Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, Siyaset ve Liderlik Okulu’nun 13. Dönem Sertifika Töreninde yapmış oldukları konuşma. 24 Aralık 2016
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
Siyaset ve Liderlik Okulu’nun 13. Dönem Sertifika Töreninde
yapmış oldukları konuşma.
24 Aralık 2016

 



Aziz Dava Arkadaşlarım,

Sertifika Almaya Hak Kazanmış Çok Değerli Kardeşlerim,

Saygıdeğer Misafirler,

Ekranları Başında Bizi İzleyen Muhterem Vatandaşlarım,

Sayın Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve sevgilerimle selamlıyorum.

Siyaset ve Liderlik Okulumuzun 13.Dönem Sertifika Töreni’ne hoş geldiniz, sefalar getirdiniz diyorum.

Ülkemizin içinde bulunduğu zorlu şartlar hepinizin malumudur.

Buna rağmen yerimizde sayamayız, gelişmelerin akışına kendimizi bırakamayız.

Olaylara uzaktan, yalnızca film gibi seyrederek yön veremeyiz, müdahil olamayız.

Uğruna canımızı vermeye hazır olduğumuz bir vatanımız vardır.

Mensubiyetinden gurur duyduğumuz bir milletimiz vardır.

Ebediyete kadar yaşaması konusunda yeminli olduğumuz bir devletimiz vardır.

Rengini şehit kanından almış, bağımsızlık sevdamızla sembolleşmiş ay yıldızlı al bayrağımız vardır.

Demem odur ki; görevimiz ağır, sorumluluklarımız çoktur.

Yani boşa geçirecek bir saniyemiz bile yoktur.

Geleceğini planlamayan milletler, başkalarının elinde oyuncak olacaktır.

Yarını okumaktan aciz, gerekli çalışmayı şimdiden yapmaktan mahrum toplumların yaşaması da tesadüflerin lütfuna bağlıdır.

10 Ekim 2009 tarihinde açılışını yaptığımız ve yedi koca yılı geride bırakmış Siyaset ve Liderlik Okulu’muzda bir nebze olsun geleceğimizin rotasını çiziyor, insanla fikri buluşturup hazırlıklarımızı sürdürüyoruz.

Azalmayan, azalmayacak, asla azımsanmayacak bir mücadele aşkıyla kardeşlerimize yeni ufuklar açmanın, siyaset disiplinine yeni ve yerli yorumlar getirmenin peşindeyiz, bunun hevesindeyiz.

İftiharla söylemeliyim ki, bugüne kadar Siyaset ve Liderlik Okulu’muzdan mezun olan kardeşlerimiz ülkesine, milletine ve gelecek ülkülerine saygın ve önemli katkılarda bulunmak için en azından bir irade göstermişlerdir.

Samimiyetle bir işe başlamak, bir yola çıkmak, bir yokuşu tırmanmak değerlidir, fakat bunları yarım yamalak bırakmadan sonuçla bağlamak daha da değerlidir.

Durmak kararsızlık, değilse bile tembellik belirtisidir.

Devamlı dönen bir dünyada, her gün doğup batan bir güneşin altında, takvim yapraklarının arka arkaya kopup zamanın sular seller gibi aktığı bir insanlık çağında durmak en başta teslimiyet, ikinci olarak da akılsızlıktır.

Bu nedenle geleceği yakalamak, geleceğin resmini çizmek vizyon gerektirir ki, bu vizyon durağan ve durgunlukla oluşmayacaktır.

Hayat hareket pınarı, bereket vadisidir.

Siyaset de hareketin ta kendisidir.

Bu harekete; akıl süzgecinden geçmiş fikir, ruh kökünden doğmuş idrak, tarih kazanında kaynamış tecrübe, milli ve manevi değerler kümesinde kaynaşmış şuur eşlik ve refakat etmelidir.

Eğer bu olmazsa, her hareket ya bir çılgınlık ya da bir cinnet haline bürünecektir.

Milliyetçiliğin hareketle buluşması, ardından Türk siyasetinde derin akisler bırakan bir güce ulaşması bahsettiğim tüm aşamaları 47 yıl içinde geçmiş ve özümsemiş olmasındandır.

İnsanoğlunun arayışı hiç bitmemiş, hiç de bitmeyecektir.

Bunu bir defa görmek, kabullenmek durumundayız.

Her nesil kendine göre bir ihtiyaçlar kataloğu hazırlamakta, sosyal, siyasi ve ekonomik beklentilere göre yeni çözüm yolları açmaktadır.

Bunlar yapılıyorken, geçmiş gelecek dengesinin bozulmaması, milli ve tarihi yörüngeden sapılmaması elbette bir mecburiyettir.

Siyasetin sınırları, daha doğru bir deyimle, arayış ve çağrılarının ağırlık merkezi tarihi referans ve milli emanetlere mutlak süratte bağlı kalmalıdır.

Bu olmadığı takdirde, iyi niyetli de olsa şifa diye sunulan her reçete bozguna, deva diye takdim edilen her önerme felakete neden olacaktır.

Tarih öngörüsüz, beceriksiz, kontrolsüz, nefsine yenilmiş, kibir zirvesine tutunmuş siyaset ve devlet adamlarının harabeleriyle doludur.

Merhum Cenap Şahabettin’in vurguladığı gibi, meşe gölgesinde filizlenen yosunların, çok kere kendilerini meşe fidanı sanmaları hiçbir gerçeği değiştirmeyecektir.

Siyasette; milli bir akıl, engin bir bilgi, etkili bir muhakeme gücü, ahlakla bezenmiş derin bir hissediş, geniş bir kavrayış, büyük bir sabır, gevşemeyecek bir ölçü, samimi bir sorumluluk bilinci, tabii olarak nezaket ve zarafetle süslenmiş ağız birliğini canlı tutan bir yorum gücü en temel ihtiyaçtır.

Türkiye’nin belki de en ciddi sorunu bu alandaki zaaf ve dağınıklığıdır.

Siyaset ve Liderlik Okulu’muzdaki çabalarımızın başında siyasetin doğru anlaşılabilmesi, doğru anlatılabilmesi, doğru bir şekilde uygulanabilmesine destek sağlamak esastır.

Bunda az da olsa başarılı olduysak, emin olunuz son derece mutlu, son derece de müsterih olacağımızı hepinizin bilmesinde yarar görüyorum.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Siyaset insan için yapılan, insanı ve üzerinde yaşadığı toplumun parlak bir gelişme kulvarına huzurla girmesini amaçlayan karmaşık bir süreçtir.

Ve siyaset, klasik tanımında ifade edildiği gibi, insan ve devlet yönetiminden daha fazlasını ihtiva etmektedir.

Türkiye’de siyasetin çalkantılı ve med-cezir haliyle çoraklaştığı doğrudur.

İsabetle planlanmamış, milli menfaatlere göre ayar ve kurgusu yapılmamış siyaset hem macera hem de marazidir.

İnsandan kopuk, toplumsal talep ve düşüncelere kapalı bir siyaset bir süre sonra tükenecek, tükendiği kadar da ne var ne yok tüketecektir.

Her ne sorunla karşı karşıyaysak bir yerinde siyasetteki çözülmeleri tetikleyen; yanlış teşhisler, yozlaşmış telkinler, yanlı teklifler, yalan temenniler vardır.

Şu günkü zaman diliminde, kısır ve anlam kıtlığıyla malul çekişmeler önümüzü kapatmaktadır.

Katı yaklaşımlar milli huzurumuzu kaçırmaktadır.

Siyaset değer üretmek yerine köhnemişliği davet etmekte, işbirliğini canlandırmak yerine ihtilafları körüklemektedir.

Uzun yıllardan beri muhatap olduğumuz vahim kutuplaşma olgusunun kaynağı da buradadır.

Kutuplaştıkça birbirimize sırt döndük.

Kutuplaştıkça birbirimizden koptuk, nefret ve öfkeye kapıldık.

İlkel dürtüler ilkeli duruşa, iftiracı yüzler iradeli ve iffetli vicdanlara maalesef kara çaldı, karantinaya aldı.

Siyaset istikrara kılavuzluk yapmaktan ziyade çatışmanın kaptanlığına talip oldu.

Bunda herkesin, her sorumluluk mertebesindeki şahsın az ya da çok payı olduğu kuşkusuzdur.

2016 yılının bitimine sayılı günler kala geçmişe dönük dürüst ve dirayetli bir muhasebe yapmak siyaset ve siyasetçilerin ana görevi sayılmalıdır.

Elbette biz buna varız.

Her an, her durum, her gelişme karşısında bir durum muhasebesiyle birlikte yürekten bir vicdan muhakemesi yapmaktan çekinmeyeceğimizi, buna da hep birlikte zorunlu olduğumuzu görüyor ve açıkça da söylüyoruz.

Aksini söylemeyi çok isterdim, ancak 2016 yılının felaketlerin adeta gölgesinde, çekim alanında kaldığını belirtmek zorundayız.

Türkiye’yi karanlığa mahkûm etmek isteyen odaklar terör örgütlerini üzerimize saldılar.

Kutlu vatanımızda gözü, milli varlığımızda aklı kalan düşman çevreler, silahlandırıp saldırı emri verdiği katiller vasıtasıyla Türkiye’yi çembere almaya kalkıştılar.

Onlar dayattı, biz direndik.

Onlar bölmeye çalıştı, biz direnç gösterdik.

Onlar parçalanmamızı istedi, biz milletçe karşılarına dikildik.

Ve onlar oyun oynadı, biz hep birlikte bozduk, bozmaya da devam ediyoruz.

Bir yanda FETÖ, diğer yanda kanlı ikizi PKK; bir tarafta IŞİD, diğer tarafta birinci dereceden eylem yoldaşı DHKP-C aralıksız, birbirini tamamlar şekilde Türkiye’ye kast etmenin yarışına girdiler.

2016 yılı, terörün parantezine alındı.

Dost ve müttefik görünümlü ülkeler teröristlere şeker dağıtır gibi, su ve ekmek verir gibi bomba verdi, silahlanmalarını teşvik etti.

Nihayetinde canlı bombalar sinemizde patladı.

Haçlıların temin ettiği silahlardan çıkan mermiler bedenlerimize saplandı.

Bombalı araçlar vızır vızır şehirlerimizde gezip hedef noktalarda infilak ettirildi.

2016 yılında, teröristler zincirlerinden boşanmışçasına saldırdı.

Türkiye’nin yıkımı ve esarete düşmesi projelendirildi.

12 Ocak 2016’da IŞİD İstanbul Sultanahmet Meydanı'nda, canlı bomba saldırısı düzenledi ve 11 kişiyi katletti.

17 Şubat 2016’da PKK, TAK maskesini takarak, Merasim Sokak’ta 12’si asker olmak üzere 29 kişiyi şehit etti, 61 kişiyi de yaraladı.

13 Mart 2016’da PKK yine TAK kılığına girerek, Kızılay Güvenpark’ta bomba yüklü araçla saldırdı, biri polis olmak üzere 38 kardeşimizi şehit edip 120’yi aşkın kardeşimizi yaraladı.

19 Mart 2016’da bu kez de IŞİD devreye girip İstanbul İstiklal Caddesi’nde canlı bombayla saldırdı ve 5 kişinin ölümüne, 36 kişinin yaralanmasına neden oldu.

28 Nisan 2016’da yine PKK, TAK ismiyle ortaya çıktı; Bursa Ulu Camii yakınında bir canlı bombanın üzerindeki patlayıcıyı infilak ettirmesiyle 13 kişiyi yaraladı.

1 Mayıs 2016’da cinayet nöbetine IŞİD Gaziantep’te girdi; 3 polisimizi şehit edip 23 kardeşimizi yaraladı.

7 Haziran 2016’da PKK, TAK kisvesiyle İstanbul Vezneciler semtindeki çevik kuvvet ekibine bomba yüklü araçla saldırdı, sonuçta 6’sı polis olmak üzere 13 evladımız şehit, 36 kişi de yaralandı.

28 Haziran 2016’da IŞİD İstanbul Atatürk Havalimanı’na silah ve bomba yüklü araçla saldırdı, 45 kardeşimiz şehit, 236 kişi de yaralandı.

15 Temmuz 2016’da sırayı FETÖ iblisi alarak darbeye kalkıştı, 249 vatan evladını şehit edip 2 bin 190 kişiyi yaraladı.

20 Ağustos 2016’da IŞİD Gaziantep’te canlı bombacısıyla bir düğüne saldırdı, 57 kardeşimiz şehit, 100 yakın kardeşimiz de yaralandı.

10 Aralık 2016’da PKK, TAK adıyla tekrar saldırıp İstanbul Beşiktaş’ta 37’si polis olmak üzere 44 evladımızı şehit etti, 155 evladımızı da yaraladı.

17 Aralık 2016’da Kayseri’de, yine PKK, silahsız ve savunmasız bir halde halk otobüsüne binmiş 14 Mehmedimizi şehit edip onlarcasını yaraladı.

Görüyorsunuz, tablo dehşet ve korkunç boyuttadır.

Türkiye kan kaybetmektedir.

Türk milleti infaz ve ihanet kıskacındadır.

20 Aralık’ta Rusya Federasyonu’nun Ankara Büyükelçisini sırtından vuran terörist Türkiye’nin güvenirliğine darbe vurmak için emir almıştır.

Bir gün sonra bu kez de El Bab’tan gelen 16 Mehmedimizin şehadet haberi hepimizin yüreğini dağlamıştır.

Merhum Hüseyin Nihal Atsız, “Kahramanların Ölümü” isimli şiirinin bir yerinde şöyle diyordu:

“İnsan büyür beşikte, mezarda yatmak için. Ve kahramanlar can verir yurdu yaşatmak için.”

Bin yıl önce yurt tuttuğumuz bu topraklar bizimle, bize emanet şekilde muhakkak yaşayacak ve yaşatılacaktır.

Hiçbir hain buna engel olamayacaktır.

Hiçbir alçak emel, hiçbir küresel komplo, hiçbir cani kumpas Türkiye’nin teslimini, diz çöküşünü göremeyecektir.

Çünkü bu millet bağımsızlığını koruma, kararan bahtını aydınlatmak için gerekirse hep birlikte şehitliğe hazırdır.

Biliyoruz ki, vatanperverlik duygusuna yabancı toplumların yok olması kaçınılmazdır.

Unutulmasın ki, Türk milleti vatanı namus görmektedir.

Milli birlik ve beraberliğini kutsal bir nişane gibi sahiplenmektedir.

Ne diyordu Mete Han hasımlarına, kulak verelim: “Benden eyerimi isteyin vereyim, atımı isteyin vereyim, çadırımı isteyin gene vereyim; fakat vatanımdan hiç kimse bir karış toprak istemesin, vermem, veremem.”

Bakınız 2.Abdülhamid nasıl seslenmişti Siyonizm elçilerine: “Bir karış dahi olsa vatan toprağını satmam, zira bu vatan bana değil milletime aittir. Bu topraklar kanla alınmış, ancak kanla verilecektir.”

Vatan, şehitlerimizin büyük hatıralarıyla, ecdadın hayır duasıyla parlayan meşale gibidir; bölünmeyecek, aksini söyleyenlerin bitişini mutlaka gösterecektir.

Rize’de hayasızca, hasımlarımızı sevindirircesine heykeli kaldırılan Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kararlığı da buydu.

Türk vatanın koynunda dedelerimiz yatıyor.

Her köşesinde şanlı tarihimiz bize bakıyor.

Türkiye’yi böldürmeyeceğiz.

Her taşı yakut olan vatanımıza leke sürdürmeyeceğiz.

Bedelse istenen, seve seve öderiz.

Çileyse beklenen, sonuna kadar katlanırız.

Biz Türk milletiyiz. Herkes Türkiye’dir.

Merhum Prof.Dr. Erol Güngör Hocamızın dediği gibi, millet olmanın en bariz vasfı insanları zaman ve mekan içinde birleştiren ortak noktaların bulunmasıdır.

Ve Merhum Güngör devam eder; milliyetçiler memlekette birliği kurmak veya ayakta tutmak için uğraşan insanlardır.

Doğrulalım, ele ele tutuşup, omuz omuza verip şerefsizlere mızrak gibi saplanalım. Bu Türk milliyetçilerinin çağrı ve beklentisidir.

Bunu yapacak güç bizde vardır.

Bunu başaracak muzaffer ruh milletimize egemendir.

Elbette gün dargınlık günü değildir.

Ayrılığa, gayrılığa set çekelim; anlaşmazlığa, ayrımcılığa duvar örelim; doğudan batıya, kuzeyden güneye büyük bir aile olduğumuzla övünelim.

Kürt kökenli kardeşlerim, gelin Çanakkale’de olduğu gibi tek yumruk olalım.

Gelin, Kurtuluş Savaşı yıllarındaki gibi yana yana, göz göze, aynı gövdenin dalları gibi beraberce ülkeyi müdafaa edelim.

İç savaş çıkarmak istiyorlar, oyuna gelmeyelim.

Kaybedecek bir tek insanımız olmadığını iyi bilelim.

Darbeyi denediler, başaramadılar.

Terörist eylemlerle sabrımızı zorluyorlar, hisarlarımıza ateş açıyorlar ama aramızda nifak çukuru açmayı da başaramayacaklar.

Biriz, beraberiz, Türkiye’yiz.

Ezelden ebede Türk milletiyiz.

Kökeni, mezhebi, anasının dili ne olursa olsun milletimize ruh veren her kardeşim canımızdır.

Aziz milletimiz sapasağlam, mührü sökülmemiş beşeri bir hazinedir, yağmalanamayacak, dağıtılamayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti bütündür, en büyük mevzidir, düşmeyecek, düşürülmeyecektir.

Huzurlarınızda tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

Hepimizin başı sağolsun diyorum.

Şu anda tedavi altında bulunan kardeşlerimize de tez elden şifalar temenni ediyorum.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Merhum Cemil Meriç der ki; “tarih cedlerimizin kafaları ve gönülleri ile ördükleri cihanşümul bir dokudur. Biz de farkında veya değil bu dokuyu örüyoruz.”

Elbette geride kalan her an tarih sayfalarına kazınmaktadır.

Ve Türkiye tarihi günlerden geçmektedir.

Terörle mücadele partiler ve ideolojiler üstü bir konudur.

Teröristleri nerede iseler arayıp bulup yok etmeliyiz.

Milli akıl ve ahlak bunu gerektirmektedir.

Türkiye’nin 24 Ağustos’ta başlattığı Fırat Kalkanı Harekatı kesinlikle zaferle taçlanmalıdır.

Ülke olarak kimsenin toprağında gözümüz yoktur.

Ancak Irak ve Suriye’yi mesken tutmuş terör örgütleri Türkiye’nin bekasını ileri düzeyde tehdit etmektedir.

Bu maksatla El Bab operasyonundan alnımız akıyla çıkmalıyız.

Önemle ve özellikle ifade etmeliyim ki, El Bab’tan elimiz boş dönersek, Diyarbakır’ı riske atarız, Ankara’yı tehlikeye sokarız.

Tarih bize diyor ki, Yemen’i verdiğimiz gün Kudüs’ü kaybettik, Halep’ten çekildik.

Budapeşte’yi bıraktığımız gün Sofya’dan olduk, az kalsın Edirne’den oluyorduk.

1821 Mora İsyanıyla bağımsızlığının önü açılan Yunanistan’a engel olamadığımızdan bir asır sonra Polatlı’dan top seslerini duyduk.

Jeopolitik gerçekler bize bunları işaret edip uyarıyor.

İstanbul’da bomba patlıyorsa, bu Bosna’nın dramından, Üsküp’ün gözyaşından, Akmescit’in hüznünden, Türkmenli’nin yıkımındandır.

Ankara hedef alınıyorsa, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu’nun bırakılıp kaçılmasından dolayıdır.

Bu itibarla Musul diyoruz, Kerkük diyoruz, Halep diyoruz, Misak-ı Milli’nin onurundan cesaretle bahsediyoruz.

Terör örgütlerinin yalnızca ülkemizde değil, doğup palazlandığı yerlerde imhasını şart ve kaçınılmaz görüyoruz.

Türkiye terörü kaynağında yok ederken, terörizme destek veren ülkelerle çok yoğun bir diplomasi ve siyasi mücadeleye girmeyi de ihmal etmemelidir.

Ayrıca ABD’nin PYD-YPG silah yardımı kabul edilemeyecek bir husumet alametidir.

Bu ülkeyle NATO şemsiyesi altında müttefik değil miyiz?

ABD’nin YPG’yi silahlandırması ne anlama gelmektedir?

Bu ülke, sınırlarımız boyunca bir terör koridoru açma gayesinin neye, kime hizmet olduğunun gerçekten de şuurunda mıdır?

Fırat’ın doğusunun ABD tarafından terör gruplarının lojistik merkezi haline getirildiği, nakliye uçaklarıyla taşınan silah ve mühimmatın PYD-YPG’ye gittiği nettir.

Bilhassa ABD’nin, Rakka operasyonunu önümüzdeki bahar aylarına erteleyip El Bab’a yüzlerce IŞİD’li canileri takviye ettiğine dönük iddiaların yenilir yutulur bir tarafı olamayacaktır.

Bu IŞİD’li alçaklar, kahramanlarımıza ölüm yağdırmaktadır.

Daha vahimi, sosyal medyada dolaştırılan ve iki askerimizin yakıldığını gösteren vahşet temalı video eğer doğruysa, eğer bu canilik yapılmışsa, IŞİD’in içte ve dışta tüm eli kanlı teröristleri son ferdine kadar yok edilmelidir.

El Bab, bu şerefsiz zebanilerin tepesine yıkılmalı, alayı birden yakılmalıdır.

Bu videonun gerçekle ilişkisi var mıdır? IŞİD’in elinde bulunan askerlerimizin son durumu nedir?

Milli vicdanda beliren şüphe ve merak derhal giderilmelidir.

IŞİD’i imal edip Ortadoğu’ya salan karanlık ve kalleş küresel güç merkezleri dökülen kanlardan birinci derecede mesuldür.

ABD’nin dış politikasını zannederim yayılmacı ve kaos imalatçısı İngiliz aklı yönlendirmektedir.

Ortadoğu’yu dize getirip Kürdistan’ı inşa etmek isteyen ABD’nin, her yere düşmanlık tohumu saçtığı açık bir hakikattir.

Terör örgütleriyle ittifak kurmak insan haklarına riayet ettiğini söyleyen, medeni ve demokratik olduğunu iddia eden hiçbir ülkenin harcı olamayacaktır.

ABD, seçim ve tercihini gecikmeden, geciktirmeden yapmalıdır.

Ya Türkiye Cumhuriyeti ya terörizmin kanlı niyeti.

Ya dostluk ya da düşmanlık.

Türkiye El Bab’ta milli güvenliği için bulunmaktadır.

Peki ABD’nin Ortadoğu’da ne işi vardır?

Türkiye terörizmin kanlı dişini kırmak, kökünü kurutmak için hukuki, ısrarlı ve haklı bir mücadele içindedir.

Buna karşılık ABD ne yapmaktadır?

Türkiye’nin 20 Aralık’ta Rusya ve İran ile Suriye kapsamında yaptığı sekiz maddelik mutabakat önemli ve bundan sonrası için ümit vericidir.

Bu stratejik karar ABD’yi kızağa almış, bölgesel anlamda alanını daraltmıştır.

Yine üç ülkenin mutabakatında terör örgütleri sayılırken PYD-YPG ve PKK’nın bulunmaması oldukça mahsurludur.

Rusya karşısında büyükelçi cinayetinden dolayı mahcubiyet yaşayıp Türkiye düşmanı bu terör örgütlerini görmezden gelmek izah ve telafisi olmayacak bir yanlıştır.

Dileğim bu yanlıştan acilen dönülmesidir.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

İlk akıl, Allah’tan südur ve zuhur eden varlıktır.

Akıl Arapça’dan alınmış bir isimdir.

Aynı zamanda deveyi bağlayan kösteğe de denmektedir.

Gazali asırlar önce bize şöyle seslenmektedir:

“Doğuştan mevcut olan akıl öyle bir noktaya varır ki, bütün hadise ve varlıkların neticesini sezer, aşağı zevklere götüren arzulara hakim olur. İşte bu gücü elde eden kimseye gerçek manada akıllı denir.”

Farabi, Erdemli Şehir isimli eserinde, devlet akıl ilkesinde kurulan bir yönetimdir, görüşünü dile getirmiştir.

Çünkü en yüksek mutluluğun aracı akıldır ve toplumun ve kişisel yaşamın her aşamasında onu kullanmak gerekmektedir.

J.J.Rousseau, bizi fanatizmden koruyan ve hoşgörülü olmamızı sağlayan akıl diyordu.

Akıl siyasetin merkezinde ahlakla eşgüdüm içinde olmazsa ne devlet ne de millet var olamaz, üstelik payidar kalamaz.

Akıldan beslenen fikrin ulaşamayacağı yer yoktur.

Büyük filozof İbn Rüşd, fikirlerin kanatları vardır, kimse insanlara ulaşmasını engelleyemez derken kast ettiği budur.

Merhum Arif Nihat Asya, inanmak, basamakların çıkamadığı yere kanatlarınla tırmanmaktır görüşünü dillendirirken, aslında fikir ve akıl dengesine de atıf yapmıştır.

Adımlarımızı ezbere atmayız, atamayız.

Her sözümüzde fikir, her düşüncemizde akıl vardır ve olmalıdır.

Bizim için aklın üstü, altı değil, milli olanı mühimdir.

11 Ekim 2016 tarihli Meclis parti grup toplantımızda aylarca Türkiye’nin sıcak siyasi gündemini meşgul eden bir görüşümü dile getirmiştim.

Sosyal ağırlığı, siyasal maliyeti günden güne artan fiilli bir soruna vurgu yapmış, konuyla ilgili kanaatlerimi paylaşmıştım.

Türkiye’nin fiili dayatmayla daha fazla mesafe alamayacağını, Cumhurbaşkanı’nın ya anayasal sınırlarına çekilmesi veya filli durumun hukuki bir boyut almasını önermiştim.

Aylarca devam eden bir fikir yoğunluğu ve akıl yürütmenin sonucunda ve de 15 Temmuz’dan sonra bambaşka bir mecraya kayan Türkiye’nin hukukun üstünlüğüne tekrar kavuşturulmasını elzem görmüştüm.

Filli açmazın sonlandırılması konusunda AKP’nin anayasal bir hazırlığı varsa TBMM’e getirsin demiştim.

10 Aralık’ta AKP, 21 maddelik anayasa hazırlık teklifini TBMM’ne sunmuş, geçtiğimiz Salı günü de mezkur teklif Anayasa Komisyon’unda görüşülmeye başlanmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi sözünün ardında, fikri çizgisinin yanındadır.

Biz de siyasi bir kırıklık ve taviz söz konusu değildir.

Dedim ve diyorum ki, 15 Temmuz’da vatan kaybının sınır hattına gelmiştik.

Allah muhafaza, işgale uğruyorduk.

İç savaşa savruluyorduk.

İlanı yapılmamış bir Sevr’i, hatta daha acıklısını yaşayacaktık.

Devletimiz yıkılacaktı.

Milletimiz paramparça olacaktı.

Bir vatandan olacaktık.

Maalesef Türkiye devasa tehditlerin hedefindedir.

Ülkemizi Suriye ve Irak yapıp etnik ve mezhep temelli bölme planları dolaşımdadır.

Bizim yapmamız gereken ve Türk milliyetçilerinin muazzam, ihmale kurban edilemez bir sorumluluğu vardır.

O da, Türkiye Cumhuriyeti devletini hukuk sınırlarına ne pahasına olursa olsun tekrar çekmektir.

Bu maksatla Cumhurbaşkanı’nın dayanılmaz filli soruna neden olan uygulamalarının bir anayasal düzenlemeyle sonlandırarak kararı milletin vermesini sağlamaktır.

Yeni krizleri önlemek, gittikçe kabaran kaos dalgasını durdurabilmek için devlet yönetiminde hukuk ve sistemik kuralları hakim kılmak tarihi bir görevimizdir.

Tartışılan rejim değildir, olamayacaktır.

Üzerinde tahribat yapılan, tartışmalara ve uzlaşmaz fikir ayrılıklarına neden olan hükümet etme sisteminin niteliğidir.

Bırakalım Türk milleti nasıl ve hangi sistemle yönetileceğine kara versin.

CHP, bundan niye korkuyor? Neden kaçıyor?

Yalan, düzmece ve asılsız isnatlarla ilk dört maddenin kaldırılacağını, yürürlükteki rejimin son bulacağını hangi hakla, hangi bilgiyle, hangi izanla iddia edebiliyor?

İlk dört maddenin değiştirilebileceğini geçmişte fütursuzca söyleyen Kılıçdaroğlu bize ne anlatmaya çalışıyor?

Milliyetçi Hareket Partisi olarak devletin çöküş sürecinde olduğunu görüyoruz.

Etrafımız ateş çemberine alınmış.

Terör örgütleri kanlı vardiyalarına peşi sıra giriyor.

Canlı bombalar, bomba yüklü ölüm araçları aramızda dolaştırılıyor.

Türkiye bölünsün mü?

Vatan elimizden kayıp gitsin mi?

Geleceği yeniden planlamak, devleti hukuki tamiratla ayağa kaldırmak varken, akılsızlığa niye kurban gidelim?

Bizim için öncelik Türklük, Türkiye ve Türk milletidir.

Ve bu aziz millete hazırlığı yapılan anayasal düzenlemeyle ilgili fikrini sormanın, lehte veya aleyhte kararını almanın neresi hatalıdır?

Adana’da FETÖ’cüleri övüp, kalabalıklara alkışlatan CHP mi rejimin bekçisidir?

Bu CHP değil midir 2007’deki 367 garabetinin mimarı?

Bu CHP değil midir, Cumhuriyet mitingleriyle istikrarsızlığın önünü açıp TBMM’de Cumhurbaşkanı seçtirmemenin faili?

27 Nisan E-Muhtırası ne çabuk unutuldu?

Laiklik ve demokrasiye sözde değil, özde bağlılık mesajları hala dün gibi hatırımızdadır.

Bu CHP zihniyetinin mahsulü değil midir milli iradeye kelepçe vurmak için hukuku tahrip eden eski Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı?

Her şey bir yana, bugüne kadar bu şahsın sesini soluğunu duyan olmuş mudur?

2007’de, TBMM’de Cumhurbaşkanı seçilmiş olsaydı, çözümü için müdahil olmak durumunda kaldığımız sertleşen filli bir bunalımın bugün hiçbir şekilde ortasında bulunmayacaktık.

Hakkari’ye gidip özerklik vaadinde bulunan Sayın Kılıçdaroğlu, hazırlanan anayasa teklifinin eyalet sistemini getireceğini yüzsüzce söyleyebiliyor.

Derlerdi de inanmazdık, meğer doğruymuş; Sayın Kılıçdaroğlu sabah başka akşam başkadır.

Pot üstüne pot kırarken, çarkçıbaşı unvanını kimseye vermeye niyetli de görünmemektedir.

Bazı CHP milletvekilleri ismimi utanmadan, sıkılmadan İmralı canisiyle yan yana anmaktadır.

Bu şuursuzlara şimdilik tavsiyem şudur; gitsinler, damarlarında PKK-HDP kanı akan, bölücülüğü göklere çıkartıp teröristlere övgüler düzen kendi vekil ve parti yöneticilerinin yakalarından tutsunlar.

 

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Demokrasiye bağlı olduğumuzdan millete gitmekte sakınca görmeyiz.

Milli iradeye sadakat duyduğumuzdan milletimizin kararını duymaktan rahatsız olmayız.

Aslında 140 yıldır fiili sorunla boğuşuyoruz.

Bu durum kökleri eskiye dayanan bir açmaza işaret etmektedir.

Türkiye’nin gündemini var olan değil, yapılacak, yapılması dikte edilen anayasanın işgal etmesi bitsin istiyoruz.

Siyasetin toplumsal sözleşme yerine fiili durum tarafından şekillendirilmesine son vermek arzusundayız.

Yenisi yazılarak veya yapılarak tüm sorunların çözüleceğine inanılan anayasal tartışmaların mutabakata dayalı çözüme kavuşturulması emelindeyiz.

On yıllardır, işin özünde yürürlükteki anayasa siyaset paradigmasına etki ve nüfuz edememektedir.

Bunun nedeni, siyasetin anayasadan veya sistemin ana normlarından değil güç ilişkilerinden beslenmesidir.

İşte bu filli durumdur.

Meşrutiyet yıllarında bu vardı.

Tek parti, çok parti dönemlerinde bu hakimdi.

Geniş yorumlarla, zorlama ve esnetme yollarla anayasa fiili duruma uydurulmak istenmiştir.

Yani vücuda göre elbise değil, elbiseye göre vücut aranmıştır.

Türkiye, Cumhurbaşkanı’nın millet tarafından seçildiği andan itibaren farklı bir faza, başka bir evreye geçmiştir.

Biz buna hep itiraz ettik, halen de ediyoruz.

Ancak 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’nin daha fazla, uzun süreli fiili yükle gidemeyeceğini, gitse bile yakın bir tehlikede düşeceğini gördük ve inisiyatif alma ihtiyacı duyduk.

Biliyoruz ki, en büyük tehlike en yakın tehlikedir.

Devleti yaşatmak için toplumsal sözleşmeyi yenilemek, herkesin hukuki sınırlarını yeniden tarif ve tanımlamak, buna da şartsız bağlı kalmak önümüzdeki hedeflerden birisidir.

Güç temelli fiili durum Türk siyasetinin en kapsamlı ve kanayan sorunlarından birisidir.

Bunu telafi etmek, normalleşip gerçeklerle yüzleşmek, sonra da gerekirse hesaplaşmak lazımdır.

Toplumsal sözleşme ve sistemin ana kuralları tarafından yönü ve çapı belirlenmiş bir siyasete süratle geçilmelidir.

Siyaset teknik bir sorun değil, sosyal ve sosyolojik ilişkilerin eseridir.

Ve siyasetimizin geleneksel çarpıklığı fiili döngü ve baskının tahkim edilmesidir.

Darbelerin altında yatan sebeplerden birisi budur.

Siyasi ve ekonomik krizler buradan doğmaktadır.

Siyasal cepheleşmelerin tetiğini çeken sorumsuzluğa bu tahkimat cesaret vermektedir.

Türkiye bu kadar yoğun tehdit altındayken akıl ve fikir yardımıyla geleceği düşünmek, geleceği kurgulamak ve filli buhrana son vermek boyun borcumuzdur.

Bunun onay mercii de büyük Türk milletidir.

Milliyetçiliği, harekete geçirmiş ve varlığını yegane olarak millete borçlu olan MHP, emanetin sahibine gitmekten asla kaçınmayacaktır.

Gerçekte gri alanları olmayan, kuvvetler arasındaki ilişkileri tam anlamıyla düzenlemiş ve kesinliğe bağlamış bir anayasa yeryüzünde henüz görülmemiştir.

Biz kanun devleti yerine hukuk devletini siyasetin merkezine yerleştirmeliyiz.

Biz siyasal alanda tekel yaratılıp politik alternatiflerin sıfıra çekilmesine engel olmalıyız.

Demokratik ve siyasi teamülleri güçlendirmeliyiz.

Ve de şahısların egemenliği, tek belirleyiciliği yerine toplumsal sözleşmeyi geçirmeli, hukukun kurumsallaşıp derinleşmesini sağlayacak bir sorumluluk ahlakına ruh vermeliyiz.

Bizden öncekiler başaramadı diye yılgınlığa kapılacak halimiz yoktur.

Nitekim Milliyetçi Hareket Partisi varsa çözüm vardır.

Milliyetçi Hareket Partisi ayaktaysa umutlar bitmemiştir.

Dün Anayasa’nın kimliği olur mu diyorlardı, bugün bunu ağzına alan yoktur.

Dün Anayasa’nın ilk dört maddesi üzerinde spekülasyon yapıyorlardı, bugün CHP dışında bunu anan yoktur.

Dün anayasadan Türklüğün çıkarılması konuşuluyordu, bugün buna değinen birkaç bölücü dışında kimseler kalmamıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi milli, ahlaklı, ilkeli, tutarlı ve ne yaptığını bilen bir siyaset anlayışıyla yoluna devam etmektedir.

Biz dibi görünmeyen kuyudan su içmeyiz.

Biz iki uçurum yakasını bileştiren çürük ve her an çökecek tahta köprüden geçmeyiz.

Ve biz 47 yıllık şerefli şehit emanetini hiçe sayacak bir fikri sapmanın seline asla kapılmayız.

Milletimizden nasıl yönetileceğiyle ilgili karar vermesini beklemek, vereceği her karara da bağlı kalacağımızı söylemek bizim milliyetçiliğimizin, milli iradeye hürmetimizin ve demokrasiye bağlılığımızın esası, özüdür.

Merhum Hocamız Prof.Dr. Erol Güngör diyordu ki; “milliyetçilik halka dayanan bir hareket olduğu için milli iradeye azami serbestlik tanımak, yani demokratik olmak zorundadır.”

Nitekim omurgası çökmüşler bizi anlayamaz.

İlk virajda savrulanlar bizi anlamlandıramaz.

HDP’nin yedek kulübesine dönmüş, PKK’nın kervan bekçiliğine soyunmuş, Türkiye muhaliflerinin sığınağı olmuş CHP’nin istese de bizim millet ve vatan sevdamıza kafası basmaz.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Kardeşlerim,

Gazali, uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkün demişti.

Ülküler de böyledir.

Bu tercih perakendeci bir tutum ve tarz değildir.

Ecdad ne güzel de söylemiştir: “Bir çivi bir nalı, bir nal bir atı, bir at bir insanı, bir insan da bir ülkeyi kurtarır.”

İnsanımızdan ümidimizi kesemeyiz.

Sorunlar fazla diye karamsarlığa düşemeyiz.

Bir insanın tek başına da olsa neleri yapabileceğini göz ardı edemeyiz.

Büyük düşünürümüz Farabi, Şam’da sabahları bahçıvan olarak çalışırken, geceleri de bekçi lambasında felsefenin ummanlarına kulaçlar atıyormuş.

Ne yaptığımız değil, neyi amaçladığımız, ülkülerimizin büyüklüğü, uzakları yakın eden fikir ve akıl kudretimiz çağa damgasını vuracak kıvılcımları çakabilir.

Sertifikasını almaya hak kazanan kardeşlerime tavsiyem, kendinize güveniniz, öz değerlerinizi diri tutunuz. Çalışmaktan da yorulmayınız.

Komplekslerden uzak durup, büyük düşünmekten, hayallere kement atmaktan bir an olsun vazgeçmeyiniz.

Çıkar konuşunca vicdan susar diyen merhum Cemil Meriç haklı olsa da, sizler her daim vicdanlarınızla, aklınızla, kalbinizle ve fikirlerinizle aleme ve hadiselerin künhüne yorum getiriniz.

Merhum Sabri Ülgener, “Tarihte Darlık Buhranları” isimli eserinde ifade ettiği üzere, kelimelerin manası ve yapısı ile hadiselerin tarihi gelişmesi arasında çok sıkı münasebetler vardır.

Hüzünlü olabilirsiniz, ama boynunuzu bükmeyiniz.

Her alanda muadillerinizle boy ölçüşebilirsiniz.

Soysuz bir çağdaşlığın fevkinde çağlar üstü kalınız.

Dönemlere hapsolanların inadına devirler üstüne yükseliniz.

Siz geleceksiniz, gelecek sizin omuzlarınızdadır.

Meşhur bir düşünür der ki; “insan, cemiyetin tarihi ve sosyal yapısı hakkında en vazıh görüşe, ya o cemiyet içinde yükselirken ya da düşerken varır.”

Dileğim hiç düşmemenizdir, ama olur da düşerseniz ayağa kalkacak kudreti aklınızda, inancınızda, sabrınızda ve sizi siz yapan değerlerinizde bulacağınızdan emin olunuz.

Toplumun çözüldüğü, bütün insanların iradelerini kaybetmişe benzediği, idealin, sanatın ve imanın yıkıntıları üzerinde paradan, hasetten ve hazdan başka hiçbir putun ayakta duramadığı bir dönemde, ihlas ve metanetle gönüllere girebilir, makus talihi değiştirecek ilk hareketi başlatabilirsiniz.

Hakikat dışında yol arayan, haysiyetsiz bir abesle karşılaşacaktır.

Türk milliyetçileri hakikatle kaderini belirlemiş, haysiyetle fikir kutbunu tayin etmiş milletin onurlu fertleridir.

Milletimiz, geçirdiği değişmenin veya hedeflediği geleceğin aleyhinde bir sonuca vardığının farkındadır, bu sonuçtan şikâyetçidir, tarihte bunun sebeplerini bularak kendini yerle gök arasında kararsız dolaşmaktan kurtarmak istemektedir.

Buna öncü Milliyetçi-Ülkücü Hareket’tir.

Sizlere güveniyorum, sizlere inanıyorum.

Siyaset ve Liderlik Okulu’nun 13. dönemini tamamlamış arkadaşlarıma bundan sonraki hayatlarında başarılar diliyorum.

Sizlerin, aziz milletimizin, Türk-İslam aleminin yeni yılını şimdiden tebrik ediyorum.

Bu vesileyle, Siyaset ve Liderlik Okulu’nun değerli yöneticilerine, eğitim dönemi boyunca katkılarını esirgemeyen saygıdeğer misafir öğretim üyesi arkadaşlarıma ve emeği geçenlere teşekkürlerimi sunuyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Allah’a emanet ediyorum.

Kalın sağlıcakla diyorum.