Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin İstanbul İl Teşkilatının düzenlemiş olduğu iftar programında yapmış oldukları konuşma. 12 Haziran 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin
İstanbul İl Teşkilatının düzenlemiş olduğu iftar programında yapmış oldukları konuşma.
12 Haziran 2016
 

Çok Değerli Dava Arkadaşlarım,

Aziz Ülküdaşlarım,

Muhterem Hanımefendiler, Beyefendiler,

Bu mübarek akşamda, her birinizi en içten duygularımla selamlıyorum.

Hepinize sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Ramazan’da İstanbul’da olmanın ayrı bir tadı, apayrı bir güzelliği vardır.

Aziz İstanbul’un manevi havasını teneffüs etmek her fani için bahtiyarlıktır.

Bu akşam kurulan iftar sofrasına beraber oturduk.

Orucumuzu hep birlikte açtık.

Gönülden gönüle akan kardeşlik ve muhabbet pınarlarından içtik.

Allah’tan niyazım, tuttuğumuz oruçları, ettiğimiz duaları kabul etmesidir.

Türklüğün şan ve şerefi daim olsun.

Ülkücünün adı, hatırası ve varlığı dilerim ki ebediyetle buluşsun.

İslam’ın gözyaşları kurusun, milletim çok yaşasın.

Bu iftar programını düzenleyen partimizin İstanbul İl Başkanlığına özellikle takdirlerimi iletmek istiyorum.

Üstün bir mücadele azmiyle örnek olan İl Başkanımıza, ilçe başkanlarımıza ve yönetim kurullarıyla birlikte tüm dava arkadaşlarıma teşekkür ediyorum.

Hamd olsun; İstanbul sahipsiz değildir, sahip çıkanlar, fedakârlığın nişanesi olan kutlu yürekler bugün buradadır.

İstanbul dün emaneti gölgeletmedi, bugün de aynısını yapacaktır.

Dün sancak düşmedi, bundan sonra da düşmeyecektir.

Güvence sizsiniz, ümit sizlersiniz. Allah hepinizden razı olsun.

Konuşmamın bu aşamasında, tarih boyunca Türklüğü yaşatmak uğruna hayatlarını feda eden aziz ecdadımızı rahmet ve minnet duygularımla yâd ediyorum.

6 Haziran’da Vezneciler’de, 7 Haziran’da Mardin Midyat’ta hainlerin bombalı saldırısında şehit düşen kardeşlerimizle birlikte bütün kahramanlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine başsağlığı temenni ediyorum.

Ömrü emsalsiz bir mücadeleyle geçmiş, büyük devlet ve siyaset adamı Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey’e, ülkücü şehitlerimize ve ebediyete intikal etmiş bütün dava arkadaşlarımıza da bu vesileyle Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Saygıdeğer Ülküdaşlarım,

Bizim durduğumuz yer ikbal hırsıyla temeli kazılmış gevşek ve esnek bir alan değildir.

Bizim baktığımız yer bulanık ve dağınık bir ufuk çizgisi değildir.

Bizim buluşma yerimiz çıkarların mecmu da değildir.

Merhum Başbuğumuz diyordu ya; “buluşma yerimiz ne doğudur, ne batıdır, ne kuzeydir, ne güneydir. Buluşma yerimiz Büyük Türkiye’dir.”

Ve devam ediyordu: “Buluşma noktamız Türk’ün kafası, Türk’ün kalbi, Türk’ün imanı, Türk’ün cevheri aslisidir.”

Bugünlere bilinen yolları aşarak gelmedik.

Merhum Türkeş Bey’in açtığı üçüncü yolu takip ederek; Türkiye’yi kurtaracağını işaret ettiği yeni ve milli yola koyularak, Dokuz Işık Bayrağını fırtınalarda dalgalandırarak 47 yılı geride bıraktık.

Türk milletine hizmeti görev bildik.

Türk-İslam ülküsünü namus belledik.

Başkalarına özenmeden kendimiz kaldık. Ruh kökümüzü canlı tuttuk.

Özgüvenimizi koruyarak öz değerlerimize sıkıca sarıldık.

Özümüze fiyat biçenleri, ömrümüze kefen dikenleri önümüzden savurduk, gündemimizden söküp attık.

Ülkülerimizi alaya ve hafife alanları vicdanlarımızdan süpürdük.

Başkalaşma tuzaklarına düşmeden, kimliğimizden kopmamızı isteyenlere aldanmadan Hak yolu, Hakikat yolu, Allah yolundan çıkmadık, bundan sonra da çıkmayacağız.

Türk tarihinin bize yüklediği sorumlulukların farkındayız.

Ecdadımızın hedef ve haysiyet çizgisinin bilincindeyiz.

Yüksünmeden yürüyeceğiz.

Yakınmadan, şikâyet etmeden, yerimizde bir saniye bile durmadan, karşımızdaki durgunluk sisini dağıtarak milli gönüllere gireceğiz.

Yapacaklarımız vardır, büyüktür.

İşimiz çoktur, kutludur.

Ne var ki işbirlikçiler da fazladır, dahası bunlar oldukça diridir.

Şehitlerimize vefa borcumuz vardır.

Gecikemeyiz, bekleyemeyiz; eğer karşımıza çıkan olursa da bendinden taşan sular gibi kabarır yine yolumuza devam ederiz.

Dost, var olmak için güven arar.

Düşman, titremek için korku ister.

Çok şükür bizim hem güven hem de korku verecek aklımız, sabrımız ve azmimiz vardır, hatta tahmin edilenin üstündedir.

Düşman var diye sinecek, şer dayatmalarını sineye çekecek halimiz yoktur.

Oyun oynayanlar var diye, hadi vazgeçelim diyecek, Allah muhafaza karakter zafiyetimiz de yoktur, bunun olması ise yok oluştur.

Merhum Hüseyin Nihal Atsız, 1965 yılında Ötüken Dergisi’nde yazdığı bir makalede bizlere şöyle seslenir:

“Düşmanın yok mu? Ölmüşsün demektir.

Büyük düşünceler için ölümü göze almıyor musun? İnsanlıktan çıkmışsındır.

Yanı başında veya senin içinde kuyunu kazmakta olanları göremiyorsan, zekânı kaybetmişsindir.”

Biz zekâmızı kaybetmedik; çünkü Ülkücüyüz.

Tarih boyunca inandığı bir davası olan hiçbir insan güçlüklere yenilmemiş, acı ve saldırılara boyun eğmemiştir.

Zekâ kadar şuur, şuur kadar iman, iman kadar cesaret bir canlıyı insan, bir insanı da surları yıkılmaz kale yapmıştır.

Kısaca diyebilirim ki, Ülkücü kuşatılsa da fethi hayal olan bir inanç, iddia, irfan ve iffet kalesidir.

Milliyetçi Hareket Partisi de milletinin son burcu, son kalesidir.

Bu kaleyi düşürme isteği, yel değirmenlerine meydan okuyarak hezeyan nöbetinde çakılı kalmış Donkişot kadar beyhude bir çırpınıştır.

Muhik ve meşru bir nedeni olan herkes zorluklara direnecek kuvveti kendinde bulacaktır.

Mesele kimin ne söylediği değil, neye gönül verildiği, ne kadar inanıldığıdır.

Hz.Musa Sina Dağı’na çıktığında, onu takip edenlerin yoldan çıkmaları karşısında umutsuzluğa kapılmadı, yeise düşmedi.

Firavun’un oyunlarına düğme iliklemedi, Allah’ın yardımıyla Kızıldeniz’i asasının dokunuşuyla ortadan ikiye yardı.

Hz.Yusuf kuyuda, Hz.Yunus balığın karnında sabrı ve şükrü rehber ederek çileye katlandılar, ama oyunlara gelmediler.

Nasıralı Hz.İsa MS.33’te Roma yönetimi tarafından çarmığa gerildi, ama inançlarından taviz vermedi.

Alemlere rahmet olarak gönderilmiş iki cihan serveri Efendimiz; taşlandı, iftiraya uğradı, büyücü olarak suçlandı, kötülendi, hicret etmek zorunda kaldı;  fakat asla ilke ve inançlarından en ufak ödün vermedi.

Ebu Cehil kaybetti, müşrikler yerle yeksan oldu, Mescid-i Dırarcılar sükûtu hayale uğradı; sonunda hidayet kazandı, Allah’ın hikmet ve kelamı hak ettiği zirvelerde kaldı.

Habil ile Kabil’den beri fitne ve tefrika var oldu.

İblis hiç boş durmadı, hiç boşa zaman geçirmedi.

İnsanlık tarihi aynı zamanda doğru ile yanlışın şiddetli çekişme tarihidir.

Günahla sevap; kahramanla korkak; hıyanetle sadakat; iyiyle kötü dünya dönmeye başladığından beri karşılıklı mevzilendi, insanla beraber savaşa tutuştu.

Allah’a hamd olsun ki, biz Ülkücüler hep doğrunun yanında olduk.

Her zaman milli ve manevi değerlerden yana durduk.

Çünkü fikrimiz doğru, ülkümüz doğru, doğduğumuz kaynaklarımız dosdoğruydu.

Bu nedenle hedefteyiz.

Bu nedenle göz önündeyiz.

Bu nedenle hep gündemdeyiz.

Türk milletiyle hesabı olanlar, geçmişten yarası olup da için için gocunanlar Milliyetçi-Ülkücü Hareket’i tesirsiz hale getirmeyi her fırsatta denediler.

Biz inanç ve ülkülerimizde ısrar ettikçe, adeta kudurdular.

Biz taviz vermedikçe, deliye döndüler.

Biz çelikten irademizle saflarımızı sağlam tuttukça, hevesleri kursaklarında kaldı, oyunları ellerinde patladı.

Merhum Ömer Seyfettin’in Başını Vermeyen Şehit isimli hikâyesinde anlattığı Anadolu Dervişlerinden Deli Hüsrev ve Deli Mehmet;

Diyet hikâyesindeki Koca Ali, Nadan Hikâyesindeki Köse Vezir, Forsa hikâyesindeki Kara Memiş, Pempe İncili Kaftan hikâyesindeki Muhsin Çelebi aslında bizim ruh kökümüzü deşifre etmişti.

Merhum Atsız’ın, ‘Bozkurtların Ölümü’ isimli muhteşem eserinde; Çin Sarayı’nda başlayıp Vey Irmağı kıyısında devam eden Kürşat ve çerilerinin muhteşem mücadelesi bizi anlatır, bize aittir.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket Vey Irmağı’nda yarım kalan düşleri canlandırmak için vardır.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket Ötüken ormanlarındaki anıları, Tanrı Dağı’ndaki sevdaları kıyamete kadar yaşatmakla mükelleftir.

Muhterem anamız Türkan Hatun’un oğlu Alparslan’a; “Maşrık’taki Çin’in payitahtından, mağripteki Septe Boğazı hizasına kadar olan yol senin atlarının ayaklarının altında çiğnenecektir” öğüt ve dileği bize vasiyettir.

Aziz ecdadımız başarı karşısında mağrur, bozgun karşısında meyus olmamıştır.

Biz de böyle olduk, gelecekte de bu şekilde davranacağız.

Nasıl mağrurluğu ve mahkûmluğu kabul etmiyorsak, meyusluğu da reddecek, elimizin tersiyle iteceğiz.

Biz yağlı urganda, infaz hükümlerini alçakça verenler karşısında devleşen Gaziantepli Ahmet Kerse’nin izindeyiz.

Samsunlu Ali Bülent Orkan’ın peşindeyiz.

Malatyalı Cengiz Baktemur’un yolundayız.

Elazığlı Cevdet Karakaş biziz.

Çorumlu Fikri Arıkan içimizden biri.

Manisalı Halil Esendağ bir yüzümüzse, Trabzonlu İsmet Şahin diğer yüzümüzdür.

Evlad-ı Fatihan Selçuk Duracık yeminimiz, son yolculuğunda nişanlısına mutlu bir yuva kurmasını dileyerek hepimizi hüzne boğan Mustafa Pehlivanoğlu namusumuza emanettir.

İsmini sayamadığım, saymaya da ne zamanımızın ne de yüreğimizin yeteceği binlerce şehidimizin haklı davasına pusu kuranları püskürtmek de şeref meselemizdir.

4 Ekim 1978’de, 17 yaşındaki evladıyla şehit edilen İstanbul İl Başkanımız Recep Haşatlı’nın yarın Ruz-i Mahşer’de yüzüne görevimizi yapmanın huzuruyla bakmak istiyoruz.

Yükümüz ağır, bir o kadar da kutludur.

Biz hep bu bilinçle hareket ettik.

Bakınız ne diyordu Merhum Dündar Taşer: “Bu vatanı birkaç nazariyecinin safsatasına, birkaç hainin hesabına, birkaç ahmağın gafletine kurban etmeyeceğiz.”

Elbette kurban etmeyeceğiz, ettirmeyeceğiz.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket Bozkurt gibi durduğu müddetçe, demir dağları eriten sabır ve çalışkanlıkla ilerlediği sürece hiçbir densiz, hiçbir bedbaht, hiçbir kötü ve art niyetli mihrak bize zarar veremeyecek, melezleştirip, değiştirip başkalarına yem edemeyecektir.

Bu şehitlerimizin beklentisidir.

Bu Merhum Başbuğumuzun arzusudur.

Ve bu Türklüğün yazılı olmayan buyruğudur.

 

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Değerli Ülküdaşlarım,

Yine Merhum Dündar Taşer der ki:

 “Hiç olmayacak şeylerin peşinde koşmakla, bizi biz yapan büyüklerimizi yıkmakla vakit geçirdik.

Kıyafet ilerlememize manidir dedik, onu değiştirdik.

72 milleti idare ettiğimiz adil hukukumuz geridir dedik, onu değiştirdik.

Geriliğimiz anayasamız olmamasındadır dedik, yüz sene onunla uğraştık.

Yazımız ilerlerimize manidir, lisanımız terakkiye sed çekmektedir dedik, onları değiştirdik.

İlerleme için bu haltları karıştıran dünyada bir millet yoktur ve olmamıştır.”

Değişim senelerdir her kilidi açan maymuncuk gibi kullanılmaktadır.

Değişimden maksat, tarihi rotadan sapmaktır.

14 yıldır AKP’nin değişim ezberini defalarca işittik.

Değişimle Türk düşmanlığının mesafe aldığını gördük.

Yeni Türkiye uydurmasına sayısız kere şahit olduk.

Değişim, asrın sihirli kelimesidir ve sanki her derde devadır.

Değişim için bir değişen bir de değiştiren olmalıdır.

Peki, değişim korosuna katılan değiştirici aktörler öncelikle bu yetki ve icazeti nereden, nasıl almışlardır?

Milliyetçi Hareket Partisi’nin değişim kayalıklarına çarpmayla son bulacak çekme işini kim vermiş, üst ve alt yüklenicilerin görev dağılımını kimler yapmıştır?

Hepsini bir yana bırakınız; siyasetimizde bir yanlışlık olduğu söylenmekte midir? Hayır.

İdeolojik kırıklık, fikri tutarsızlık, Türkiye ve dünya gündemini okuma ve yorumlamada bir eksiklik, bir kusur, bir mahcubiyet var mıdır? Hayır.

Dikkat ediniz, paradigma değişimi diye şehir şehir dolaşanlar, temel itiraz ve eleştirileri sadece Genel Başkanlık koltuğuna yöneliktir.

Yani ben olmadığım taktirde paradigma değişecekmiş.

İktidar kapıda bekliyormuş, başbakanlık koltuğu nerede bu paradigmacılar diyormuş.

Birden bire oy patlaması olacak, yüzde 20’ler aşılacakmış.

Değerli arkadaşlarım, paradigma değişsin diyenler şayet cahil değilse, korkunç bir plan ve projenin ara elemanlarıdır.

Paradigma esas itibariyle, kabul görmüş olan inançlar bütününe veya problemlerin nasıl anlaşılması gerektiği konusunda hemfikir olunan geleneklere denir.

Özellikle sosyolojide her yaklaşım veya eğilimin kendine özgü bir dilden yol alarak teori oluşturması paradigmadır.

Paradigmacılar, kendimize özgü hangi dili beğenmemektedir?

İlk şehidimiz Ruhi Kılıçkıran’ı mı unutalım, Süleyman Özmen’i mi aklımızdan çıkaralım?

Dursun Önkuzu’yu mu bırakalım, Fırat Yılmaz Çakıroğlu’nu mu kenara itelim?

Paradigma değişsin diyenler, söyleyiniz, ne yapalım, hangi değerimizi gömelim?

Bunlar inançlarımızın ve geleneklerimizin nesinden, neresinden rahatsız olduklarından değiştirmeyi kafalarına koymuşlardır?

Dünyaya, hayata ve gelişmelerin seyrine bir zihin ve fikir merceğinden bakarak kavramsallaştırmak paradigmaya sahip olmak demektir.

O halde, fikrimizin, zikrimizin, zihnimizin, ülkülerimizin değişmesini isteyenlerin amaçları nedir, nelerden ibarettir?

Biz ilkelerimizden ayrıldığımız zaman iktidar mı olacağız?

Biz geçmişimize sırt döndüğümüz zaman iktidara mı kavuşacağız?

Bir asrı aşan düşünce damarından uzaklaştığımız, 47 yıllık ana kaynaktan koptuğumuz zaman birden bire iktidara demir atacağımız mı sanılmaktadır?

Paradigma değişsin diyenler bu sorularımıza mantık ve tutarlılık çerçevesinde hayır diyemezler.

Çünkü dedikleri anda, paradigma değişiminden bahsedemezler.

Meselenin gerçek yüzü şudur: Paradigma değişimiyle paralel ve parabol emellere yataklık yapılmakta, kuluçka vazifesi görülmektedir.

İşte bu yüzden, Türkiye’nin çok tehlikeli ve milli bekasının birinci dereceden tehdit altında olduğu vahim türbülansta Milliyetçi Hareket Partisi büyük bir oyunun yeni perdesiyle karşı karşıyadır.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket meşgul edilmekte, ele geçirilmek istenmektedir.

Komşu coğrafyalarda yeni bir düzen kurulurken, Türkiye açık açık sistem ve rejim değişikliğine zorlanırken; Milliyetçi Hareket Partisi’nin kanadının kolunun kırılması; mümkünse de marjinalleşmesi amaçlanmaktadır.

Etap etap oynan bu oyunun senaristleri okyanus ötesinde, oyuncuların bazıları içimizde, bazıları da çevremizdedir.

Cumhurbaşkanı bu oyunun içindedir.

Adalet ve Kalkınma Partisi bu oyuna refakat etmektedir.

Paralel örgüt, bir kısım medya organı bu oyunun propaganda ve servis ayağını oluşturmaktadır.

İsimleri bizde mevcut sermaye sahipleri bu oyunda sponsor görevindedir.

Devlet içine yuvalanmış kirli oluşumlar bu oyunda hizmetkarlığa soyunmuşlardır.

Hepsi birden Milliyetçi Hareket Partisi’nin temellerini havaya uçurmaya çalışmaktadır.

Parti olarak 47 yılın son 16 yıllık diliminde çok kesif, çok ahlaksız, çok kahpe oyunlarla karşılaştık.

Birinci Oyun; siyasal, sosyal ve ekonomik krizlerle MHP’nin içinde bulunduğu 57’nci hükümeti yıkmak, MHP’siz bir hükümet, sonra da MHP’siz bir Meclis tasarlamaktı.

Biz bu oyunu gördük, millete gidelim dedik.

İktidarı iç ve dış lobiler, yabancı kulisler, iğrenç tezgahlar değil, yalnızca Türk milleti belirler ve tayin eder dedik. Elbette haklıydık, haklı çıktık.

Ne var ki, aziz milletimiz 3 Kasım 2002’de bizi de diğerleriyle aynı kefeye koydu ve Meclis dışına aldı.

MHP’nin hükümetten ayrılmasıyla, ABD Irak’a girdi.

Afganistan işgal edildi.

Ortadoğu’da adeta kıyamet koptu.

Türklüğe küfredildi, koruyucu kalkanları zedelendi.

Türk milleti tahrip ve taciz edildi; Türk kimliği çiğnendi, Türk milliyetçiliği alçakça ayaklar altına alındı.

AKP hükümeti haçlılara sözcülük, Erdoğan BOP’a eşbaşkanlık yaptı.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin 11 Temmuz 2007’de Meclis’e girmesiyle istikrarsızlık ve istismar kadrolarının gerçek yüzü ortaya çıktı, ellerindeki kozlar birer birer etkisiz kaldı.

İkinci Oyun; 1 Ağustos 2009’da Polis Akademisi’nde 12 kötü adamın katılımı, iktidarın PKK’ya iyice yanaşmasıyla somutlaşan “Demokratik Açılım” zırvasıyla başladı.

Biz yıkım dediğimiz bu açılıma direndik, milli, güçlü ve etkili muhalefetle AKP’nin oyununu bozduk. Yıkımı durdurduk.

PKK’yla pazarlıklarını milletimize duyurduk.

İhanete aman ve fırsat vermedik.

Bu şartlar altında yapılan ve yankısı halen devam eden 12 Eylül 2010 Anayasa Referandumuna hayır dedik, bundan dolayı suçlandık, ağır iftiralara uğradık.

Başkanlık rayı döşeyen Erdoğan ve bir numaralı yardakçısı paralel yapıyla kıran kırana mücadele ettik.

Referandum sürecinde ne söylemişsek bugün haklı çıktığımız meydandadır.

Hayır tercihimizden dolayı tabanımızın kaydığını, 12 Haziran 2011 Milletvekili Genel Seçimlerinde baraj altında kalacağımız söylendi.

Paralel yapı, bu şerefsiz algı operasyonunu iktidar imkanlarını kullanarak utanmadan, arlanmadan, sıkılmadan icra etti.

Referandum sonucuyla Meclis dışında kalmayacağımız anlayan mihraklar Üçüncü Oyun için kolları sıvadılar ve hepinizin bildiği kaset rezaletiyle partimizi küçük düşürmenin arayışına girdiler.

Burada da paralel yapı başroldeydi.

Devletin kalmadığı bir ortamda milletimize giderek bu oyunu da bozduk.

Dördüncü Oyun; ihanet sürecine korkusuzca meydan okumamızla başladı, Mahalli İdareler Seçimiyle hızlandı, Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilerletildi ve 7 Haziran seçimlerinin hemen ardından açıkça sahnelendi.

Milliyetçi Hareket Partisi, yüzde 60’lık PKK bloğunun içinde gösterilmek istendi.

Şahsıma bir ucu Kandil’de, diğer ucu İmralı’da bulunan Başbakanlık teklif edildi.

Geri planda, anamuhalefet partisi liderine bu aklı veren ise yine paralel yapılanmadır. Ve gerçekler bugün daha da netleşmiştir.

Allah şahit ki, nefsime teslim olmadım, iktidar koltuğuna kurulma pahasına, kırmızı plakaya binme uğruna bu kutlu davayı Mehmetçik katilleriyle aynı kafese sokmadım.

Yoğun eleştirilerin geleceğini biliyor ve öngörüyordum.

Yine de Milliyetçi Hareket Partisi’ni Kandil’e rehin bırakamaz, cemaatin hesaplarına alet edemezdim ve de etmedim. Kesinlikle de pişman değilim.

Bugün olsa yine aynı şeyi yapacağımdan hepinizin ve herkesin emin olmasını bilhassa isterim.

Hatırlarsanız, Erdoğan ve Davutoğlu başından beri seçimlerin yenilenmesini planlamışlardı.

MHP’ye bir koalisyon teklifi gelmemesine rağmen, bizim adımız oldu hayırcı, onlar oldu istikrar yanlısı.

Bir yanda derdimizi anlatalım, olayların içyüzünü milletimizle paylaşalım dedik, diğer yanda 20 Temmuz’dan itibaren terör dehşet verici şekilde yoğunlaştı.

Milli irade kilitlendi, demokratik kanallar tıkandı.

Algı oyunları, devletin seçimlere gayri meşru müdahalesi, beyaz Toros korkutmaları devreye girdi.

Vatandaşlarımız doğal ve haklı olarak can derdine düştüler.

Cumhurbaşkanı’nın tarafsızlığını ve Anayasayı çiğneyip koalisyonları kötülemesi, Davutoğlu’nun ayak sürümesi, istikşafi kepazelikler, türlü ayak oyunları neticesinde örtülü olarak 7 Haziran’dan kısa bir süre sonra kararı verilen seçim tekrarı için sonunda düğmeye basıldı.

Milliyetçi Hareket Partisi 1 Kasım seçimlerine toz bulutu içinde, iktidara hayır diyen bir parti ithamıyla girdi ve maalesef oyun tuttu, AKP yeniden tek başına iktidar oldu.

Biz de 40 milletvekili kaybıyla Meclis’teki yerimizi aldık.

O tarihlerde dedim ki, biz mağlup olmadık, ama zafer de kazanmadık.

Hala aynı görüşteyim, aynı kanaatteyim.

Dikkatlerinizi çekmek isterim ki, 1 Kasım’dan sonra Beşinci Oyun hemen devreye alındı.

Bu defa irade ve tercihlerine her zaman saygı duyacağım muhterem delege arkadaşlarımın imzası alınmak suretiyle Olağanüstü Tüzük Kurultayı için dört bir koldan faaliyet başlatıldı.

7 Haziran ve 1 Kasım seçim kampanya döneminde mahallelerinde bile dolaşmaktan aciz kalmış malum isimler, birden bire illeri gezmeye, telefonlarla değerli dava arkadaşlarımı aramaya koyuldular.

Türkiye’nin en hassas döneminde, PKK’nın şehirlerimize konuşlandığı, canlı bombaların ölüm ve nefret saçtığı bir zaman aralığında MHP’nin susturulması ve içine hapsedilmesi konusunda tembihlenmiş zevat gün geçtikçe daha da hareketlendi.

Değişim düdüğü çalındı.

Böyle gitmeyeceği söylendi.

İktidar olmadığımız, olamayacağımız hayasızca dillendirildi.

Sonuçta, 15 Ocak 2016 tarihinde, şahsımın hastanede olduğu bir dönemde, toplanan 543 imza partimize getirildi.

Ne var ki, 10 Ocak 2016 tarihinde, Olağan Büyük Kurultayımızın 18 Mart 2018 tarihinde yapılacağı Merkez Yönetim Kurulu kararıyla belirlenmiş ve duyurulmuştu.

MHP’nin nefes borusunu kesmek, manevra alanını daraltmak, tarihi yürüyüşünü sekteye uğratmak için emir almış kişiler 15 Ocak 2016’da Ankara 12’nci Sulh Hukuk Mahkemesi’ne müracaat ettiler.

Ve MHP, 12 Eylül sonrası ilk kez mahkeme kapılarına düşürüldü.

Rezilliğin dibine inenler hiçbir nedamet duymadan, Türkiye ve dünya meseleleri hakkında hiçbir vizyon gösteremeden, yalnızca değişim olsun kisvesiyle oynanan oyuna gönüllü şekilde figüran oldular.

Paralele uyduluk ve kölelik yaptılar.

Bu dönemde;

Abbas yolcu dediler.

Tarzan zorda dediler.

Başparalelci dediler.

Şu felakete bakınız ki, PKK değişim istedi.

DHKP-C değişim olsun dedi.

Eski tüfekler, çeyrek porsiyon aydınlar, yarım uzman adamlar, paralel kalemşor ve kaçaklar değişim diye tutturdular.

Pensilvanya değişim şefliğine, eski kıratçılar değişim havariliğine, Washington değişim mühendisliğine, AKP ise değişimin yedek kulübesine tamam dediler.

Neredeyse ölülerini bile yerlerinden kaldırıp ille de değişim olsun dedirtecek noktaya geldiler.

Şunun altını kalın olarak çiziyorum ki, delegelerimiz sözlerimin tamamen dışındadır.

Onların tercih ve taleplerini masaya yatırmak benim boynumun borcudur.

Biz bir aileyiz ve aile içinde her sorununun konuşularak çözüleceğine, makul ve ahlaki beklentilerin karşılanacağına yürekten inanıyor, bunun da sözünü bu mübarek akşamda veriyorum.

Hiç kimse merak buyurmasın, Milliyetçi-Ülkücü iradenin sözü yere düşmez, rica ve ümitleri karşılıksız kalmaz.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Ankara 12’nci Sulh Hukuk Mahkemesi 8 Nisan 2016 Cuma günü telkin, pazarlık, yönlendirmeyle kararını açıkladı ve Olağanüstü Tüzük Kurultayının yapılmasına karar verdi.

Bir hakim, milyonlarca mensup ve sevdalısı olan bir davanın dönen çarklarına çomak soktu.

Bu hukuk değil, biz göre resmen ve belgeli gugugtur.

Biz hukuk yollarının tükenmediğini, konuyu Yargıtay’a taşıyacağımızı açıkladık.

Nihayetinde çay toplama işine özenen şahsın yönettiği, yandaşlıktan köşesi kalmamış bu yüksek yargının 18’nci dairesi 24 Mayıs’ta 5 üyenin tamamının oyuyla Sulh Hukuk Mahkemesi’nin kararını onadı.

Biz bu yargı kararını mahsurlu ve sakat bulsak da, birçok yönüyle tarafgir görsek de saygı duyacağımızı hemen açıkladık.

Yargıtay’da AKP ve Cemaatin ittifakıyla bu kararın çıkması, oyunun boyutunu göstermesi bakımından oldukça anlamlı ve ibretliktir.

Yargıtay kararı açıklanmadan önce;

Bizim sarayla anlaştığımız namertçe söylendi.

İlk aşamada partili cumhurbaşkanlığına evet dediğimiz, başkanlık sistemine sıcak baktığımız soysuzca iddia edildi.

Hatta benim Cumhurbaşkanıyla sarayda buluştuğum, bir evde, görüştüğüm, kurultayın yapılmamasına karşılık başkanlığa tamam dediğim, yeni anayasaya boyun eğdiğim fısıltıdan öte yüksek sesle ifade edildi.

Yargıtay kararı açıklandıktan sonra bu alçak sözleri dolaştıranlarda yüz olmadığı için özür dilemediler, bilahare köşe bucak saklanmayı seçtiler.

Bilmiyorlardı ki, ömrümü verdiğim, 47 yılının her zerresinde bulunmaktan şeref ve onur duyduğum davamı dünyevi hiçbir menfaate değişmem, değişmedim.

Çünkü ben, Merhum Başbuğumuzun hayat boyu yanında durmuş, feyzini Türk-İslam’ın ruhundan alan; kapı kapı siyasi gezintiye çıkmaktansa paşa paşa ölmeyi göze alacak inanmış bir Ülkücüyüm.

Kim nasılsa çevresini de öyle görür.

Dünya başıma yıkılsa, aç kalıp muhtaç düşsem; yine namerde el açmam, yine de bu davadan dönmem, bu emanete leke sürdürmem.

Allah’tan korkar, Yusuf yüzlülerden utanırım.

Benim Genel Başkan olarak sadece bu zamana değil; gelmişe ve geçmişe karşı ihmal edemeyeceğim sorumluluklarım vardır.

 

Değerli Ülküdaşlarım,

Bildiğiniz gibi, aylardır kangrene dönmüş kurultay meselesini kökten bitirmek için tarihi bir karar aldık.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin daha fazla yıpratılmasına, tartışılmasına müsaade edemezdik, etmedik.

Bu itibarla 10 Temmuz 2016 Pazar günü, Ankara Arena Spor Salonunda 6’ncı Olağanüstü Büyük Kurultayımızı toplamaya karar verdik.

Lütfen dikkat ediniz, bugüne kadar önemli siyasi gelişmelerden dolayı 5 kez yaptığımız Olağanüstü Büyük Kurultayımızın bu defa 6’ncısını Allah’ın izniyle hayata geçireceğiz.

Bu karar Merkez Yönetim Kurulu tarafından da onaylanmıştır.

Fakat tarlada toplaşıp tellere takılı kalanlar Olağanüstü Büyük Kurultay tarihi olarak 19 Haziran’ı belirlemişlerdir.

10 Temmuz’a uymamışlardır.

Daha ileri gidenler, 10 Temmuz’u tuzak olarak mimlemişlerdir.

Bu dil bayağı, çarpık, çürük ve düşük bir dildir.

Ülkücüye tuzak kurmak kimin haddinedir?

Böyle bir şey nasıl söylenebilmiştir?

MHP’yi, tıpkı Tospanın kabuğu gibi kullanıp altına saklanmak isteyen paralel çeteye bekçilik yapanlar, aslında tuzağın ta kendileri olduğunu bilmeyecek kadar kör ve şuursuzlar mıdır?

Çağrı Heyeti; Yargıtay kararına binaen 19 Haziran tarihini açıkladıklarını söylemektedir.

Yargıtay kararında, Olağanüstü Büyük Kurultay talebinin beşte bir oranına ulaşan üyeye tanınmış bir hak olduğuna dikkat çekilmişken, Genel Başkan ve Merkez Yönetim Kurulu’nun hak ve yetkileri görmezden gelinmiş, geri plana itilmiştir.

Maksatlı, mahsurlu ve çifte standarttan ibaret olan bu değerlendirme hukuki kılıfla gizlenmiş siyasi düzenlemelere net olarak hizmet etmiştir.

Hepsinden önemlisi, bir millet eserinin sıradan bir dernek veya kooperatifle bir tutulup aynı kategoride ele alınması fahiş bir hata olarak milli hafızalara kazınmıştır.

Biz bunun için Yargıtay’a Yandaştay dedik, bunda da ısrarlıyız.

Parti Tüzüğü’müzün 63’ncü maddesinin 3’ncü fıkrasında; “Olağanüstü Büyük Kurultay toplantılarına Genel Başkan ve Merkez Yönetim Kurulunca gerek görülen hallerde veya Büyük Kurultay delegelerinin en az beşte birinin imzaları ile birlikte noterce yazılı talebi üzerine çağrılabilir” hükmü vardır ve yazılıdır.

Genel Başkan olarak parti Tüzüğümüzün bana verdiği yetkiye dayanarak ve gerek gördüğüm haller nedeniyle Olağanüstü Büyük Kurultay tarihini 10 Temmuz 2016 olarak belirledim.

Buna karşılık 19 Haziran dayatması kaos seviciliktir.

19 Haziran yanan ateşe benzin dökmektir.

Ve Milliyetçi Hareket Partisi 19 Haziran’a katılmayacaktır.

Kaldı ki, 19 Haziran’da yine Tüzüğümüzün 64’ncü maddesinin 1’nci fıkrasına göre:

“Büyük Kurultayın Genel Başkan veya Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı yahut Genel Başkanın görevlendireceği Merkez Yönetim Kurulu üyelerinden biri tarafından usulüne uygun olarak yoklama yapıldıktan sonra yeterli çoğunluk sağlanmışsa açılabileceği” belirtilmektedir.”

Ben katılmayacağıma, ilgili arkadaşlarımın 19 Haziran’da seçilmiş salonda bulunmayacağına göre bahsi geçen korsan kurultay nasıl yapılacaktır?

Yapılırsa geçersiz ve kanunsuz olmayacak mıdır?

Milliyetçi Hareket Partisi’ni sonuçsuz kör dövüşüne mahkûm etmeye kimin ne hakkı vardır?

Bayramın hemen ertesinde, yani 10 Temmuz’da, 6’ncı Olağanüstü Büyük Kurultayımızı Ankara’da dava ve kardeşlik ruhuyla yapmaya her birinizi, her dava arkadaşımı davet ediyorum.

Sizleri korsana değil, Ülkücü karar ve iradenin şölenine bekliyorum.

Diyeceğim odur ki, karşımızdaki oyun şiddetli, nankör, namert ve acımasızdır.

Karşımızdaki oyun vahşi ve ahlaksızdır.

Oyun kirli, oyun kinlidir.

Bu oyun artı toplamlı değil, sıfır toplamlı bir oyun olacaktır.

Bu itibarla 10 Temmuz’da Oyun Bozulacaktır.

Biz oyun bozmada ustayız. Yine bozacağız.

Biz oyuncuların maskesini indirmede tecrübeliyiz. Yine indireceğiz.

Dün Merhum Başbuğumuza oyun tezgahlayanlar, yaşarken bırakınız yanında olmayı, siyaseten karşı cephesinde yer alanlar; bugün çıkmışlar değişim olsun demektedir.

Bunlara müsaade etmeyeceğiz.

Hiçbir dava arkadaşım bu vebale ortak olmayacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni mutlaka temizleyeceğiz.

Arınıp, kendimize geleceğiz.

Oyunu bozacağız, Türkiye’ye sahip çıkacağız.

Oyunu bozacağız, Türklüğün mukadderatını ezdirmeyeceğiz.

Oyunu bozacağız, AKP’nin bileğini büküp, sarayın siyasi kumpaslarını alt üst edeceğiz.

Oyunu bozacak Milliyetçi Hareket’i engellemek isteyenleri bozguna uğratacağız.

Sizler, ihtiyaç olan her an da ortaya çıktınız ve bayrağı yükselttiniz.

Bu kudret, inanç, yürek ve şuur hepinizde var.

Yeter ki inanın. Yeter ki doğrulun.

Korkacak, çekinecek, ürkecek hiçbir şeyimiz yoktur.

Tarafımız doğru, alnımız pak, yönümüz haktır:

47 yılın doğruları bugün de rehberimizdir.

 

Bizim,

Yüreğimizde Allah inancı,

Arkamızda şehitlerin hatırası,

Önümüzde milletimiz,

Gönlümüzde vatan sevgisi,

Yanımızda dava arkadaşlarımız vardır.

Ve işte, vatan için çarpan yürekleri ile

buradadırlar.

İnancımızı bir kez daha tekrarlıyorum:

Yılmayacağız,

Yıkılmayacağız,

Başaracağız.

Oyunu tümden bozacağız.

İnanıyorum ki, Cenab-ı Allah, Milliyetçi Hareket'e Türkiye'nin geleceğine sahip çıkma mücadelesinde yardımcı olacak, heyecanımızı, azmimizi ve emeğimizi karşılıksız bırakmayacaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyor ve kucaklıyorum.

Allah sofralarımızın bereketini artırsın, Oruçlarımızı kabul etsin.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.