamız kritik ve kırılgan bir kulvardadır. Geleceğimiz kimliksiz, köksüz ve kişiliksiz ellerce karalanmaktadır. Türkiye’nin toprak bütünlüğü sorgulanmakta, milli ve üniter devlet yapısı ihanet kampanyası eliyle sarsılmaktadır. Türk milletinin kardeşliği yargılanmakta, varlığı operasyon geçirmektedir. Dünümüze sövülmekte, bugünümüze sataşılmakta ve saldırılmaktadır. Güvenlik duvarlarımız tahrip ve talan edilmektedir. Başbakan ve Hükümeti rotayı şaşırmış, çizmeyi aşmış, milli sabır ve tahammülleri çatlatacak noktaya kadar zorlamıştır. Ayağının tozuyla hafta sonu partisinin Diyarbakır ve Batman kongrelerine katılan Başbakan, hiçbir vicdan sahibinin kabullenemeyeceği skandal sözlere imza atmış, PKK’ya şirinlik yapacağım derken milli haysiyet ve mahşeri vicdanla bir kez daha ters düşmüştür. Davutoğlu ne konuştuğundan, ağzından çıkanın nerelere varacağından ya habersizdir, ya da yıllarca gizli ve potansiyel bir bölücü olduğunu özenle saklamayı başarmıştır. Başbakan Diyarbakır’da “güzel Türkçemizi güzel Kürtçemizle kardeş kılmaya geldik” diyecek kadar bayağılaşmış ve fikren şarampole uçmuştur. Arkasından gazetecilere verdiği mülakatta; “güzel Kürtçemizi öğrenmek isterim, eve bir gramer kitabı aldım” diyerek şuursuzluk yolculuğunu sürdürmüştür. Evine ne alacağı, neyi okuyup öğreneceği Başbakan’ın bileceği bir şeydir. Başbakan isterse Polinezyalıların dilini de öğrenebilir, Ant Dağlarında kullanılan şiveyle de konuşabilir, elbette bu kendi meselesidir, bize başarılar dilemek düşecektir. Fakat, şeklen de olsa Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı olan bir şahsın, Türk milletinin gözünün içine baka baka, övüncümüz, kültürel kıvancımız, asırlar içinde zenginleşerek bugünlere vasıl olmuş Türkçe’ye rakip çıkarma aymazlığı siyasi ön alma değil, tamı tamamına siyasi cinayettir. Cami’ye gidince namaz kılan, Kilise’yi görünce mum yakan Davutoğlu’nun kırdığı pot bini aşmış, yediği herze kırkı geçmiştir. Mersin’de Yörük sömürüsü yapan, Osmaniye’de Hz. Yesevi’ye ve Yörük duasına tutunan Davutoğlu’nun Diyarbakır ve Batman’da yüz ve karakter nakliyle başka bir kılığa bürünmesi kendisi ve siyasi zihniyeti adına fecaattir. Davutoğlu’nun, Türkçe’yle Kürtçe’yi iki eşit kefeye koyması, bunu da süsleyip püslemesi nadir görülecek bir ruhsuzluk, ender rastlanacak yozlaşma halidir. Bizim kimsenin ana dilinde gözümüz yoktur, buna yönelik söyleyecek bir sözümüz de olmayacaktır. Kim olursa olsun anasının diliyle duyacak, onunla konuşacaktır. Bu herkesin en tabii insan hakkıdır. Buna hürmet ve riayet ederiz. Ancak Türk milletinin dili Türkçe’dir ve bu gerçek değişmeyecek, değiştirmeye de kimsenin gücü yetmeyecektir. Davutoğlu’nun Kürtçe öğrenme merakı bir ihtiyacın ürünü olmaktan çok milletimizin arasına nifak sokma çabasının eseridir. Bir defa dil varsa ve bu dil devlet ricali tarafından teşvik edilip milli dilin karşısına çıkarılıyorsa bölünme zehri bünyeye yayılmış demektir. Davutoğlu’na sorarım, Türkçe’ye kardeş dil olarak Kürtçe’yi görüyorsan, Türk milletinin muadili olarak hangi milleti kabul ediyorsun? Dil bir millettir, dil bir şuurdur, dil bir kimlik nişanesidir. Türk milletinin dili Türkçe olduğuna göre, Davutoğlu’nun güya kardeş dili kime, hangi millete aittir? Başbakan ve saraydaki hamisi Kandil ve İmralı’yla birlikte amaç ve emel birliği yapmış; yeni bir millet inşa etmek için devreye çoktan girmişlerdir. Bu vahim gelişme Türk milleti için öldürücü nitelikli bölücü provokasyondur. Hükümet bin yıllık hukuku parçalamak için tuzak kurmaktadır. Ve bu yeni bir şey de değildir. Kürt kökenli kardeşlerimin ana diline önem veriyor, kullanmalarının önünde engel görmüyoruz. Bu tartışmasızdır. Ne var ki, Türkçe’nin karşısına mahalli düzeyde bir dilin çıkarılmasını milli birlik ve bütünlük açısından sakıncalı buluyor, yıkıcı olarak değerlendiriyoruz. Davutoğlu, doğduğu ve büyüdüğü topraklara mühür vuran ve rahmet, minnetle andığımız Karamanoğlu Mehmet Bey’in kemiklerini sızlatmış, Türkçe’nin kanına girmiştir. Osmaniye’de Ahmet Sani olduğunu anımsayan, Diyarbakır’da serok Ahmet olmayı yüzünde gülücükler açarak benimseyen Davutoğlu, gerçekte kimdir, kimlerdendir? Başbakan saraya zimmetlenmiş, mizaç ve meşrebini saraya göre sabitlemişse, kendisine diyeceğim şudur: Sayın Davutoğlu, inanma dostuna, saman doldurur postuna.
Muhterem Arkadaşlarım, Başbakan Diyarbakır’dan Ayn el Arab’ı, yani Kobani’yi selamlamış ve alnından öpmüştür. Kobani’yi selamladığına göre, bu selamın muhatapları bellidir. Davutoğlu şu konjonktürde, çok istese de IŞİD’e selam veremeyecektir. Çünkü uluslararası toplumun tepkisini çekeceğini bilecek kadar aklı başındadır. O halde Davutoğlu’nun Kobani’yi selamlaması; PKK-PYD’ye verilmiş bir selam, sıcacık bir merhabadır. IŞİD’i püskürttüğü anlaşılan, AKP’nin yardım ve yataklığıyla Kobani’yi ele geçiren PKK-PYD’yi sanıyorum ilk kutlayan Davutoğlu’dur. Ha Kandil’i selamlamak, ha Kobani’yi selamlamak, aralarında hiçbir fark yoktur. Kaldı ki Kobani’de sadece teröristler vardır. Davutoğlu dikişi atmış yara gibi, dikimi sökülmüş yama gibidir. Türk milleti bunu da görmüş, böylesi bir çürümüşlüğe de şahit olmuştur. Osmaniye’de, “nerede Yörük obası varsa onlara selam olsun” diyen bu zihniyet, Diyarbakır’da maske değiştirmiş, bu kez de PKK’yı selamlayacak kadar alçalmıştır. Başbakan selamladıklarıyla özlem gidermek, helalleşip muhabbet etmek istiyorsa, Kandil’in yolu kendisine açık, Kobani ise çok yakındır. Meraklanmasın, PKK’yla Ankara’da kucaklaşması sorun olmuyorsa Kandil’de buluşmasına kimse ses çıkarmayacak ve sonuçta da layığını bulacaktır. Kaygımız odur ki, Davutoğlu’nun yarın kimi ya da kimleri selamlayacağı meçhuldür. AKP’nin tadı tuzu kaçmış, raf ömrü çoktan dolmuştur. Davutoğlu saraydaki Bakanlar Kurulu toplantısından sonra iyice yoldan çıkmış, ayarı bozulmuştur. İki cambazın bir ipte oynamayacağını öğreten Erdoğan, Davutoğlu’nu hallaç pamuğu gibi atmış ve ruhunun şifreleriyle oynamıştır. Ayrıca Başbakan Diyarbakır’da çok ciddi bir iddiada bulunmuştur. Ve Türk bayrağında bulunan hilali kaldırmak için birilerinin teşebbüste bulunduğunu açıklamıştır. Başbakan bu namertliğe kimlerin tevessül ettiğini, kimlerin bu tezgahta yer aldığını netliğe kavuşturmalıdır. Eğer bu iddiası açıkta kalırsa kendisi müfteri olarak anılacak, provokatör olarak adlandırılacaktır. Davutoğlu bayrağı çiğneyen, bayrağı indiren şerefsizler ortada dururken, bulanık suda balık avlamaya yeltenmişse bu kendisine pahalıya patlayacaktır. Bayrak hasımlarıyla kol kola ve uygun adımla yürümesini mesele yapmayan, buna karşılık sanal düşman imal etmeye kadar işi vardıran Davutoğlu önce Cizre’de olan bitenleri gündemine almalıdır. Cizre’de ihanet bağışıklık kazanmıştır. Teröristler çocukların arkasına sığınmanın yanında, hendekler kazıp Türk devletine meydan okumaktadır. Şırnak’ın İdil ilçesinde PKK’nın sözde gençlik yapılanması silahlı yürüyüş yapmaktadır. PKK, sözde bölge mahkemeler kurup sözde hakimler atamaktadır. Özerklik için pilot bölge olarak belirlenen Silopi ve Cizre’de terörist çadırları sözde karakol görevi görmektedir. Anlaşılan, çözülme süreciyle birlikte, AKP Hükümeti, Doğu ve Güneydoğu’da asayiş hizmetlerini yazılı olmayan bir mutabakatla PKK’ya devretmiştir. AKP, devleti geri çekmekte, boşalttığı alanı hainlere bırakmaktadır. Cizre’de PKK’lı hainlerle uğraşmak yerine, polislerle mücadele eden, paralel ezberiyle emniyeti baskılayan ve elini kolunu bağlayan Hükümet, alenen suç işlemekte, vatana ihanet etmektedir. Başbakan hiçbir şey yokmuş gibi, süreç ihanetini överek; “travmayı atlattık. Çözüm süreci için yoğun görüşmeler sürüyor. Seçime gidiyoruz. İnşallah sükunet içinde seçimleri yaşarız" demeyi sürdürmektedir. Davutoğlu milletle alay mı etmektedir? Neyin sükûnetinden, kimin huzurundan bahsetmektedir? KCK’ya yuvalandığı iddia edilen ve liseli kızımız Serap’ın 2009 yılında ölümüne yol açtığı söylenen mihraklar, Davutoğlu’na açık çek mi vermiştir? Türkiye gözlerini yummak üzeredir, Beştepe Hanedanlığının kuklası olan Davutoğlu başka havalardadır. Batman’da “bu baş bu gövdedeyken, bu yürek bu bedendeyken Allah şahittir ki bir gün dahi Kürt, Türk ayrımı yapılmasına izin vermeyeceğiz” sözleriyle oyalanmaktadır. AKP gelesiye kadar, Türk-Kürt ayrımı ne zaman olmuş, ne zaman yapılmıştır? AKP gelesiye kadar, Türk milletini 36’ya bölmek kimin aklına gelmiştir? “Al bayrak altında, bundan sonra kimse dini, örfü, adeti, kültürü dolayısıyla dışlanmayacak” diyen Davutoğlu bize neyi anlatmakta, neyi dayatmaktadır? Yarın idrak edeceğimiz Misak-ı Milli’nin 95.yıldönümünde bölünmeye ramak kalmış, AKP-PKK-HDP-PYD ve küresel vahşilik yan yana dizilmişlerdir.
Değerli Milletvekilleri, Kutlu yeminimiz milli mücadele tarihinin en önemli dönüm noktalarından birisidir. Ve aziz milletimizin şartlar ne olursa olsun işgal ve esaret karşısında geri adım atmayacağının tarihe mal olan irade beyanıdır. Kuşkusuz Misak-ı Milli Cumhuriyetimizin siyasi ve hukuki dayanağı olmuştur. Esasları Sivas Kongresinde belirlenen Ahd-ı Millimiz, son Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Felah-ı Vatan Grubu’nun ısrarları ve büyük gayretleriyle kabul edilmiş ve sonrasında tüm cihana duyurulmuştur. Türk milletinin ebedi vatanında ne pahasına olursa olsun var olacağı Misak’ı Milli’yle somutlaşmıştır. Biz bu yemine sadık ve bağlıyız. İşbirlikçilerin, mandacı zihniyetlerin, verelim de kurtulalım diyen teslimiyetçi niyetlerin önünde en büyük güvence 95 yıl önceki Milli Yemindir. Bir tarafta bizden görünüp, diğer tarafta yabancı güçlerin yanaşmalığını yapanlar ve muhipliğinde karar kılanlar Türk’ün heybetli şamarını bir kez daha yemek istiyorlarsa, buyursunlar millet hazırdır. Türk milletini sığıntı bir topluluk gibi görmeyi isteyenler, yenilmiş, dağılmış, ufalanmış etnik kalıntı olarak düşleyenler tekrar şanslarını deneyeceklerse, kimse kusura kalmasın, bu milletin süngüsü henüz düşmemiştir. Misak-ı Milli; stratejik bir diriliştir ve kendi irademizle sınırlarımızın tekrar belirlenmesine dönük kuvvetli bir karardır. Bağımsızlığa sevdadır, Türk milletinin son anayurdunda dünya durdukça yaşayacağının kesin ilamıdır. Namusumuzla, haysiyetimizle, kimliğimizle yaşamanın azmi, şehit kanlarıyla kazanılan vatan topraklarının bağış ya da lütufla elde edilmediğinin ispatıdır. Misak-ı Milli işgalin en karanlık bir döneminde; hala varım, ayaktayım, sönmedim, yenilmedim, vazgeçmedim diyen Türk milletinin dillere destan direnişidir, diklenişidir ve zalimlere karşı dimdik duruşudur. Bu duruşun mirasçısı Milliyetçi Hareket Partisi’dir. Bu duruşun bu zamandaki sancaktarı Milliyetçi-Ülkücü Hareket’tir. İstenirse, verilecek toprağımızın, terk edilecek ilimizin, paylaşılacak vatanımızın, vazgeçilecek insanımızın, indirilecek bayrağımızın ve gidilecek yurdumuzun olmadığını can pahasına da olsa gösterir, melanete hançer gibi saplanırız. Türk milletini hafife alıp bu devranın süreceğini sanan rüşvet ve yolsuzluk çeteleri, TBMM’de kanun kaçaklarını akladığını sanan zavallılar, teröristlerle müzakereyi çözüm sanan gafiller; bu millet ölmedi, bu millet bitmedi, Milliyetçi Hareket Partisi henüz son kozunu oynamadı. Suudi kralına milli yas ilan edip, sevda tepesi için bağış adı altında rüşvet alan, ecdat yadigarı emanetlerin yağmalanmasına göz yuman suçlulara diyecek sözümüz vardır. Emperyalizmin tetikçisi olup da Ortadoğu ve Afrika’da ucuz kahramanlık taslayan 17-25 Aralığın bir numarasına söyleyecek sözümüz vardır. Somali’de aç doyuran, Türkiye’de aç bırakan adalet ve ahlak tanımazlara, vicdan bilmezlere Milliyetçi Hareket’in mutlaka tepkisi ve itirazı vardır, bu da sandıkta milli bir uyanışla tescillenecektir.
Değerli Arkadaşlarım, Bildiğiniz gibi, geçen hafta dört eski bakanla ilgili Yüce Divan oylaması yapılmıştır. AKP, hırsızlığı onaylamış, rüşvetçilere can simidi uzatmıştır. Sonuç ne olursa olsun, eski bakanlar aklanmamış, bilakis millet vicdanında mahkum olmuşlardır. 17 Aralık savcısının geçtiğimiz günlerde bazı gazetelere verdiği beyanatlar, aslında malumun sadece ilanıdır. Sarayda oturan zata kadar uzanan rüşvet ve yolsuzluk soruşturmasının niçin bu kadar rahatsızlık yarattığı daha da berraklaşmıştır. Başbakan ile Cumhurbaşkanı arasında Yüce Divan konusunda anlaşmazlık çıktığı iyice ortaya çıkmıştır. Şayet Yüce Divan yolu açılırsa, kirli çamaşırların saçılacağını söyleyen rüşvet faili bakanlara, ‘saçılırsa saçılsın’ diyerek rest çeken Davutoğlu, Erdoğan devreye girince çark etmek zorunda kalmıştır. Çünkü 17-25 Aralığın göbeğinde Recep Tayyip Erdoğan’ın olduğu savcının ifşaatıyla açıklık kazanmıştır. Erdoğan, tüm yolların kendisine çıkacağını bildiği için Meclis’teki AKP’li milletvekillerine ipotek koymuştur. Eski bakanların adaletin karşısına çıkmaları halinde, kendisinin ve oğlunun yakayı ele vereceğinden korkmuştur. Demek ki, Davutoğlu Erdoğan’a karşı tertip içine girmiş, görünüşte Brütüslüğe özenmiş, fakat hevesi kursağında kalmıştır. Başbakan bunu adalete bağlılığından yapmışsa kendisini kutlarız, çekinmemesini, sağlam durmasını tavsiye ederiz. Eğer siyasi hırs ve ikbal uğruna Erdoğan’ı ters köşeye yatırmayı aklından geçirmişse, yine de vazgeçmemesini, teslim olmamasını, aldığı darbeleri telafi edeceğini kendisine hatırlatırız. Hırsız evin içindeyse, kilit yararsız ve nafiledir. 17-25 Aralığın kara kutusu bize göre kaçak ve karanlık saraydadır. Bu kara kutu açılmadan adalet yerini bulmayacak, 17-25 Aralık defteri kapanmayacaktır. Dört eski bakanın Yüce Divan’a gönderilmesi yönünde oy kullan AKP’nin değerli milletvekilleri; ayetlerle alay eden, rüşvet aldığı 700 bin liralık saati koluna takmaktan utanmayan, İranlı kaçakçının emrine giren eski bakanları gönüllerinden çıkarmışlardır. Başbakan Davutoğlu’nun, TBMM’deki oylama sonucuna ‘17-25 Aralık darbesinin tescili’ yorumu getirmesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘hayırlı olsun sözleri’ yüzsüzce yapılan değerlendirmeler olarak hatırlanacaktır. Vicdanlarının sesini dinleyen milletvekillerine ‘tuzluk, paralel kalıntı, darbe sevici, namert’ diyerek aşağılamak bir defa aziz milletimize hakaret, AKP’nin kendisini inkar, siyasi ahlaka acımasız bir hücum olup kimseye yaramayacak, kimseye bir şey kazandırmayacaktır. 17-25 Aralığı darbe teşebbüsü, algı operasyonu, psikolojik hareket gibi akıl almaz şekilde kirletmeye kalkışanların millet nezdinde karşılıkları yoktur, olmayacaktır. Rüşvet ve Yolsuzluk operasyonu yarım kalmış, amacına ulaşamamıştır. Allah’ın izniyle 7 Haziran sonrası bu hukuki süreç yeniden başlatılacak, boğazından haram lokma geçen kim varsa burnundan fitil fitil getirilecektir. Bu da Milliyetçi Hareket Partisi’nin sözüdür. Bu düşüncelerle, konuşmama son verirken, muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyorum, Yüce Rabbim’den hepinize sağlık, mutluluk ve esenlik niyaz ediyor, sözlerimi noktalıyorum. Sağ olun, var olun. |