Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 10 Mayıs 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
10 Mayıs 2016

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Sayın Basın Mensupları,

Parti Meclis Grubumuzun bu haftaki toplantısına başlarken güzide heyetinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Terörle mücadele amansız bir şekilde sürmektedir.

Ve şehitlerimiz de bir o kadar bizleri acıya boğmaktadır.

Ülkemiz kör bir şiddetin, küflü bir sürecin, köhne bir zihniyetin yörüngesindedir.

Siyaset tıkanırken, hainler palazlanmaktadır.

Türkiye kanarken, millet yanarken, devlet yana yatarken terörizm kangreni hızla yayılmaktadır.

6 Mayıs’ta Giresun Merkez Çaldağ Jandarma Karakolu’na bölücü katiller saldırı düzenlemişler ve bir evladımızı şehit etmişlerdir.

8 Mayıs’ta Mardin Nusaybin’de, teröristler tarafından el yapımı patlayıcıların patlatılması sonucunda üç evladımız şehit düşmüştür.

9 Mayıs’ta Hatay Dörtyol’da bir evladımız, Mardin Nusaybin’de yine bir evladımız kahramanca bir mücadeleden sonra şehadet şerbetinden içmiştir.

Biz her seferinde şehit haberi almaktan hakikaten de bunaldık, infiale kapıldık.

Gün geçmiyor ki acı bir haberle kahrolmayalım, için için ağlamayalım.

Şehadetler son bulsun diyoruz, artış gösteriyor; muhterem analarımızın göz pınarlarından akan yaşlar bitsin diyoruz; tam tersi gerçekleşiyor.

Türk milleti adeta ölümle imtihan ediliyor, adeta içine düşürüldüğü can pazarında kıvranıyor.

Ancak terörizm ne kadar zalim, ne kadar ahlaksız, ne kadar kansızsa bu aziz millet o kadar güçlü, o kadar sabırlı, o denli soyludur.

Allah’ın izniyle kanlı örgüt döktüğü kanda boğulacaktır.

Teröristler aziz vatandan sökülüp atılacak, alayı yerle yeksan olacaktır.

Terör destekçileri, terörizm kuryeleri, iblis taşeronları açtıkları nifak çukurlarına bir daha çıkmamak üzere gömüleceklerdir.

Türkiye Cumhuriyeti bunu başaracak güç, azim ve inançtadır.

Millet, devletiyle bir ve bütündür.

Yürekler aynı hedefe kilitlenmiştir.

Heyecan ve hedefler aynı geleceğe sabitlenmiştir.

Bu kutlu vatan üç beş soysuzun eline avucuna düşmeyecek kadar onurlu, beş on köksüzün, kemiksizin, omurgasızın engeline takılmayacak kadar kudretlidir.

Türkiye rüştünü ispatlamış bir devlettir.

Türk milleti bağımsızlığının bedelini asırlar içinde defalarca, sayısız kere ödemiş; kendi talihini, kendi tarihini, kendi kaderini tayin etme kuvvetini bileğinin hakkıyla kazanmıştır.

Bunun aksini iddia eden kokuşmuşlar, evvela bu bedeli ödemeyi göze alacak, sonra cesaretleri kalırsa ve de takatleri yeterse bu aziz milletle boy ölçüşmeyi deneyeceklerdir.

Hiçbir süfli emel, hiçbir sefil zihniyet Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel yürüyüşünü kesintiye uğratamayacaktır.

En büyük düşman elbette ümitsizlik ve korkuya boyun eğmektir.

Türk milletinin fıtratında ise ne ümitsizlik ne de korkuya teslim olmak vardır.

Biliyoruz ki, vatanın bağrına düşman dayasa da hançerini, elbette bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.

Bu mader milli namustur, bu mader milletin namahremidir ve bu mader son nefere, son nefese, son damla kan toprakla buluşana kadar müdafaa edilecektir.

Mukaddesatımıza yan gözle bakan hayrını göremez.

Mukadderatımıza tırpan sallayan hayat bulamaz.

Yok öyle karamsarlığa tamah etmek, yok öyle kötümserliğe geçit vermek.

Milliyetçi Hareket Partisi devletin bekasına, milletin ali, asli ve ebedi çıkarlarına baş koymuş, varlığını adamıştır.

Destekse istenen, şartsızdır.

Katkıysa beklenen, aracısızdır.

Duaysa özlenen, sınırsızdır.

Yeter ki, terör illetinden kurtulalım, yeter ki terörizm kuşatmasını hep birlikte yaralım.

Felaket gelmeden feleğin çemberini kıralım.

Bir vatan, bir millet kaybetmeden derlenip toparlanalım, şirkin, şiddetin, su katılmamış alçaklığın üzerine hep birlikte gidelim.

Kahramanlar, Nusaybin başta olmak üzere, ülkemin değişik yerlerinde üstün bir mücadele verirken, Ankara’da post kavgasına tutuşmayalım, dost kazıklarını konuşmayalım.

Şehitler diyarı bu cennet vatan elimizden kayıp gitmeden titreyip kendimize gelelim, uykudaysak uyanalım, gafletteysek ayaklanalım ve de ihanete mızrak gibi, kurşun gibi saplanalım.

Sözlerimin bu aşamasında muhterem şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet dilerken, kederli ailelerine, müteessir silah arkadaşlarına ve büyük milletimize sabır ve başsağlığı temennilerimi buruk bir vicdanla iletiyorum.

Hepsi mekânlarında rahat uyusun, acıları acımız, alınacak intikamları intikamız, geride bıraktıkları emanetimizdir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Kabul edelim ki, harcı çileyle karılmış, duvarları feryatla örülmüş kapkara bir dönem yaşıyoruz.

8 Şubat 1919’da İstanbul’a giren Fransız Generalinin durumu nasıl rezil ve haysiyetsizceyse, bugünlerde terörizmin devlete meydan okuması aynısıdır.

Bu işgalin ertesi günü, merhum Süleyman Nazif’in, Hadisat Gazetesinde siyah bir çerçeve içinde yayınlanan “Kara Bir Gün” isimli meşhur makalesi sanki bu zamanı da anlatmaktadır.

Kudretsiz dimağlar, milliliği bulanık ruhlar, maya ve meşrebi lekeliler bugünleri hem idrakte hem de itirafta epey zorluk ve sıkıntı çekmektedir.

Milli Mücadele yılları her türlü mezalim, melanet ve müstevli gayeye direnerek istikbalin rotasını çizmiş, istiklalin sancağını dalgalandırmış, kara günleri yırtıp atmıştı.

Bunda müteşekkir olduğumuz, her daim hayranlık ve şükran duyacağımız milliyetçi irade ve inanmışlığın üstün bir payı vardır.

Türk milleti kendi hayat alanını çizip korumaya alırken vesveye, velveleye, vesayetçi odaklara takılmadı.

Vehimleri pusula yapmış tutsak anlayışlara izin vermedi.

Korkuluk diken, arka arka yürüyen, üst üste yan çizen teslimiyetçi lobilere aldırış etmedi.

Bahane imalatçılarına, minderden çıkarak kaçak ve korkak güreşenlere bu büyük millet hiçbir zaman şans tanımadı.

Kurtuluşa tam bir bağlılıkla tutunmuş yüksek fazilet; “vazgeçelim, bırakalım, olmuyor, başaramayacağız” diyenlere kulak asmadı, kaale almadı.

Yine Milli Mücadele’nin en şiddetli günlerinde Mustafa Kemal’in Meclis kürsüsünde yaptığı şu tarihi konuşma her şeyi özetlemiş, yaşananların özünü deşifre etmiştir:

İşittim ki, bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyorlarmış.

Ben kimseyi zorla milli Meclise davet etmedim.

Herkes kararında özgürdür, bunlara başkaları da katılabilirler.

Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatı ile buradan bir yere gitmemeye karar verdim.

Hatta hepiniz gidebilirsiniz.

Asker Mustafa Kemal mavzerini eline alır, fişeklerini göğsüne dizer, bir eline de bayrağını alır, bu şekilde Elmadağ’ına çıkar, orada tek kurşunum kalana kadar vatanı savunurum.

Kurşunlarım bitince de bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunları ile yaralanır, temiz kanımı, mukaddes bayrağıma içire içire tek başıma can veririm. Ben buna and içtim.”

Buradaysak hiç şüphe etmeyin ki, bu saygın kararlılığın sonucudur.

Bağımlı yaşamayı reddedip, bağımsızlığı sinesinden çıkarmış söz konusu tarihi duruş bize milli ve üniter bir devlet hediye etmiştir.

Türk milleti, Gazi Mustafa Kemal’in ifadesiyle; yeni bir iman ve kat’i bir azm-i milliyle yeni bir devlet kurmuş; dayandığı esasları da tam bağımsızlık ve kayıtsız şartsız milli egemenlik olarak belirlemiştir.

Bu yüzden 29 Ekim 1923 kuruluş ruhu hiçbir şart ve ortam karşısında darbelenemez, yıkılamaz, buna da hiçbir faninin ömrü yetmez.

Kalbinde ve vicdanında milli ve manevi hazlardan başka zevk ve dünyevi tamah taşımayan her Türk vatandaşı bu gerçekleri tasdik edecektir.

Bilelim ki, Türkiye’nin var olma gayesi tüm maddi makam ve mevkilerin önündedir.

Çünkü aldığımız kutlu sorumluluk, üstlendiğimiz mübarek miras bunu gerektirmektedir.

Bu itibarla ne yeni bir sisteme ne de yeni bir rejime gerek yoktur.

Sonu macera ve mezbelelik olan arayışlara ihtiyaç da yoktur.

Eğer yeni bir sisteme gereklilik varsa, devleti yeniden tanım ve tarif konusuna milletin tamamı tam bir fikir ve bilgi ittifakıyla tamam diyorsa, ancak o zaman ne konuşulup tartışılacaksa gündeme alınmalıdır.

Bunun dışında her söz zaman kaybı, her teşebbüs yeni bir çatışma ve cepheleşme kaynağı olacaktır.

Türkiye’nin önündeki engellere yenilerine eklemek bir defa art niyetliliktir.

Şimdilerde herkesin ağzına pelensek olmuş bahse konu tartışmalar 93 yıl önce kapanmış, millet son hükmünü Ankara’da vermiştir.

Biz ne yapacaksak, neyi başaracaksak mevcut hukuk ve sistem ölçüleri içerisinde kalarak düşünmeli, bunun yol ve çarelerini aramalıyız.

Başkanlık gelince işsizlik bitecek midir?

Başkanlık tesis edilince Türkiye bölgesinde ve küresel anlamda yıldız gibi parlayacak, bir kalemde tüm sorunlarından kurtulacak mıdır?

Başkanlık kabul edildi diyelim, muhataplarımız bize söyler mi; ne değişecek, hangi mucize, hangi muhteşem başarılar birbiri ardına sökün edecektir?

Çok başlılıktan şikayet edenler, bugün kaç başın olduğunu, daha doğru bir deyimle hangi başların anında uçurulduğunu samimiyetle itiraf etmelidir.

Sistemi inşa eden insandır.

Devlet; milletin, tarih kulvarında hukuken teşkilatlanmış halidir.

Bununla birlikte her sistemin dayandığı sosyal, siyasal, kültürel, tarihsel ve hukuksal bir arka planı vardır.

Bunlar tepeden tırnağa değişmeden; yani Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde yükseldiği ana dinamikler değiştirilmeden, geçmişten keskin bir kopuş ve ayrılış yaşanmadan başkanlık nasıl kurulacaktır?

Hadi kuruldu sayalım, gelecekte şahsında toplanan güce bağlanarak başka hedeflere yönelmeyecek siyaset ve devlet adamlarının olmayacağını bugünden kim garanti edebilecektir?

Şimdi başkanlık ihtiyaçtır diyenler; bir süre sonra başka ihtiyaç ve taleplerle milletin huzuruna çıkarsa buna ne diyeceğiz, hatta nasıl mani olacağız?

Kuvvetler ayrımının sonlanmasıyla sosyal ve siyasal dümenin ne tarafa döneceği, hangi gelişmeleri tetikleyeceği az çok bellidir.

Başkanlık sisteminin milli bir beklentinin doğal yansıması olduğu tezi bize göre geçersiz, afaki ve abartılı bir değerlendirmedir.

Milletimizin en tabii ve haklı beklentisi refah ve reformdur.

İş, aş ve yoksulluk sorunlarının kökten çözümüdür.

Aciliyet arz eden toplumsal talep zenginlik ve rahat bir hayattır.

Bu milli özlemlerin başkanlık sistemiyle anında gerçekleşeceğini bırakınız söylemeyi, iması dahi akla, izana ve irfana sığmayacaktır.

Türkiye’nin tartışması ve uzlaşması lazım gelen temel konusu, kim ya da kimler tarafından yönetildiği değil, nasıl yönetildiği veya yönetilmesi gerektiğidir.

Bunu başardığımız ölçüde Türkiye Cumhuriyeti’nin başka devlet ya da milletler nezdinden sözü de, nazı da geçecektir.

Aksi halde her gelen iktidar sayısal ve oransal imkanlarına dayanarak yeni bir sistem tartışmasıyla meşgul olacak, milleti yoracak ve hırpalayacaktır.

Takdir edeceğiniz üzere, bu bir patinaj halidir ve geleceğimiz açısından oldukça mahsurludur.

Konjonktürel gelişmelerle Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oynatmaya kalkışmak, güçler ayrımını silip tek elde toplamak; tüm benliğimle ve tarihe bakarak söylüyorum ki, milletimizi buhrandan buhrana sürükleyecektir.

Pusuda bekleyen Türkiye düşmanları, örneklerine mazimizde çokça rastlandığı üzere, fırsat kollamakta, zemin yoklamaktadır.

Bölücüler peşinde oldukları uluslararası destek için ülkeler arasında mekik dokumaktadır.

İç ve dış politikadaki riskler daha yoğunlaşmış, daha da yaygınlaşmıştır.

Biz Türk milletinin her kararına saygı duyarız.

Bunda bir sorun yoktur.

Fakat düşünce, tespit ve çekincelerimizi de açık yüreklilikle paylaşır, bunun lehinde olacak mücadelelerimizi mutlaka yaparız.

Dürüstçe, sağa sola meyletmeden, açık açık söylemeliyim ki, bugünlere hiç kolay gelmedik.

93 yıllık Cumhuriyet tecrübesinin muteber ve muazzam kazanımlarını kolayca, miras yedi gibi de elden çıkaramayız.

Yenilgi yenilgi büyüdük, bozgunları bozarak, işgalleri iterek, Türklüğün hatıra ve yeminlerini iffetimiz görerek kardeşlikte buluştuk.

Bundan da dönmeyeceğiz, taviz vermeyeceğiz.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Başbakan Davutoğlu’nun neler olduğu henüz açıklanmamış zaruri nedenlerden dolayı Başbakanlığı ve AKP Genel Başkanlığını bırakma kararını sistem tartışmalarından bağımsız düşünmek mantıksızdır.

Sayın Davutoğlu, 28 Ağustos 2014’ten itibaren partisinin sorumluluğunu üstlenmiş, 20 aya yaklaşan bir süre de Başbakanlık görevini yürütmüştür.

Birbirimize karşı iyi-kötü sözlerimiz siyasetin doğası gereği olmuştur.

Şunu ifade etmeliyim ki, Sayın Davutoğlu’na bundan sonraki hayat serüveninde kendisine başarı ve mutluluklar diliyorum.

Sayın Davutoğlu ve partisinin iç sorunları esasen ilgi ve merak sahamıza girmemektedir.

Ancak AKP Türkiye’yi 14 yıldır tek başına yönetmektedir.

Doğaldır ki, bu partide her belirsizlik, her kriz, her çatlak ülkemizi az ya da çok etkileyecek önemdedir ve değerlendirmeye muhtaçtır.

Bizim amacımız AKP’nin zor günlerinde siyasal rant devşirmek değildir.

İlke ve ahlaki çizgimiz buna da müsaade etmeyecektir.

Ne var ki şu sorgulamayı yapmak ve cevabını da duymak isteriz:

Sayın Davutoğlu yoldan önce yol arkadaşına vurgu yapıyorsa, ki haklıdır, o zaman bu refikliğin hilafına ilk hareketi kim başlatmış, burada gözettiği amacı ne olmuştur?

Bir başka sorumuz şudur: Sayın Davutoğlu AKP Genel Başkanlığı’ndan ayrılma tercihinin kendisine ait olmadığını söylemektedir.

Tercihe saygı duymak lazımdır; ama sandıktan çıkmış bir Başbakan’ı gönderme, görevden alma takdir ve yetkisi de demokratik akıl ve vicdan kapsamında yalnızca AKP’nin saygıdeğer mensuplarına ve millete aittir.

  Bu durum karşısında Davutoğlu’nun kenara alınmasında, kızağa çekilmesinde asıl sorumlu kimdir ve bunu niçin gerekli görmüştür?

1 Kasım’da yaklaşık yüzde 49 oy almış bir partinin Genel Başkanı, 29 Nisan’da partisinin Merkez Karar Yönetim Kurulu’ndaki 47 imzalı önergeyle yetkilerinin tırpanlanmasına, 4 Mayıs’ta da Cumhurbaşkanıyla görüştükten sonra olağanüstü kurultay kararına nasıl varmıştır?

Pelikan Dosyasında neler yazdığı, nereden yazıldığı, bunun içinde kimlerin olduğu bizim meselemiz değildir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile gerçek ya da değil görünürdeki anlaşmazlık veya fikir ayrılıklarının derinine inmek bizim açımızdan faydasızdır.

Çünkü iki kişi arasında geçen her ne ise bununla ilgili konuşmak taraflara düşecektir.

Bizim araya girmeye, taraf tutmaya, birini diğerine tercih etmeye niyetimiz yoktur.

Fakat ortada bir sorun vardır.

Ve sandıktan çıkan bir iktidar, hafta sonunda yaptığım konuşmada söylediğim gibi, kansız ve silahsız tasfiye edilmiştir.

Her ne kadar AKP siyasi rakibimiz olsa da, Türkiye’nin şu günkü vahim ortamında bir iktidar karışıklığı, bir hükümet bunalımı çok büyük sakıncalar doğuracaktır.

Davutoğlu’nu çok eleştirdik.

Hatta demediğimizi bırakmadık.

Geldiğimiz bugünkü aşamada da ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkmıştır.

Yine de, millet iradesini alarak Başbakan olmuş bir parti genel başkanının, böylesi yollarla buruşturulup atılmasını da hazmetmemiz zordur.

Davutoğlu ilk olarak, kendisine oy verenlere büyük bir haksızlık yapmıştır.

Başbakanlığına bağlanan umutları boşa çıkarmıştır.

İkinci olarak, vesayet altında olduğunu belgelemiştir.

Üçüncü olarak da, Başbakanlığının sanal olduğunu, gerçek gücün kendi dışında toplandığını teyit etmiştir.

Anlaşılan Cumhurbaşkanı bir plan ve kurgu dahilinde, kendi hedefleri doğrultusunda Davutoğlu’nu süresiz dinlenmeye almıştır.

Bir yönüyle bu, AKP’nin tarihe ve millete anlatması gereken kendi iç denge ve bünyesinin sonucudur.

Davutoğlu’nun pes etmesine yol açan gerekçeler medyada fazlasıyla yazılıp çizilmekte, ekranlara çıkan uzman görünümlü siyasi spekülatörler sürekli iddialarını süsleyip kamuoyuna aktarmaktadır.

Bu meseleyi etraflıca konuşmak yersizdir ve bizim işimiz de değildir.

Bunlar ayrıntıdır.

Meselemiz şu anda bunlar değildir.

Bizim için önemli olan Türkiye’nin ne olacağıdır.

Tabii olarak 22 Mayıs’ta AKP’nin olağanüstü kurultayından çıkacak, ismi Beştepe’de saklı müstakbel Başbakan’ın ülkeyi nasıl yöneteceğidir.

Bizim üzerinde titrediğimiz konu başlığı budur.

AKP’nin başına geçecek isimlerle ilgili açık artırma, bahisler, tahminler doludizgin devam etmektedir.

3B’li formüller tartışılmakta, Davutoğlu sanki yüksekmiş gibi, düşük profilli koordinatör bir Başbakan dedikoduları dillerden düşmemektedir.

Kulis faaliyetleri hızla devam etmektedir.

Lobiler çalışmakta, kapalı kapılar arkasında pazarlıklar sürmektedir.

Elbette AKP’nin değerli üst kurul delegeleri bir karara varacaklar, görüldüğü ve açığa çıktığı üzere, Cumhurbaşkanının isim tercihini oylayacaklardır.

Önemle diyorum ki, bizim üzerinde durmak istediğimiz başka bir husustur.

 

Değerli Milletvekilleri,

Sanıyorum hepiniz takdir edersiniz ki, Türkiye Doğu ve Güneydoğu’da şiddetli bir mücadelenin içindedir.

Milli bekamız ağır bir komployla sınanmakta, aralarında yerli ve yabancı işbirlikçilerin bulunduğu çok yönlü sıcak bir çatışma sürecinden geçmektedir.

Biz gidersek beyaz Toroslar gelir diyen Davutoğlu, yoğun bir milli boğuşmanın olduğu ortamda koltuğunu bir çırpıda terk etmiş ve gitmiştir.

Sanki Torosların ahı tutmuştur.

Sisli ülke gündeminden nemalanma ve ganimet alma düşerek Türkiye’de erken seçim ihtimalini konuşanlar ise istikrarsızlık ve mahvoluşa süratle hizmet etmektedir.

1 Kasım Milletvekilliği Genel Seçimi’nin üzerinden 6 ay geçmişken yeni bir seçim havası oluşturmak, yeniden sandık yolunu işaret etmek bu ülkeye ihanettir. Ve demokrasi cinayetidir.

Şimdi şu bayağı söylentilere lütfen dikkat ediniz:

Erken seçim için MHP bekleniyormuş.

MHP’deki olağanüstü kurultayla ilgili gelişmeler bundan sonrası için tayin edici ve belirleyici olacakmış.

MHP’de mevcut yönetim kalırsa baraj altı, giderse yüzde 25’e çıkarmış.

Ağzı olan konuşmuş, sözde okuması yazması olan ümmi yuvaları atıp tutmuştur.

Bu sefil ve yalancılar korosu algı ve aldatma düzeneklerini el yapımı patlayıcılar gibi partimizin etrafına döşemeye kalkmışlardır.

Bizim korktuğumuzu, çekindiğimizi hayasızca iddia edenler en başta bizden görünüp aslında bizimle geceyle gündüz kadar farklı olan zavallılardır.

Milliyetçi Hareket Partisi değil barajdan, Allah’tan başkasına kulluk etmez, hiçbir şeyden de korkmaz, korkmamış, korkmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi gazete köşelerinden, televizyon ekranlarından, sosyal ve internet medyasından üretilmiş edepsiz dedikodularla yönetilemez, yönlendirilemez.

Bunlara en ufak itibar göstermez, göstermeyecektir.

Sabahları kameralar karşısına geçip, sırayla sütünü içmeden ve içtikten sonra yorum yapanların ciddiye alınacak bir tarafı da olmayacaktır.

Bize göre bu tipler yalnızca sütünü içerek avunsunlar, yetmezse arkasından gidip hezeyanlarıyla birlikte kumda oynasınlar.

 Küçücük akıllarınca MHP’ye çelme takmak istiyorlar, ama kendi kazdıkları kuyuya kendilerinin düştüğünü göremiyorlar.

Zekâ fukarası kafalarına göre MHP’nin yutulmasını projelendiriyorlar.

Bilmiyorlar ki, hevesleri kursaklarında kalacak, şirret hesapları ayaklarına dolanacaktır. Ve de bu çok yakındır.

Milliyetçi Hareket Partisi sırtını ona buna değil, egemenliğin yegane ve asil sahibi büyük Türk milletine dayanmıştır.

Bizim Allah’tan başka himmet beklediğimiz, milletten başka yardım istediğimiz yoktur, aksini söyleyenler hadsizdir, müfteridir, seviyesizdir.

Bu kadar ağır konuşuyorum; kim neye layıksa biz onu söyler, onu dile getiririz.

Bu hareketin mensuplarının tamamı, vatan sevgisinin sınavını ölüm karşısında vermiş, bu kutlu devleti önce kurtarmış ve sonra kurmuş muhteşem bir misyonun yaşayan temsilcileridir.

Bizim ona buna pabuç bırakmamız, manşetlere göre tavır almamız, baraj bilirkişisi çapsızlara göre siyasi manevra yapmamız her şeyden önce kendimizi ve şerefli geçmişimizi inkardır.

Maksadı ne olursa olsun, küresel sömürünün önündeki en önemli engel milli devlet yapısı ve bu yapının temel taşı olan milliyetçiliktir.

Bizimle uğraşılmasının temel gayesi burada aranmalıdır.

Başka bir deyişle, bir milletin yükselişinin dayanağı milliyetçi düşünceler, milli kimliğin gücü, milli devletin sağlamlığıdır.

MHP zayıflar ve kara kampanya elebaşlarının elinde oyuncak olursa Türkiye’nin tökezlemesi, kendi kendini yiyip bitirmesi kaçınılmaz görülmektedir.

Herkesin öncelikli gündemi 22 Mayıs’ta AKP’nin yeni genel başkanı kim olacağı sorusunda düğümlenmişken, ikinci sırada, belki de aynı derecede MHP’deki gelişmelerin seyridir.

Bizim siyaset felsefemiz önce ülkem ve milletim, sonra partim ve ben anlayışına dayanmaktadır.

Bizim için siyaset kısa metrajlı bir film değildir.

Bizim için siyaset kısa menzilli bir koşu değildir.

Bizim için siyaset egolarımızı tatmin aracı, dünyalıklarımızı yığma vesilesi değildir.

Bizim için siyaset çıkarların galası, yalanların borsası, onursuzluğun düeti, haram ve hıyanetin resmigeçidi de değildir. Asla böyle de olmayacaktır.

Biz siyasete bakınca nasırlı elleriyle kürek tutan, ter akıtan helal yüzler için ne yapacağımızı,

Biz siyaset denilince soğuktan çatlamış eliyle boş tabağa kaşık sallayan, açlıktan benzi solmuş minicik yavruların geleceğini nasıl kurtaracağımızı,

Biz siyaset konuşulunca milletimizin müreffeh geleceğe, devletimizin medeni ve zirve noktalara nasıl çıkaracağımızı düşünür, bu amaçlar istikametinde çalışır, çırpınır, çareler ararız.

Milliyetçi siyasetimizde aşk vardır, sevda vardır, vatan vardır, millet vardır, Türklük vardır, Türkiye’nin varlığı tümüyle esastır, vazgeçilmezdir.

Biz siyasette tavşana kaç, tazıya tut demeyiz.

Tavşan arayanlara Bozkurt’u hatırlatır, akıllarını da baştan alırız.

İlk molada kayış atmayız.

İlk yokuşta su kaynatmaz, ilk sarsıntıda sağa sola kaçışmayız.

İlk durakta inmez, ilk virajda savrulmayız.

Biz Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Ve biz Müslüman Türk milletinin korkusuz yürekleriyiz.

Damarlarımızda Söğüt’ten Ankara’ya kadar akan Türk kanı vardır.

Bu itibarla ülkemiz için sorumluluk almak boynumuzun borcudur.

Türkiye için zora talip olmak, bütün iftira ve suçlamalara karşı göğüs germek şan ve şerefimizin bize yüklediği ulvi bir görevdir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

AKP’nin 22 Mayıs’ta yapacağı olağanüstü kurultayından hangi sonuç çıkarsa çıksın buna saygı duyacağız. Dahası duymak durumundayız.

Fakat düşük profilli bir Başbakanla gidecek bir gelecek yoktur.

Zira Türkiye tam bir kaosun pençesindedir.

Terör azmış, artmış ve haddi aşmıştır.

Bölgesel meseleler içinden çıkılmaz hal almıştır.

Suriye’ye yönelik bir operasyon gündemdedir.

Bordo berelilerin IŞİD’e yönelik olarak planlanan, sınır ötesi bir süpürme harekâtını başlatacaklarına dair iddialar gündemdedir.

Düşen füzelerden dolayı Kilis metruk bir şehre dönmüştür.

Tehdit had safhada, korkunç seviyelerdedir.

AB, vize muafiyetini sağlamak için, utanmadan, sıkılmadan terörle mücadele yasasının değişmesini istemektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan da AB’ye “sen yoluna ben yoluna” ifadesini yerinde bir şekilde kullanmışken, sonra birden bire dönmüş AB üyeliğinin Türkiye’nin stratejik bir hedefi olduğunu söylemiştir.

Türkiye’miz darboğazdadır.

Türkiye’miz sıkışmış, iç ve dış basınç yükselmiştir.

Bu cendereden zayıf ve meşruiyeti sorgulanacak bir Başbakan ve hükümet yapısıyla çıkmak olası ve imkan dahilinde görülemeyecektir.

TBMM’de, milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması Genel Kurul’a gelecektir.

AKP ve CHP’de fire verilmesi güçlü ihtimaldir.

Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda da milletinin yanında duracak, milli vicdanın sesi olacaktır.

AKP’de sular durulmaz, tartışmalar bıçak gibi kesilmezse, önümüzdeki anayasa ve referandum çekişmeleri Türkiye’yi dibe çekecektir.

İktidar partisindeki kaynama, kategorik kopmalara sebebiyet verirse, ülkenin durumu daha da kötüleşecek, başta ekonomi olmak üzere, siyasi ve sosyal tüm dengeler hepten bozulacaktır.

Benzerlerine Meşrutiyet yıllarında rastlanmış bu tablo karşısında Türkiye mevcut toprak ve insan varlığını bir bütün halinde tutamayacak ve iç kargaşa hakimiyet kuracaktır.

TBMM’deki bölücüler ayrı bir parlamentodan ve ayrılıp komşu olmaktan yüzsüzce bahsetmektedir.

Tehlike bu kadar açık ve yalındır.

Biz parti olarak AKP’deki gelişmeleri dikkatle takip ediyor ve edeceğiz.

Milliyetçi Hareket Partisi terörle mücadelenin asla gevşememesi gereken milli ve stratejik bir mesele olduğuna yürekten inanmaktadır.

Hatırlarsanız, hafta sonu Siyaset ve liderlik Okulumuzun 12’nci Dönem Sertifika Töreni’ndeki bir değerlendirmem çok tartışılmış, çok konuşulmuştu.

Bu kapsamda şöyle demiştim:

“Eğer ihtiyaç hasıl olursa, eğer gerek duyulursa, Türkiye’nin milli ve tarihi çıkarlarını savunmak için, düne kadar hükümete verdiğimiz fiili destek hukuki bir boyut alabilecek ve Milliyetçi Hareket Partisi yalnızca ülke ve milleti için her türlü sorumluluğu almaya hazır olduğunu kanıtlayacaktır.”

Milliyetçi Hareket Partisi’nin hukuki boyutta vereceği destek bir hükümet mantığı içerisinde ele alınmalıdır.

Söylemek istediğimiz şudur:

Milliyetçi Hareket Partisi diğer eleştirileri saklı kalmak kaydıyla ön şart olarak terörle mücadelenin eksiksiz ve kesintisiz sürdürülmesinden yanadır.

Kahraman Mehmetçik ve polislerimizin verdiği insan üstü emeklerinin boşa gitmemesi için lazım gelen fedakarlıklara hazırdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin tarafında, Türk milletinin safında, Türk vatanının cesaretle, sevdayla hizasındadır.

Türkiye’nin bekası ve geleceği her türlü siyasi angajman ve ideolojik aidiyetin fersah fersah üstündedir.

AKP’nin olağanüstü kurultayı sonrasında, terörle mücadele zaaf uğrar ve tavsarsa, parti olarak TBMM’de her türlü ilave desteği vermekten çekinmeyiz.

Bunu da milli görev sayarız.

Türkiye huzura ulaşana, terörün kökü son militanına kadar kazınana, son kanlı silah teslim alınana kadar üzerimize ne düşüyorsa sabırla yapmaya açığız.

Bu aşamada yasal ve anayasal çalışmalar elbette kendi mecrasında akacak ve gereği de meşruiyet dairesinde yapılacaktır.

Bugüne kadar terörle mücadelede, tüm eleştiri ve karşı çıkışlara rağmen, Milliyetçi Hareket Partisi devletin ve hükümetin fiilen destekçisi olmuştur.

Demokrasinin yaşayıp yaygınlaşması için güçlü bir muhalefet her zaman gereklidir.

Denilebilir ki, demokrasinin varlığı, devamlılığının teminatı farklı düşünce ve sözleri yansıtan muhalefetle mümkündür.

Ve milli muhalefet yeri geldiğinde ülkesi ve milleti için ateşe atılan, karanlığa ok gibi dalan, saldırılara karşı devletiyle ön saflarda duruş gösteren bir adanmışlık ve anlayışta olmalıdır.

Biz böyleyiz, buna varız ve buradayız.

Biz karanlıktan göz kırpmıyoruz.

Biz boşa atıp dolu tutma merakında değiliz.

Biz yangından parsa toplama arayışında da değiliz.

Özellikle Çanakkale’den itibaren kararlılıkla savunulan ve Misak-ı Milli ile anlam bulan kutsal vatanımızı korumak,

Türk milleti kimliği etrafında oluşan toplumsal kucaklaşma ve kaynaşmanın zirveye ulaşmasını sağlamak,

Millet egemenliğine dayalı demokratik bir yönetim tarzının vazgeçilmez hale gelmesini oluşturmak,

Ve nihayet, dayatma ve tehditleri reddeden bir milli devletin, onurlu, bağımsız ve kararlı duruşunun tüm dünyaya duyurulmasını temin ve terörizmi yok etmek amacıyla Milliyetçi Hareket Partisi her uzlaşma teklifine, her ahlaklı çağrı ve davete gönüllüdür.

Bizim hukuki boyuttan maksadımız ise bunlardır.

Sözlerime son verirken muhterem heyetinizi saygılarımla selamlıyor, her birinizi Cenab-ı Allah’a emanet ediyor, hepinize başarılı çalışmalar, sağlık, mutluluk ve esenlikler diliyorum.

Sağ olun, var olun.