Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 19 Nisan 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
19 Nisan 2016

 

Saygıdeğer Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken sizleri her zaman ki gibi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Şu günlerde yüreğimiz her dakika başka bir acıyla parçalanırken, gözlerimiz her an bir üzüntüyle yaşarmaktadır.

Çünkü terör evlatlarımıza devamlı kast etmektedir.

Türk milletinin kanı hiç durmadan akmaktadır.

Saldırıların biri biterken diğeri başlamaktadır.

Bir şehadet haberini bir başkası takip etmektedir.

Acının uğultusu, terörizmin uğursuzluğu aziz vatanımıza çökmüştür.

Sararan yüzler, yaprak gibi titreyen vücutlar, feryattan kilitlenen çeneler, donuklaşan gözler yaşanan dramların adeta özeti olmuştur.

Türkiye’miz frensiz şekilde yokuş aşağı gitmektedir.

Bölücü terör her değerimizi, her mirasımızı hedef almaktadır.

Çile büsbütün artmakta, terör bütünüyle şiddetlenmektedir.

Türk milleti iki ateş arasındadır:

Bir yanda yoksulluk, yolsuzluk ve yozlaşma dalgası sürekli kabarırken; diğer yanda cinayet şebekelerinin yoğun saldırı ve kumpası an be an fazlalaşmaktadır.

Sınırlarımızın Suriye yakasından fırlatılan füzeler Kilis ve çevresini kana bulamaktadır.

Bu ülkenin IŞİD denetimindeki Bap bölgesinden ateşlenen roketatar mermileri dün 3’ü çocuk 4 Suriye vatandaşının ölümüne, 6 kişinin de yaralanmasına yol açmıştır.

Daha önce de Suriye tarafından vatan topraklarına düşen füzelerden dolayı 6 kişi hayatını kaybetmiş, 26 kişi de yaralanmıştır.

Bunlar ne ilk ne de son olacaktır.

Sınır il ve ilçelerimiz diken üstündedir.

AKP’nin dış politikası, terör örgütleriyle gayri meşru irtibatı füzeye bürünmüş, ölüm olarak dönmüştür.

Durum korkunçtur.

Artık sabır taşımız çatlamıştır.

Artık dayanacak, katlanacak, sineye çekecek mecalimiz kalmamıştır.

Terör bununla da kalmamaktadır.

15 Nisan günü, Mardin’in Savur ilçesinde, bir zırhlı aracın geçişi esnasında, teröristlerin önceden yola yerleştirilen el yapımı patlayıcı düzeneğini patlamaları sonucunda dört kahramanımızı şehit verdik.

Bu hain saldırıda biri ağır olmak üzere iki kahramanımız da yaralandı.

Yine 15 Nisan günü, Şırnak il merkezinde, teröristlerin el yapımı bomba ve silahlı saldırısı sonucunda bir kahraman polisimiz şehit, altı kahraman Mehmedimizle birlikte, biri ağır üç kahraman polisimiz yaralandı.

16 Nisan günü, GATA’da tedavisi süren bir polisimizin yanısıra, Şırnak’ta zırhlı araca düzenlenen roketatarlı saldırıda bir kahraman polisimiz şehit, ikisi de yaralandı.

17 Nisan günü birisi Mardin Nusaybin, diğeri de Hakkari Yüksekova’da olmak üzere iki kahraman polisimiz şehit oldu.

Dün, yine Nusaybin’de bir kahraman Mehmetçiğimiz, Van’da da bir kahraman polisimiz şehit düşmüştür.

Şimdi şu feci, hepimizi ürperten, milletimizi kasıp kavuran gerçeklere dikkatlerinizi çekmek istiyorum:

20 Temmuz’dan bu tarafa geçen 274 günde 179 polisimizi, 267 askerimizi, 10 korucumuzu, 19 sivil memurumuzu; yani 475 vatan evladını şehit verdik.

Bunun yanında 20 Temmuz’dan bugüne kadar 250’e ye yakın sivil vatandaşımız terörist saldırılarından dolayı hayatını kaybetmiştir.

Toplam yaralı sayısı da bin 500’ü geçmiştir.

Şehitlerimize ve teröre kurban giden vatandaşlarımıza bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, şu an tedavisi süren evlatlarımızın bir an önce eski sağlıklarına kavuşmalarını temenni ediyorum.

Söyleyeniz bana, karşımızdaki tablo korkunç sayılmayacak mıdır?

Lütfen itiraf ediniz, Türkiye bir felaket kuşağında, bir kan çukurunda, bir ölüm tünelinde değil midir?

Bildiğimiz kadarıyla, Türkiye herhangi bir savaşa girmemiştir.

Türk milleti egemen ve muhasım devletlerle silahlı çatışma halinde de değildir.

Ya bu yaşananlar nedir peki? Nasıl yorumlanmalıdır?

Bir avuç eşkıyanın komplosu deyip geçelim mi?

Üç beş kuduzun, beş on kopuğun hıyanetidir, yakında sular durulur avuntusuyla ibretlik gelişmeleri görmeyelim, duymayalım, konuşmayalım mı?

Caniler, sokaklarımıza barikat dikerken hükümet uyumuştur.

HDP’li belediyeler teröristlerin at oynatacağı hayalet mahalleler kurarken hükümet uyuşmuştur.

Köstebek yuvası gibi il ve ilçelerin altı kazılıp tüneller açılırken Başbakan ve hükümeti gaflet ve atalet çarkına yakalarını kaptırmışlardır.

Yüce kitabımız Kuran’ı Kerim’in içine, evlerin duvarlarına, adım başı mesafelere el yapımı bombalar yerleştirilirken hükümet kayıplara karışmıştır.

Başta Mardin, Şırnak, Diyarbakır, Hakkâri olmak üzere; birçok il ve ilçemiz hainlere fiilen terk ve feda edilmiştir.

Bu olacak iş midir?

Türk milleti buna layık mıdır?

Bir plan ve kurgu dahilinde; Türkiye’nin Suriye’ye dönmesi, Iraklaşması, Lübnanlaşması, Balkanlaşması etap etap hayata geçirilmektedir.

Küresel güçler, Türkiye’nin bölünmesi, etnik liflerine ayrılması, insan ve toprak temelli parçalanması amacıyla devrededir.

PKK, sırtını dayadığı efendilerinden aldığı öldürme ve fitne yayma talimatını birer birer uygulamaktadır.

Vatanımızda gözü olan alçaklar kuyruktadır.

Türklüğü sindirmek, tarihten silmek isteyen mihraklar sıraya girmişlerdir.

Hepsinin gayesi birdir.

Hepsinin varmak istediği nokta aynıdır.

Türksüz millet, bağımlı ve tutsak devlet özlemi çekenler kıpır kıpırdır.

Ancak Türk milleti bu kirli oyunu yutmaz, bu zalim ve kokmuş batıl aşı aziz Türk vatanında asla tutmaz.

Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hafta sonu İstanbul’da düzenlediği programda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı konuşma elbette bu çerçevede değerlendirmeye muhtaçtır.

Erdoğan, merhum babasına; “biz Laz mıyız, Türk müyüz” diye sorar.

Bunun üzerine merhum babasının da dedesine aynı soruyu yönelttiğini öğrenir.

Erdoğan’ın büyük dedesi babasının bu sorusuna karşılık şöyle cevap verir: “Torunum yarın öleceğiz, sana sordukları zaman Elhamdülillah Müslümanım de geç.”

Hamd olsun hepimiz Müslümanız. Bu tartışıma götürmez bir hakikattir.

Dünyanın gelip geçiciliğini biliyoruz.

Yarın Allah’ın huzurunda hesap vereceğimize de iman ediyoruz.

Fakat biz, Müslüman olduğumuz kadar da Türk’üz. Değişmeyecek kaderimiz, yok sayılmayacak asaletimiz budur.

Doğumdan ölüme kadar kim olduğumuzu, kökenimizin ne olduğunu sormaya hiç gerek duymadık, duymuyoruz.

Türklük bedenimiz, İslamiyet ruhumuzdur; bunu da böyle kabulleniyoruz.

Tarihimizi unutarak, kaynağımıza yüz çevirerek bir yere varamayız.

Ecdadımızın inkarına, kültürümüzün imhasına göz yumamayız.

Milli andımızdan, şanlı adımızdan, mukaddes anılarımızdan vazgeçerek bu zorlu coğrafyada bir ve bütün halde kalamayız.

Milliyetçi Hareket Partisi anlamını Türk-İslam ülküsünde bulmuş Türk milliyetçiliğinin, milletimizin yegâne kurtarıcısı, devletimizin tek umudu, kardeşliğimizin en sağlam harcı olduğuna inanmaktadır.

Bundan da dönmeyiz. Dönmemizi de kimse beklememelidir.

Çünkü tehdit büyüktür.

Çünkü düşman hiç olmadığı kadar diri, hiç olmadığı kadar hazırlıklıdır.

Bugün vatan topraklarına dikilen kanlı barikatlar, açılan ölüm hendekleri kardeşlik bağlarının koparılması için tezgâhlanmıştır.

Bugün yer altındaki terör tünelleri milli birliğimizin altını oymak için kazılmıştır.

Doğu ve Güneydoğu’da ne yaşanıyorsa arka planında yabancıların dahli, kapanmamış tarihi hesapların parmak izi vardır.

Gerek PKK, gerekse de siyasi görünümlü kuklası HDP Türkiye’ye meydan okuyan, Türk milletinin istiklalini karartmaya çalışan şer ve şiddet cephesidir.

11. yüzyıla damga vurmuş büyük Türk düşünürü Balasagunlu Yusuf veciz bir şekilde bizleri uyarıyor ve diyor ki:

“Hıyanet nereye ayağını atsa kaçar ondan yararlı ne varsa. Hıyanet eden kişi nereye uzatsa elini deniz bile olsa kurutur yeri.”

Hem PKK, hem de HDP işte budur; bereketsizliğin, kahpeliğin, kalleşliğin, zehirli emellerin arkalı önlü yüzüdür.

Şimdi bazı kuşkularımızı soru şeklinde dile getirmek istiyor; herkesin bunlar üstüne düşünmesini ümit ediyorum:

HDP’liler, IRA’nın siyasi ve askeri kanatlarıyla 2014-2015 yıllarında kaç defa görüşmüşlerdir? Bu temaslardan hükümet haberdar mıdır?

Görüşmelerde IRA’nın eylem yöntemleri hakkında, mesela barikat kurulması konusunda, tavsiye alınmış, bunu da PKK aynen tatbik etmiş midir?

Türkiye aleyhine tesis ve tezahür edilen ittifaklar kurulurken hükümet bunu önleme ve etkisizleştirme çabasında bulunmuş mudur?

Ülkemizin mahvı için eylem ithal edecek kadar gözü dönmüş, terörist taziyelerine katılacak kadar ahlakı budanmış, vicdanı buharlaşmış sözde siyasi işbirlikçilerin dokunulmazlıklarını kaldırmak için daha neyi bekliyoruz?

Yetmedi mi tahrikleri?

Yetmedi mi ihanetleri?

Teröristlerin namlusunu temizleyen, hain saldırılarını görmezden gelen, devlete ve millete hakaret eden PKK yedeklerini adalete teslim etmeyeceğiz de turşularını mı kuracağız?

 

Değerli Arkadaşlarım,

AKP geçen hafta dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili Anayasa değişikliğini öngören kanun teklifini TBMM’ne sunmuştur.

Buna göre Anayasa’ya geçici 20. Madde eklenmesi amaçlanmıştır.

Söz konusu kanun teklifi bu hafta içinde Karma Komisyon’da görüşülecek ve bir karara bağlanacaktır.

Arkasından sırayı Genel Kurul safhası alacaktır.

Kanun değişikliği teklifinin yürürlüğe girdiği tarihte, izne tabi suçlar bakımından idari mercilerden, başsavcılıklardan ve mahkemelerden Adalet Bakanlığı’na intikal ettirilerek dokunulmazlığının kaldırılması talep edilen dosyalardan başlanmak üzere, herhangi bir ayrım yapılmaksızın bütün milletvekillerine ait olan dokunulmazlıkların kaldırılması gündemdedir.

Ak koyun kara koyun ortaya çıkmalıdır.

Hiç kimse hesap vermekten kaçmamalıdır.

Bizim için asıl olan teröre bulaşmış, teröristlere yardım ve yataklıktan suçları somutlaşmış milletvekillerinin dokunulmazlıkları öncelikle kaldırmaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi AKP’nin anayasa değişikliği önerisine destek verecek, daha önceki sözünü harfiyen tutacaktır.

Gelişmeler karşısında bazı tereddütlerin hasıl olduğunu da görüyoruz.

Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda, HDP’nin malum nedenlere dayanan itirazlarının yanı sıra, ana muhalefet partisi CHP’nin içinden bazı aykırı ve reddiyeci seslerin duyulduğuna da şahit oluyoruz.

Şimdiden ayak sürüyenler belirginleşmiştir.

Şimdiden sudan bahanelerle dokunulmazlığın kaldırılmasına şerh düşenlerin, karşı çıkanların sesi gittikçe yükselmektedir.

HDP’nin bir eşbaşkanı özerklikle sonuç alınamayacağını birden bire hatırlamıştır.

Bir diğer eşbaşkanı ise bu vatanı parçalatıp böldürmeyeceğiz havasındadır.

Bunların başına taş mı düşmüştür?

Yoksa korku dağları sarınca taktik dönüşler mi yapmışlardır?

Özerklik, özyönetim diye tutturanlar, PYD’ye sırtını yasladıklarını kurşun gibi söyleyenler vatan kavramını ağızlarına kolayca alınca günahlarından kurtulacaklarını mı sanmaktadır?

Bu nasıl bir iş, nasıl bir ikiyüzlülüktür?

Milli vicdan dokunulmazlıkların arkasına saklanan faillerin, özellikle terör işbirlikçilerinin adalete hesap vermesini istemekte, bunu beklemektedir.

Kimin hakkında ne iddia ediliyorsa Türk yargısı son ve kesin hükmünü vermelidir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin tutumu berraktır.

Duruşumuz da meydandadır.

Bilhassa AKP ve CHP’ye sesleniyorum:

Madem ana muhalefet lideri de AKP’nin teklifine destek vereceklerini açıklamıştır, madem irade açıktır; o halde gelin hiçbir mazerete sığınmaksızın dokunulmazlıkları tek kalemden kaldıralım.

Türk milletinin taleplerine kulak verelim.

Siyasi gözdağı veren şaşkınlara aldırış etmeyelim.

Ucuz pazarlıklara, gizli kapaklı temaslara kapılarak bu fırsatı kaçırmayalım, fezlekeli bölücüleri, dosyaları tıka basa dolmuş işbirlikçileri doğruca adaletin önüne çıkaralım.

Haydi, hemen, durmaksızın, sonuna kadar giderek suçluların yakasına yapışalım.

Hatta Türk vatandaşı olup da terörizmin kuryesi, terör örgütünün militan ve maşası olmuş kim varsa, bunları da derhal vatandaşlıktan çıkaralım, vatansızlıklarını cümle aleme deşifre edelim.

 

Muhterem Milletvekilleri,

14-15 Nisan tarihlerinde, İslam İşbirliği Teşkilatı 13.İslam Zirvesi Türkiye’nin ev sahipliğinde İstanbul Kongre Merkezi’nde yapılmıştır.

24 ülkenin devlet, hükümet veya meclis başkanı düzeyinde temsil edildiği zirveye 56 ülke katılmıştır.

İslam İşbirliği Teşkilatı 1969 yılında kurulmuştur.

Şu anda bu Teşkilat 56 üye ve 5 gözlemci ülkesiyle uluslararası alanda faaliyet gösteren en önemli platformlardan birisidir.

Hatırlayacağınız üzere, İstanbul Milletvekilimiz Sayın Ekmelettin Mehmet İhsanoğlu Bey, 2005 yılında devraldığı İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği görevini başarıyla yürüterek 2013 yılında halefi İyad Medeni’ye devretmiştir.

Huzurlarınızda üstlenmiş olduğu tarihi sorumluluktan yüz akıyla çıkan, ülkemizi en iyi şekilde temsil eden Sayın İhsanoğlu’na bir kez daha teşekkür ve tebriklerimi iletiyorum.

Türkiye son İstanbul zirvesinde şekillendiği üzere, önümüzdeki iki yıl boyunca İslam İşbirliği Teşkilatı’nın başkanlığını icra edecektir.

Ülkemiz kuruluşundan beri bu Teşkilat’ın en faal ülkelerinden birisi olmuştur.

İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkeler arasındaki ticaret hacmi 1 trilyon dolara yaklaşmaktadır.

Ancak şunu da itiraf etmemiz lazımdır ki, İslam aleminin dağınıklığı, durgunluğu hepimizi endişeye sevk etmektedir.

1,7 milyar Müslümanı temsil eden 56 ülkenin tam bir istikrar adası, tamamıyla refah ve gelişmişlik timsali olduğunu hiçbirimiz iddia edemeyecektir.

Farklı sebeplerden doğsa da, Müslümanlar arasındaki ihtilaflar derindir.

İslam ülkeleri arasındaki dayanışma yetersizdir.

İslam toplumları silkinip ayağa kalkmakta zorluk çekmektedir.

Cehalet devamlı körüklenmekte, önyargılar güçlenmekte, hizip ve cepheleşmeler keskinleşmektedir.

İslamiyet’in ruh köküne, anlam dünyasına, evrensel değer ve mesajlarına taban tabana zıt uygulama ve politikalar Müslümanları ister istemez dara düşürmektedir.

Eşitsizliklerle açılan uçurumlar, adaletsizliklerle kanayan yaralar, haksız ve hukuksuz yönetimlerle tırmanan çatışmalar İslam ülkelerini yakından tehdit etmektedir.

Doymayan Müslüman’dır.

Gülmeyen Müslüman’dır.

Giyinmeyen Müslüman’dır.

Barınmayan Müslüman’dır.

Varlık ve kaynakları sömürülen yine Müslüman’dır.

Toprağın altında herkese ait olan doğal zenginlikler, yüzeye çıkınca bir avuç fırsatçının, küçük bir elitin, dar bir zümrenin kontrolüne geçmektedir.

Petrol ve gaz uğruna savaşlar, katliamlar, soykırımlar yapılmaktadır.

Bölüşüm kavgaları mabedimizin ufkunu, kutsal miraslarımızın önünü perdelemektedir.

İslam ülkeleri ne yazık ki, etnik ve mezhep temelli terörün karanlık girdabındadır.

Ölen Müslüman, öldüren gene Müslüman’dır.

İslam’ın gerçek manasına yabancı, hakikat tebliğine kapalı ne kadar Batı beslemesi, emperyalizm bekçisi yönetim varsa Müslümanların kanını emmekte, geleceğiyle oynamaktadır.

Esasen sorun çok büyüktür.

Nefsine esir düşmüş, kibrin eline geçmiş, dünyevi nimetlerin büyüsüne kapılmış ve sonunda da imanını dövize değişmiş küçük bir azınlık İslam toplumlarının önüne geçmiştir.

Bu manzara manevi bir buhrana, bir vicdan çıkmazına tekabül etmektedir.

İslam ülkeleri bir olmadıktan, birlikte hareket etmedikten sonra bundan sonraki akıbet yine felaket, yine göz gözü görmez kan tufanı olacaktır.

13. İslam Zirvesi’nin “Adalet ve Barış için Birlik ve Dayanışma” temasıyla düzenlenmesi aslında çok takdire şayandır.

Fakat önemli olan bu kavramların içinin doldurularak kağıt üstünde bırakılmaması, dönemsel olarak, lüks mekan ve ortamlarda hatırlanmamasıdır.

İslamiyet adalet diyor, peki görünen gerçekler nedir?

İslamiyet barış diyor, peki yaşanan olaylar nasıl izah edilecektir?

İslamiyet birlik ve dayanışmayı vaaz edip, tefrika ve bencilliği yeriyor; peki hayatın merkezine, ülkeler arası ilişkilere yansıyan insani kriz ne şekilde tevil edilecektir?

İşbirliğinin hakkı verilecekse önce her İslam ülkesi kendisini gözden geçirip yanlışlarının bilançosunu çıkarmalıdır.

İşbirliği kökleşip sağlam bir temel üzerinde yükselecekse evvela İslam toplumlarını yokluğa ve yolsuzluğa iten şeytani dürtü ve günahkârlıkla topluca mücadele edilmelidir.

Yer altında zengin, yer üstünde fakir bir coğrafya nasıl olabilmektedir?

Allah’ın bir lütfu olan kaynaklar herkese ait değil midir?

Nasıl olmuştur da, birileri çok kazanıp çılgınca harcarken, yüz milyonlarca insan açlık çekmekte, sefalete mahkûm olmaktadır?

İslam toplumlarına hâkim olan eşitsizliği, ahlaksızlığı, adaletsizliği, asayişsizliği niye konuşmuyoruz?

Konuştuk diyelim, niye tedbir almıyoruz?

Hadi aldık diyelim, niçin gereğini yapmıyoruz?

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın üye ülkeler arasında ortak refah ve geleceğe hizmet etme konusunda samimi teşebbüs ve girişimleri vardır ve bilinmektedir.

Fakat bu ne kadar yeterli, ne kadar etkilidir; burası işin açıkçası çok net ve anlaşılır değildir.

Müslümanların çığlığını duymak lazımdır.

Müslümanların feryadını dindirmek boynumuzun borcudur.

IŞİD’in, El Kaide’nin, Boko Haram’ın, Eş Şebab’ın ve benzeri diğer terör örgütlerinin hedefinde olan masum canları, mazlum milyonları kaderine terk etmek suça ortak olmaktır.

İslamiyetle şereflenmiş hiçbir toplum, terörü bir vesile ve nedenle destekleyemeyecek, arkasında duramayacaktır.

Aksi takdirde İblis yüreklenecek, daha da iştahlanacaktır.

İslam kılıfı altında terör estiren örgütlere yaşama alanı tanınmazsa, kutsallarımızı silah ve bombaya çeviren katillere en ufak itibar ve iktidar umudu verilmezse yaşanan dramatik dönem bıçak gibi kesilecektir.

Bu sorumluluk elbette tüm Müslümanların omuzlarındadır.

İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi ülkelerin teröre ve diğer suçlara karşı âmâsız, fakatsız bir dayanışma içine girmesi kaçınılmazdır.

Bu kapsamda, İstanbul odaklı İslam İşbirliği Teşkilatı Polis İşbirliği ve Koordinasyon Merkezi’nin kurulma niyeti olumlu ve hayırlı neticeler verebilecektir.

İslam ülkeleri arasında ağırlaşan sorunları çözecek kurum ve kuralların inşası gerekmektedir.

13. İslam Zirvesi’nin sonucunda; üye ülkelerin güvenliği ve istikrarı ile uluslararası barış ve güvenliği yıkıcı etkiye ve sonuçlara neden olacak mezhepsel ve zümresel gündemlerden sakınılmasının önemi üzerinde durulmuş,

Ülkeler arası iyi komşuluk ilişkilerinin altı çizilmiş,

İslam ülkeleri ve İran arasında içişlerine karışmama, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı ihtiyacı dile getirilmiş,

Parlamentolar arası diyalog, hükümet dışı örgütler, güven arttırıcı önlemlere atıf yapılmıştır.

İran’ın; Bahreyn, Yemen, Suriye ve Somali gibi üye ülkelerin içişlerine müdahalesinden ve teröre desteğinden dolayı kınanırken, bunun hemen ardından Ruhani’nin Erdoğan tarafından ağırlanması gözümüzden kaçmayan bir çelişki olarak karşımızdadır.

Dileğimiz İslam ülkelerinin kaos kıskacından çıkarak kendilerine gelmesi, öz değerlerine dönmesi, derlenip toparlanarak sahip oldukları muazzam medeniyeti tekrar diriltmeleridir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu 14 Nisan 2016 Perşembe günü kabul edilmiştir.

Rapor Türkiye’nin hiçbir hassasiyetini gözetmemiş, hiçbir değerine saygı duymamış ve dikkate almamıştır.

Doğal olarak ölü doğmuş, Türkiye tarafından isabetli şekilde yok sayılmış ve aynen iade edilmesi yönünde bir irade belirmiştir.

Avrupa Parlamentosu, Türkiye’den PKK’ya orantılı güç kullanmasını yüzsüzce istemektedir.

Avrupa zihniyeti orantılı olmaktan ne anlamaktadır?

Teröristler evlatlarımıza kıyarken, büyükşehirlerimizde canlı bombalar patlarken orantısız ilgisizliğin içine gömülenler bize ne anlatmaktadır?

PKK’yı Avrupa başkentlerinde konuk edip sırtını sıvazlayanlar bize insanlık mı öğretmektedir?

Avrupa Parlamentosu ikircikli ve tutarsızdır.

Ve Türkiye’nin aleyhine bir karara imza atmıştır.

Avrupa Parlamentosu; sözde Kürt sorununun barışçı çözüme kavuşturularak ihanet sürecinin yeniden başlatılmasını,

Güneydoğu’da sokağa çıkma yasaklarına son verilmesini,

Kıbrıs Rum kesimiyle birlikte sözde Ermeni soykırım iddialarının tanınmasını istemiştir.

Avrupa Parlamentosu’nun başka bir derdi ve arzusu var mıdır?

Şayet paşa gönülleri dilerse vatanımızı bırakalım, tarihi haklarımızdan hemen vazgeçelim. Yoksa istenen bu mudur?

Avrupa Parlamentosu skandal Raporunda, PKK terör örgütünün AB terör örgütleri listesinden çıkarılması talebi gündeme getirilmiştir.

Söz konusu Rapordaki bir diğer açmaz ise, Türkiye’nin AB ile yürüttüğü müzakere sürecinin yavaşlatılması, askıya alınması, sağlanan fonların kesintiye uğraması çerçevesindeki tavsiyedir.

AB, Türkiye’nin üyelik sürecinin mülteciler konusundan ayrı tutulacağını belirterek, verdiği sözlere bağlı kalmayacağını açıkça göstermiştir.

Raporda geri kabul anlaşması kapsamında Türkiye’ye sunulacak vize muafiyeti hakkının da Haziran’a yetişmeyeceği anlaşılmaktadır.

Başbakan’ın zafer gibi sunduğu vize konusundaki vaatlerin şimdiden fos çıkması, hükümetin bu kez de AB tarafından kandırıldığını göstermektedir.

Suriyeli mültecileri olduğu gibi alan, bunun karşılığında para ve vizeleri kaldırma sözüyle avutulan AKP, yine çuvallamış, yine çakmıştır.

Bu kaçıncı hüsrandır?

Bu kaçıncı hayal kırıklığıdır?

Hollandalı bir Röportör oturduğu yerden 78 milyona aklınca ayar vermeye, hizaya getirmeye kalkışmaktadır. Bu yanlarına bırakılacak mıdır?

AKP hükümeti, AB dayatmalarına, AB hakaretlerine, AB küçümsemelerine bilmediğimiz hangi sınıra kadar tahammül ve sabır gösterecektir?

AB, Türk milletinin terörle mücadelesine kayıtsız, milli ve manevi kabullerine hasımdır.

Katılım süreci derken tekrar müzakere süreci tanımlamasına dönülmesi AB’nin sinsi niyetini, aklının köşesindeki hedefi göstermektedir.

AKP’nin Avrupalı dostları Türkiye’yi horlamakta, düşman kampında toplamaktadır.

PKK’ya gösterilen ilginin, imzasız sözde aydınlara ve hainlere cici çocuk muamelesi yapılmasının başka bir açıklaması olmayacaktır.

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu’nda yolsuzlukla mücadeleye öncelik verilmesi yazılıdır.

Kadına yönelik şiddet eleştirilmektedir.

Basın ve ifade özgürlüğüne koyulan ambargolardan yakınılmaktadır.

Fakat doğru görüşler fahiş yanlış ve sakat tespitlerin arasında kaynayıp gitmektedir.

Aynı tutum ve tarzı ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Raporu’nda da görmek mümkündür.

Elbette Avrupa Parlamentosu Raporu’nun bağlayıcılığı yoktur.

Ancak Türkiye’ye şaşı ve sorunlu bakışı göstermesi bakımından oldukça ibretlik, oldukça da taraflıdır.

Avrupalı zihniyet Türkiye’ye sövecek, öteleyecek, hatta bölünüp parçalanması için zemin oluşturacaktır.

Buna karşılık bizim de susup kaderimize razı olmamız beklenmektedir.

Böyle bir rezillik, böyle bir teslimiyet nerede görülmüştür?

AKP’nin teslimiyetçi politikaları yıllardır devrededir.

Yabancı başkentlerde meşruiyet arayışları da bilinmektedir.

Bürüksel komiserlerinin sömürge valisi gibi hareket ederek Türk milletini hakir görmesi, tahrik ve tahrip dolu raporlarıyla tarihi intikamlarını almaya çalışması AKP’yle hız kazanmış, AKP’yle çoğalmıştır.

Bir Alman komedyanın Türkiye Cumhuriyeti’ne, Türklüğe ve Cumhurbaşkanı’na aşağılık şekilde saldırması, ahlaksız ifadelerle şaklabanlığa yeltenmesi dünün ihmal ve düşüncesizliklerinin eseridir.

Özgürlüğü iki yanı keskin silah gibi kullanan çevre ve kimseler için duracak sınır yoktur.

Nasıl olsa özgürlük her kilidi açacaktır.

Tıpkı vahşilerin özgür oldukları için birbirlerini yemeleri gibi, özgürlüğü istismar edip işine geldiği şekliyle yorumlayanlar hiçbir kural ve insafı takmamaktadır.

Hakaretin özgürlüğü olamaz.

İhanetin özgürlüğü olamaz.

Düşmanlığın da özgürlüğü olamaz.

Mizah bir zeka, kabiliyet ve bellek ürünüdür.

Fakat gülmek adına hiçbir insan aşağılanamaz, hiçbir millet terbiyesizce küçümsenemez.

Alman komedyanın kendi kültür ve toplum dairesinde melun söz ve şiirinin bir karşılığı olabilir. Hatta buna kahkaha atanlar da çıkabilir.

Ne var ki Türk-İslam ahlakında böyle bir mizah anlayışına, böylesi bir soysuzluğa cevaz yoktur, hiç de olmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi millidir, hakkın ve haklının yanındadır.

Siyasi mücadele halinde olsak da, hiçbir rakibimizin yabancılar tarafından küçük düşürülmesine ortak olmayız, buna seyirci kalmayız.

Avrupalı değil Türk’üz, Türk milletiyiz.

Geleceğimiz birilerinin iddia ettiği gibi, Trans-Atlantik değerlere değil Türk kültür ve geleneklerine bağlıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin kalbi milletiyle beraber atmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi Türklüğün muhafızı, Türkiye’nin sevdalısıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi bin yıllık kardeşliğin savunucusudur.

Bizde siyasi pazarlık yoktur.

Saklayacak bir ilişkimiz, boynumuzu bükecek bir yanlışımız çok şükür hiç olmamıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi onun bunun oyuncağı olmayacak, onun bunun eline düşüp de iflasını kimseler göremeyecektir.

Manşetler ne derse desin, köşelerini paralel kurşunu gibi kim kullanırsa kullansın, biz bildiğimizi okuyacağız, inandığımızı yapacağız.

Ne okyanus ötesi elemanları, ne çeteler, ne devlet içine yuvalanmış şebekeler, ne siyasi senaristler, ne de fırıldak gibi ortalıkta dönen ruhsuzlar şehit yadigârı bu kutlu çatıyı uçuramayacaklardır.

Allah’ın izni ve kelamıyla alayına yeteriz.

Biz başarmaya karar verdik, biz iktidara gelmeye söz verdik; yolumuza kim çıkarsa ya aşar, ya yener, ya da ezip geçeriz.

Bu düşüncelerle siz değerli milletvekili arkadaşlarımı, saygıdeğer misafirlerimizi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, hepinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.