Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma metni. 31 Ekim 2017
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
31 Ekim 2017

 

 

 

 

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Saygıdeğer Misafirler,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Haftalık olağan Meclis grup toplantımıza başlarken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Ekranları başında bizleri izleyen aziz vatandaşlarımıza sevgi ve şükranlarımı sunuyorum.

Geçmişte yaşanan her şey geride kalsa da unutulmamış, unutulmuşluğa terk edilmemiştir.

Sorumlu ve şuurlu milli kafaların hafızaları saat gibi işlemektedir.

Dün dündür anlayışı en azından Milliyetçi-Ülkücü Hareket için geçerli değildir.

Hayat devam etmekte, elbette ileriye doğru akmaktadır.

Bu nedenle geriye takılıp kalmak ilerlemeyi kesintiye uğratacaktır.

Ancak bu durum, geçmişten kopmak, dünden bugüne süregelen emanetlere yüz çevirmek şeklinde yorumlanmamalıdır.

Maziyi bilmeden atiye tutunmak, kökten güç almadan geleceğe ulaşmak ihtimal bile değildir.

Elbette hedefler ileriye doğrudur.

Kaldı ki böyle de olmak zorundadır.

Arayışımızın istikamet ve iradesi geleceğin parlak ufkuyla buluşmalıdır.

Bununla birlikte, geçmişin sağlıklı muhasebesi yapılmadan geleceğin sağlam mukavemeti, sarsılmaz mücadelesi ortaya çıkmayacaktır.

Eski çamlar bardak oldu demek bize yarar sağlamayacaktır.

Olan oldu, ne yapalım, iyisi mi önümüze bakalım demek de kuru bir teselliden öte anlam taşımayacaktır.

Geçmişe takılıp kalmak ne kadar yanlışsa, geçmişten ders ve sonuç çıkarmamak, geçmişin üzerine sünger çekmek bir o kadar hata ve hamakattır.

Bugünleri dünün fenerleri aydınlatmakta, yarınları ise bugünün fikir ve filleri belirlemektedir. Bir defa bunu bilmek lazımdır.

Türkiye zorlu dönemlerden geçe geçe, tehlikeli badireleri aşa aşa varlık ve birlik mücadelesini sürdürmektedir.

Niyeti karanlık, maksadı bulanık, aklı karışık çevreler her fırsatta ülkemizin karşısına engel çıkarmışlardır.

Türkiye’nin kaybetmesi, tarihsel yürüyüşünün sekteye uğraması için fitne ve fenalık yarışına girenler her devirde boy göstermişlerdir.

Bu kapsamda 7 Haziran 2015 Milletvekilliği Seçimlerinden sonra yaşanan ibret verici gelişmeler, 1 Kasım Milletvekilliği Seçimlerini takip eden süreçte vasat bulan isyan ettirici olaylar yakın tarihimizin içinde ayrı bir yere sahiptir.

Milli iradeyi kundaklamak arzusuyla yanıp tutuşan vesayet odakları ellerini ovuşturup emellerini olgunlaştırırken her tertipten, her çirkeflikten, her çirkinlikten medet ve menfaat ummuşlardır.

Özellikle Milliyetçi Hareket Partisi üzerinde korkunç ve asla hatırımızdan çıkmayacak oyunlar tezgâhlanmıştır.

Bu oyunun senaristleri bellidir.

Senaryosu ise ihanetin kara kalemiyle yazılmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni karalamak için komut alanlar, kötülemek için vicdanlarını aldıranlar yaklaşık iki yıllık süre zarfında gerçek yüzlerini fazlasıyla göstermişlerdir.

7 Haziran’dan hemen sonra üzerinde titiz çalışmayla ana hatları belirlenmiş şer bir plan anında devreye alınmıştı.

Milli iradenin ne dediğini duyan yoktu.

Sandığın mesajını okuyan ve yorumlayan çok nadirdi.

Blok siyasetine umut bağlayanlar, cephe mantığını tahrik ve teşvik edenler, sırf iktidar uğruna ilkelerimizden, ülkülerimizden ayrılmamızı bekliyorlardı.

PKK’yla aynı kümeye gelmemiz isteniyor, bu öneriliyordu.

Türkiye’nin istikrarını, milli birlik ve toplumsal dayanışmasını düşünen de maalesef yoktu.

Bizim önce çözümde uzlaşanların bir araya gelmelerini tavsiye etmemiz, ardından bu olmazsa kurulacak koalisyon hükümetine katılma konusundaki samimi ve yapıcı tutumumuz sürekli çarpıtıldı, sürekli saptırıldı, sürekli yok sayıldı.

Çünkü Türkiye’ye tuzak kuran iç ve dış mihraklar o dönem oldukça faaldi.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyasetin ağırlık merkezi konumuna gelmesi onları ürkütmüştü.

Pensilvanya’dan sufle alan, Türk düşmanlarıyla düşüp kalkan, egemenliğin yegâne sahibi aziz milletimize şaşı ve şüpheyle bakan kirli oluşum ve çıkar grupları ülkemizi ölümü gösterip sıtmaya razı etmek için vaziyet almışlardı.

HDP eşbaşkanını sazıyla ekranlara çıkarıp şarkı türkü söyletenler, yüzde 60’lık blok inşa etmek için var gücüyle söylenenler, tıpkı bugünlerde olduğu gibi, yozlaşmış kafalarını MHP’ye takmışlardı.

Bir yanda 20 Temmuz 2015’den sonra patlayan terör, diğer yanda bitmek bilmeyen istikşafi görüşme turlarıyla çatlayan hükümet arayışları milletimizin gözü önünde cereyan etmişti.

Türkiye sinsi bir siyasi tasarımın pençesine düşmüştü.

Gâvurun ekmeğini yiyip kılıcını sallayan güruh sanki sütten çıkmış ak kaşık gibi, demokrasi, özgürlük ve istikrar masallarıyla göz boyamaya, gönül almaya çalışmıştı.

Ama bu sefiller, güneşin balçıkla sıvanamayacağını unutmuşlardı.

Acemi nalbant gibi kah nalına, kah mıhına vurmuşlar; en sonunda da baltayı taşa indirmişlerdi.

Her zaman olduğu gibi doğru söyledik, doğruyu savunduk.

İnandıklarımızı konuşup inançlarımızın ve milliyetçi irademizin gereğini yaptık.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak tutarlı davrandık.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak ahlaklı ve ilkeli duruş gösterdik.

Türkiye’mizin hükümetsiz kalmaması için elimizden geleni yaptık.

Ne var ki muhataplarımız başka havadaydı. Bunu da her defasında gördük.

Değirmen iki taştan, muhabbet iki baştan dedik, münakaşadan ziyade müzakere ve mutabakatın yanında durduk.

Olmadı, olamadı, aşı tutmadı.

Doğrudur, 7 Haziran sonrasında partiler arasında bir koalisyon hükümeti kurulamamıştır.

Ancak, Türkiye 15 Temmuz’da açığa çıkan, yankısı halen de devam eden büyük bir kopuş ve içe dönük çöküş sürecinin kıyısından milletimizin müdahalesiyle kurtulmuştur.

Sırf iktidar uğruna geçmişimizi inkâr etmemizi, bizi biz yapan değerleri çiğnememizi dayatanların melun davetlerine aldırış etmedik.

Kırmızı plaka dediler, kırmızı çizgilerimizi hatırlattık.

Başbakanlık önerdiler, milletin vermediğini siz nasıl veriyorsunuz ikazında bulunduk.

Koltuk diyenlere; bayrak dedik, millet dedik, vatan dedik, devlet dedik, Ülkücülüğümüzü hamd olsun pazarlık konusu yapmadık, yaptırmadık.

Hükümetten kaçmışız, bilmiyorlar ki, kaçmak bizim kitabımızda yoktur, kaçak güreşmek 48 yıllık mücadelemizde görülmeyen bir seviyesizliktir.

Biz hükümet dedik, bahane ürettiler.

Biz, Türkiye hükümetsiz kalmasın dedik, kulaklarının üstüne yattılar.

Biz istikrar içinde, en çok oyu almış partiler bir araya gelsin ve hükümet kursun dedik, aklını kendine sakla ihtarında bulundular.

Bunca direnişe, bunca duyarsızlığa karşı ne yapacaktık, elimizi ovuşturup, her mihnete avuç mu açacaktık?

Bizi bilen bilecek, bilmeyenin de paşa gönlü bilecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi kula kulluğu reddeden muazzam bir mizaca, teslimiyet ve tavizi elinin tersiyle iten muhteşem bir maziye sahiptir ve böyle de kalacaktır.

Her rüzgara yelken açsaydık, her akıntıya düşüncesizce kapılsaydık, her çağrıya gözü kapalı uysaydık, sorarım sizlere bugüne kadar nasıl var olacak, nasıl ayakta kalacaktık?

Davamızın onur ve haysiyetini dünyevi çıkarlara, mevzi kazanımlara, gelip geçici heveslere değişmiş olsaydık; Türk-İslam Ülküsünün zamanlar üstü irfan, ilke ve iffetini nasıl koruyacaktık?

Eleştirenler çokmuş, varsın olsun, karalar mı bağlayalım?

İftiralar, haksız isnatlar, hak ihlalleri fazlaymış, ne yapalım, başımızı kuma mı gömelim, Haktan, hakikatten ödün mü verelim?

Söyleyiniz bana; ardından yüz itin havlamadığı bozkurta, bozkurt demek mümkün müdür?

Mümkün değilse, o zaman işimize bakacağız, yolumuza devam edeceğiz, milletimize samimiyet ve safiyetle hizmetin çarelerini arayacağız.

Çünkü biz Türk milletinin umut ufku, Türkiye’nin ve Türklüğün cesur ve sevdalı yüreği Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

 

Değerli Arkadaşlarım,

7 Haziran’dan sonra terörizm kartını masaya çıkaran zalim güçler maşaları terör örgütleriyle ülkemizi kana bulamış, siyasal tansiyon yükselerek tıkanmaya yol açmıştı.

Bu tıkanmayı açmanın ve aşmanın yolu demokrasilerde elbette seçimdi ve 1 Kasım 2015’de milletimiz seçim tekrarıyla 4 ay 23 gün sonra bir kez daha sandık başına gitti.

Milliyetçi Hareket Partisi haklıydı, ama hak ettiği sonucu alamadı.

Milliyetçi Hareket Partisi çok cepheden saldırıya uğramıştı.

Saldırıların daha büyüğü ise takdir edeceğiniz üzere, 1 Kasım’dan itibaren hızlandı, canlandı, ur gibi bünyeye yayıldı.

Partimiz üzerinde hesap yapan, davasına sırt dönmüş ve çıkar karşılığında devşirilmiş isimler yattıkları pusudan başlarını kaldırarak zaman kaybetmeden harekete geçtiler.

1 Kasım akşamından itibaren dedikodu imaline başladılar.

Aslında hedef Türkiye’ydi, bunu özenle sakladılar.

Aslında hedefin tam ortasında Türk milleti vardı, bunu da kurnazca örtbas etmeye kalktılar.

MHP’yi içten içe çürütmek, iç hesaplaşmaya çivilemek için aldıkları talimatlara harfiyen uydular, taşıdıkları zehri peyderpey kustular.

Kimliğimizi kullanıp, anılarımıza sığınıp tarihsel hükmü şahsiyetimize nifak kurşunu sıktılar.

Türkiye karşıtlarından el aldılar, ama bunu inkar ettiler.

Türklüğe kin duyanlarla fiskos yaptılar, yanak yanağa verdiler, ama bu utanmazlıklarını da gözle kaş arasında hasıraltına ittiler.

İmza toplayıp tarladan çıktılar, şehir şehir dolaşıp tezviratın hain çıkarmasını yaptılar.

Özellikle 7 Haziran’dan beri devam edegelen Türkiye ve MHP hazımsızlığı şimdi ete kemiğe bürünmüş, kendisine yuvalanacağı hastalıklı bir vücut, tutunacağı çürük bir İP bulmuştur.

Bu vücudun sonu siyasi mezarlık, İP’in sonu ise mezbeleliktir.

“MHP diye bir parti artık yok” diyebilecek kadar cüret ve küstahlık gösteren kripto simaların, karaktersiz fırıldakların, parti değiştirirken dillerinin ayarını da kaçırmaları kendilerini kurtarmaya yetmeyecektir.

Yeni ve ısmarlama koltuklarına ısınmaya çalışan köhne, dönme ve siyasi tortuların çıra gibi yanacağı zaman elbet gelecektir.

Ve Türk milleti olan biten her şeyi görmektedir.

Biliniz ki, altı olur, yedi olur, fakat hep Allah'ın dediği olur.

Ecdadımız Oğuz Kağan’ın asırlar öncesinden söylediği şu sözü aklımızdan asla çıkmayacaktır:

 “Siz birbirinizden ayrılırsanız, hepinizi ok gibi birer birer kırıp parçalarlar. Oysa birlik olursanız, hiçbir güç sizi yıkamaz, kıramaz.”

Türk milletini tarih önünde ölümcül bir düelloya sürükleyenlere karşı teyakkuzdayız.

Özgürlük, demokrasi, insan hakları ve eşitlik adına bütün milli değerleri hayasızca linç etmek için uğraşanları her cephede karşılamak için son ferdimize kadar hazırlıklıyız.

Kapanmamış tarihi hesaplar yeniden açılsa da, Türk milletine karşı ahlaksızca meydan okumalar sürse de, biz bunları püskürtmeye azimli ve yeminliyiz.

Milliyetçi Hareket Partisi, vatan ve millet mücadelesinde geriye dönüşün olmayacağını çok iyi bilmektedir. Zira biz gemileri yaktık.

İnanıyorum ki, haykıracağımız mesajlar işbirlikçilere korku, gafillere uyarı olacaktır.

Ve de dostlarımıza güven verecek, milletimizin inancını tazeleyecektir.

Türk milleti kararlı mücadelemiz sonucunda;

“Beni düşünenler var, bana sahip çıkanlar” var diyecektir.

“Yüreği benim için çarpan, gönlü bana sevdalılar” var diyecektir.

Dün olduğu bugün de, bozgunculara, yıkıcılara fırsat vermeyeceğiz.

İstismarcılara itibar etmeyeceğiz.

Tahrik ve tertiplere dikkat edeceğiz.

Birlik olup kucaklaşacağız.

Tek bir ses, tek bir nefes olacağız.

Türkiye’mizi ve aziz milletimizi çağların ötesine taşıyabilmemizin başka bir yol ve yönteminin olmadığını bileceğiz.

Tekrar ifade ediyorum ki, bizim gönlümüzde herkese yer vardır.

Bizim yüreğimiz herkesi kucaklamaya yetecektir.

Milliyetçilik varsa umut vardır.

Milliyetçi Hareket varsa çare tükenmemiştir.

Milliyetçi Hareket olarak,

Bütün meselelerin üstesinden geliriz.

Duymayalım, görmeyelim istendi.

Susmamız ve seyirci kalmamamız beklendi.

Ama bunların hepsini aştık, hepsini geçtik, hepsini buruşturup muhataplarının yüzüne fırlattık.

Kenarda durmamız, kenarda tutulmamız için çaba gösterilse de, başaramadılar, bu büyük kervanı, bu ulvi davayı durduramadılar.

Emin olunuz ki, biz istemeden, biz tamam demeden, biz boyun eğmeden hiçbir kokuşmuş fani, hiçbir zelil fail bizi faka bastıramayacak, oyuna getiremeyecektir.

Güvence mensubiyetiyle övündüğümüz aziz Türk milletidir.

Vazgeçilmez irademiz, vatan ve millet sevgisidir.

Terk edilemez ilkemiz, “Ne mutlu Türküm Diyene” sözünü seslendirmektir.

Üzerine titrediğimiz hassasiyet ise çağa ve insanlığa Türkçe seslenebilmektir.

Bütün vatandaşlarımıza çağrımdır:

Bunlar yabancı gelmiyorsa,

Bunlarda bir sıcaklık ve anlam buluyorsanız;

Gelin bir olalım, diri olalım, iri olalım.

Türkiye’nin geleceğini el ele, omuz omuza ve hep birlikte inşa edelim.

Şundan eminim ki, Türkiye Cumhuriyeti, egemenliğin asıl sahibi olan Türk milleti sonsuza kadar hür, müstakil ve tam bağımsız bir şekilde yaşayacaktır.

Çünkü varlığını onun bekasına adamış sevdalıları vardır, asla, ama asla ülkülerinden, millete sadakatten, meşru ve demokratik çizgiden ayrılmayacak ve sapmayacaklardır.

Bu sevdalıların ebedi yuvası ise Milliyetçi Hareket Partisi’dir.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Irak’ın kuzeyinde gerçekleştirilen 25 Eylül korsan referandumu, Barzani’ye pahalıya patlamış, sonuçları doğal ve beklendiği gibi ağır olmuştur.

Barzani ısrarının bedelini taksit taksit ödemeye başlamıştır.

Atalarımız boşuna söylememiş; “aptal ata binerse bey oldum sanır, şalgam aşa girerse yağ oldum sanır,” Barzani’nin durumu da aynısıyla budur.

Peşmerge kuru inadının, kötü ve kötürüm iradesinin kurbanı olmuştur.

Barzani’nin yardım ve destek alarak inşa ettiği iğrenç komplo bizzat ayağına dolaşmış, sırtını yere getirmiştir.

Küresel efendileriyle dar alanda kısa paslaşmaları işe yaramamış, kendi kalesine gol yemekten kurtulamamıştır.

Bu Barzani ki, mazlumların ahını ala ala, masumların beddualarını duya duya tahtının altını dinamitlemiştir.

Elbette bize düşen, bize yakışan Allah’tan bulsun, fitnesinde boğulsun demektir.

Anlaşıldığı kadarıyla, peşmerge başının görev süresi 1 Kasım’da dolacaktır.

Görevine devam etmeyeceği, süresinin uzatılma taleplerini kabullenmeyeceği medyaya yansımıştır.

Bu arada, yetkilerinin de, hükümet, parlamento ve Adalet Konseyi’ne devredilmesiyle ilgili kararın da parlamentoda oy çokluğuyla kabul edildiği ortaya çıkmıştır.

ABD ise bu durumdan memnun olduğunu dün itibariyle açıklamıştır.

Barzani ister görevde olsun, ister olmasın; onun defteri çoktan dürülmüş, işi çoktan bitmiş, fişi çoktan çekilmiş, miadı da çoktan dolmuştur.

İhanet yapanın yanına bırakılmamış, dökülen kanlar cezasız kalmamıştır.

Barzani batmış, kendi bataklığına gömülmüştür.

Geçtiğimiz günlerde Barzani, yayımladığı bir mesajda utanmadan, sıkılmadan diyor ki:

“Kerkük için iyi bir hazırlık yapmıştık. Maalesef 16 Ekim gecesi büyük ihanet gerçekleşti. 16 Ekim gecesi, peşmerge ve halkımıza zehirli bir hançer gibi saplandı.  Irak ordusu ve Haşdi Şabi güçleri, ABD’nin gözleri önünde ve onların silahlarıyla saldırdı. ABD buna neden sessiz kaldı?”

Barzani Türkmenleri katlederken her şey yolunda ve tıkırındaydı.

Türkmenelini işgal ederken, Kerkük’ün ruhunu zilletle deşerken de her şey normal ve kıvamındaydı.

Bu haydut kendini ne zannetmektedir?

Hala konuşacak yüz ve cesareti nereden bulmaktadır?

Neyin hazırlığından, ne tür bir ihanetten, hangi hançerden bahsetmektedir?

Hançer arıyorsa kendine baksın, hain arıyorsa tavsiyem eliyle yüzünü avuçlasın.

Barzani’nin gitmesi, bölgesel hesap ve planların ertelendiği, hatta tamamen rafa kaldırıldığı anlamına gelmeyecektir.

Burada dikkat edilmesi gereken, Irak’ın siyasi ve toprak bütünlüğünün korunması ve desteklenmesidir.

Geçen hafta ülkemizi ziyaret eden Irak Başbakanı’nın kararlı tutumu, Türkiye’yle kurduğu dostane ve komşuluk hukukuna yaraşır ilişkileri bölgesel huzur ve istikrar açısından önemli bir kazançtır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Irak Başbakanı İbadi arasındaki temasların bölgesel denge ve sükûnete hizmet edeceğini düşünüyor, yapılan açıklamalardan bu sonucu çıkardığımızı da özellikle vurgulamak istiyorum.

Irak hükümetinin, havaalanı ve hudut kapılarının peşmergeden alınarak kendi kontrolüne geçmesi için başlattığı çalışmalar ve buna Türkiye’nin desteği kayda değer önemdedir.

Peşmergenin referandumu dondurma teklifini, Bağdat yönetiminin iptal et çağrısıyla reddetmesi bize göre müspet gelişmelerdir.

Unutmayalım ki, komşu komşunun külüne muhtaçtır.

Irak’la Türkiye arasına kara kedi gibi giren Barzani kızağa çekilmiş, hakkında tasfiye işlemleri başlatılmıştır.

Irak Türkmenlerinin tarihi haklarının savunulması, kültürel miras ve zenginliklerinin muhafazası iki ülke arasındaki hassas konuların başında gelmektedir.

Kerkük; peşmerge ve PKK’nın tasallutundan arındırıldıktan sonra, sırayı soydaşlarımızın haklı taleplerini karşılamak almalıdır.

Kerkük’ün tarihsel derinliğine, kültürel dokusuna, huzur ve kardeşlik iklimine bağlı kalmak kaydıyla, özel bir statüye kavuşturulması acilen sağlanmalıdır.

Türkiye ve Irak arasındaki sağlıklı ve sağlam diyalogların Irak Türkmenleri için ümit verici gelişmelere kapı aralaması, demografik dengenin işgalden önceki dönemlere göre yeniden teşekkülü temennimiz, beklentimizdir.

Türkmen yurdu Kerkük’ün istilacı canilerden kurtarılması, ardından Barzani’nin istifası, daha sonra da Irak’la kurulan tutarlı, karşılıklı saygıya dayalı ve anlamlı ilişkiler milletimiz nezdinde sevindirici gelişmelerdir.

Türkiye’nin yükselen Irak politikası, sınır ötemizde körüklenen ihanet ateşinin söndürülmesinde önemli ve tarihi bir görev icra etmiştir.

Bu politikayı tasvip ediyor, takdir ediyor, muhataplarımıza da şüphe yok ki teşekkür ediyoruz.

Hem bölgesel hem de küresel olaylara başkent Ankara’dan bakabildiğimiz sürece, belagat belahata dönmediği, hamaset gerçekleri perdelemediği müddetçe Türkiye’yi hiçbir güç tutamayacaktır.

Caydırıcı olduğumuz kadar saygın olmalı, saygı görmeliyiz.

Bilinmelidir ki, Türkiye’nin dostluğu kucaklanmalı, düşmanlığından da korkulmalıdır.

Cesaretimizi tarihten, gücümüzü milletimizden, ilhamımızı ecdadımızdan aldıktan sonra, inanıyorum ki, karşımızda hiç kimse, hiçbir kuvvet duramayacaktır.

Varsayalım duran oldu; bu durum karşısında ya yenilecek ya da zoru görünce kenara çekilmekten başka şansı olmayacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Astana Süreci kapsamında, Gerginliği Azaltma Bölgelerinden biri olarak belirlenen İdlib’te, Türk askeri üstlendiği görevi layıkıyla yerine getirmektedir.

Ateşkesin etkinliğinin artırılması, çatışmaların sona erdirilmesi, insani yardımların ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması, yerlerinden edilenlerin evlerine dönüşü için uygun şartların sağlanması ve ihtilafların barışçıl yollarla çözülmesi konusunda Türkiye lazım gelen desteğini göstermektedir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü olarak kahramanca duruş ve mücadelesini sürdürmektedir.

Türk askeri, 8 Ekim’den itibaren gözlem noktaları tesis etmek için çalışmalarına başlamıştı.

13 Ekim’de 1 Numaralı Gözlem Noktası, 23 Ekim’de de 2 Numaralı Gözlem Noktası oluşturulmuştur.

Yapılan açıklamalardan anlaşılmaktadır ki, Türkiye, Batı Halep ve Afrin yakınlarında 9 askeri nokta daha kuracaktır.

Bab bölgesinde patlayıcı ve mayın arama-temizleme çalışmaları devam etmektedir.

PKK-PYD terör örgütünün Afrin’den doğuya, Münbiç’ten batıya doğru muhtemel saldırı ve tahriklerine karşı her tedbir yerinde ve zamanında alınmaktadır.

Kahraman Türk askerinin, beka mücadelemizde eşsiz ve emsalsiz fedakarlıklar yaptığını iftiharla ifade ediyor, hepsine üstün başarılar diliyorum.

Teröristler, Azez-Mare bölgesiyle Münbiç bölgesinden belirli aralıklarla yaptıkları taciz atışıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırmaktadır.

Ne var ki, bu eşkıyalık, bu kana susamışlık hainlerin son çırpınışlarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, zulmün başını ezecek güçtedir.

Türk milleti varlığını ve güvenliğini tehdit eden odakların kökünü kurutacak cesaret ve inanmışlıktadır.

Terör belası ya bitecek ya bitecektir; artık başka yol ve çare kalmamıştır.

İdlib’ten sonra Afrin’e çöreklenmiş hainlerin başına ateş topu gibi düşmeli, Irak ve Suriye sınırlarımız tam olarak emniyete alınmalıdır.

Allah’ın izniyle bunu yapar, bunu başarır, hıyanetin hakkından geliriz.

Hepsinden mühimi Türk askerinde aşılmaz iman vardır, korkusuz yürek vardır, yüksek bir fazilet vardır.

Bakınız, 16 Ekim 2017’de başlayan Zap operasyonuyla Irak’ın Kuzeyinden 3 km içeri girilmiştir.

PKK’nın vatan topraklarına sızdığı alanlar kesilmiş, terör hattı kapatılmıştır.

Hakkari Çukurca ilçe kırsalının karşısında Irak'ın Dahuk kentine bağlı olan bölgeye adeta set çekilmiştir.

Sonunda da bu bölgedeki Kokozer Dağı’na çok şükür şanlı Türk bayrağı dikilmiştir.

Merhum şairimiz Arif Nihat Asya Bayrak Şiirinde ne diyordu:

“Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim:

Yeryüzünde yer beğen!

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim!”

Nerede Türk milletine kurşun atan, namlu doğrultan, ölüm yağdıran, saldırı hazırlığında olan varsa ya direkte sallandırılmalı, ya da bayrağımız ibreti alem için heybetli bir şekilde oralara dikilmelidir.

Ve elbette Kandil Dağı’nın doruğunda al bayrağımızı nazlı nazlı dalgalandırmanın, insan görünümlü canavarların girdikleri inleri tümden ateşe vermenin vakti de gelmiştir.

Türkiye, çok yoğun beka mücadelesi verirken, müttefiklerinden, müttefiklik bağlarıyla bağlı olduğu uluslararası örgütlerden ne hikmetse aleyhe devamlı beyanatlar duymaktayız.

NATO Askeri Komite Başkanı, ağzından baklayı sonunda çıkarmış, Türkiye’nin Rusya’dan hava savunma sistemi satın almasının sonuçları olacağını söylemiştir.

Tehditvari üslupla konuşan bu zat, “ülkelerin, karar almakta bağımsız olduğu gibi, aldıkları kararın sonuçlarıyla yüzleşmekte de bağımsız olduklarını” yüzü kızarmadan hatırlatma gereği duymuştur.

Kimden ne alacağımızı NATO’ya mı soracaktık?

Türkiye’nin milli güvenliği korkunç saldırılarla kuşatmaya alınırken, bu NATO neredeydi, ne yapıyordu, hangi kumpasın peşindeydi?

Ülkemiz NATO’ya 1952’de üye olmuştur.

Her zaman sorumluluğunun gereğini yapmıştır.

Ancak NATO bugüne kadar, huzur ve milli bekamız için hangi fedakârlık ve faaliyetlerde bulunmuştur?

NATO, 15 Temmuz FETÖ işgal girişimine karşı hangi tedbirleri almış, hangi önleyici hamleleri hayata geçirmiştir?

Nerede kirli ve örtülü bir ilişki ağı varsa altında NATO’nun parmağı olduğu yıllarca iddia edilmiştir.

Nerede kapalı devre bir faaliyet varsa ucunda kıyısında NATO’nun izi olduğu söylenegelmiştir.

Askeri darbelerdeki payını ise sağır sultan bile duymuştur.

Peki NATO, Türkiye’yi nasıl tehdit edebilmektedir?

Türkiye kumdan, çakıldan, çadırdan, eften, püften bir devlet midir ki, bir NATO bürokratı çıkıp azarlamaya, tepeden bakmaya teşebbüs ve tevessül edebilecektir?

NATO bürokratlarına soruyorum, nedir sizin zorunuz? Nedir asıl gayeniz?

Ne yapmaya çalışıyor, Türkiye’de neyi hedefliyor, neyin alt yapısını kurmaya çalışıyorsunuz?

Siz kendinizi ne zannediyorsunuz?

Türkiye bağımsız bir ülkedir, zoruna giden varsa kendi meselesidir.

Türkiye, kendi ihtiyaçları doğrultusunda istediği silahı, istediği ülkelerden bedeli mukabilince alabilecektir.

Keyfi kaçan, canı sıkılan, hesabı karışan, pusulası şaşan varsa ya gitsin komedi filmi izleyip kahkalarla gülsün, ya da kendi haline yanıp iki göz iki çeşme ağlamaya koyulsun.

Aslımız neyse neslimiz de odur.

Ve de aslını inkar eden haramzadedir.

Türk milleti haramzade değildir, tarihin hiçbir döneminde olmamıştır.

Biz NATO’ya değil, KATO’ya bakıyoruz, Kandil’i gözümüze kestiyoruz, akıllarınca katlimizin fermanını imzalayan katillerle ölüm kalım mücadelesi veriyoruz.

Canımız kimden isterse silahı ondan alırız, bunun hesabını da NATO’ya matoya vermeyiz, veremeyiz.

Herkes yerini yurdunu bilsin.

Brüksel’den bize parmak sallamaktan vazgeçsin.

O parmak sahibini eninde sonunda mahcup edecektir.

Onlar varsın şatoda oturup NATO’nun düdüğünü çalsınlar.

Biz Ankara’dan 29 Ekim 1923 ruhuyla dünyaya bakacağız; onurlu, imanlı, milli, ahlaklı, cesur ve elbette tam bağımsız bir şekilde sonsuza kadar yaşayacağız.

Bunu çekemeyenler, tuzak kurmak için fırsat kollayanlar, yeni saldırılar için ortam açanlar varsa, ki bu güçlü bir ihtimaldir, Allah’ın izniyle gerekirse göğüs göğüse, gerekirse de kıran kırana istiklalimizi ve istikbalimizi son nefesimize kadar savunacağız.

İşler sarpa sarar, ülkemize zarar gelirse, NATO’yu falan bilmeyiz, NATO’cuları hiç takmaz, tanımayız; önümüze takoz koymak isteyenleri de yıkar geçeriz.

1940’lı yıllarda başbakanlık yapan, Çanakkale Savaşı’nı anılarında anlatan dönemin İngiltere Deniz Bakanı aynısıyla şunları yazmıştı:

“Türkler öyle bir savunmaya girişmişlerdi ki, canlarını veriyorlar, ama topraklarından bir karış yer bile vermiyorlardı.”

Herkesin bilgisi ve haberi olsun ki, bu ruh, bu asalet, bu kahramanlık şuuru ölmedi, milli vicdanlarda yaşıyor ve yaşatılıyor.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Tarih şuurundan mahrum kişi ve toplumlar; kendilerini, ancak bir vasıta, bir alet, bir gölge, nasıl ortaya çıktıklarını bilmeyen bir parça sanacaklardır.

Bundan dolayı da kendi varlıklarının devamını, hatta mutluluklarını başka yerlerde, başka milletlerin coğrafyalarında arayacaklardır.

Bugün yaşadığımız an, yüzyıllar boyunca sürmüş mücadelelerin, heyecanla ve bedel ödeyerek çizilmiş olan haritaların, yeni bir geleceğe açılan eşiğidir.

Bu itibarla, tarih sadece keşfolunan ve yalnızca seyredilen kuru olaylar resmigeçidi değildir.

Aynı zamanda önümüze konan ve bir bakıma hala tekemmül etmemiş yaşayan bir hayattır.

Bizi köksüzlükten kurtarıp, ebediyete akıp giden coşkun bir nehre dönüştüren, aynı kaderi paylaşan diğer milletlerin arasında bize varlığımızı duyuran sahip olduğumuz tarih şuurudur.

İstikbali, istiklalimizden zerre kadar taviz vermeden planlayıp hayata geçirmemiz için de tarih şuuruna çok ihtiyacımız vardır.

Türk tarihi geleceğimizin rotasını çizmektedir.

Bugün Avrupa’ya bakınız, başınızı çevirip Asya’yı izleyiniz, oradan Ortadoğu ve Afrika’yı baştan ayağa süzünüz; karşınıza hep bir sorun, hep bir kanayan yara çıkacaktır.

Ecdadımızın hakimiyetinde iken huzur ve adaletle yönetilmiş toplum ve coğrafyalar bugün inim inim inlemektedir.

Çünkü Türk demek adalet demektir.

Türk demek vicdan demektir.

Türk demek muzaffer bir ruhun müşfik bir bakışla kucaklaşma halidir.

Osmanlı sarığınının kardinal külahına tercih edilmesi şanımızı asırlara kazımıştır.

Çekildiğimiz topraklar adeta can çekişmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüyle kurulan, kurdurulan devletler şimdi perişan halde, kavga ve kaos içindedir.

Gelişmeler karşısında ecdadımızın ahı tuttu dersek abartı olmayacaktır.

Ortadoğu volkan gibi patlarken, Irak’ın kuzeyindeki gayri meşru referandumun sonuçlarına uluslararası toplum kilitlenmişken Avrupa kaynamaya başlamıştır.

Malumlarınız olacağı üzere, kaynayan kazan kapak tutmayacaktır.

İspanya, Katalonya Özerk Bölgesi’nin bağımsızlık ilanından sonra diken üstündedir.

Karşılıklı restleşmeler had safhadadır.

İnsanlar sokaklardadır.

Avrupa tedirgin ve korku içindedir.

Diğer yandan Bask bölgesiyle ilgili endişeler de yoğunlaşmaktadır.

İtalya’nın kuzey bölgeleri olan Lombardiya ve Veneto’nun kopuşu gündemdedir.

Güney Tirol ise tartışmaların odağındadır.

Belçika; Flaman, Valon ve Brüksel bölgeleri olmak üzere fiilen üç parçaya uzun süre önce ayrılmıştır.

Fransa’nın Korsika sorunu, ardından Bretonya ve Alsas meselesi de ufukta belirmiştir.

Almanya’nın 14 milyonluk nüfusuyla Bavyera eyaleti ise kıpır kıpırdır, her gelişmeye yakın ve yatkındır.

İskoçya, Kanada, İngiltere ve ABD’deki ayrılıkçı eğilimler yabana atılmayacak kadar ciddidir.

Güney Sudan ve Kosova’da yaşananlar ise unutulmuş değildir.

Yeni dünya düzeni teorisi tersine dönmüş, yeni dünya düzensizliği şekline bürünmüştür.

Bir asır önce kim bizim altımızı oymuş, gizli veya açık anlaşmalarla topraklarımızı paylaşmışsa; ne paylaşana, ne paylaşılana bir şey sağlamamış, herhangi bir şey kazandırmamıştır.

Ecdadımızın kılıcın yanında duayla aldığı, inançla baktığı, Allah’ın bir emaneti gördüğü toprakları zorla üzerine geçiren, çalan ve gasp edenler dünya üzerinde rahat ve huzur yüzü göremeyeceklerdir.

Bu itibarla, Avrupa’da başlayan çözülmenin, insanlığı yeni bir arayışa, devletleri de yeniden bir muhasebe yapmaya sevk edeceğini düşünüyorum.

Bölünmeyi dilemeyiz, bölücülüğü hoş görmeyiz, burası kesindir.

Ancak gelişmiş ülkelerin Anadolu coğrafyasına ve mücavir coğrafyalara da aynı tutarlılıkla bakmasını ister, bunu bekleriz.

Ülkemin her güzel insanına sesleniyorum:

Kim olursanız olunuz,

Türkiye’nin neresinde doğarsanız doğunuz,

Kökünüz, kökeniniz, mezhebiniz ne olursa olsun,

Vatanım, bayrağım, milletim, kardeşliğim ve mukaddesatım diyorsanız, biliniz ki beraberiz, aynı saftayız, biriz, kucaklaşmaktan kıvanç duyarız.

Başkaları paldır küldür bölünme korkusu yaşarken, biz bin yıllık kardeşliğimizi daha da sağlama alalım, karşımızdaki düşmana ve içteki kollarına zemin ve fırsat vermeyelim.

Birlik olursak, beraber durursak aşamayacağımız hiçbir engel yoktur.

Yolumuz sağduyu ve milli birlik yoludur; gaflet, dalalet ve bölücülüğe kapalıdır.

Bu yoldan sapanları tarih ve millet affetmeyecek, bunlar milli vicdanda da ebediyen mahkûm olacaklardır.

Sözlerime son verirken, TBMM’de görüşülen 2018 yılı bütçesinin hayırlı olmasını diliyor, milletvekili arkadaşlarımın bütçe sürecini ilgili komisyonlarda yakından takip etmelerini istiyor ve bekliyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.