Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, yapmış oldukları basın toplantısı. 25 Temmuz 2017
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
yapmış oldukları basın toplantısı.
25 Temmuz 2017

 


Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Türkiye’nin genişleyen iç sorun alanlarının yanında bölgesel ve küresel siyasetteki çalkantı ve gerilim devamlı tırmanmaktadır.

Huzur arayışı her seferinde hayal kırıklıklarıyla sonlanmaktadır.

İstikrar özlemleri her defasında hüsran duvarına çarpmaktadır.

İnsanlık büyük bir maneviyat ve maddiyat karmaşışının pençesindedir.

Yaşanılan adalet, ahlak ve anlam bunalımı toplumları, milletleri yakından tehdit etmekte, gelecek umutlarını zedelemektedir.

Türkiye’mizin merkezinde yer aldığı coğrafyalar kaynamakta, kaos rüzgarı gittikçe hız ve şiddet kazanmaktadır.

Bugünkü basın toplantımızda ağırlaşan iç ve dış meseleleri sizlerle paylaşmak, gündemin üst sıralarına yerleşmiş konu başlıklarıyla ilgili görüş ve kanaatlerimizi açıklamak arzusundayım.

Sözlerimin bu aşamasında hepinizi saygılarımla selamlıyor, basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

 

Değerli Basın Mensupları,

İsrail’in Filistinli Müslümanlara yönelik tahammülsüz ve tahakkümcü yaklaşımı son günlerin en sıcak, en can yakan konusudur.

İlk kıblemiz olan, mukaddesatımızda ayrıcalıklı bir yeri bulunan Mescid-i Aksa 14 Temmuz 2017 tarihinde İsrail tarafından ablukaya alınmıştır.

Bunun yanı sıra ibadete kapatılmış, mahzun mabedimize giriş çıkışlar engellenmiştir.

İsrail bu tutum ve tavrıyla büyük bir insanlık ve vicdan suçuna imza atmıştır.

Doğu Kudüs’ün işgal edildiği 1967 yılından bu tarafa ilk kez ezan okunamamış, Cuma Namazı kılınamamıştır.

İsrail, Harem-i Şerif’in tarihi ve manevi statüsüne pervasızca saldırmıştır.

Harem-i Şerif’in girişlerine koyulan detektörler, İsrail güvenlik güçlerinin Filistinli kardeşlerimize yapmış olduğu zulümler insanlığı ayaklar altına alan bir uygulamadır.

Mescid-i Aksa’ya çıkan yollarda, Kudüs’ün farklı noktalarında Filistinli kardeşlerimize ateş açılmış, göz yaşartıcı gaz ve ses bombalarıyla barbarca muameleler sergilenmiştir.

İsrail polisi 3 Filistinliyi şehit ederken, 200’den fazlasını yaralamıştır.

Siyonizm, bir kez daha Kudüs’te vahşi bir komplonun taraf ve hazırlayıcısı olmuştur.

Bunu yaparken de yüce dinimizin kutsallarına hasar vermekten çekinmemiş, geri durmamıştır.

Hiç kuşkusuz, Kudüs’teki hak ihlalleri, zora ve zorbalığa dayanan ambargolar insanlığın ve inancımızın hiçbir değer ve mirasıyla izah ve ifade edilemeyecektir.

Mescid-i Aksa’nın kısıtlamalara maruz kalması elbette İsrail’in gerçek yüzünü, karanlık niyetini bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Miraç mucizesinin manevi mekânına yönelik düşmanca muamele sadece Müslümanların değil, aslında tüm insanlığın nezdinde nefretle yankı bulmalıdır.

Bir defa İsrail insan haklarını çiğnemiştir.

Ve bu konuda sicili oldukça kabarıktır.

Din ve vicdan hürriyetini baskı altına, hatta askıya almıştır.

İsrail’in yöntemi terörden farksızdır.

Filistinli kardeşlerimizin varlık haklarına operasyonun uluslararası hukuka aykırı olması şöyle dursun, gayri meşrudur, gayri ahlakidir ve de insanlıkla ters düşmüştür.

Ne üzücüdür ki, Harem-i Şerif’e karşı İsrail acımasızlığı karşısında insanlık aciz ve suskundur.

Özellikle İslam dünyasının tereddütlü, tenakuzla bezenmiş gevşek duruşu son derece düşündürücüdür.

Müslümanım diyen hiçbir vicdan sahibinin sessiz kalamayacağı ilkelliklere eğer bugün cevap verilmezse, eğer bugün göğüs gerilmezse, İslam toplumları birlik ve beraberlikten nasıl bahsedecektir?

Gaza, petrole, servete iradesini ve istikbalini teslim etmiş, dahası dünyevi çıkarlar uğruna terk etmiş çok sayıda İslam ülkesi Mescid-i Aksa’nın dramına ne zaman etkili bir çıkış yapacak, ne zaman ilke ve inançlarının safına girecektir?

Katar krizini tırmandıran körfez ülkeleri niye ürkektir?

Maalesef İslam âleminin dayanışma ve yardımlaşma duygusu hasarlıdır.

Herkes birbirinin kuyusunu kazmakla meşguldür.

Karşılıklı empati, hassasiyet, hürmet ve ortak değerlere riayet zayıftır.

Sudan bahanelerle kriz çıkarma konusunda ustalaşmış malum ülkelerin, kutsallarımıza kast eden İsrail şiddetine gözlerini yumması, özetle üç maymunu oynamaları üzerinde dikkatle durulması gereken bir ayıptır.

Bu ayıbın çamuru Kudüs’e yüzünü dönen herkesin üzerine sıçramıştır.

Mescid-i Haram, Mescid-i Nebevi ve Mescid-i Aksa inancımızın üç büyük değeridir.

Her biri eşsiz ve paha biçilmez manevi hazinedir.

Bunların herhangi birisine karşı yapılacak saldırı aslında tüm Müslümanları hedef almış sayılmalıdır ve öyle de sayılacaktır.

Ne var ki, İslam alemi sığ gündemlerin kumandasında, gündelik heveslerin kuyruğundadır.

İsraille açık veya gizli ilişki içinde olanlar; Batı Şeria, Gazze, Kudüs’teki tramva ve tahammül edilemez tacizlere ilgisizdir.

Bu ilgisizlik bir bakıma İslam ülkelerinin perişanlığının tescilidir.

Bu ilgisizlik bir nevi siyasi hesaplaşmaların, çıkar kavgalarının mahsulüdür.

Düşünebiliyor musunuz, İsrail büyük mescitlerimizden birisini ibadete kapatabilmektedir.

Bu durum zaten hassas ve sürdürülmesi günden güne zorlaşan dengelere sahip olan bölgeyi bütünüyle ateşe verebilecek bir provokasyondur.

Arap Birliği nerededir? İsrail’i niye kınamaktan acizdir?

İslam İşbirliği Teşkilatı zirve dönem başkanı olan Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan vasıtasıyla Türkiye tavrını göstermiş, tarafını aleni bir şekilde izhar ve ilan etmiştir.

Kaldı ki, İsrail’in Harem-i Şerif’e karşı sergilediği kaba, hırçın, saygısız ve onur kırıcı dehşeti ülkemizde infial ve tepkiyle karşılanmıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan körfez ülkelerini kapsamına alan seyahatinde İsrail vandallığını da gündeme getirmiştir.

Bu açıdan Türkiye doğru ve olumlu bir noktadadır.

Ve de anlamlı tepkimiz güçlü bir şekilde gösterilmiştir.

Öte yandan ABD, Rusya, BM ve AB’den oluşan Ortadoğu dörtlüsü Kudüs’teki gerginliğin azaltılması ve Mescid-i Aksa’nın tarihsel statüsünün korunması hususunda pozisyon belirlemişlerdir.

Ancak alınan bu pozisyon bugüne kadar bir netice doğurmamıştır.

Birleşmiş Milletler’in konuyla ilgili dün düzenlemiş olduğu toplantısı ise kalıcı ve kapsayıcı bir barış ve istikrar atmosferine hizmet etmekten uzak düşmüştür.

Harem-i Şerif tüm Müslümanların şeref nişanesi, kutsiyeti çok yüksek bir ibadethanesidir.

Hiçbir hain emel Harem-i Şerif’i kirletemeyecektir.

Hiçbir karanlık hedef Harem-i Şerif’in ruh ve manasını kıramayacaktır.

Müslüman Türk milleti oynanan oyunların farkındadır.

Kudüs’te dini ve etnik temizlik yapmak için her köhnemiş ve karanlık yolu deneyen Siyonizm zihniyeti muhakkak mahcup ve mağlup edilecektir.

Filistinli kardeşlerimizin davaları bizim davamızdır.

Mazlumların ahı yerde kalmayacaktır.

Masumların gök kubbede çınlayan feryatları cevapsız bırakılmamalı, unutulmasın ki bırakılmayacaktır.

Kudüs’ü başkent yapmak, Filistinlilerin yerleşim yerlerini daraltmak gayesiyle kıyasıya ve kategorik bir çabanın içinde olan İsrail yanlıştadır, utanç verici bir şekilde krize yatırım yapmaktadır.

Harem-i Şerif hak ettiği seviyede olmadıkça, günahkârlar, insan ve inanç katilleri geri çekilmedikçe sükûnet ve sağduyu mumla aranacaktır.

Bu nedenle İsrail musallat olduğu Harem-i Şerif’ten derhal elini çekmelidir.

Kutsallarımıza hürmet etmeli, Filistinli kardeşlerimizin hayat ve varlık haklarını öğütmekten vazgeçmelidir.

Uluslararası toplum Kudüs’teki suikastı durdurmalı, daha büyük felaketlerin önüne geçmelidir.

Kıblesizlere, ilk kıblemizi yok ettiremeyiz.

Mabetlerimizi çiğnettiremeyiz.

Bunu yaparken de, haklıyken haksız duruma düşmekten sakınmalıyız.

Mesela, İstanbul veya bir başka yerde Musevi vatandaşlarımıza ait ibadet yerlerinin taciz ve tahrik edilmesini doğru ve meşru göremeyiz.

Nitekim İsrail’i eleştirirken, İsrail gibi olamayız, bu duruma düşemeyiz.

Şiddete şiddetle, yanlışa yanlışla karşılık veremeyiz.

İsrail barbarlığına aynı şekilde cevap üretemeyiz.

Türkiye’deki sinagoglara yapılacak en ufak saldırı elimizi zayıflatmakla kalmayacak, din ve vicdan hürriyetine darbe olacaktır.

Bunu da doğru göremeyiz.

Bu yüzden son günlerde medyaya yansıyan bazı müessif hadiseleri endişeyle izlediğimizi özellikle belirtmek isterim.

Musevi vatandaşlarımızın dini tercih ve inanç haklarına gelebilecek zayiat bilinsin ki, Türkiye’ye yakışmayacak, Türk milletiyle bağdaşmayacak bir çirkinliktir ki, buna da asla onay veremeyiz.

Bu vesileyle İsrail saldırganlığını kınıyor, şehit olan Filistinli kardeşlerimize Allah’tan rahmet diliyor, yaralılara da acil şifalar temenni ediyorum.

İsrail yönetiminin temel insani değerlere müzahir hareketini hayati görüyor, bunu tavsiye ediyorum.

Filistin davası makul ölçülerde çözülmedikçe, suçsuz ve günahsız insanların zulümle girdikleri kanlı imtihanları son bulmadıkça insanlığın ve İslam coğrafyasının huzur, refah, güvenlik ve istikrara ulaşamayacağını önemle ifade ediyorum.

 

Sayın Basın Mensupları,

Türkiye’nin çok cepheden önü kesilmek, iradesine ipotek koyulmak istenmektedir.

Ülkemiz; bekasına yan bakan, diş bileyen, dinamitlemek isteyen her türlü çevre, oluşum, grup, örgüt ve yapıyla korkusuzca, kıran kırana bir mücadele halindedir.

Namus bildiğimiz, varoluşumuzun gayesi bellediğimiz istiklal hakları ne pahasına olursa olsun müdafaa edilmektedir.

İç ve dış mihraklar Türkiye’ye boyun eğdirmek için son kozlarını oynamaktadır.

Milli güvenliğimize gölge düşürmek için rekabet halinde olan medenisi, ilkeli, cahili, canisi, adisi, katili ve zulmetin tüm ahalisi karşımızda sıra sıra dizilmişlerdir.

Tehlike çok yakındır.

Tehdit algısı çok yüksektir.

Milli mukavemeti kırmak, milli birlik ruhunu yıkmak isteyen iç ve dış güçler kanlı kalemle yazılan hıyanet senaryosunu sahnelemek için gemi azıya almışlardır.

Bunlara rağmen,

16 Haziran 2017 tarihinde, görev yeri Şanlıurfa’dan memleketi Gümüşhane’ye dönerken Tunceli-Pülümür karayolunda yolu kesilip alı konulan, daha sonra da şehit edilip dereye atılan öğretmenimiz 23 yaşındaki Necmettin Yılmaz’ın katilleriyle,

15 Temmuz gecesi Gölbaşı Özel Harekât Daire Başkanlığını havadan bombalayıp 53 kahramanımızın şehadetine neden olan canilerle, yine aynı gece Ankara’da Özel Kuvvetler Komutanlığında ihanete kurşun sıkan Astsubay Ömer Halisdemir’i ve toplamda 250 vatan evladını şehit eden teröristler ve onların yardakçılarıyla çok çetin bir mücadele sürdürülmektedir.

Bir öğretmenimiz toprağa düşse de, çok şükür bini arkadan gelmektedir.

Bir mehmedimiz, bir polisimiz şehadet şerbetinden içse de, onların yüzünü kara çıkarmayacak, azim ve kararlılıklarını yere düşürmeyecek inanmış ve kahraman yürekler kâfilerle haçlı bakiyelerinin üzerine gitmektedir.

Türk milleti zalimlere aldanmayacak, bunlar karşısında diz çökmeyecektir.

Hero tişörtü giyen namertler kazanamayacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti; devleti ve milletiyle bir ve beraberliğini, ayrılmaz ve bölünmez bütünlüğünü ona buna harcatmayacak, heba ettirmeyecektir.

Konu vatan olunca, konu millet olunca, konu devlet olunca irademiz katı ve kesindir.

Bu uğurda taviz yoktur, teslimiyetin esamisi okunmayacaktır.

Hiçbir sefil, hiçbir çürümüş karşımıza çıkamayacak, çıkmaya cüret etse bile bizimle, bu büyük milletle baş edemeyecektir.

Zor, oyunu her zaman bozmuştur.

İman, ihaneti her zaman yenmiştir.

Sadakat, satılmışlığı her zeminde rezil etmiştir.

Soylu duruş, soysuz oyuncuları tarih boyunca kepazeye çevirmiştir.

Türklükle uğraşan, Türk milletine tezgah kuran kim varsa sonunda kaybetmeye mahkum olmuştur.

Terör örgütleri, arkalarındaki destekçileri, asırlık plan ve hesaplar yoluyla Türkiye’nin başına çorap örmeye, bağımsızlığını sabote etmeye eşgüdüm halinde çalışmaktadır.

Bakınız, YPG isim değiştiriyormuş.

Yeni adıyla Suriye Demokratik Güçleri olacakmış.

İsmin ne önemi vardır? Kaldı ki bu değişiklik malumun ilanı değil midir?

İsim değişikliği cinayet ve ihanetleri nasıl örtecektir?

Terör her yerde, terörist her isim altında terörist ve şerefsizdir.

Ha YPG, ha SDG; ha FETÖ, ha PKK; bunlar arasında en ufak fark, en küçük eylem ve emel farklılığı yoktur.

ABD’nin YPG’ye, yani PKK’ya vermiş olduğu silah ve mühimmat desteği artık milli güvenlik sorunu haline dönüşmüş, Türkiye’ye alenen husumet olduğu anlaşılmıştır.

Milli Güvenlik Kurulu’nun 17 Temmuz 2017 tarihli toplantısı bu sarih ve sıcak gerçeği teyit etmiş, karşımızdaki vahim sorunun tekraren altını çizmiştir.

Açıkça söylemek lazımdır ki, terör örgütlerine karşı bakışın çifte standart oluşu yalnızca ülkemizin değil, aynı şekilde bölgesel ve küresel huzurun da aleyhinedir.

Terörizmle mücadelede ortak bir anlayış ve hedef birliği sağlanmadan ne uluslararası hukuktan, ne müttefiklikten, ne de insan haklarından bahsetmek hiç kimseye bir şey kazandırmayacaktır.

Yanıbaşımızda kurulmak istenen terör devletine harç taşıyan, temel kazan ülkeler bırakınız dost olmayı, düşmanlığa hizmetten başka bir şey yapmamaktadır.

Irak ve Suriye’nin kuzeyini içine alan ve Akdeniz’e uzanması planlanan terör devletiyle küresel vahşet çetesi altın vuruşu yapmak istemektedir.

Amerikan ordusuna kurmay subay yetiştiren bir askeri akademinin yayın organın kapak resminde kolundaki amblemde bebek katilinin resmi olan bir YPG’li teröristin sözde nöbet tutarken gösterilmesi muhatap olunan skandalların son halkasıdır. 

ABD, son veriler ışığında, 5 Haziran’dan 9 Temmuz’a kadar süren sevkiyatlarla birlikte 434 kez PKK/PYD bölgesine silah ve mühimmat teslimatı yapmıştır.

İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi’nin geçtiğimiz Pazar günü, bir televizyon kanalında YPG’yle işbirliği yaptıklarını itiraf etmesi, daha ileri giderek FETÖ’yü bir terör örgütü görmediklerini vurgulaması elbette sözün anlamını kaybettiği noktaya işarettir.

Türk milleti 19.yüzyılın sonu ile 20. yüzyılın başındaki karanlık yıllara sürüklenmek üzeredir.

Müzik Öğretmeni Aybüke kızımızı şehit eden, Türk vatanını hendeklere gömmek, 15 Temmuz’da işgal ve tamamen yok etmek için ittifak içinde hareket eden terör örgütlerine batılı devletler omuz vermektedir.

Karşımızdaki bu hazin gerçeklerin bırakınız çiğlik olmasını, tam anlamıyla çirkinlik ve çirkeflik olduğu nettir.

Her gün şehit haberleri gelmektedir.

Barzani yanlıları Diyarbakır’da sözde Kürdistan referandumu için çalıştaylar düzenlemekte, Irak’tan sonra bölünme sırasının Türkiye’ye geleceğini alçakça duyurmaktadırlar.

Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve diplomatik kuşatmayla yılması, teslim bayrağını çekmesi amaçlanmaktadır.

Batı başkentlerinde bizim katil dediklerimiz kahraman muamelesi, hak ve özgürlük savaşıcısı görülmektedir.

Üstelik Katar krizinde arkamızdan dolaşarak Doha’daki askeri üssümüzden rahatsızlıklarını gösteren Körfez ülkelerinin ve İslam toplumlarının hayret verici şekilde çıtı bile çıkmamaktadır.

Biliyoruz ki, onurunu kaybetmiş milletler küresel cinayet şebekesinin oyuncağı olacaklardır.

Hamd olsun Türk milleti onurunu, yaşama iradesini asla yitirmemiştir.

Bizim için Ya İstiklal Ya Ölüm parolası milli şuur ve vicdan rehberidir.

Yabancı devletlerin tehditlerine pabuç bırakan, ayak oyunlarına düğme ilikleyen, himaye ve vesayetlerini gönüllüce kabul eden milletler acizdir, müstemlekedir ve esareti hak edenlerdir.

Türk milleti asla böyle bir seviyesizliğe düşmeyecek, efendilik taslayanları, parmak sallayanları her zaman, her zeminde şaşkına çevirecektir.

Haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşayacağız.

Tam bağımsızlıktan ödün vermeyeceğiz.

Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun bağımsızlıktan mahrum bir milletin medeni insanlık aleminde uşaklık mevkiinden yukarı çıkması düşünülemeyecektir.

Ve de Türk milleti ne kendisini, ne de başkalarını uşak görmeyen bir ahlak ve asalete sahiptir.

Almanya ile gerilen ilişkileri bu çerçevede ele almak sanıyorum isabetli olacaktır.

İstanbul Büyükada’da gözaltına alınan, daha sonra 18 Temmuz’da tutuklanan sözde aktivistler arasında bir Alman vatandaşının da bulunuyor olması Türkiye-Almanya ilişkilerinde bir gedik daha açmıştır.

Şu işe bakınız ki, ajanların yeni maskesi olan aktivistlik 15 Temmuz’dan beri daha da gündemdedir.

Bu aktivistler her ne hikmetse sürekli Türkiye aleyhine olan fiillerin merkezindedir.

Acaba bunların Büyükada’da ne işi vardır?

Toplanacak başka yer mi bulamamışlardır?

15 Temmuz Gecesi aynı yerde buluşup FETÖ kalkışmasının başarıya ulaşmasıyla ilgili planlar yapan casuslardan sonra, şu an tutuklu olan aktivistler bu kez neyin peşine düşmüşlerdir?

Türkiye yolgeçen hanı mıdır?

Bu artis ve aktivist makyajlı işbirlikçiler neye ve kimlere hizmetle görevlidirler?

Şayet bu şahısların yargı sürecinden sonra herhangi bir suçları olmadığı tespit edilirse söylenecek bir şey zaten yoktur.

Şayet varsa hiç kimsenin, bilhassa Almanya’nın söz söylemeye yüzü katiyen olmayacaktır.

Almanya niye bu kadar asabidir?

Niye bu denli korku içindedir?

Hangi ilişki ağlarının açığa çıkmasından endişe duymaktadır?

Madem kendi vatandaşının tutuklanmasından rahatsızdır, o halde, bizim ülke olarak iadesini istediğimiz hainleri, suçluları niye korumaya alacak kadar pişkindir?

Türkiye’nin rahatsızlığı niye dikkat ve ciddiye alınmamaktadır?

Almanya Dışişleri Bakanı adeta meydan okumuş, rencide edici, incitici, kırıcı açıklamalarda bulunmuştur.

Söz konusu bakan, tutuklanan Alman vatandaşının Türkiye uzmanı olmadığını, hiç kimseyle bağlantısının bulunmadığını söyleyerek; “Türkiye’ye çok sabır gösterdik” diyecek kadar ileri gitmiş, boyunu aşan laflar etmiştir.

Alman yatırımlarının engellenmesiyle ilgili beyanat vermiştir.

Bu bakan sabır göstermese ne olacak, kaç yazacaktır?

Almanya Ekonomi Bakanlığı suyu iyice bulandırmış, yalan ve tezvirat dolu propagandayla mesafe almaya çabalamıştır.

Alman şirketleriyle ilgili çıkarılan aslı astarı olmayan dedikodular, Türk turizmini baltalamak için yapılan menfi propagandalar elbette iki ülkeye de zarar verecektir.

Almanya bugüne kadar terör örgütlerine kucak açmıştır.

Türk ve Türkiye düşmanlarına kol kanat germiştir.

PKK, FETÖ, DHKP-C bu ülkede yuvalanmış, yardım görmüşlerdir.

Almanya gibi aramızda derin ve tarihsel bağların olduğu, üstelik 3,5 milyon Türk’ün yaşadığı bir ülkenin Türkiye alerjisi hazmedilecek, sineye çekilecek bir durum değildir.

Gönül ister ki, Türkiye-Almanya arasındaki soğuyan ilişkiler düzelsin.

Umut ederiz ki, bu süratle gerçekleşsin.

Ancak Almanya’nın geri adım atmaya niyetli olmadığı gelişmelerle sabittir.

Alman Ekonomi Bakanlığı sözcüsünün yeni yaptığı bir açıklamada; mevcut şartlarda Türkiye ile Gümrük Birliği antlaşmasının uzatılmasının mantıklı olup olmadığını AB’deki ortaklarıyla tartışacaklarını söylemesi krize yeni bir boyut kazandırmıştır.

Gümrük Birliği anlaşmasında Türkiye’nin kayıpları, dezavantajlı konumu bilinen bir gerçektir.

Diyorum ki, elinizden geleni ardınıza koymayın.

Almanya şunu unutmasın ki, Türkiye köle değildir, icazetli değildir, tutsak hiç değildir.

16 Nisan halk oylamasında yapılan anayasa değişikliklerini hala kabullenemeyen, sürekli olarak ayağımıza pranga vurmak için çırpınan Almanya’nın politikaları yapıcı, tutarlı ve dostane değildir.

Almanya’nın Türkiye’ye aba altından sopa göstermesi, elindeki farklı enstrümanlarla tehditvari dile sapması hiçbir değerle örtüşmeyecektir.

Almanya sözde aktivistleri bıraksın, ülkesindeki FETÖ’cü hainleri ve Türkiye’ye kast etmiş diğer teröristleri ön şartsız teslim etsin.

Fazla laf gaf olacak, her gaf bir pot kıracaktır.

Almanya’nın ekonomik gücü ve AB’deki nüfuzu varsa Türk milletinin çelikten bileği, yenilmez imanı ve haysiyeti vardır.

Türkiye’nin Ortadoğu ve küresel siyaset denkleminde elini kolunu bağlamaya dönük kurnazlıkları, dirilen milli şuuru bastırmaya yönelik kumpasları şüphesiz elimizin tersiyle iteceğimiz iyi bilinmelidir.

Bunun adı Almanya olmuş, İngiltere olmuş, ABD olmuş; milli kural değişmeyecektir.

Türk milleti her türlü saldırıyı birlik ve beraberlik içinde aşmaya muktedirdir.

Bizim hiç kimseden öğrenecek bir şeyimiz yoktur.

Bizim medeniyet ve gelişmişlik dersi almaya ihtiyacımız da yoktur.

Dileğim Almanya ve diğer ülkelerle ilişkilerin çıkarlara dayalı ve olumlu bir seyir izlemesidir.

Ancak ille de iyi olacağız diye Türkiye’nin ajan, işbirlikçi ve hainlere sessiz kalması, baskı, dayatma ve küçümsemeleri görmezden gelmesi akla ve mantığa da uymayacaktır.

Kaldı ki böylesi karanlık bir dünya henüz bizim açımızdan keşfedilmemiştir.

 

Değerli Basın Mensupları,

Dün Lozan Antlaşması’nın 94. yıldönümünü idrak ettik.

Lozan Türkiye’nin bağımsızlık senedi, Milli Mücadele’yi uluslararası alanda taçlandıran siyasi ve diplomasi zaferidir.

Lozan’da Sevr yırtılmış, emperyalizm bu defa da masada püskürtülmüştür.

Lozan, Türkiye Cumhuriyeti’nin hukuki temeli, varlığının tescili, egemenliğinin pekiştirilmesidir.

“İstiklâl savaşına başladığı sıralarda Gazi Mustafa Kemal’e dediler ki:

Nasıl mümkün olur? Ordu yok! Atatürk hemen cevap verir: Kurulur.

İyi ama bunun için para lâzım, o da yok? Yine cevap verir: Bulunur.

Diyelim ki parayı bulduk, düşmanlarımız hem büyük hem de çok. Atatürk son kez haykırır: Olsun, hepsi yenilir.”

Bu söylenenlerin alayı birden yapılmış, Türkiye Cumhuriyeti imkânsızlıklar içinde, muazzam bir mücadele azmiyle kurulmuştur.

Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti demektir.

İşte tam da Lozan’ın yıldönümüne tesadüf eden bir zaman diliminde, 18 Temmuz günü, Yunanistan Cumhurbaşkanı’nın Aydın’ın dibindeki Bulamaç ve Eşek Adalarıyla İzmir’in yanı başındaki Koyun Adası’na ziyaret düzenlemesi açık bir kışkırtmadır.

Üstelik bu adalar ve diğer 15 Ege adası Yunanistan tarafından haksız ve hukuksuz bir şekilde işgal edilmiştir.

Yunanistan devlet ricalinin gövde gösterisi yapar gibi adalara çıkması karşılıksız bırakılmamalı, Ege’nin istilasına asla müsamaha gösterilmemelidir.

Bugün Bulamaç Adasına gelenler, yarın ilk fırsatta Aydın’a gelecekler; bugün Koyun Adası’na çıkanlar, ilk fırsatta İzmir’e demir atmanın arayışında olacaklardır.

Yunanistan’ın komşuluk hukukuna uymayan tavrını kınıyor, işgal ettiği adalardan derhal çekilmelerini bekliyorum.

Sabrımızı sınamasınlar, olgunluğumuzu, vakarımızı yanlışa yormasınlar.

Tekrar denize dökülmek isteyen varsa seve seve döker, canı kovalanmak isteyen varsa kaçtıkları yere kadar kovalarız.

Onun bunun gözüne girmek, beğenisini almak amacıyla tarihi tez ve haklarımızı pazarlık konusu asla yapmaz; vatan, millet ve devletimizin kutlu emanetlerinden can pahasına da olsa taviz vermeyiz.

Lozan Antlaşması’nın 94.Yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, her biri yiğitlik simgesi silah ve ülkü arkadaşlarını rahmetle, minnetle, şükranla anıyorum.

Mukadderatımız ve mukaddesatımız için sere serpe toprağa düşen tüm şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.

Sizleri bir kez daha saygılarımla selamlıyor, basın toplantımıza katılımlarınızdan dolayı teşekkür ediyorum.

Sağ olun, var olun, Allah’a emanet olun.

Ne Mutlu Türküm Diyene.