Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin gündemdeki konuları değerlendirmek için genel merkezde yapmış oldukları basın toplantısı. 24 Ağustos 2017
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
gündemdeki konuları değerlendirmek için genel merkezde yapmış oldukları
basın toplantısı.
24 Ağustos 2017

 

 

 

Sayın Basın Mensupları,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Sözlerime başlarken her birinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Yoğunlaşan, karmaşıklaşan, aynı zamanda kaotik bir görüntü çizen iç ve dış gelişmeleri değerlendireceğim bugünkü basın toplantımıza hoş geldiniz diyorum.

 

Değerli Basın Mensupları,

Başta Türkiye olmak üzere, mücavir bölge ve ülkeleri kapsamına alan kanlı ve karanlık bir oyun uzun süreden beri devrededir.

Bahse konu şirret oyun gelip geçici değil, sonuca odaklı yakıp yıkıcı niteliktedir.

Çevremizde koyu bir tehdit kuşağı hâkimdir.

Bunun yanında Türk milletini hedefine alan hain bir kuşatma günden güne sertleşmekte, ağır baskısını fazlasıyla hissettirmektedir.

Muhatap kaldığımız çok boyutlu gelişmeler huzursuz edici, kaygı vericidir.

Tedirginlik her düzeydedir.

Tehlikeler volkan ağzı gibi patlarken, Türkiye maalesef çapsız, çorak ve çürük tartışmalarla boğulmakta, açık veya örtülü çatışmalarla meşgul edilmektedir.

Kurgusu ustaca yapılmış bu meşguliyet gerçek sorunlarla başa çıkabilecek irade ve isteği doğrudan sekteye uğratmakta, emek ve enerji israfına neden olmaktadır.

Birbirine eklemlenmiş, birbiriyle bağ ve bağlantısı bulunan ve milletimizin sinir uçlarına dokunan zincirleme olaylar peşpeşe gündemi işgal etmektedir.

Özetle, Şanlıurfa Siverek ile Diyarbakır’da Atatürk büstlerine yapılan saldırılar, Çanakkale Bayramiç’te bir polis memurunun medyaya düşen ibretlik fotoğrafı, İstanbul Maçka Parkı’nda sahnelenen kıyafet temalı taciz, yeni devlet kurulmasıyla ilgili safsatalar yörüngesi kaymış tartışmaların odağında yer alan konu başlıklarından sadece bir kısmıdır.

Bir yanda terörizm kan dökmeyi sürdürürken, diğer yanda siyaset ve diplomasi kilitlenerek alarm vermektedir.

Bir yanda iç siyasi tansiyon sosyal bünyeyi felç edecek şekilde yükselirken, diğer yanda uluslararası ilişkiler gerilmekte, ülkemiz zora girmektedir.

Sorumsuzluk ve duyarsızlık katlandıkça yangın adeta bacayı sarmaktadır.

Gelişmelerin tadı tuzu kaçmıştır.

Hiç arzu etmesek de, istikrarsızlık zemin bulmakta, milletimiz umutsuzluğa, ufuksuzluğa mecbur, hatta mahkûm edilmektedir.

Elbette böylesi bir bozuk ve bozgun gayretkeşliğe hiç kimsenin, hele hele ülke yönetimini elinde tutan siyasi zihniyetin hiçbir hakkı yoktur.

Her şey ortadadır.

Nitekim pek çok meselemiz vardır.

Çözüm bekleyen çok sayıda sorun yumağı dağ gibi karşımızda durmaktadır.

Oyalanmak, zamana oynamak, hamasete odaklanmak ise Türkiye’ye haksızlık, Türk milletine hakarettir.

Korumamız gereken milli varlığımız istiklal ve istikbal haklarımızla birlikte hak ettiği mevkilere yükselmeyi beklemektedir.

Kurtarılmayı bekleyen milli ekonomimizin toparlanıp güçlenmesi için lazım gelen iklim ve irade süratle yeşermeli, hızla şekillenmelidir.

Vakit kaybına tahammül kalmamıştır.

Saklamaya, izlemeye, gizlemeye, ötelemeye yer ve gerek yoktur.

Milletin kafası karışık, sıkıntıları fazladır.

Toplumsal hayat sarsak ve sancılıdır.

Medya yanlı, ihanet canlı, ilkesizlik kaslı, demokratik kurum ve kurallar paslıdır.

Ne var ki milli birlik ve beraberlik ruhuna en çok ihtiyaç duyduğumuz dönemden geçtiğimiz de açık ve aleni bir gerçektir.

Türkiye’nin bölünmesi için el ovuşturan mihraklar faal ve faaliyettedir.

Dağılmamızı istiyorlar.

Birbirimize küsüp kast etmemizi umuyorlar.

Fitne hakim olsun, fesat tahkim edilsin, fikri ve fiziki dayanışma, milli ve manevi dirilme akim kalsın, vatan toz duman, millet kan revan içinde boğulsun diyorlar.

Türk milletiyle çok vahşi bir hesap görülüyor.

Zalimler, kanadımızı kolumuzu kırmanın, içimizi dışımızı karartmanın heves ve hedefini gözetiyor.

Terör örgütleri önü arkası planlı, dünü bugünü belli haşin ve hain bir strateji dâhilinde Türkiye’ye dört koldan, eşgüdüm halinde,  kudurmuşçasına saldırıyor.

Sınırlarımızın hemen dibinde gayri meşru, uluslararası hukuka bütünüyle ters, egemenlik haklarımıza tamamen aykırı fiili bir durum zifiri bir düşmanlık eliyle yaratılıyor.

Güney sınırlarımız boyunca, Türkiye’nin milli güvenliğini ve toprak bütünlüğünü yakından tehdit eden bir terör devletini kurmak, hemen akabinde nefesini açmak maksadıyla Akdeniz’e ulaştıracak bir koridor oluşturmak için ince işçilik yapılıyor.

Türk milletinin komşu coğrafyalarla bağının kesilmesi, tamamen Anadolu’ya hapsi, kaosu ithal etmesi amaçlanıyor.

ABD yüzlerce tır dolusu silahı gizli müttefiki PKK-YPG’ye Noel hediyesi verir gibi cömertçe veriyor.

Bunlar oluyorken, Suriye’nin Şehba bölgesinde, Suriye Demokratik Güçleri bünyesinde kurulan yeni bir terörist yapılanmanın Türkiye’yi bölgeden atmakla tehdidi küstah bir diklenme, alçak bir meydan okumadır.

ABD’nin silah, cephane, lojistik ve eğitim desteği verdiği PKK-YPG’ye yeni bir örgüt kurdurup, Fırat Kalkanı Bölgesine saldırmasının şartlarını oluşturması dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayan bir aymazlık ve ahlaki zaaftır.

Üstelik bu terörist oluşum, El Bab’a, Cerablus’a, Azez’e, Menbiç’e saldıracaklarını duyurmuştur.

Bu caniler kimi, nereden, nasıl atacaklarını zannetmektedirler?

Bu cüreti, bu cesareti nereden almaktadırlar?

Konuyla ilgili görüşümüz çok nettir:

Türk milletinin seri katillere pabuç bırakacak, gözdağlarına boyun eğecek acziyet ve zayıflık içinde olmadığı kesin ve etkili bir şekilde kısa sürede gösterilmeli, gereği neyse yapılmalıdır.

 

Değerli Basın Mensupları,

Elbette Türkiye’nin etrafı dinamitlenmektedir.

Milli varlığımıza, hayat haklarımıza topyekûn suikast hazırlığı son aşamaya gelmiş bulunmaktadır.

Türkiye’nin hassasiyetleri kaşınmakta, husumet kamçılanmaktadır.

Terörizmi paravan olarak kullanan vahşi emperyalizm son kozunu oynamak için tetikte ve teyakkuzdadır.

Hedef aslında Türk milletinin tarihsel ve tavizsiz mevcudiyetidir.

Aziz milletimizin destansı, aziz vatanımızın benzersiz kutsiyet ve ulviyeti tüm haşmetiyle, tüm görkemiyle meydandadır.

Bundan rahatsız olan, bunu hazmedemeyen ne kadar hasım devlet varsa cinayet örgütlerini üzerimize salmak ve eşanlı saldırı komutu vermek için el ele vermişlerdir.

Bunu görüyor, bu hazin gerçeği biliyoruz.

Suriye ve Irak’ın kuzeyinde tedavüle sürülen kirli pazarlıklar, kinli arayışlar, kapalı devre kışkırtılan arzular esasen Türkiye temalı, Türkiye odaklıdır.

Bütün gözler, bütün dikkatler ülkemize çevrilmiştir.

Aslında bir Türkiye sorunu çıkarmak için herkes işbaşındadır.

Oklar üzerimize yönelmiştir.

Küresel çetenin istikrarsızlık ibresi ülkemizi işaret etmektedir.

Türklüğün soluk borusunun kesilmesi, tarihsel irtibatlarının koparılması hususunda ittifak kurulmuştur.

Suriye’nin İdlip şehrine operasyon yapılmasıyla ilgili planlar, terör devletinin önündeki bir engelin daha kaldırılmasıyla ilgili hazırlıklar şundan emin olunuz ki, Türkiye’nin iyice köşeye sıkıştırılma emelidir.

ABD’nin Suriye Temsilcisinin Türkiye sınırında El Kaide varlığını dile getirmesi maksatlı ve marazi bir hazırlığın işaret fişeğidir.

İran Genelkurmay Başkanı’nın geçen haftaki 3 günlük temasları, ardından Rusya Genel Kurmay Başkanı’nın ziyaretiyle ilgili gelişmeler, dün de ABD Savunma Bakanı’nın gelişi anlamlı, dikkat çekicidir.

Astana Zirvesi’nde İdlip ile ilgili alınan çatışmasızlık kararı çiğnenmenin eşiğindedir.

Bu kapsamda Rusya’nın kafası karışıktır.

ABD ise Türkiye’yi bir oldubittiye getirmenin, PKK’ya alan açmanın kurnazlığı içindedir.

Son görüşmelerin akabinde, özellikle İran ve Türkiye’nin PKK’ya karşı ortak operasyon yapabileceklerine dair medyaya yansıyan iddia ve ifadeler bize göre olumludur.

Başkalarının ne dediği, ne diyeceği anlamını kaybetmiştir.

Terör sorunun üstesinden öncelikle bölge ülkelerinin karşılıklı çıkarları gözetilerek, dürüst, samimi ittifak ve yardımlaşma çabalarıyla gelinebilecektir.

Bu itibarla İran’ın tutumu müspettir.

Tahran yönetiminin bilhassa Barzani’nin 25 Eylül’deki korsan referandumuna mesafeli tavrı, Rusya ve ABD’nin yükselen itirazları ayrıca kayda değerdir.

PKK’nın, Irak Sincar’da sözde demokratik özerklik ilanı yaptığı şu sıralarda, İran’la ortaklaşa Kandil ve Sincar’a harekât düşüncesi temenniden öteye geçmeli, niyet illeti söküp atacak gerçeklikle buluşmalıdır.

Ekim ayında, Türkiye’nin havadan, İran’ın havadan Kandil ve Sincar’a operasyon düzenleme taahhütleri belli çevreleri ürkütmüştür.

Diyoruz ki, Kandil, Sincar, Afrin ve melanetin yerleştiği her nere varsa yok edilmelidir.

Kandil dümdüz edilmeli, ihanet sökülüp atılmalı, hainlerin başına dünya yıkılmalıdır.

Afrin- Ayn El-Arab bağlantısını kuramayan terörizm bekçilerine öldürücü vuruş derhal yapılmalıdır.

Bunun yanı sıra, Barzani’nin Türkmen kentlerini kapsamına alan referandum hazırlığının sonuna kadar karşısında yer alınmalıdır.

Bilinmelidir ki, muhtemel bu referandum Kürdistan provasıdır.

Bu referandum Türkmenlerin, Türkiye’nin tamamen aleyhinedir.

Bu referandum Türkiye için gerekirse de savaş sebebi sayılmalıdır.

Türk devleti sınır ötesinden silah çeken, bomba fırlatan, Türkiye’nin bölünme dinamiklerini harekete geçirmeyi aklından geçiren kim varsa haddini bildirmeli, kafasını koparmalıdır.

Barzani inat ve ısrarla referandum ertelenmeyecek diyor.

Çok dinli, çok bölgeli bir devlet kuracaklarını ileri sürüyor.

Anlaşılacağı üzere yangına körükle gidiyor.

Milli gücümüzü ne pahasına olursa olsun göstermeli, yuvamızı bozmaya, yurdumuzu dağıtmaya tevessül edenleri kazdıkları nifak çukurlarına silkeleyip atmalıyız.

Ayrıca Türkmen kardeşlerimizin Kerkük’te asılan sözde Kürdistan bayrağını yargıya taşımaları ve Irak mahkemesinin bu bayrağın resmi olmadığını kabul etmesi Barzani ve çetesini rahatsız etmiştir.

Soydaşlarımızın hayat alanlarına göz diken, referandum yoluyla daha önce başlattıkları etnik tasfiyenin çıtasını yükseltmeyi amaçlayan Peşmerge yönetimi, Türk milletinin sabrını daha fazla zorlamaktan vazgeçmelidir.

Bu provokasyon miadı dolmuş Barzani’nin hayrına olmayacaktır.

Rüzgâr eken fırtına biçecektir.

Irak ve Suriye’nin kuzeyinde gayri meşru ve düşmanca her hamleyi Türkiye korkusuzca kesmeli, sınırlarımız tüm azami ve siyasi imkanlarımız kullanılarak emniyete alınmalıdır.

Artık başka yol kalmamıştır.

Var olmak için ateşe göğüs germek icap ediyorsa, bu aziz millet bunu seve seve yapacaktır.

Eğer ki, milli bekamıza yönelmiş tehditler odağında yok edilmezse, son yurdumuzu savunma güçlükleri peyderpey karşımıza çıkacaktır.

Çünkü Türkiye’nin savunması Şam’dan Bağdat’a, Sana’dan Kudüs’e, Bosna’dan Üsküp’e kadar her yerdir.

Ankara güvende olacaksa, Diyarbakır huzurlu kalacaksa; Kerkük’ün, Musul’un, Halep’in dirlik içinde olması tarih ve jeopolitiğin bize öğüdüdür.

Türkiye resmi olarak 780 bin kilometre kareden ibaret olabilir.

Ama bizim gönül ve kültür coğrafyamız, hafızamızda vatan olarak taşıdığımız neresi varsa Anadolu topraklarının manen ayrılmaz ve ebedi parçalarıdır.

Bu itibarla nerede bir hain varsa, nerede bir terör örgütü nifak saçıp büyük milletimize ve çınarlaşmış Türk devletine kast etmeyi aklından geçiriyorsa, muhakkak surette imha edilmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti, mesela Kandil’de, mesela Afrin’de, mesela Ayn El-Arap’ta terörün elebaşlarını arayıp bulacak, sonrada yakalayıp cezalandıracak kudretten mahrum mudur?

Yılanın başı koparılınca vücudu kalacak mıdır?

Kapsamlı harekât olsun veya olmasın, yok mudur helal süt emmiş üç beş babayiğit?

Nerededir, vatan sana canım feda diyerek zehri zemzemle yıkayacak kahraman neslin ahfadı?

Bulunamaz mı hainlerin lider kadrosunu yok edecek çevik ve çelikten iradeli vatan evlatları?

Türk milleti bugünlere ya istiklal ya ölüm inanç ve iddiasıyla gelmiştir.

Feleğin çemberinden bin bir fedakârlıklarla geçilmiştir.

Şehitler boşuna can vermemiştir.

Çileler boş yere çekilmemiştir.

Katillere teslim olmak, küresel efendilerine diz çökmek için devlet kurulmamıştır.

Türkiye’ye rağmen, bölgesel ve küresel ayak oyunları terörizmi sivriltir ve devletleştirirse, varlığımız tesadüflere, birilerinin lütuf ve takdirine kalacaktır.

Ya topluca ayağa kalkmalıyız, ya da yatağa bağlanarak mezarımızın bile bulunamayacağı ağrılı ve acılı ölüm anına razı olmalıyız.

Ya şimdi vatan diyerek haykıracağız, ya da sonsuza kadar satanlardan, sinip kaçanlardan sayılacağız.

Kurtuluş Mücadelemizin esasları milli ruhun inanç ve kararlılığına göre temellenmiştir.

Söz konusu istiklalimiz ise, söz konusu milli iffet ve şerefimizin müdafaası ise, inanıyorum ki, her hain bedene kurşun gibi saplanacak vatan evlatları çıkacaktır, şimdiye kadar da çıkmıştır.

Bugüne kadar asker ve polisimiz en zor şartlarda görevlerini layıkıyla yerine getirmişlerdir.

Ümidim odur ki, yine getirecekler, yine vatan ve millet nöbetini şehadet şerbetinden içe içe tutacaklardır.

Türk anaları nice yiğitler doğurmuştur.

Bu yiğitler ki, irade gösterildikten sonra, derin uykusundan uyanmış bir dev gibi doğrulacak, bir zamanlar tıpkı serhat boylarında şahlanmış akıncılar gibi, teröriste, teröristin ağa babalarına, arkalarında duran utanmaz yüzlere dünyayı dar, hayatı da zindan edeceklerdir.

 

Kıymetli Basın Mensupları,

Terörizm yalnızca Türkiye’nin sorunu değildir.

Artık sınır aşan, ülke ve coğrafyaları önüne katıp tehdit markajına alan örgütlerin varlığı herkesin malumudur.

17 Ağustos 2017 tarihinde, İspanya’nın Barcelona şehrinin en işlek caddelerinden birinde, bir teröristin kullandığı minibüs son sürat kalabalıkların arasına dalmıştır.

Bu saldırıda 15 kişi hayatını kaybetmiş, 100’den fazla kişi de yaralanmıştır.

Buradan İspanya halkına taziyelerimi iletiyor, terörizmi bir kez daha lanetliyorum.

Görülüyor ki, terör örgütleri yeni yöntemler kullanmaktadır.

Yaşanan terör saldırılarında bomba yerine minibüs, kamyon veya tırlar adice insanların üzerine sürülmektedir.

14 Temmuz 2016’da Fransa’nın Nice, 19 Aralık 2016’da Almanya’nın Berlin, 3 Haziran 2017’de İngiltere’nin Londra şehirlerinde araçlarla çok sayıda insan ezilmiş ve de hayatlarını kaybetmişlerdir.

Her zaman söylediğimiz gibi, terörün dini, milliyeti, mazareti ve ülkesi yoktur.

Ne ibretliktir ki, terörizmi arkalayan, terör örgütlerine kucak açan sözde medeni ve gelişmiş ülkeler, belirli aralıklarla tuttukları silahın ters teptiğine şahit olmuşlardır.

Namlu tutan elleri övenler, yine aynı ellerce hedef alınmışlardır.

Meselenin bir başka tuhaf ve tezat yanı ise, silah baronlarının, silah şirketlerinin terör örgütlerini tepeden tırnağa donatmaları, cinayet işlemek için teşvik edip kışkırtmalarıdır.

Dünyada silah satışlarının son beş yılda yüzde 8,4 oranında artış göstermesi, en çok silah stoklayan ülkelerin Ortadoğu ve Asya ülkelerinden çıkması bir bakıma yaşanan kaosun iç yüzünü ortaya koymaktadır.

Küresel silah ticareti istikrarlı yükseliş halindedir.

Sadece 2016 yılında silaha harcanan para 1 trilyon 686 milyar dolardır.

En büyük silah üreten ve satan ülkeler sıralamasında ABD, Rusya, Çin, Fransa ve Almanya’nın ilk beşe girmesi kanlı bulmacanın, çok bilinmeyenli bulanık denklemin çözümü hakkında ipucu vermektedir.

Silah satışlarının yüzde 74’ü adını saydığım bu beş ülke tarafından yapılmaktadır.

ABD’nin tek başına silah ticaretinden aldığı pay ise yüzde 33’e dayanmıştır.

Almanya’da üretilip Irak’ta satılan, ABD’de üretilip Suriye’de dağıtılan, Rusya’da yapımı tamamlanıp Türkiye’de canilerin önüne atılan kanlı silahlar beşeriyetin ve coğrafyaların mahvına hizmet etmektedir.

Terör örgütleri, silah ve bombası olmadığı takdirde hunhar eylemlerini nasıl gerçekleştirecektir?

 Demek ki, ön kapıda terör kınanırken, arka kapıda silahlar tırlarla terör örgütlerine gitmektedir.

Eğer terörizmin kökünün kazınması hakikaten isteniyorsa, yapılması gereken ilk şey şudur:

Silah şirketleri, insanlık namına, insan hakları adına, kanunsuzluğun tarafı olmamak amacıyla terör örgütlerine silah satılmasına veya sunulmasına kesinkes son vereceklerdir.

Çünkü teröristlere verilen her silah bir mazlumun, bir masumun hayatına kast etmekte, hedef ülke veya coğrafyaları kana bulamaktadır.

Bu çerçevede, ABD terör örgütlerine silah dağıtmaktan ön şartsız vazgeçmeli, terör örgütleriyle aynı seviyeye düşmekten dönmelidir.

Teröristin elini tetikten çekmesi için tavsiye verilip çağrıda bulunmak yerine, silahtan mahrum etmek en doğru ve akılcı yoldur.

İkinci olarak da terör örgütlerinin tüm ekonomik, mali ve insan kaynaklarının kurutulması, hayat damarlarının kesilip atılmasıdır.

Haksız ve hukuksuz gayelerle tahakkuk eden her silah veya bomba bölünme ve parçalanmanın tahsilatına, ölüm ve felaketlerin fermanına yol açmaktadır.

Teröristin silah bırakmasının yanında, teröriste silah satanların nedamet gösterip yanlıştan dönmeleri acil bir ihtiyaçtır.

Türkiye bu tez ve olgunlaştırılıp zenginleştirilecek teklifi Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nda güçlü bir şekilde gündeme getirmeli, muhataplarına karşı en ufak bir sapma ve savsaklama göstermeden savunmalıdır.

Terörizm destek almadan var olamayacaktır.

Terör örgütleri şiddet saçmadan yaşamayacaktır.

PKK 33 yıldır kan döküyorsa, IŞİD devlet kurmaya kadar işi götürebiliyorsa bunun sırrı ve kaynağı öncelikle kendilerinde aranmamalıdır.

Bu örgütleri vahşi rekabete sokan, kiralayan, himaye eden ve besleyip taşeron olarak tepe tepe kullanan vandal ve kandan nemalanan alçak güçler dökülen kanlardan, alınan canlardan birinci derecede sorumlu ve doğal olarak insanlık suçlusudurlar.

FETÖ’ye bakınız yine aynı sarih gerçekler görülecektir.

Bu kapsam ve sınırlar içinde ABD ve bazı AB ülkeleri, durumlarını bir kez daha değerlendirmeye almak zorundadır.

 

Değerli Basın Mensupları,

FETÖ, 15 Temmuz’da Türkiye’nin işgali, hemen ardından bölünmesi ve bölüşülmesi için silah ve bombaya sarılmış emperyalizmin yeni nesil cinayet mimarisidir.

FETÖ, su katılmamış Türk, Türkiye ve İslam düşmanı barbar bir çetedir.

Başındaki hoca kılıklı hain Pensilvanya’da öfke ve beddua seanslarıyla vakit geçirmekte, çete üyelerinin bir kısmı ülkemizdeki mahkemelerde hesap vermekte, bir kısmı da sığındıkları yabancı ülkelerde keyif sürmektedir.

Ederi bir dolar olan FETÖ, insanlığın utanç vesikasıdır.

İhanet ve istila göreviyle 15 Temmuz’da darbeye kalkışan FETÖ’cü canilerin son ferdine kadar yedikleri aş, içtikleri su, emdikleri süt burunlarından mutlaka fitil fitil getirilmelidir.

FETÖ’yle adalet ölçülerinde hesaplaşılmadığı takdirde, bu süreçte suçlu ve suçsuz ayrımına dikkat edilmediği müddetçe, daha nice 15 Temmuzların yaşanması mukadderdir.

Bu hain ve haşhaşi örgütün izinin kazınması ve isminin dahi bir daha anılmaması için müessir bir ortak akıl, muhtevalı bir strateji, mutlak bir adalet müessesesi, ters propagandaları çürütecek muazzez bir fikri temel, sınırları kalın olarak belirlenmiş makul deliller, nereye ulaşılacağını, hangi sonuçların alınacağını öngören muazzam bir görüş derinliği ve de siyasi kararlılık vazgeçilmez önemdedir.

Devlet yönetiminde rasyonel iradeyi ve koordinasyonu engelleyen pürüzlere son verilmesi,

Hükümetin ve rejimin meşruiyetiyle ilgili soru ve sorgulamaların son bulması,

Toplumsal barışı sabote eden, kaygı ve korkuları tetikleyen, mücadeleyi savsaklayan karmaşanın sona erdirilmesi parti olarak halisane beklenti ve önerimizdir.

Pazarcıyla, tezgâhtarla, odacıyla, çaycıyla, çorbacıyla değil; 15 Temmuz’un aktif planlayıcılarını, sinsi veya sessiz katılımcılarını, ana aktörlerini, ara elemanlarını, siyasi ayakla birlikte Pensilvanya’nın ihanetine umut bağlamış melunları tek tek, isim isim deşifre ederek cezalandırmak kaçınılmaz bir görevdir.

Bu hesaplaşma yapılmazsa, tekraren ifade diyorum ki, vebal herkesin üzerine olacaktır.

Bedeli ise yine Türk milleti ödeyecektir.

Bu cemaat benim, bu tarikat benden, şu grup senden diyerek yine devletin hücrelerine kadar sızma girişimleri gelecekte daha büyük badirelere yol açacaktır.

Devlet onun bunun yuvalanacağı, sızıp gizli gündemini icra edeceği bir yer ve yapı değildir.

Devlet Türk milletinin siyasi teşkilatlanması, egemenliğinin güvencesi, payidarlığının müdafaacısıdır.

Türkiye Cumhuriyeti devleti üzerinde hiç kimse spekülasyon yapamayacak, çetele tutamayacak, her şeyi kendinden veya partisinden ibaret göremeyecektir.

Türkiye’nin varlığı, şu ya da bu partiye bağlı, ona veya buna bağımlı olmayıp 80 milyon millet evladının namus, onur, irade ve ülküleriyle pekişmiş, güvence ve garantiye alınmıştır.

İnsanı yaşat ki devlet yaşasın sözünün anlamı üzerine herkes kafa yormalıdır.

Devletin kaderi millet, milletin kavli devlettir.

Kader ve kavlimiz ise tam bağımsızlıkta düğümlenmektedir.

Bağımsızlığımızı kıskançlıkla korumak zorundayız.

Bu görev millidir, manevidir, yemindir, şeref bahsidir ve hepimizin boynunun borcudur.

Devletin ve milletin bizzat hükmü şahsiyetini fanilerle bir görmek körlük değilse, ufuk noksanlığı, bilgi eksikliği, bir vehmin eseridir.

Türk devleti FETÖ bataklığını Allah’ın izniyle kurutacak, hain tuzağı bozacaktır.

Bu konuda hükümetle hemfikir halde devlete desteğimiz tamdır.

Mücadeledeki handikapları görüyoruz.

ABD ve Avrupa ülkelerinin niyetlerindeki lekeleri, politikalarındaki bozuklukları da biliyoruz.

Özellikle Alman siyasetçilerin ipe sapa gelmez ve iç siyasetlerini tahkim için yaptıkları değerlendirme hataları, skandal açıklamaları, yanlı ve terör örgütleriyle aynı kareye düşen sorumsuz ve sakat tavırları gözümüzden kaçmamaktadır.

Almanya; yeri gelince demokrat, yeri gelince özgürlükçü, yeri gelince gelişmiş ülke pozuna bürünürken; terör örgütlerine el altından vermiş olduğu örtülemez katkı ve desteklerle de suçüstü yakalanmaktadır.

FETÖ Almanya’dadır.

PKK Almanya’da cirit atmaktadır.

Adil Öksüz isimli teröristin Türkiye’den nasıl çıktığı, hangi yol ve vasıtalarla çıkarıldığı, kimlerle telefonlaştığı muammadır, gizemini korumaktadır.

Almanya hükümeti, bu şerefsizin ülkesinde olduğunu ne doğrulmakta ne de yalanlamaktadır.

FETÖ’cü Öksüz’ü kimler, hangi amaçla, neyi gizlemek, nelerin önüne geçmek için Türkiye’den bir gece yarısı kaçırmışlardır?

Adana İncirlik Üssü’nün bu işte bir payı var mıdır?

Alman veya ABD Büyükelçisinin dahli söz konusu mudur?

Almanya FETÖ firarileriyle yanak yanağıdır.

Darbeye karışmış hainler bu ülkeye yerleşmişler, adeta zırha büründürülmüşlerdir.

Bu ne ahlaksızlıktır?

Bu ne kendini bilmezliktir?

Almanya firari sanıkları derhal, beklemeksizin, bekletmeksizin ülkemize iadesini sağlamalıdır.

Adil Öksüz için Almanya’ya verilen nota da meşru, haklı ve son derece yerindedir.

Bu ülkenin 15 Temmuz’da parmağı yoksa, yakasını ele verecek bir açığı bulunmuyorsa ve de casusları eliyle ihanete ortak değilse korkacağı, çekineceği bir durum da doğaldır ki olmayacaktır.

Türkiye, Almanya’ya 4 bin 500 teröristin dosyasını vermesine rağmen, ne bir geri dönüş ne de gereğini yapacak bir asalet henüz görülmüş değildir.

24 Eylül’de Almanya’da yapılacak genel seçimler öncesi Türkiye iç siyasete fütursuzca malzeme yapılmaktadır.

Korkuya kapılan Merkel dilinin ayarını kaçırmıştır.

Tehditvari bir üslupla Gümrük Birliği Anlaşması’nın güncellenmeyeceğini söyleyerek AB’nin diğer 27 üye ülkesinin iradesini yok saymıştır.

İnsanlık değerlerinin gümrüğüne takılanlar, müttefiklik ilişkisinin gümrüğünde sıkışanlar, edep ve haya gümrüğünden gerisin geriye çevrilenler, yüzsüzce kalkmışlar Gümrük Birliği Anlaşmasıyla şantaja yeltenmişlerdir.

Alman yönetimine sesleniyorum, tehdit korkak ve basit insanların marifetidir.

Teröristlerle düşüp kalkanlar, darbecilerle bir olup tezgâh kuranlar biraz utanmaları varsa, biraz medeniyet mürekkebi yalamışlarsa girdikleri uçurumlarla dolu yoldan dönmenin çarelerini aramalıdırlar.

Türk milleti Almanya’nın şamar oğlanı, kum torbası, stres topu, canı sıkılınca azarlayacağı tutsak ve aciz bir yığın, kuru bir kalabalık değildir.

Herkes haddini bilecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, önüne gelenin posta koyacağı, parmak sallayıp hizaya getireceği yeni yetme çadır devleti hiç değildir.

Bu çerçevede Milliyetçi Hareket Partisi, dış politikada hükümet ve devletin yanındadır, Almanya’ya karşı izlenen politikaları doğru bulduğundan samimiyetle desteklemektedir.

16 Nisan Halkoylaması öncesi hayır cephesinde çalışan Almanya’nın hayırsızlığın mihrakı olması kendisine bir şey kazandırmayacaktır.

Adalet yürüyüşü yapan CHP’nin, adalet nöbeti tutan HDP’nin, bu iki sütkardeşi partiye asgari programlarda ittifak çağrısı yapan Kandil elebaşlarının Almanya’yla aynı safta yer alması normaldir, tencere yuvarlanmış kapak yerini bulmuştur.

Gümrük Birliği güncellenmeyecekse, haksız rekabetin önüne geçilemeyecekse, Türkiye devamlı kayıp ve zarar içinde kıvranacaksa, onların olsun zelil anlaşma, başlarında paralansın zillet gümrük anlaşmaları.

Ve de onlardan korkan onlar gibi olsun.

Almanya Dışişleri Bakanı’nın, Türkiye’ye yönelik önlemlerin sertleştirilmesiyle ilgili ucube düşünce ve telkinleri ise ayaklarımızın altında çiğnenmeyi hak etmektedir.

Türkiye’nin Alman halkıyla problemi yoktur, olamayacaktır.

Mevcut Alman yönetimi aklını başına almadan iki ülke arasındaki kalıcı huzur, işbirliği ve istikrar kanallarının açılması zor görülmektedir.

Burada sorumluluk ve sağduyu öncelikle Almanya tarafından gösterilmelidir.

Kaldı ki Gümrük Birliği uygulamalarından kaynaklanan sorunlar da bilinmektedir.

Başbakan Merkel eğer bunu siyasi silah olarak kullanacaksa, orada ne anlaşmanın devamından ne de kalıcı bir uzlaşmadan bahsetmek mümkün olacaktır.

Türkiye’nin sınır ve gümrük kapılarını ardına kadar açarak giden gider, gelen gelir deme hakkı da artık doğmuş sayılacaktır.

Sayın Basın Mensupları,

Basın toplantımızın başında, sahnelenen bazı olayların birbirine eklemlenerek geliştiğini ve gündemde yer tuttuğunu söylemiş ve bazı örnekler vermiştim.

Ne ilginçtir ki, ana muhalefet partisi liderinin, MİT tırlarıyla ilgili bir dava dâhilinde tutuklanma ihtimali üzerinde günlerdir yazılıp çizilmektedir.

Yabancı devlet ve siyaset adamları konuyla ilgili görüşlerini açıklamaktadır.

Bize göre ana muhalefet partisi liderinin tutuklanmasıyla ilgili polemikler demokrasi hayatımıza zarar vermekte, siyasi havayı kirletmektedir.

Bilinçli, sistematik, defolu, kara bir kampanya tedavüldedir.

CHP ise bundan siyasi çıkar sağlama hevesindedir.

Türkiye’yi yabancı ülkelere şikâyet eden Sayın Kılıçdaroğlu’nun ortada fol yok yumurta yokken, yalnızca Cumhurbaşkanı’nın anlık bir beyanından anormal sonuçlar üretmesi, muhalefetin güçlenmesini kelepçeye bağlaması bize göre traji komiktir.

Kanunlar önünde herkes eşittir.

Mevki ve makamı ne kadar yüksek olursa olsun, bir suça karışmış veya taammüden suç işlemiş birisi varsa elbette her sade Türk vatandaşı gibi hukuki sorumluluğu doğacak ve hakim önüne çıkacaktır.

Milletvekilliği dokunulmazlığının hangi hallerde geçerli olacağı ise bilinen bir gerçektir.

Bu nedenle, CHP lideriyle ilgili sıcak tartışma ortamının kasten dolaşımda tutulduğunu, bunun iç ve dış ayakları olduğunu açıkça görmek lazımdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, hukukun üstünlüğüne inanmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi demokrasinin erdem ve emanetlerine bağlıdır, sadıktır.

Ülkemizin çıkmaza sürüklenmesini, bitap ve yorgun düşmesini projelendiren kriz havarilerinin, dış destek ve motivasyonlu karanlık çevrelerin telaşı dikkat çekicidir.

Demokrasimizi baltalamaya çalışanların ısrarı ortadadır.

Bozgunculuktan fırsat umanların, kargaşaya ümit bağlayanların varlığı gizlenemeyecek kadar açıktadır.

Türkiye’nin yönetilemez, ekonomik ve siyasi operasyonlarla belini doğrultamaz, sosyal çalkantılarla ayakta duramaz bir ülke olması yönünde yoğunlaşmış bir gayret vardır.

Gayri milli odakların yüzlerine kan, gözlerine fer gelmiştir.

2019 seçim yılı için şimdiden ısmarlama siyasi çalışmalar başlamıştır.

Ancak başaramayacaklar, amaçlarına asla ulaşamayacaklardır.

Türk milleti gösterimde tutulan bayağı senaryonun bilincindedir.

Kötü niyetli tarafları tanımakta, bunların kumpas ve komplolarını görmektedir.

Son olarak yaşananlarla ilgili Sayın Sezai Karakoç’un şu muhteşem dizelerini duygularımıza tercüman olması bakımından sizlerle paylaşıyorum:

Onlar sanıyorlar ki, biz sussak mesele kalmayacak.

Hâlbuki biz sussak, tarih susmayacak.

Tarih sussa, hakikat susmayacak.

Onlar sanıyorlar ki, bizden kurtulsalar mesele kalmayacak.

Hâlbuki bizden kurtulsalar vicdan azabından kurtulamayacaklar,

Vicdan azabından kurtulsalar, tarihin azabından kurtulamayacaklar.

Tarihin azabından kurtulsalar, Allah’ın gazabından kurtulamayacaklar.

Basın toplantımıza katılımlarınızdan dolayı hepinize teşekkür ediyor, yaklaşan Kurban Bayramınızı şimdiden kutluyorum.

Sağ olun, var olun, hepiniz Cenab-ı Allah’a emanet olun.