Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 14 Haziran 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
14 Haziran 2016

 

Saygıdeğer Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Değerli Basın Mensupları,

Parti Meclis Grup toplantımıza başlarken sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyor, en iyi dileklerimi sunuyorum.

Ramazan ayının kendine has kurallar manzumesi, inananları bağlayıcı manevi vecibe ve yükümlülükleri vardır.

İçinden geçtiğimiz mübarek günlerde, yalnızca boğazımıza değil; dilimize ve nefsimize de hâkimiyet kurmalı, hatta bunu hayat felsefesi yapmalıyız.

Oruç sabrın imtihanı, şükrün mükâfatı olduğu kadar; adalet ölçülerinin sınandığı, ahlaki kaidelerin yaşandığı ve yaşatılmasının da zorunlu olduğu bir ibadettir.

Elbette ibadetimizi yaparken aç ve yoksulluğa terk edilmiş kardeşlerimizi düşünmek mecburiyetindeyiz.

Ramazan ayı empati ister, paylaşma ve fedakarlık bekler.

Sofrasında kurumuş ekmekten başka bir şeyi olmayan biçareler uzanacak şefkat ve yardımsever bir el gözler.

Şu anda akşama ne yiyeceğini kara kara düşünen mazlumlar, pazarda, markette gramla alışveriş yapan mağdurlar, Ramazan’da daha çok ilgi ve desteği hak etmektedir.

Onlar açken, tıka basa yiyemeyiz.

Onlar muhtaç ve ihtiyaç sahibiyken duyarsızlık gösteremeyiz.

Bir tas sıcak çorbaya, bir kap doyurucu yemeğe hasret kalmış yüzbinlerce kardeşimiz karşımızda dururken geceleri huzur içinde uyuyamayız.

Türkiye’de ekonomik daralma ve gerileme hali hayatın her alanında etki ve sonuçlarını göstermektedir.

Ramazan’da bu açmazın daha da hissedildiği bir gerçektir.

Türkiye’de korkunç ve sürekli artan bir gelir dağılımı adaletsizliği vardır.

Gelişen, kalkınan, zenginleşen, refahına refah ekleyen millet değildir, aksini iddia edenler de yalancı ve yağmacılardır.

Türk-İş’in yaptırdığı bir araştırmada; Mayıs ayı içinde, dört kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 375 lira, yoksulluk sınırı ise 4 bin 478 lira düzeyindedir.

Bu hesaplamaya göre, bin 300 lira asgari ücret alan kardeşlerimiz, yoksulluk sınırı şöyle dursun, açlık sınırının direkt altındadır.

Veren el alan elden üstündür diyen iktidar zihniyeti, asgari ücretliye, emekliye, işsize, çiftçiye, memura, esnaf ve işçiye yağmurlu havada su vermediğine göre, bu aziz milletin kaynakları kimlerin cebine gitmiştir?

Gerek Cumhurbaşkanı gerekse de AKP’li bakanlar; dönem dönem milli gelire göre, insani yardım yapan ülkeler arasında Türkiye’nin ilk sırada yer aldığını pişkince iddia etmektedir.

Ülkemizin yılda 1,7 milyar dolarlık insani, yaklaşık 3,5 milyar dolarlık da kalkınma yardımı yaptığını en son Dışişleri Bakanı itiraf etmiştir.

Hazinemiz sanki dolmuş taşmıştır da, geriye sadece yılda 5,2 milyar doları başka ülke ve toplumlara yardım olarak vermek kalmıştır.

AKP’nin acıklı durumunun özeti tamamıyla şudur: Hallerine yanmazlar, Hasan Dağı’na oduna giderler.

Evde ayranları yoktur içmeye, gümüşten köprü isterler geçmeye.

Fare deliğine sığmamış, bir de kuyruğuna kabak bağlamış. İşte hükümetin durumu aynen budur.

Yine Sayın Erdoğan ve hükümet üyelerinin açıklamalarından; ülkemizde bulunan Suriyelilere 10 milyar dolar harcandığı anlaşılmaktadır.

Türkiye’nin kıt imkanları, milletimizin alın teri savurganca heba edilmektedir.

Başkalarına ali cenap ve cömert olan 17-25 Aralık kafası, sıra vatandaşlarımıza gelince sinekten yağ çıkarmanın telaşındadır.

AKP’li bir başbakan yardımcısının geçtiğimiz günlerde gündeme getirdiği; zorunlu bireysel emeklilik sistemine otomatik katılım tüm çalışanlardan alınacak haracın adeta ipucudur.

Özellikle, çalışanların yaklaşık yüzde 40’nı oluşturan asgari ücretlilerden aylık 100 lira kesmeyi planlayan hükümet, tasarruf açığını kapatayım derken vicdan açığı vermiş, haysiyetinin dikişleri iyice açılmıştır.

Doğrudur, Türkiye’nin tasarruf açığı alarm zilleri çalmaktadır.

AKP hükümetleri döneminde Türkiye kazandığından daha fazlasını harcamış, saçmış ve tüketmiştir.

Doğal olarak son 14 yıllık zaman diliminde, cari açık da toplamda yaklaşık 470 milyar dolarlık açık vermiştir.

Bu hepimiz açısından esef ve endişe verici bir tablodur.

Yabancılar çalışmış, kazanmış, biriktirmiş; buna karşılık AKP borçlanmış ve yüzsüzce hazıra konmuştur.

2002’de 129 milyar dolar olan dış borç, AKP’li iktidar yıllarında bırakınız artmayı 403 milyar dolara ulaşarak patlama yaşamıştır.

2007 yılında 9 bin 247 dolar olan kişi başına düşen gelir; çıkmış inmiş, 9 bin 247 dolarda sabitlenmiştir.

Son 9 yılda vatandaşlarımızın reel gelir seviyesi, yani cüzdanlarındaki paranın tutarı devamlı erimiş, devamlı eksilmiştir.

Ama bu Türkiye’de zenginleşen, köşeyi dönen, gemisini yürüten çok sayıda yandaş ve haramzade olduğu da gün gibi meydandadır.

Hortumcular parlarken, millet sönmüştür.

Hırsızlar yükselirken, millet inmiştir.

Rüşvetçiler ilerleyip kasalarını doldururken, milletin kesesi boşalmıştır.

Bu manzara adaletsizlik değil midir?

A’dan Z’ye her vatandaşımızı vuran sosyal ve ekonomik zulüm facia olarak görülmeyecek, sayılmayacak mıdır?

Son 14 yılda 57 milyar dolarlık özelleştirme yapılmıştır.

Ogerler, Oferler, Arap şeyhleri, küresel banker ve para baronları her değer ve mirasımıza akbabalar gibi üşüşmüşlerdir.

AKP hükümetleri döneminde yaklaşık 250 milyar dolara yakın dış kaynak ülkemize giriş yapmıştır.

Türkiye’nin sattığı tesis ve varlıklardan elde ettiği paralarla, yabancıların getirdiği sermaye nerededir, kimlerin elindedir?

Erzurumlu Hasan’da olmayan, Yozgatlı Mehmet’te bulunmayan, Balıkesirli Hatice’de görülmeyen; dahası 79 milyonun semtine uğramayan paralar hangi vurguncuların hesabındadır?

IMF’ye borcu bitirdik, 23,5 milyar dolar ödedik demediler mi?

IMF’ye borcu sıfırlamakla övünen hükümet, Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası’ndan alınan yüksek faizli kredileri nasıl izah edecek, hangi deliğe saklayacaktır?

Ekonomideki yırtıklar yama götürmeyecek kadar büyüktür.

Her beş insanımızdan biri işsizdir.

İhracat pazarları daralıp ithalat artmaktadır.

Üretim kösteklenirken yarınlarımıza ipotek koyan borca dayalı tüketim güçlenmektedir.

2002’ye göre hane halkları borcu yaklaşık 50 kat fazlalaşmıştır.

Bu şartlar altında, Türkiye ekonomisi bu yılın ilk üç aylık döneminde yüzde 4,8 büyümüştür.

AKP’li bakanlar, ağız birliği etmişçesine sıra sıra büyümeyi övmüşlerdir.

Kantarın topuzunu her zamanki kaçırmışlar, boşa atıp dolu tutmanın kurnazlığına heves etmişlerdir.

Buna göre, Türkiye Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkesi olmuş.

OECD Raporunda ilk üçe girmiş, kesintisiz büyüme 26. çeyreğe ulaşmış.

Kimliği meçhul kriz tellallarının iddiaları çürümüş.

Maliye Bakanı; sürdürülebilir büyümeden bahsetmiştir.

Yetmedi, istihdam ve katma değeri yüksek yatırımlarla desteklenen reformları artırıp AB ile entegrasyonu hızlandıracaklarını söylemiştir.

Türkiye ekonomisi büyüdüyse, refah, ekmek ve güven nasıl küçülmektedir?

Büyüyen ekonomi mi, yoksa sanal ve hayal mahsulü makro ekonomik parametreler midir?

Sokağa bakıyoruz, büyüyen bir ekonomi göremiyoruz.

Emekliye soruyoruz, bak büyüyormuşuz, gözün aydın diyoruz; doğru büyüme var, ama feryadım, şikayetim, ağrım ve öfkem cevabını veriyor.

Çiftçiye ne haldesin diye soruyoruz, ekonomi büyümüş diyoruz; acı acı yüzümüze bakıyor, bomboş mazot varillerini, küflenmiş pulluk demirlerini, rehin traktörünü, boğazına sarılmış borç ve protesto senetlerini, kapıya dayanmış haciz memurlarını işaret ediyor.

Yoksulluktan bitap düşmüş kardeşlerimize büyümeyi hatırlatıyoruz; ne gezer, dalga mı geçiliyor; küçülmedik bir yerimiz kalmadı cevabını alıyoruz.

AKP diyor ki, ekonomi büyüdü; ar ve namus nişanesi milletimiz diyor ki ekonomi büyülendi, büyük bir aldatmanın aracı oldu.

Büyüyen millet değilse, büyüme gerçekçi ekonomik dinamiklere dayanmıyorsa; büyüyenlerin, büyük büyük götürenlerin nerede olduğunu, nerelere gizlendiğini yüreği olan hangi devlet veya siyaset adamı söyleyebilecektir?

Hatırlarsanız, AKP hükümeti, farklı zamanlarda, cari açık ve tüketime dayalı büyümenin frenlenmesi için finansal önlemlere başvurdu.

Tüketim cephesinin zayıflaması için kısıtlayıcı tedbirler geliştirdi.

Sanki bunlar hiç olmamış gibi, kaçak sarayda danışmanlık yapan AKP’nin eski ekonomi kurmaylarından birisi, “böyle bir ortamda tüketime dayalı büyüme bile çok manalı ve güzel bir olay” diyebilmiştir.

Avrupa’nın tüketimi arttırmak için para bastığını, likidite verdiğini, buna rağmen başaramadığını marifetmiş gibi dile getirmiştir.

Türkiye ekonomisi AKP’yle beraber geriye sarmaya başlamış, risk ve belirsizlik sarmalına girmiştir. Ve bu çok açıktır.

Kim ne derse desin; büyüme ekonomide değil, ahlaksızlıktadır.

Büyüyen yalan ve yolsuzluktur.

Büyüyen ekonomiden ziyade, sayıları 95 bini bulan milyonerlerdir.

İşsizlik büyümüş, hayat pahalılığı büyümüş, faiz büyümüş, rant ve ihanet lobisi güçlenmiştir.

Ve bunlar Adalet ve Kalkınma Partisi’nin karanlık icraatlarının eseridir.

Cumhurbaşkanı MÜSİAD’ın düzenlediği iftar programında, dünyada 100 civarında dolar milyarderinin sahip olduğu zenginliğin 3,5 milyar insanın toplam varlığına eşit olduğunu ifade etmiştir.

Sayın Cumhurbaşkanı uzaklara bakmasın, gözünü dışarı çevirmesin.

Başka yerde iz sürmesin, dolar milyarderi avına tevessül etmesin.

Türkiye’nin, dünyadaki eşitsizlik ve adaletsizliğin aynısına 14 yılda nasıl mahkum olduğunu görsün, eğer cesareti varsa kendisine bu kokuşmuşluktan pay çıkarsın.

Küresel kapitalizme hizmetkâr olanların, yanını yöresini, eşini dostunu, akraba ve yandaşlarını abat etmesi, emek vermeden dolar milyarderi olması unutulacak ve affedilecek bir rezillik değildir.

Mutlak adalet belki dünya üzerinde zordur; ama mutlak ahlak ve insanlık değerlerini egemen kılmak hepimizin elindedir.

Şehit gelince yükselen, Obama konuşunca sallanan veya FED açıklama yapınca düşen bir borsa mantığına;

Küresel sermayeyi kontrol eden, hem gözü aç hem de zalim bir azınlık tarafından siyasi ve ekonomik operasyonlar için silah gibi kullanılan döviz kuruyla;

Ülkeler arası etnik, dini, mezhebi, jeopolitik fay hatlarıyla oynayarak faiz oranlarını bir indirip bir çıkaran küresel çete ve lobilerle mücadeleyi kazanmadan bu ülkenin belini doğrultması mümkün değildir.

Milliyetçi Hareket Partisi işte bu mücadeleyi göze almıştır.

Ekonomiyi, milli ve manevi değerlerle yoğurmanın, milletimizin tamamının milli gelirden hakkını alacağı, bağımlılığın azaltılacağı, aç hürler, tok esirler denklemini kökünden değiştirileceği bir yapıya kavuşturmak istiyoruz.

Ekonomiye yalnızca sayılar, teoriler değil; ahlaki ilkelerimiz ve kadim değerlerimiz yön ve yol versin diyoruz.

Bize dayatılanları sorgulamadan, bize gösterilen sahnenin dışına çıkmadan Türkiye ekonomisinde ne yapısal dönüşümleri sağlayabilir, ne de insanımızı merkezine alan bir anlayışı tesis edebiliriz.

Londralının tüketim kalıpları ile tercih ve hayata bakış sistematiğini Ankaralının da benimsenmesi istenirse yalnızca haksızlık yapılmış olmaz, aynı zamanda büyük bir tarihi vebal ve cinayete de ortak olunur.

Milliyetçi Hareket Partisi Türk milletinin ruh, kültür ve kimlik değerlerine müzahir bir ekonomi politik reform ve hazırlığın yanındadır, peşindedir; bunu da mutlaka başaracaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

İnsanlık hiç bitmeyen, hiç de sonlanmayacak bir arayışın içindedir.

Bu arayış çetin geçmekte, yeni meselelerin yeşermesine, küresel ve bölgesel huzursuzlukların giderek tırmanmasına, karmaşıklaşmasına neden olmaktadır.

Sosyal bunalımlar, ekonomik krizler, siyasal türbülanslar her ülkeye bir yönüyle temas etmekte veya sarsmaktadır.

Maddiyatın çekim alanına kapılan insanlık maneviyattan süratle uzaklaşmaktadır.

Bunun getirmiş olduğu olumsuzluklar serisi kürenin her yerinde az veya çok hissedilmektedir.

Bir zamanların umut ve istikrar numunesi olarak tasvir ve tanımı yapılan Avrupa’nın, içine düştüğü sosyal ve ekonomik gelgitler artık sokaklara taşmaktadır.

Şiddet devamlı körüklenmekte, anlaşmazlık ve çatışmalar artan ölçüde kışkırtılarak ülke ve coğrafyaların önünü perdelemektedir.

Fransa’da yaşanan ve üçüncü dünya ülkelerinden farksız olaylar bunun en canlı delilidir.

Euro 2016’ya ev sahipliği yapan Fransa’nın, kavga ve kaos görüntüsü çizmesi farklı yönleriyle dikkatle incelenmesi ve yorumlanması gereken bir durumdur.

Holiganlar arasındaki cepheleşme ve kanlı çekişmeler sporun ve futbolseverlerin güvenliğini tehdit ederken, işbirliği ve uzlaşmaya da ket vurmaktadır.

Demokratik içerikli tepki ve eleştiriden ziyade; gizlenmiş nefret ve öç alma duygularının bir vesileyle ortaya çıkması her ülkeyi tedirgin etmektedir.

Çünkü küreselleşmeyle beraber yalnızca fikir, emek, sermaye, teknoloji değil, şiddet ve terör olayları da yayılmakta, sınır ve eşik tanımamaktadır.

Şiddet, birkaç gün önce bu defa da ABD’nin Florida eyaletine bağlı Orlando şehrinde korkunç şekilde sahneye çıkmıştır.

Bir gece kulübünü basarak 50 kişiyi öldüren, 53 kişiyi yaralayan 29 yaşındaki Afgan asıllı katil, 11 Eylül’den sonra ABD’nin bir kez daha korku tüneline girmesine yol açmıştır.

Açıkça kınadığımız bu saldırıyı IŞİD’le ilişkilendirme çabası bölgesel gelişmeler dikkatle incelendiğinde oldukça manidar ve yoruma açıktır.

ABD’nin komşu coğrafyalarda terör örgütlerini maşa olarak kullanıp, bir kısmını da kara gücü olarak değerlendirdiği bilinen bir gerçektir.

Bu ülkenin YPG’ye destek vermesi, Irak ve Suriye’nin bölünmesi için mesai harcaması elbette insanlık vicdanına sığmadığı gibi uluslararası hukuka da uymamaktadır.

ABD, Türkiye’nin görünüşte dost ve müttefikidir.

Sayın Erdoğan’ın, ABD Başkanı Obama’yı hayal kırıklığı şeklinde tanımlaması iki ülke arasındaki tarihsel ilişkilerin ana çerçevesini şüphesiz etkilemeyecek dönemsel bir eleştiridir.

Fakat ABD’nin terör örgütlerini himaye altına alıp bölgesel dizayn ve düzenleme işine sevk ve memur etmesi hiçbir gelişmişlik ölçüsüyle ifade edilemeyecektir.

PKK’ya göz kırpan, sıcak mesajlar veren, militan devşirmesi ve mali imkanlar elde etmesi konusunda kolaylıklar gösteren ülkelerin terörden şikayet etmesi aslında ikircikli ve inandırıcılığı zayıf bir sızlanmadır.

ABD Başkanı’nın ülke içinde aşırılık vakalarının örneği şeklinde nitelendirdiği Orlando katliamının benzerlerine Türkiye de sık sık maruz kalmaktadır.

Ülkemizi iki hafta meşgul eden ve sonunda İzmir’de yakalanan seri katil de bu çerçevede yorumlanabilecektir.

Bir yönüyle, terör de aşırılık, insanlığın kırılma ve sapma halidir.

Ve Türk milleti azılı teröristlerin, doymak bilmeyen terörizmin hedefindedir.

Ne garip ve tuhaftır ki, her terör saldırısından sonra batılı ülkeler, soğuk ve mesafeli taziye açıklamalarından başka dişe dokunur hiçbir katkı ve yardımı Türkiye’ye vermemektedir.

Çünkü Türkiye’ye doğrulan her namlunun gerisinde kendisini medeni ve gelişmiş olarak sunan bir ülke veya ülkelerin kirli parmak izi, karanlık emeli vardır.

Siyasi hesaplaşmalar terörizm kanalıyla görülmektedir.

Emperyalizmin kan ihtiyacı terör örgütlerince karşılanmaktadır.

Dileğimiz Orlando katliamının Ortadoğu’da yeni saldırı ve ele geçirme stratejilerinin bahanesi olmasından çok, ABD için sorgulama, özeleştiri için de bir milat teşkil etmesidir.

Terörle küresel boyutta ve uluslararası işbirliği ağlarını güçlendirerek mücadele etmek her ülkenin öncelikli görevi olmalıdır.

Kaynağı ne olursa olsun, terör ateşi kuvvetli şekilde yandığı müddetçe dünya asla emniyetli olamayacaktır.

ABD’nin terörle arasına mesafe koyması, terör örgütlerine kesin ve sert tavır göstermesi bölgesel ve küresel istikrara kalıcı şekilde hizmet edecektir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Terör dehşet saçmaya devam ettikçe milletimizin sabrı taşmakta, toplumsal provokasyonların önü açılmaktadır.

Bildiğiniz gibi, 6 Haziran 2016 tarihinde İstanbul Vezneciler’de bomba yüklü bir araç hainler tarafından patlatıldı.

Sonuçta 6’sı polis, 5’i sivil vatandaşımız olmak üzere 11 kardeşimiz şehit oldu.

Bu alçak saldırıyı PKK’nın şehir uzantısı olduğu söylenen TAK isimli cinayet örgütü üstlendi.

Bir gün sonra, bu kez Mardin Midyat’ta sahneye çıkan bölücü caniler, bomba yüklü bir araçla emniyet müdürlüğüne saldırdılar.

Bu saldırıda karnında bebeğini taşıyan polis memurumuz Şerife Özden Kalmış, polis memurumuz Nefise Özsoy ve polis memurumuz Ökkeş Özdemir şehit düştüler.

Yine aynı terör vahşiliği neticesinde, 3 kardeşimiz hayatını maalesef kaybederken, 50 kardeşimiz yaralandı.

Özellikle belirtmek istiyorum ki, Midyat’ta şehit olan polis memurumuz Edirneli Nefise, Kastamonulu Şerife bizlere hiç aklımızdan çıkarmayacağımız bir kahramanlık destanı bırakarak ebediyete göç ettiler.

Bu iki Türk kadını, cesaretin, dirayetin, görev şuurunun, vatan sevdasının sadece cinsiyetle değil, yürekle olacağını ispatladılar.

Dantelli kefen giymediler, kefensiz kara toprağa girdiler.

Başlarını eşarpla kapatıp molotof atan, fistan giyip kahpelik yapan zenne kılıklı gancıklar karşısında, kadınlık onurlarıyla Türk’ün iffet ve namusunu savundular.

Kim erkek, kim mert; kim kalleş, kim namert dünya aleme gösterdiler.

Kadın etek giyer, eğer erkek giyerse ya korkudan ya da sapıklıktandır.

Şehit kadın polislerimiz eteğe saklanmak yerine fitneye meydan okudular; Kandil’de etek diktirip şehirlerde giyen şerefsizlere gerçek anlamda ders verdiler, fistanlarını başlarına geçirdiler.

Şehitlerimizle övünüyorum, hepsine Rabbim’den rahmet diliyorum.

Vezneciler’de bomba yüklü aracın saldırıdan kısa süre önce bir otoparka bırakıldığı, olay günü sabahın erken saatlerinde başörtüsü takan bir hain tarafından alındığı medyaya yansımıştır.

Başörtüsünün 27 Nisan’da Bursa’da düzenlenen terör saldırısından sonra bir kez daha istismar edilerek karalanması meselenin bir başka ağır tarafıdır.

Bombalı araç saldırıdan 35 dakika önce yol kenarına park edilmiştir.

Teröristler, bombalı suikast gerçekleşmeden, kendilerini inşaat halindeki bir otelin çalışanları olarak göstermişler, bölgede keşif çalışması yapmışlardır.

Aslında söz konusu terör eylemi öncesinde tam bir ihmaller zinciri ve güvenlik zafiyeti vardır.

Ve teröristler buldukları her imkanı değerlendirerek ya bomba patlatmakta ya da kurşun atmaktadır.

Hendek ve barikatlara Türkiye’yi sıkıştırmaya kalkışan, canlı bombalarla milletimizin direncini kırmaya yeltenen hainler bilsinler ki; Türk milleti bir ölürse bin dirilir, bin ölürse onbinler, yüzbinler ayağa dikilir.

Teröristler açtıkları fitne çukurlarına eninde sonunda hayalleriyle birlikte gömüleceklerdir.

PKK, doğmamış bebeklerin katilidir.

PKK, emzikli yavruların amansız düşmanıdır.

PKK, yok edilmesi, kökünün kurutulması gereken vatan, bayrak, din ve Türklük hasmıdır.

İdrak ettiğimiz Ramazan ayında cana kıyan, mazlumların ahını alan suç ve cinayet örgütü tetikçilerinin iki dünyası da rezil rüsva olmuştur.

20 Temmuz 2015’ten bugüne kadar; 207’si polis, 346’sı asker, 19’u sivil memur, 17’si korucu olmak üzere şehit düşen 589 vatan evladının kanı yerde kalmamalı, bu hesap mahşere bırakılmamalıdır.

Sakın ola, hükümet terör örgütüyle görüşeyim, buluşayım, yeniden bir çözüm süreci başlatayım ihanetine heves etmemelidir.

Serok Başbakan sabık başbakan olduktan bir müddet sonra, PKK’yla irtibat kurmaya çalıştığına yönelik iddialar kamuoyuna yansımıştır.

Bilhassa geçtiğimiz Nevruz’da AKP ile PKK arasında aracılar mekik dokumuş, Yüksekova operasyonundan önce bir orta yol bulma çabaları gösterilmiştir.

Eğer bu söylentiler, Sayın Davutoğlu’nu karalamak için başlatılmış bir siyasi linç kampanyası değilse, eğer AKP ile PKK şu anda bazı kanallardan temas halindeyse, bilinsin ki, bu hıyanetin altından hiç kimse kalkamayacaktır.

Kuşkumuz odur ki, AKP, PKK ile masaya oturmak için fırsat aramakta, gerekçe oluşturmaktadır.

Başbakan’ın PKK’yı kast ederek, “görüşme teklif ettiler, kabul etmedik” sözleri bizi haddinden fazla işkillendirmiştir.

Bu kuşkumuz doğru çıkar, AKP ile PKK’yı kuytu köşelerde görüşürken yakalarsak; bu vatanı bu iktidara dar ederiz, dünyayı da başlarına yıkarız.

Süreç bitmiş ve gömülmüştür. İhanet müzakerelerinin defin işlemi tamamlanmıştır. En azından söylenenlere inanmak istiyoruz.

Sayın Erdoğan terörle mücadelenin kararlılıkla yürütüleceğini söylerken, Başbakan’da başka bir seçeneği olmadığı için aynı görüşü tekrarlamaktadır.

Şehit haberlerinin kesilmesi, milli bekanın muhafazası, analarımızın tedirgin ve korku dolu bekleyişlerinin son bulması için terör örgütü çökertilmeli, paramparça edilmelidir.

Şehitlerimiz geldikçe, acılarımız ne denli fazla olsa da son görevimizi elbette huşu içinde yapmalıyız.

Çünkü bizi bir millet yapan sevinçlerimizi paylaştığımız gibi, hüznümüzde de aynı duyarlılığı göstermek ve akan gözyaşlarına ortak olmaktır.

Ancak bir süredir CHP Genel Başkanı şehit cenazelerinde protesto edilmektedir.

Meselenin şüphe çekici yanı, protestolara katılan bazı kişilerin poliste sabıka kayıtlarının bulunmasının yanısıra, sosyal medyada hastalıklı ruh hallerini yansıtan fotoğraflarının yayımlanmasıdır.

8 Haziran 2016 Çarşamba günü, Fatih Camiinde şehit cenazesine katılan Sayın Kılıçdaroğlu’nun önüne boş mermi kovanı atılmış, gönderdiği çelenk parçalanmıştır.

Gerilimler Edirne’de de devam etmiştir.

Bu densizlik ve provokatörlüğü hoş görmek, sıradan kabullenmek, geçiştirmek mümkün değildir.

Camide saf tutan cemaati bölmek, birbirine düşürüp hasım etmek bu millete yapılacak en büyük kötülüklerden birisidir.

AKP, bu taşkınlıklara prim vermiştir.

Dün sarayda AKP’li milletvekillerini ve Merkez Karar Yönetim Kurulu’nu toplayıp işlediği Anayasa suçlarına yenilerini ekleyen Cumhurbaşkanı, cami avlularındaki arbedeleri daha da tetiklemiştir.

Aralarında AKP’li ve CHP’li üyelerin de yer aldığı, İnsan Hakları Komisyonuna bağlı Cezaevleri Alt Komisyonunun bazı denetim faaliyetleri kasten çarpıtılmış ve kutuplaşma malzemesi olarak gösterilmiştir.

Türkiye’de cami avlusunda kavga edilirse, namaz kılmayanlara hayvan suçlaması getirilirse, sorarım sizlere, birlikte ve kardeşçe nasıl yaşayacağız?

Cami avlusunda ana muhalefet liderinin önüne mermi kovanı atmak bize göre organize ve planlı siyasi bir hamledir.

Bu edepsizliğin hesabı sorulmalı, işbirlikçileri deşifre edilmelidir.

Kahramanlarımızın aziz naaşlarının önünde kavga çıkarmak, fitneye çanak tutmak PKK’ya hizmetkârlık, şehide ve yakınlarına hakaret, milli ve manevi geleneklerimize küfürdür.

Buna da hiç kimsenin hakkı yoktur.

Bu nedenle herkesi sağduyulu ve soğukkanlı olmaya davet ediyor, siyasi tarafların daha fazla tahrik peşinde koşmamasını, sokaktan medet ummasını ümit ve temenni ediyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Bildiğiniz üzere Dünya Ağır Sıklet Boks Şampiyonu Muhammed Ali 4 Haziran günü hayata gözlerini yumdu. Kendisine bir kez daha Cenabı Allah’tan rahmet diliyorum.

Merhum, geride bıraktığımız hafta ABD’de düzenlenen cenaze merasimiyle son yolculuğuna uğurlanırken Sayın Erdoğan da oradaydı.

Ne var ki Sayın Erdoğan’ın ABD ziyareti Türk devletinin itibarının adeta ayaklar altına alındığı bir ortama dönüşmüştür.

Bu tabii olarak önce ABD’nin ayıbıdır.

Kana susamış canilerin İstanbul Vezneciler ve Mardin Midyat’ta düzenlediği saldırılar yüreklerimizi kavururken, Erdoğan’ın ABD’ye gidişi bizim nezdimizde son derece düşündürücü ve rahatsız edicidir.

Elbette merhum Muhammed Ali’nin acısını bizde paylaşıyoruz, fakat kendi şehidimiz varken, acımızı yok sayıp başka ülkedeki cenaze merasimine iştiraki de asla tasvip etmiyoruz.

Ülkemiz son derece sıkıntılı günlerden geçerken, memleketin her köşesinde şehitlerimizin taziye dergâhı kurulurken, başka adreslerde taziye sırasına girmek akıl ve vicdanla izah edilemeyecektir.

Kendi evlatlarımıza helallik vermek dururken, başka cenazelerde sırf şöhret olsun diyerek boy göstermenin makul hiçbir yönü da olmayacaktır.

Şehitlerimiz ay yıldızlı al bayrağa sarılı tabutlara konurken, Sayın Erdoğan’ın yanına Diyanet İşleri Başkanı’nı, damadını ve bakanlarını da alıp binlerce kilometreyi kat etmesi çok yanlıştır.

Sayın Erdoğan’ın, Muhammed Ali’nin cenazesinde görüp de, şehit cenazemizde bulamadığı nedir?

Bunca patırtıya, gürültüye rağmen elinize ne geçti Sayın Erdoğan?

Katıldığınız cenaze merasiminde konuşma yapmak istediniz, söz verilmedi.

Yanınızda götürdüğünüz Kâbe’nin örtüsünü merhumun tabutunun üzerine sermek istediniz, müsaade edilmedi.

Tabutun başında Kuran okumak istediniz, onay çıkmadı.

Aldığınız hediyeleri Muhammed Ali’nin ailesine vermek istediniz, 15 dakika bekletildiniz, yine de olmadı.

Bir gün olsun kutsal mabedimiz olan Kâbe’nin örtüsünü bir tek şehidimizin tabutuna koymamışken, siz hangi akla hizmet bu davranışı başka bir cenaze için uygun buldunuz?

Ne yaptığınızın, ülkemizin prestijini hangi seviyelere düşürdüğünüzün farkında mısınız?

Karşınıza bir organizasyon şirketi çıkacak ve size ne yapmanız yada ne yapmamanız gerektiğini söyleyip, istediğini elde edecek ve siz de bir şey yapamayarak arkanıza bakıp döneceksiniz, Cumhurbaşkanı’nın saygınlığı bunu kabul eder mi?

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'na hadsizlik yapan ve Muhammed Ali'nin telif haklarını elinde bulundurduğu söylenen bu kuruluş da kimdir?

Sayın Erdoğan, ABD dönüşünde, yine gazetecilere açıklamalar yapmış ve demiştir ki:

 “Buraya gelişimizdeki birinci neden, dini vecibemizi yerine getirmekti. Dini törenden sonra orada yapılacak merasim netleşmemişti. O nedenle kalmaya gerek duymadık. İkili temaslar da olmayınca 'Ülkemiz hassas bir dönem içinde, yapılacak işlerimiz var dedik."

Sayın Cumhurbaşkanı, dini vecibelerinizi Türkiye’de yaptınız da önünüze taş koyan mı oldu?

ABD’ye cenaze merasimine gittiğiniz halde, katılmadan döndünüz; peki ne geçti elinize, ne kaldı heybenizde?

Cumhurbaşkanı, ülkemiz hassas bir dönem içinde olduğu için döndük diyor. Günaydın Sayın Erdoğan, oldu olacak bari bir de kalsaydınız. Sınırlı sayıdaki dostlarınız karpuz kesmese de ikram edecek bir şey muhakkak bulurlardı.

Unutmayınız ki, bu aziz ülke ABD’ye koşa koşa giderken de sayenizde hassas bir dönemdeydi.

Sayın Cumhurbaşkanı ve AKP’nin değerli bakan ve yöneticilerini uyarıyorum, dost nasihati veriyorum: Ne olur ne olmaz, gelin şu sıralar ABD’ye pek gitmeyin, oralarda pek görünmeyin.

Hele bir sular durulsun, hele bir ortalık yatışsın. Yeni Başkan seçilinceye kadar başınızı gömdüğünüz kumdan çıkarmayınız.

Sık sık ABD’ye giderseniz, karşınıza neyin çıkacağı, kimin ne yapacağı belli olmaz, Alimallah İranlı kaçakçı alayınızı ele verirse okyanus ötesinde yandaş hakim ve savcıda bulamazsınız, büyük bir skandalın faili olmaktan kurtulamazsınız.

Şansınızı fazla zorlamayın. Tehlikeli sularda kulaç atmayın. İnat etmeyin, 17-25 Aralık dumanının ta Okyanus ötesinden tüttüğünü cümle alem görüyor, rüşvet ve yolsuzluğun yüksek hava basıncı kıtalar dolaşıyor, benden söylemesi.

Muhammed Ali’nin cenazesinin ardından düzenlenmiş anma etkinliğinde ülkemize çok çirkin suçlamada bulunan ve “Türkiye’nin liderlerine Kürtleri öldürmeyi bırakmalarını söyleyin” diyebilecek kadar küstahlaşan bir Haham ve zihniyetine diyorum ki:

Türkiye’de ölen Türk vatandaşlarıdır, öldüren ise Siyonizmin tasmalı bekçisi PKK’dır.

Malum Haham ahmak değilse, gitsin hemen ulaşabileceği katiller kataloğuna dikkatle baksın, orada Gazze’yi, Ramallah’ı, Kudüs’ü, Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren, vaat edilmiş topraklara konmak için Kandil’e silah yağdıran emmioğlularını görecek ve hepsini şıp diye eşkâllerinden tanıyacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Dün itibariyle, Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı TBMM’ne intikal etmiştir.

Bize göre tartışılması, üzerinde teferruatıyla durulması gereken gerekçelerden dolayı, Yargıtay ve Danıştay’ın daire ve üye sayılarının yeniden belirlenme ihtiyacı doğduğu iddia edilmektedir.

Birlikte çay toplayanlar şimdi yandaşlık çayından kaçak saray odalarında içerek yüksek yargıda kapsamlı bir operasyona hazırlanmaktadır.

Yargı organlarıyla sık sık ve gizli bir maksada matuf oynama yapılması hukuk devletini ilkelerini zedeleyecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi, sözü edilen tasarıda, makul ve uygun bulduğu değişiklik tekliflerine destek verecek, sakıncalı ve bedeli ağır olacak tekliflere de direnecek ve muhalefet edecektir.

Genel gerekçesi ilk bakışta olumlu olan; ancak uygulamada nasıl ve ne şekilde sonuçlar doğuracağını şimdiden kestirmenin güç olduğu gündemdeki Maarif Vakfı Kanun Tasarısı hakkında gerekli her türlü araştırma ve çalışmayı yapacağımızı özellikle vurgulamak istiyorum.

Eğer malum vakıf ve yurtların devlet kanalıyla beslenmesi, büyütülmesi amaçlanıyorsa, bilinsin ki yanlış hesap eninde sonunda millet vicdanından dönecektir.

Maarif Vakfı’nın merkezi olarak İstanbul’un seçilmesi, kısa sürede tasarının hazırlanması, 12 kişiden oluşan Mütevelli Heyetin 7 daimi üyesinin Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından belirlenmesi yeni bir yandaş oluşumun habercisidir.

Kaldı ki Vakfın mali denetiminin nasıl yapılacağı açık değildir.

Parti olarak AKP’nin Meclis’e sunduğu kanun tasarılarını üstlendiğimiz millet vekâletine layık şekilde ve titizlikle inceleyip ilke ve politikalarımız çerçevesinde hareket edeceğimizden kimsenin şüphesi olmamalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi milleti, ülkesi ve kutlu vatanı için vardır, olumlu, milli, ahlaklı ve yapıcı muhalefetini sabırla sürdürecektir.

Bu düşüncelerle Avrupa Futbol Şampiyonasında ter döken A Milli Futbol Takımımıza başarılar diliyor, sözlerime son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun.