Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 5 Nisan 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
5 Nisan 2016

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Haftalık olağan grup toplantımızda sizlerle paylaşacağım düşüncelerime geçmeden önce muhterem heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Vatan sevdasıyla kavrulmuş yüreklerin bugünlerde yüzü soluk, bakışları soğuktur.

Çünkü Türk vatanı darboğazda, Türk milleti dar ve şiddetli bir terör koridorundadır.

Ülkemizin temelleri çatırdamakta, altındaki sağlam zemin kaymaktadır.

Vatandaşlarımızın neşesi yoktur.

Türk milletinin yaşama sevincine gölge düşmüştür.

Milli güvenlik lekelenmiş, sınırlarımız laçkaya dönmüştür.

Duyduğumuz üzüntü büyüktür.

Yine de karamsar olmayacağız, yine de çözülme ve parçalanma şartlarını ihtiva eden teslim senedine olur vermeyeceğiz.

Ancak bir gerçeği çok açık şekilde gösterip hakikate sözcülük yapmaktan da geri durmayacağız.

Türkiye’de vahim bir yönetim sancısı, örtülemez fiili bir iktidar boşluğu vardır.

Başımıza her ne geliyorsa ihmallerin sonucudur.

Hangi krizi yaşıyor, hangi kaosa düşüyorsak, bunların hepsi tarihin yanlış yerinde duran, milli ve ahlaki savrulmalar yaşayan devlet ricalinin eseridir.

Hiç kimse başını kuma gömmesin, Türkiye yoğun bakımda, ateş çemberindedir.

Hiç kimse gözünü kapatmasın, şayet uyuyorsa doğrulsun; zira Türkiye tüm varlığıyla, tüm kaynak ve değerleriyle hedeftedir.

Uydurduğumuzu, abarttığımızı düşünen bulunuyorsa, mübarek analarımızın gözlerinden dökülen yaşların, evlerin duvarlarında çınlayan ağıtların, cami avlularında toplanan kederli yüzlerin en kalıcı cevap olacağını söylemek isterim.

Sürekli yutkunuyor, yumruklarımızı sıkıyoruz.

İçin için ağlıyor, gencecik fidanlarımıza kahroluyoruz.

Şehitler geldikçe, yavrular yetim, gelinler dul kaldıkça; analar, babalar feryat ettikçe hayat bize zindan oluyor, canımızdan can gidiyor.

Polis memuru Kırşehirli Feyyaz Yumuşak ile Polis memuru Niğdeli Okan Acar 22 Temmuz 2015 günü Ceylanpınar’daki evlerinde uykudayken kurşunlanmışlardı.

Teröristler cinayet döngüsünü böylelikle başlatmışlar, köksüz çözüm korosunu, kimliksiz müzakere kadrosunu ters köşeye yatırmışlardı.

O günden bugüne kan hiç durmadı.

Teröristler öldürmeye hiç ara vermedi.

Türk vatanına musallat olmuş keneler en ufak ıslah ve terbiye hali göstermeden saldırdılar, umutla yanan ocaklara incir ağacı diktiler.

Kara kış geliyorum diyordu, ama iktidar önemsemedi.

Felaket ayak sesini duyuruyordu, ama iktidar dikkate almadı.

Nasıl olsa çözüm süreci devrede, fakat milli vicdan devre dışıydı.

Son terörist kalıncaya kadar mücadele çizgisinden, teröristlerle diyalog ve görüşme yönüne sapanlar hazırlıksız yakalanmıştı.

Türkiye normalleşme eşiğinin kritik bir aşamasındaydı. Böyle diyorlardı.

Silahlar susacak, dev bir adım atılacaktı. İddiaları buydu.

Demokratik süreç içinde çözüm olacak, ülkemiz bahara uyanacaktı. Tezleri bu yöndeydi.

Çözüm süreci bölgemizdeki huzur ve barış ortamının reçetesiydi.

Sürece büyük anlamlar yükleniyor, beklentiler alabildiğine şişiriliyordu.

Çözümün birlik ve kardeşlik modeli ve esenlik projesi olduğu dillerdeydi.

Hatta öyle bir hamaset ve hamakat rüzgârı estiriliyordu ki, çözüm sürecinin 1. Dünya Savaşı’ndaki ve Balkan bozgunundaki acılarımızın bir daha yaşanmaması konusunda teminat olduğu bile söylenebiliyordu.

Gerçeklerin ne olursa olsun ortaya çıkma huyu gözden kaçmıştı.

Doğruları çarpıtmanın kimseye yarar sağlamayacağı, sahnelenen algı oyunlarının dikiş tutmayacağı da görülmüyor, hesaba katılmıyordu.

Maalesef AKP’nin PKK’yla kurduğu kanunsuz ilişkilerin seyir defteri çukurlardan fışkırdı, hendeklerden çıktı, barikatların dibinde yırtılmış halde bulundu.

Ceylanpınar’dan itibaren başlayan zincirleme suikast ve cinayetler serisi artık ancak savaş şartlarında verilen can kaybı sınırına vardı, buraya dayandı.

Diyarbakır’da 31 Mart 2016 Perşembe günü;

Polis memurları, Ankaralı Alper Zor, Mersinli Necdet Alıcı, Osmaniyeli Fatih Mehmet Ertuğrul, Yozgatlı Mustafa Yiğitalp, Hataylı Serkan Talan, Erzurumlu Mustafa Karakaya, Bursalı İlyas Kaygusuz, Amasyalı İdris Polat ise Hakkari Yüksekova’da kara toprağa sere serpe düştüler.

Yine aynı günde, Uzman Çavuşlar Gaziantepli Gökhan Alıcı, Trabzonlu Emre Sarıtaş Mardin Nusaybin’de son nefeslerini verdiler.

2 Nisan 2016 Cumartesi günü kanlı heyelan devam etti:

Komiser Yardımcısı Kayserili Mustafa Sezgin Yüksekova’da; Polis memuru Kahramanmaraşlı İsrafil Kargı, Astsubay Çavuş Manisalı Atilla Kaya, Uzman Çavuşlar; Giresunlu Bekir Kelleci, Kayserili Mehmet Polat, Balıkesirli Aycan Özdil, Diyarbakırlı İbrahim Akdemir, Çorumlu Saim Saygı Nusaybin’de şehit oldular.

Dün de yine Nusaybin'de PKK'lı teröristlerin roketatarlı saldırısında Binbaşı Kayserili Turgay Çelik, Astsubay Üstçavuş Nevşehirli Selçuk Karabakla ve çocuklarını aşı yaptırmaya götürürken silahlı saldırıya uğrayan geçici köy korucusu Adnan Durak şehit düştüler.

Sosyal medya hesabından, “artık bir şehit daha vermeye inanın bünyem kaldırmayacak” sözlerinden bir müddet sonra şehit olan Jandarma Uzman Çavuş Aycan Özdil bizleri derinden yaralamıştır.

Yurdumuzun dört bir yanında, hemen her bölgemizden kalkan al bayrağa sarılı şehit naaşları son yolcuklarına gözyaşları eşliğinde uğurlandılar.

Rabbim hepsinin şehadetini mübarek kılsın. Haklarını bizlere helal etsinler.

Niyazım odur ki, Cenab-ı Allah bütün kahramanlarımızı rahmetiyle bereketlendirsin, Efendimize komşu etsin.

Şehitlerimizin ailelerine hürmetlerimi iletiyor, tekrardan başsağlığı diliyor, yalnız olmadıklarını, Milliyetçi Hareket Partisi’nin her daim yanlarında sapsağlam duracağını önemle ve özellikle bildirmek istiyorum.

Kararlı bir şekilde ve sonuna kadar ifade ediyorum ki: “Şehitler Ölmez Türk Vatanı Bölünemez, Bölünmeyecektir.”

 

Değerli Arkadaşlarım,

Hatırlayınız, Cumhurbaşkanı Erdoğan 13 Şubat 2015’de Meksika’da haklı olarak; “Biz siyasiler ülkemizde işlenen cinayetlerden sorumluyuz” demişti.

21 Ocak 2015’de, İstanbul’da düzenlenen İslam İşbirliği Teşkilatı Parlamento Birliği 10.Konferası’nda Fransa’daki terör saldırısına değinmiş ve şöyle seslenmişti: “Daha önce de suçlu bulunan bu insanları niye takip etmediniz, sizin istihbarat teşkilatınız çalışmıyor mu?”

AKP Genel Başkanı ve Başbakan sıfatı taşıyorken 20 Mayıs 2014 tarihli Meclis grup konuşmasında tarihe not düşen bir hüküm cümlesi kurmuş ve demişti ki:

“Dicle’nin kenarında kurdun kaptığı koyun bile benim mesuliyetim altındadır.”

Başbakan Davutoğlu da boş durmamış, o da teröre meydan okuyan söz kervanına ilavelerde bulunmuş ve “kamu düzenini bozdurmayız” ifadesini onlarca kez tekrarlamıştı.

Başbakan kendisini eğer yeni bir müsamerede görmüyorsa, sözlerinin nereye varacağını sanıyorum teferruatıyla hesap ediyordu.

Kaldı ki hesap etmesi de gerekirdi.

Aksi halde dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da mümkündü.

Ne var ki hükümet terörizmin boyutunu göremedi, yaygınlaşan bölücülüğün, silahlı eşkıyalığın önüne geçemedi.

Ne Cumhurbaşkanı, ne de Başbakan teröristlerin saldırı planlarını öngöremediler, yeni vahşi yöntemlerini okuyamadılar.

Dikkat ediniz, Silopi, Cizre, Sur, İdil, Yüksekova, Şırnak merkez ve bilhassa Nusaybin’de üzerinde önceden detaylı şekilde düşünülmüş eylem ve provokasyonlar birer birer icra edilmiştir.

Terör örgütü rutinin dışına çıkmış, infazlarını otomatiğe bağlamıştır.

Nusaybin’e gelesiye kadar, el yapımı patlayıcıları binaların kolon diplerine yerleştiren katiller, şimdi taktik değiştirmişler ve bombaları duvarların içine yerleştirerek sıvayla kapatmışlardır.

Son günlerde bu adiliğin, bu alçaklığın bedeli vatan evlatları tarafından ağır şekilde ödenmektedir.

Nusaybin’deki binaların yaklaşık yüzde 90’nına el yapımı patlayıcıların tuzaklandığı medyaya yansıyan düşündürücü gerçeklerdendir.

Bunun yanında yıkılması daha da güç ve zaman alan çelik plakalı duvarlar sokak aralarına kademe kademe örülmüştür.

Sur’da, Cizre’de 2 tank topuyla yerle bir edilen barikatlar Nusaybin’de daha da tahkim edilmiş vaziyettedir.

Teröristler bunları yapıyorken, hükümet nerede geziyor, valiler, güvenlik ve istihbarat görevlileri neyle uğraşıyordu?

Yüksekova’da şarkılı türkülü el yapımı bomba hazırlayıp çaydanlıkların içine yerleştiren şerefsizleri hiç mi gören, hiç mi duyan olmadı?

Bomba yapımında kullanılan amonyum nitrat çuvalları elden ele gezerken hiç fark edilmemiştir.

Anlaşılan odur ki, Türkiye’miz yalnızca Allah’a emanettir.

Nusaybin bombayla doldurulurken, sokak ve caddeler barikatlarla çevrelenirken, evler baştan ayağa silah yığınağı yapılırken koltuğunu ısıtmakla meşgul olan mülki amirler ne yapmıştır?

Ortada çok ciddi bir güvenlik ve istihbarat zaafı vardır ve kesindir.

Başka ülkeleri bu kapsamda eleştirenlerin özeleştiri yaptıklarına, gerekli tedbirleri aldıklarına henüz şahit olunmuş da değildir.

Karşımızda es geçemeyeceğimiz bir namertlik bulunmaktadır.

Geçtiğimiz yılın Temmuz-Aralık ayları arasında, güvenlik güçlerinin teröristlere yönelik defalarca dile getirdiği operasyon teklifini vali ne hakla, hangi gerekçeyle geri çevirmiştir?

Sayın Başbakan, bu devrin Ali Galibi’ni ne zamana kadar görevde tutacak, daha nereye kadar sabredeceksiniz?

Terörle mücadeleye açık çek ve destek veriyoruz, doğrudur.

Devletimizin ve güvenlik güçlerimizin sonuna kadar yanındayız, bu da şüphesizdir.

Ancak biz, işbirlikçiliğe ortak değiliz, hiçbir zaman da olmayacağız.

Devletimizin tarihi hak ve menfaatleriyle ilgili değerlendirmeleri, milletimizin beka ve güvenliğiyle ilgili yaklaşımları siyasetin önünde ve üstünde görürüz.

Çünkü biz Türkiye ve Türklük sevdasından yürekleri tutuşmuş Milliyetçi Ülkücü Hareketiz.

Başka türlü davranmak bize yakışmaz, bize uygun düşmez.

Allah için hem Cumhurbaşkanı hem de Başbakan cevap versin:

Teröristlerin şiddete ve bombalara yatırım yapmalarını kasten görmeyen, duymayan, konuşmayan, bunu da dert etmeyen kim olursa olsun vatana ihanet etmiş sayılmayacak mıdır?

Bu Nusaybin’in hali nedir?

Hendekler hangi ara, çukurlar ne zaman, tüneller kimler tarafından açılmış, barikatlar nasıl dikilmiştir?

Daha kaç il ve ilçelerimizde buna benzer bir tablo hazırda beklemektedir?

Sayın Başbakan, farkındayım, Serokluğu çok sevdin, Allah var ya bu isim sana tam oturdu, sende iyi tuttu, seninle üne ve şöhret kavuştu.

İmara açılan, acil kamulaştırmaya alınan Sur’a yerleşmeyi bile düşünüyorsun, Allah tamamına erdirsin, gözümüz yok, hayrını görürsün, mutlu mesut olursun inşallah.

Konyalıydın, şimdi oldun Diyarbakırlı. Dilerim talihin açık olsun.

Tarihi Türk şehri Diyarbakır’daki konuşmanda hitap ettiğin meydanı yakından incelediğimde, gördüm ki, gururla sallanan tek bir Türk bayrağı yoktu.

Görünürde bunu mesele etmedin, eminim ki sen de bundan şikâyet etmişsindir. Başka türlüsünü zaten kabullenmek imkânsızdır.

Fakat gel bu Nusaybin’e biraz kafa yoralım, gel şu teröristlerin Türk vatanına nasıl mevzilendiğini, bombalarla nasıl demirlediklerini düşünelim.

Teröre destek veren, bölücülüğün peşine takılan, suç ve cinayetlerde fiilen payları bulunan PKK’nın Meclis’teki uzantılarıyla ilgili dokunulmazlıkları öncelikli olarak ve acilen kaldıralım.

Sayın Davutoğlu, bilesin ki zaman geçiyor, milli vicdan kanıyor. Ayak sürüme, ağırdan alma, suya yazı yazma.

HDP’lilerin dokunulmazlık zırhını delelim, bunu millet istiyor.

Kimin suçu ve günahı varsa adalet önüne çıksın, kim bu aziz millete yan gözle bakıyorsa, çatık kaş, asık suratla nifakın yanında duruyorsa Türk hukuku üzerine gitsin.

Mani olmayınız, engel çıkarmayınız, sadece adaletin önünü açınız ve PKK’lıları mahkemeye çıkarınız.

Buna var mısınız? Buna tamam diyor musunuz?

Dün, HDP’nin Adalet Bakanı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı hakkında verdiği gensoruya olumsuz baktık.

Niye, çünkü çocuk istismarıyla ilgili TBMM’de kurulması kararlaştırılan Araştırma Komisyonu henüz sonuca ulaşmamışken, planlanan siyasi ayak oyunlarına alet olmamayı tercih ettik.

Bize bu konuda kimse laf yetiştirmeye çalışmasın, tabii ki ilgili bakanların sorgulanmaya ve tartışmaya açık faaliyet ve sözleri olduğunu biliyoruz.

Buna rağmen Milliyetçi Hareket Partisi, bu aşamada flu baktığı HDP’yle aynı kareye giremez, girmeyecektir.

Doğu ve Güneydoğu’da silahlı bölücülerin Meclis ayağıyla bir ve ortak hareket edemeyiz.

Biz sorumluluk ve milli şuur sahibi bir partiyiz.

Tutuşan fitne ateşi sönsün, evlatlarımız ölmesin, analarımız ağlamasın, terör destekçileri cezasız kalmasın istiyoruz.

Bakınız KCK davasında mahkum olmuş teröristler özgürlüklerine kavuşur kavuşmaz soluğu silah başında, bomba düzeneklerinin dibinde aldılar.

Aynı hatalar tekrarlanmasın, aynı gaflet kuyusuna bir daha düşülmesin. Bu defa durum kritiktir, artık bu anlaşılsın.

Sayın Başbakan size ayrıca tavsiyem şudur: Nusaybin ve diğer operasyon yapılan il ve ilçelerde yaşayan vatandaşlarımıza çağrıda bulunun.

Onlara üç gün mühlet verin ve şehirleri tahliye etmelerini sağlayarak herkesi emniyetli yerlere alın.

Arkasından da Nusaybin’de taş üstünde taş, baş üstünde baş koymayın.

Şehitlerimizin kanını yerde bırakmayın.

Sur’u yeniden yapmak için kolları sıvamışken, Nusaybin’de tekrar inşa edilir, Şırnak, Yüksekova’da yeni baştan ve Türk-İslam mimarisine uygun olarak hayat bulur.

Şehadetlerin önü kesilmezse, hemen her ile giden kara haberler bitmezse, uyarıyorum, Türkiye iç savaşa sürüklenecek, Allah muhafaza Suriye’ye benzeyecektir.

Gidişat bu yöndedir.

Sayın Başbakan, hiç düşündün mü, vatan gittikten, Türkiye çözüldükten sonra siyaseti ne yapalım, iktidara gelsek bile buna nasıl sevinelim?

Dikkat ediniz, devletin çarkını uyum içinde döndürünüz.

Askerimizin, polisimizin ne ihtiyacı varsa gideriniz.

Gerekirse ekmeğimizi bölelim, gerekirse aç yatıp aç uyanalım, gerekirse sarayın masraflarından kısıp, bütçeden kaynak ayıralım; ama kahramanlarımız ne talep ediyorsa son kuruşuna kadar karşılayalım.

Bizi kaygılandıran bir başka husus ise devlet içinde yuvalandığı söylenen paralel yapılanmalarla ilgili açıklamalardır.

Cumhurbaşkanı’nın geçtiğimiz günlerde basına düşen bir demeci şayet doğruysa, devlet içten kelepçelenmiş, sırtından hançerlenmiş demektir.

Erdoğan, son günlerdeki şehit sayısındaki artış sebebinin paralel yapıya yakın polis ve askerlerden kaynaklandığını dile getirmiştir.

Bu itiraf delilli ve ispatlı bir tahkikatın neticesi ise ister paralel, ister yamuk, ister küp şeklinde olsun; vatan hainlerinin, devlet düşmanlarının, Türkiye’nin karşısında yer almış muhalif cephenin alayının birden hakkından gelmek hükümetin siyasi namus borcudur.

Paralelciler PKK’yı kollayacaklar, Diyarbakır Bağlar’da gerçekleştiği iddia edildiği üzere, operasyon bilgilerini sızdıracaklar, istihbarat ve güvenlik kaosu yaratacaklar, biz de buna sessiz kalacağız öyle mi? Yok öyle yağma, yok öyle bir dünya.

Bunlar kim ya da kimlerse hükümet ibreti alem için isimlerini tek tek, unvanlarını bir bir açıklamalı, bu çürümüşleri, bu kansızları deşifre etmelidir.

Ve de gereken her ne ise derhal yapmalı, paralelin kökünü kurutmalıdır.

Çünkü Türk milleti tarihin en önemli sınavındadır.

Bugün yaşananlar 1990’lı yıllara taş çıkartmaktadır.

Bizim vazgeçecek toprağımız, çizecek sınırımız, kaybedecek insanımız, terk edecek yurdumuz, sönecek yuvamız yoktur.

Milli mukavemeti kırmak her babayiğidin harcı da olamayacaktır.

Vatan namus simgesidir, millet şeref nişanesidir, devlet ebed müddet varlığımızın, egemenlik haklarımızın garantisidir.

Ne namusumuzu çiğnetir, ne nişanemizi yerlerde süründürür, ne de tarihi çıkarlarımıza halel getiririz.

Fedakârlıklarıyla bize cennet bir vatan bırakan kutlu ecdadımızın yüzünü kara çıkarmamak için Türk milletini, Türkiye’yi gerekirse son ferdimize, son ülkücü toprak olasıya kadar savunuruz.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Cumhurbaşkanı Erdoğan 29 Mart-1 Nisan 2016 tarihlerinde ABD’nin başkenti Vashington’da bulunmuş, Nükleer Güvenlik Zirvesi’ne katılmıştır.

ABD Başkanı Obama’nın girişimleriyle 2010 yılından beri düzenlenen zirvede 53 ülkenin devlet ve hükümet başkanları da yerlerini almışlardır.

Nükleer silahlardan arındırılmış bir dünya fikrinin, bu yıl sonuncusu düzenlenen zirvenin ana fikri olduğu anlaşılmaktadır.

Dünyayı nükleer silahlardan temizlemek insanlık geleceği için hayırla anılacak ve herkesi memnun edecek bir misyondur.

Ne var ki, önce ABD başta olmak üzere, diğer batılı devletler bu bağlamda günah çıkarmayı denemeli, bunda da samimi ve tutarlı olacak cesareti gösterebilmelidir.

Erdoğan’ın ABD ziyaretinde nükleer güvenlik konusu ikinci plana düşmüştür.

En azından ülke gündemi bunu göstermektedir.

Erdoğan’ın ABD’ye intikali sırasında havalimanından itibaren başlayan olumsuzluklar ve nezaketsiz muameleler bizlerin gözünden kaçmamıştır.

Bizim Cumhurbaşkanı’na bakışımız bellidir.

Bugüne kadar aramızda geçen yoğun ve kıyasıya siyasi mücadeleler de unutulacak türden değildir.

Ancak Erdoğan ABD’de Türkiye Cumhuriyeti’ni temsil etmiştir.

ABD yönetiminin havalimanında Erdoğan’ı bir manga askerle karşılamaya layık bulması bir defa Türkiye’ye haksızlık ve saygısızlıktır.

AKP’li Dışişleri Bakanı’nın bir avuç insandan oluşan karşılama kuyruğuna telaşla girip ön safa geçmesi ve de durumu kurtarmaya çabalaması hiçbir gerçeği değiştiremeyecektir.

ABD, stratejik ve model ortaklığını kızağa almış gibidir.

Anlaşılan müttefiklik hukuku da bekleme odasındadır.

Erdoğan ABD’ye henüz ayak basmadan, havuz medyasında ileri geri birçok haber ve yorum da peşpeşe yayınlanmıştır.

Özellikle İranlı şarlatanın savunulması, bu kara paracının bey olarak anılması işin bir başka tuhaf ve talihsiz yönü olmuştur.

İranlı karanlık simanın farklı odak ve çevrelerle mukayesesi, gönüllü avukatların Türkiye’den müdahil olma gayretkeşliği traji komik olduğu kadar skandaldır.

Obama’nın Erdoğan’la görüşüp görüşmeyeceği üzerine adeta fallar açılmış, bahisler oynanmış, fırtına gibi tahminler yapılmıştır.

En sonunda Obama ile Erdoğan Beyaz Saray’daki Kırmızı Oda’da görüşünce yandaş mahfiller muratlarına ermişler, bunu sanki ABD’nin yeniden fethi gibi sunmuşlar, derin bir nefes almışlardır.

Elbette bu ikili arasında nelerin görüşüldüğüne dair bilgimiz tarafların paylaştığı kadardır. Bunun dışında yorum yapmamız isabetli olmayacaktır.

Yine de aklımıza takılan ve öğrenmek istediğimiz bazı sorular vardır:

İlk olarak, Erdoğan, Türkiye-Suriye sınırının 98 km’lik hattında halen IŞİD’in elinde bulunan Menbic’e yönelik YPG ilerleyişine göz kırpmış, ümit vermiş midir?

ABD’nin Menbic’e operasyon için Türkiye’nin desteğini istediği sır değildir.

Bu desteğin sağlanabilmesi için operasyonlara katılacak Arap aşiretlerin YPG’nin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçlerinden ayrılarak Türkiye’nin yürüteceği bir sicil taramasına girmesi hükümetin talebi olarak belirmişti.

Ayrıca IŞİD’in kontrolünde olan Mare’de, ülkemize yakınlığı söylenen 3 bin kişilik Arap-Türkmen gruplara hava desteği verilmesi de bir diğer talep olarak ortaya çıkmıştı.

Kırmızı Oda’da Erdoğan’ın PYD’ye karşı yumuşadığı, bu konuda ikna sürecine girdiği iddialarında gerçeklik payı var mıdır?

YPG’nin Fırat’ın batısına geçmesi halinde vurulacağı Obama ile Erdoğan arasında konuşulmayacak bir detay olarak değerlendirildiğine göre, Nusaybin’de Mehmetçiği, polislerimizi şehit eden bu katil örgütün yayılmasına, ABD desteğiyle stratejik noktaları ele geçirmesine hükümet gözünü kapatacak mıdır?

İkinci olarak muhtemel Menbic operasyonunda Türkiye’ye bir rol verilmiş, başkent Ankara temelli şartlar sonuna kadar savunulmuş mudur?

Üçüncü olarak, İranlı kara paracının kefaretten vazgeçmesi ve hakkındaki yığınla iddialar Kırmızı Oda’da Obama tarafından gündeme getirilerek bir tehdit enstrümanı olarak kullanılmış mıdır?

Dördüncü ve son olarak, ABD yönetiminin YPG’yi kara gücü olarak gördüğü belli ve sabitken, Doğu ve Güneydoğu’ndaki terör saldırıları konusunda Obama’nın dikkati çekilmiş, tespiti yapılan ilişkiler ağı gösterilmiş midir?

Vashington’da 50 dakikalık Kırmızı Oda seansı olurken, Ankara’da ABD Büyükelçiliği kendi vatandaşlarına tek tek saydığı 19 ilimize terör faaliyetleri gerekçesiyle gitmemelerini istemiştir.

Bu ne aymazlık, nasıl bir akıl tutulmasıdır?

Yıllarca terör örgütleriyle kapalı devre irtibat kuran, canilerin Kandil’de barınmasına ortam açan ABD’nin Türkiye’yi kötülemesi ve itibarıyla oynaması ayıplı, hastalıklı bir tavırdır.

ABD terörden bu kadar çekiniyor, vatandaşlarının canından endişe ediyorsa, o zaman PYD’yi, PKK’yı niçin ve hangi insanlık değeri adına silahlandırmakta, üzerimize kışkırtmaktadır?

Erdoğan’a basın özgürlüğü ve demokrasi hatırlatması yaparken oldukça asabileşen Obama, sıra terör örgütlerine gelince yelkenleri indirmekte, gözlerini yummaktadır.

Teksaslının, Arizonalının, Newyorklunun canı candır da, Yozgatlının, Manisalının, İzmirlinin, Ankaralının canı patlıcan mıdır?

Kenyalı Obama’nın, Kaliforniyalı varken, Konyalı Hasan’ı düşünmesini beklemiyoruz; ama hiç olmazsa insani ve vicdani erdem ve ölçülerin yanında durmasını istiyor, bunun da hakkımız olduğunu düşünüyoruz.

 

Değerli Milletvekilleri,

Erdoğan ABD’de buz gibi bir çehreyle karşılaşmıştır.

Bunun Türkiye adına bir kayıp olduğunu söylemek lazımdır.

Erdoğan Brookings Enstitüsü’nde verdiği konferans öncesi yaşanan protestoları Maryland’da Türk-Amerikan Kültür ve Medeniyet Merkezi’nin açılışıyla telafi etmeye çalışmıştır.

Bu ziyaretteki asıl püf nokta Erdoğan ile Obama’nın medyaya yansıyan söz düellosudur.

ABD Başkanı Obama, geçtiğimiz Cuma günkü basın toplantısında, bir soru üzerine, Erdoğan’ı basına yönelik menfi tutumu nedeniyle eleştirmiş, demokrasi vaat ederek geldiğini hatırlatmıştır.

Obama, Erdoğanla ilgili açıklamasında, demokrasiyi kime vaat ederek geldiğini boşlukta bırakmıştır.

Yabancı bir ülkenin devlet veya hükümet başkanının, Türkiye’nin Cumhurbaşkanı kim olursa olsun, hele bir de misafirse, gıyabında veya yüzüne karşı yaptığı eleştirisine sıcak ve normal bakamayız.

Erdoğan’ın çok hatası vardır, kaldı ki bunu devamlı söylüyoruz.

Erdoğan çok çam devirmiş, çok gönül kırmış, çok umut yıkmıştır. Bunu da biliyoruz.

Fakat Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’nı yabancı bir ülkede hiç kimsenin parmak sallamayacağını da bir o kadar biliyor ve bunu savunuyoruz.

Obama giderayak terör örgütleriyle bağ ve bağlantısı konusunda durum muhasebesi yapmalı, sözünü bilip pişirmeli, ağzını derip devşirmelidir.

Bizim bu duruşumuzdan istifade eden fitnenin ve tezviratın makineli yuvaları yine ileri geri birçok çarpıtma ve suçlama getireceklerdir.

Ancak biz Türk milliyetçisiyiz, Obama’nın uydusu, ABD’nin sözcüsü, yanlış ve yalanın da müdafaacısı değiliz.

Şunu da görmemiz ve hakkı teslim etmemiz lazımdır ki, AKP’nin imaj ve saygınlığı ile Erdoğan’ın eski popülaritesi kalmamıştır.

Erdoğan’ın ABD’de, bu ülkeyi kast ve ima ederek; üst aklın Türkiye’de oyun oynadığını, Türkiye’yi bölmek, parçalamak, güçleri yeterse yutmak istediğini söylemesi hazin ve ibret verici bir görüştür.

Fakat aynı Erdoğan, Türkiye açısından geçmişte olduğu gibi bugün de ABD ile ilişkilerimizin vazgeçilmezliğine vurgu yapmaktadır.

Madem üst akıl tehlike saçmaktadır; o halde bugüne kadar Türkiye’nin 14 yıldır ABD yörüngesinde fırıl fırıl dönmesi, eline avucuna bakması nasıl izah edilecektir?

Bunda Erdoğan’ın hiç mi suçu, hiç mi vebali yoktur?

Üst akıl tarafından kurgusu yapılan, senaryosu yazılan, Türkiye’yi kapsamına alan Büyük Ortadoğu Projesi’ne bizim köylü Mehmet Ağa mı eşbaşkan olmuştur?

Erdoğan’ın haklı olarak eleştirdiği ve kendisine karşı öbek öbek toplanıp tepki gösteren PKK, YPG, yeniden faaliyete geçtiği anlaşılan ASALA ve paralelciler, düne kadar kimin dostluk, ortaklık ve kardeşlik çemberindeydi?

Bu sorulara cevap verecek kadar kocaman yüreği olan var mıdır?

Obama eleştirilerini Erdoğan’ın yüzüne söylediğini ifade ediyor.

Erdoğan böyle bir şeyin olmadığını dillendiriyor.

Aradan başını uzatan Dışişleri Bakanı eleştirileri önce inkar ediyor, sonra Erdoğan’a değil, Türkiye’ye olduğunu söyleyerek zannedersiniz gerdan kırıyor.

Obama’nın eleştiri tufanı Türk milletinin hangi değerine olursa olsun, Milliyetçi Hareket Partisi iltifat ve itibar göstermeyecek, ademe mahkum etmekten de korkmayacaktır.

Ve inançla haykırıyorum, iktidarın kaynağı Vashington olmayıp aziz Türk milletin yegâne sinesi ve varlığıdır. Herkes bunu bilmeli, buna göre hareket etmelidir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece Ermenistan Azerbaycan’a topçu atışlarıyla saldırmış, mütecaviz niyetlerini bir kez daha göstermiştir.

Bu saldırıda 12 Azerbaycanlı askerimiz şehit düşmüştür.

3 Nisan günü, Azerbaycan’ın karşı saldırıları durdurma kararını açıklamasına rağmen, Ermenistan gerilim ve şiddet politikalarını ısrarla sürdürmeyi tercih etmiştir.

Ermeniler, Türk toprağı olmasına rağmen işgal ettikleri bazı stratejik tepeler ve yerleşim yerlerini kaybedince iyice zıvanadan çıkmışlardır.

Ağdere, Terter, Hocavend, Fuzuli bölgelerinde Azerbaycan mevzileri top atışına tutulmuştur.

Bunun sonucunda dün 3 Azerbaycanlı gardaşımız daha şehit olmuştur.

Ermenistan, Türk topraklarının beşte birini işgal altında tutmaktadır.

Bu işgalden vazgeçilmediği, Ermeni saldırıları dinmediği sürece çatışmaların sürmesi güçlü ihtimaldir.

Ermenistan uluslararası hukuka uymalı, Azerbaycan’ın helali ve ecdat yadigârı topraklarından derhal çıkmalıdır.

Yukarı Karabağ ihtilafı hak, hukuk ve barışçı yollardan çözülmeli, AGİT Minsk Grubu Azerbaycan egemenliğinde olması gereken topraklarda Ermeni zulmüne son verilmesiyle ilgili duruş sergilemelidir.

Kardeş ülke Azerbaycan’ın toprak bütünlüğüne saygı ve riayet edilmelidir.

Sonu nereye varırsa varsın, Milliyetçi Hareket Partisi Azerbaycanlı soydaşlarının güçlü bir şekilde yanındadır.

Karabağ Kars kadar Türk’tür ve Türk’ün öz yurdudur.

Vatanlarını savunurken şehit olan kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor, Azerbaycan’a ve Türk milletine başsağlığı temenni ediyorum.

Azerbaycanlı bir gazetecinin, ABD’de Cumhurbaşkanı’na soru sorarken şehitlerinden dolayı duygulanarak gözlerinin yaşarması aynı zamanda Türk’ün asil ve soylu tarafının göstergesidir.

Merak ediyorum, şehitleri hiç ağzına almayan, bırakınız gözlerinin nemlenmesini, acıları bile paylaşmaktan kaçan ve korkan akillere, sözde akademisyenlere, yarım aydınlara, medyada yer tutmuş bazı kokuşmuşlara Türk milleti nereye kadar sabredecektir?

 

Değerli Milletvekilleri,

Bu hafta içinde manevi güzellik ve ikramlarla karşılaşacağımız günler bizi beklemektedir.

7 Nisan’da Regaip Kandili’ni idrak ederken, 8 Nisan’da mübarek Üç Aylarla müşerref olacağız.

Şimdiden Kandili’nizi tebrik ediyor, Üç Ayların hayır ve bereketle geçmesini niyaz ediyorum.

Bugünden itibaren yoğun bir mesai yapacak olan Meclis’te siz muhterem milletvekili arkadaşlarıma başarılar diliyor, hepinizi en samimi duygularımla selamlıyor, Rabbim’e emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.