26.02.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
26 Şubat 2008

 

Değerli Milletvekilleri,

Basınımızın Muhterem Temsilcileri,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Özellikle son yıllarda, hükümetin göstermiş olduğu zafiyeti değerlendirerek, şiddetini ve cüretini giderek artıran bölücü terör örgütüne yönelik beklenen kara harekâtı geçtiğimiz hafta nihayet başlamıştır.

Mehmetçik, olumsuz hava ve coğrafya şartlarına rağmen Türk milletinin varlığına göz diken hainleri, saklandıkları inlerinden çıkararak gereken dersi vermek için iftihar edilecek mücadele içindedir.

Eksi 20 derece soğuk altında, karla kaplı yüksek bir coğrafyada, 35 kilogramlık teçhizatı şerefle taşıyarak yürütülen operasyon her türlü takdirin ve övgünün üstündedir.

Kahraman Mehmetçiğimizi ve komutanlarını kutluyor, gidilecek her noktada sonuna kadar destekçisi olacağımızı buradan açıklıyorum. Cenab-ı Allah’tan bütün vatan evlatlarına yardımcı olmasını niyaz ediyorum.

İlk beş günün sonunda teröristlerin yuvalandığı noktaların ele geçirildiği ve çok sayıda teröristin etkisiz hale getirildiği açıklamalardan anlaşılmaktadır.

Bir yanda askerimizle gurur duyarken öte yandan onbinlerce Mehmetçiğin katıldığı bu çapta bir operasyonda karşılaşmak durumunda kaldığımız evlat acıları da hepimizi elbette derinden üzmektedir.

Ne mutlu ki, aziz milletimiz, büyük bir olgunluk ve metanetle şehitlerine sahip çıkmakta, son yolculuklarına bu evlatlarımızı kucaklayarak uğurlamaktadır.

Bu kürsüden, Milliyetçi Hareket mensuplarını, milliyetçi ve ülkücü gençliği canı gönülden hissettiklerini bildiğim derin acıları, aziz şehit naaşlarının kaldırıldığı mukaddes mekânlarda paylaşmaya bekliyorum.

Ancak, bu son görevi yaparken, içinde bulunulan manevi iklimin adabına uygun davranmak, inancımızın bu mekânlarda uygun görmediği söz ve eylemlerden, siyasi sloganlardan uzak durmak, yüreği vatan sevdası ile dolu olan herkesin sorumluluğu olmalıdır.

Yaşadığımız şahadetlere ve zor operasyon koşullarına rağmen askerlik çağına gelmiş evlatlarını, ellerini kınalayıp “şehit adayı” olarak güle oynaya vatan hizmetine gönderen elleri öpülesi analarla ve babalarla iftihar ediyorum.

Bu muhteşem fedakârlığın, asaletin ve ferasetin üzerimizdeki hakkını ödemek mümkün değildir. Vatan sizlere minnettardır. Hepiniz sağ olun var olun.

Milletimizin esenliği ve ülkemizin bütünlüğü uğruna hayatlarını kaybeden aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı; yaralı Mehmetçiklere ise acil şifalar, diliyorum.

Temennimiz en az kayıpla en büyük başarının gelmesi, teröristlerin ve terör yuvalarının ele geçirilerek çeyrek yüzyıldır süren bu ihanete artık kesin olarak bir son verilmesidir.

Ve buradan milletimin kararlılığını ve inancını sizlerin huzurunda bir kez daha tekrar etmek istiyorum. Şehitler ölmez, vatan Bölünmez

Değerli Arkadaşlarım,

PKK terör örgütünün yıllardır Kuzey Irak’ta yuvalandığı, Barzani’nin hoşgörüsü ve desteğiyle faaliyetlerini serbestçe sürdürdüğü ve ABD’nin ise verdiği bütün sözlere rağmen teröristlere karşı son aylara kadar hiçbir müdahalede bulunmadığı herkesin bildiği gerçeklerdir.

Bu zaman süresince, Kuzey Irak’ta konuşlanan bölücü terör örgütü, yerel grupların bazen açık ve bazen örtülü desteğiyle bu bölgeyi Türkiye’ye karşı saldırı merkezi olarak açıkça kullanmıştır.

22 Temmuz seçimlerinden sonra partimizin bu konudaki ısrarlı ve kararlı duruşu ile artan terör olaylarının uyandırdığı infial ve sabırsızlığın hükümet üzerindeki baskısı, Adalet ve Kalkınma Partisini tedbir almaya mecbur etmiş ve sonunda yüce Meclis çıkardığı tezkere ile hükümete sınır ötesi operasyon için yetki vermiştir.

Bilindiği gibi PKK terörünün artması üzerine Kuzey Irak’a askeri operasyon yapılması teklifini kamuoyu önünde ilk dile getiren 21 Haziran 2005 tarihli bir açıklaması ile Milliyetçi Hareket Partisi olmuştur. Bu açıdan yıllardır takipçisi olduğumuz bir konunun geç de olsa gerçekleşmiş olmasını takdir ve ümitle karşıladığımızı belirtmek istiyorum.

Yıllardır göz ardı edilen, koordinatörlerle oyalanılan, “yarının çok şeye gebe olduğu”na dair kuru tehditlerle geçirilen kayıp dönemlerden sonra Türkiye nihayet gücünü göstermek üzere harekete geçmiştir.

Daha önceki operasyonlardan farklı olarak, bu harekât son beş yıldır, aziz milletimizin birikmiş beklentilerinin, öfkesinin dışa yansımasının bir ifadesidir.

Yapılmaya başlanan operasyon için önce hükümetin ve sonra uluslararası güçlerin harekete geçirilmesindeki zorluk dikkate alındığında bu ortamın çok iyi değerlendirilmesi, harekâtın siyasal, psikolojik, diplomatik ve ekonomik anlamda kapsamlı bir topyekûn mücadeleye dönüşmesi elzemdir.

Bu itibarla, ilk bölücü terör eyleminin başladığı 1984’den buyana geçen yirmi dört yıl boyunca, milletimize musallat olmuş terör belasının tamamen ortadan kaldırılması ve işbirlikçilerinin susturulması için, icra edilen kara operasyonu ile büyük bir fırsat doğmuş bulunmaktadır.

Bu operasyonla Türkiye, üzerindeki çaresizlik ve teslimiyet baskısını kaldırarak, ülke üzerinde oyun oynanmasına izin vermeyeceğini Silahlı Kuvvetlerinin gücü ile bir kez daha gösterecektir. İnancımız bu yöndedir.

Ancak, gelişmeler konunun yalnızca Türk Silahlı Kuvvetlerinin müdahale gücüne ve kabiliyetine ihale edildiğine işaret etmektedir. Anlaşıldığı kadarıyla hükümet, ABD makamları ile yaptığı görüşmelerden elde edebildiği sınırlı imkânları yeterli görmekte, ilave tedbirleri almaktan kaçınmayı tercih etmektedir.

Yıllardır her türlü himaye ve desteği verdikleri düşünülürse, yapılan harekât neticesinde kaçan PKK teröristlerinin yerel Peşmerge reislerine sığınacakları ve izlerini yerel halkın içinde kaybettirecekleri şimdiden bellidir.

Bu nedenle hükümetin, yapılan kara harekâtı ile eş zamanlı olarak acilen bölge üzerinde ekonomik ve siyasal yaptırımlar başlatması gerekmektedir. Ancak hükümet yetkililerinin bu konuda yaptıkları açıklamalar harekâtın kapsamı, hedefleri ve süresi bakımından sınırlı olduğu izlemini uyandırmaktadır.

Bu intiba, teröristleri ve Peşmerge yönetimini umutlandırıcı hatalı bir yaklaşımın ifadesidir. Nitekim Barzani Türkiye’nin sınır ötesi operasyonunu “zorbalık” olarak nitelendirme küstahlığını bu yaklaşımdan aldığı cesaretle göstermiştir.

Bu kapsamda olmak üzere, geçtiğimiz aylarda MGK toplantılarında konuşulan ve hükümet yetkililerinin de açıkladığı arkası gelmeyen tedbirler şimdi uygulanmalıdır. Habur Sınır Kapısı’ndan geçiş, Irak’ın Kuzeyi’ne ekonomik yaptırımlar ve enerji kısıtlaması hususu acilen değerlendirilmelidir.

Hükümetin ısrarla kapsamını daraltıcı açıklamalarına rağmen bu harekât ile Türkiye, bölgesinde gerçek bir kuvvet olduğunu kesin sonuç alarak mutlaka ortaya koymalıdır.

Düşünülemeyecek olumsuz bir ihtimal, yani Türkiye’nin terörle mücadelede ve terörist unsurların imhasındaki yetersizliği, ülkemizin geleceğini ciddi tehlikelerle karşı karşıya bırakacaktır.

Harekâtın zamanlaması, özellikle önemli gelişmeler yaşanması beklenen Nevruz öncesine rastlaması açısından dikkate değer ve zor koşullarda icra edilmesi bakımından ise takdire şayandır. Açıklamalar harekâtın planlandığı gibi gerçekleştiğini göstermektedir.

Havadan desteklenen kara harekâtı Türkiye’nin meşru, haklı ve gerekli bir askeri güç kullanımı seçeneğidir. Geçmişte defalarca oluşmuş, ancak hükümet tarafından ihmal edilmiş bulunan sınır ötesi sıcak takip şartlarının doğal bir devamıdır.

Operasyon; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 17 Ekim 2007 tarihinde sınır ötesi harekat için hükümete verdiği yetkinin gereğidir ve icrası tamamen meşrudur. Zaten haklı olduğumuz bir davada, ‘dünyayı ikna ettik’ veya ‘diplomasinin başarısı’ gibi gerekçelerle sulandırmak terörle mücadele kararlılığımızı gölgeleyecektir.

Özellikle, Sayın Başbakan’ın en son 17 Şubat 2008 tarihli bir televizyon programında “terörün bitmeyeceğine, terörle yaşanması gerektiğine” yönelik beyanatları hem yapılan operasyonun sonuçları hakkında kuşku ve kaygı uyandırıcı, hem de bölücülüğe cesaret verici zamansız ve gereksiz açıklamalardır.

Yıllardır Irak’ın Kuzeyindeki yerel güçlerin himaye ve hatta desteği ile yuvalanmalarına göz yumulan PKK’ya karşı başlatılan harekât, mutlaka bu örgütün kesin ve tam bir imhası ile neticelenmelidir.

Dışişleri Bakanının önceden “Kara harekâtı opsiyonumuz açık” uyarısının baskın tarzı operasyon ihtimalini ortadan kaldırdığı bu süreçte, teröristlerin küçük unsurlar bırakarak yerel yerleşim bölgelerine sığındıkları dikkate alınırsa, bölgede tekrar konuşlanmalarına imkân vermeyecek şekilde lojistik ve barınma yuvaları tamamen yok edilmelidir.

Türk Silahlı Kuvvetleri, görevini tamamlayıp yurt içindeki birliklerine dönerken, bu hassas noktalarda kuvvet bırakarak “güvenlik kuşağı” oluşturmalı ve teröristlerin yeniden üslenmelerine izin vermemelidir. Peşmerge yönetiminin PKK teröristlerine yeniden yardım ve yataklık etmemesi için caydırıcı davranılmalı, kesin sonuç alınıncaya kadar bölgede kalınmalıdır.

Ayrıca, dağılan terörist unsurların bölgede yaşayan Türkmen nüfusa zarar vermelerini önlemek maksadıyla Merkezi Irak Hükümeti uyarılmalı, soydaşlarımızın can ve mal güvenliği sağlanmalıdır.

Bu harekâta katılan Türk Silahlı Kuvvetlerine üstün başarılar diliyorum. Milliyetçi Hareketin operasyon kapsamında atacakları her adım için siyasi iktidarın ve Mehmetçiğin arkasında olduğumuzu buradan bir kez daha ifade ediyorum.

Bu vesile ile sıcak yuvalarında kaygısızca oturan, tarlalarında rahatça çalışan, fabrikalarında güvenle tezgâhlarını işleten, okullarında huzur içinde eğitimini sürdüren gençlerimize ve çocuklarımıza, bu imkânları sağlamak için canını feda eden ve feda etmeye de hazır olan kahraman Mehmetçiğimize minnet ve şükranlarımızı tekrarlıyorum.

Gönlümüz onlarla beraber, kalbimiz onlar için atıyor.

Değerli Arkadaşlarım,

Sınır ötesi operasyonun yapıldığı ve kamuoyunun dikkatinin bu askeri harekâta çekildiği şu dönemde, Türkiye içerisinde de bölücülük adına vahim ve haince olaylar yaşanmaktadır.

Gelişmeler, operasyonların yalnızca silahlı teröristlerle yetinilemeyeceğini, bunların kentleri, kasabaları tutmuş silahsız ihanet odakları ile de etkili bir operasyona ihtiyaç duyulduğunu açıkça göstermektedir.

Milletimiz, sınır ötesi operasyonun protesto edildiği, ellerinde örgüt paçavraları ile sokaklarda gösterilerin yapıldığı, al bayrağımızın yerlerde sürüklendiği vatan topraklarımızda da devletin kudretini ve kararlılığını gösterecek siyasi iradeyi aramakta ve beklemektedir.

Hepinizin bildiği gibi, terörle mücadele, aslında bölücülükle mücadelenin yalnızca bir bölümüdür. Eli silah tutan bölücüyü zararlı, buna karşılık silahsız bölücüyü meşru ve zararsız kabul etmek, bölücülük ve terörle mücadeleyi sekteye uğratacak en büyük gaflettir.

Ancak ne yazık ki, aziz milletimizin bütünlüğüne, devletimizin varlığına yönelik açıkça meydan okumalar ve tehditler bu iktidarla artık sıradan hale gelmiştir.

Bugün hiçbir adli takibata uğramadan suç işleme ve bölücülük yapma imtiyazı olan bir zümre türediği ve hatta hükümet tarafından kollandığı açıkça görülmektedir.

Unutulmaması gereken husus, bugün üzerine sınır ötesi harekât yapılan bölücü terörist unsurların menşeinin maalesef Türkiye içindeki mihraklar ve ihanet odakları olmasıdır.

Bu nedenle icra edilen Kara harekâtının kalıcı ve etkili olabilmesi için yalnızca sınır ötesinin değil, sınır berisinin de etkisiz hale getirilmesi gerekmektedir.

Aksi halde, terörist unsurların imhası veya zayıflaması ile ortaya çıkacak olan yeni durumda, bölücülüğün üzerinden terörist vesayetinin kalkması bu karanlık emel sahiplerinin yurt içinde ve yurt dışında meşru ve kabul edilebilir bulunmasına yol açacaktır. Bu Türkiye için en az terör kadar tehlikeli bir sürecin başlaması demektir.

Yılların ihmal ve müsamahası ile iktidarın kucağında büyüyen bölücülük, bugün yalnızca terörizm boyutu ile algılanır hale gelmiştir. Bölücülük bütün cepheleriyle ortadan kaldırılamazsa muhtemelen yeni taviz reçeteleri özgürlük ve siyaset adına önümüzdeki dönemde Türkiye’nin önüne birer birer konulmaya başlanacaktır.

Bu taleplerin ilk işaretleri her ortamda ve platformda açıkça dile getirilmeye başlanmıştır. Bunlar,

  • Bölücülere yönelik olarak adı maskelenmiş siyasi bir af,
  • Barzani devletinin tanınması ve Irak’ın Kuzeyi ile diplomatik temasın başlatılması;
  • Yeni anayasayla üniter yapı ve milli kimliği zayıflatan maddelerin dayatılması,
  • Federatif bir yapılanmanın idari mekanizmalar içinde sinsice yürürlüğe konulması olarak karşımıza çıkacaktır. Görünen gelecek maalesef budur.

Nitekim kara operasyonu sürerken bir açıklama yapan ABD Savunma Bakanı’nın "Irak ve Afganistan'daki tecrübelerimiz, terör sorunu ile mücadele ederken güvenlik operasyonlarının yanısıra siyasi ve ekonomik girişimlere de ihtiyaç bulunduğunu gösterdi" sözleri yeni bir sürecin başlatılmak istendiğinin işareti olarak algılanmalıdır.

Kanaatimiz ve kaygımız terör örgütünün dizginlenmesi adına çok kritik stratejik tavizlerin verilmiş olduğu yönündedir. Özellikle yıllardır Türkiye’nin terörle mücadelesini çeşitli mekanizmalar ile oyalayarak sürüncemede bırakan ABD’nin tavır değiştirmiş olmasını, yalnızca diplomasinin bir başarısı olarak yorumlamak saf dillik olacaktır.

İstediğimizi aldık denilerek kalkılan toplantı masasından hangi isteklere de boyun eğilerek kalkıldığı, ne kadar saklansa da tarihin işleyişinden kaçırılamayacak ve bir gün mutlaka gün ışığına çıkacaktır.

Esasen, Türkiye’nin tercih etmiş olduğu Avrupa Birliği yolunda, uyum yasaları çerçevesinde sağlanan demokratik görünümlü ortam ve bireysel hak ve özgürlüklerin istismarı da, maalesef bölücülüğün kapılarını ardına kadar zaten açmış bulunmaktadır.

Böyle bir sürecin sonucunda;

  • Anadilde eğitim,
  • Devlet yapısının yeni esaslara bağlanması,
  • Anayasal teminat altında yeni bir ortaklık devleti kurulması,
  • Türkiye’nin idari yapısının yeniden düzenlenmesi,
  • Genel siyasi af ve İmralı canisine özgürlük talepleri,
  • Etnik kimliklerle bölücü siyaset yapılması olarak Türkiye’nin önüne yakın zamanda getirilecektir.

Bu itibarla, başlanılan askeri harekât bir sonuç değil, geçmişte düşülen hataları tekrarlamadan girişilecek geniş kapsamlı bir mücadelenin başlangıcı olmalı, bölücülükle mücadele stratejisi ile mutlaka desteklenmelidir.

Bu strateji kapsamında;

  • Irak’ın Kuzeyinin Türkiye üzerindeki etkisi ve tahrikleri,
  • Türkmen nüfusun haklarının korunması ve temsili,
  • Bölücülüğün siyasal kazanımlarının durdurulması,
  • Terör örgütü mensuplarının tam bir teslimiyet halinde adalete intikali,
  • Teröre ekonomik, lojistik, mali, idari destek unsurlarının ortadan kaldırılması esas olmalıdır.

Bundan yirmi yıl sonra, karşımıza yeniden çıkmaması için hükümet üstü bir karar gerektiren bu süreçte, devletin kalıcı ve stratejik bir projeyi geliştirmiş olması ve uygulamaya koyması en samimi dileğimizdir.

Bu stratejik proje geliştirilirken,

  • Bölücülüğün aldığı mesafeden bağımsız,
  • Cumhuriyetimizin temel ilkelerine uygun,
  • Geçmişte yaptığımız yanlışlar nedeniyle dünyanın bize yönelttiği dayatmalardan arınmış,
  • Türk milletinin rızasına ve değerlerine saygılı;
  • Bin yıllık kardeşliğimizi ve birliğimizi artıran,
  • Günü kurtarmaya değil kesin sonuç almaya yönelik bir anlayış geliştirilmelidir.

Bu itibarla, özellikle topluma kazandırma ve kısmi af gibi söylentilerle bölücü terörü tekrar cesaretlendirebilecek ve ona yataklık edenleri tekrar harekete geçirebilecek bir tarihi hataya da düşülmemelidir.

Aksi halde, Türkiye iktidarın önüne konulan karanlık plan dâhilinde,

  • Silahsız bölücülerin makbul görülerek cesaretlendirileceği,
  • Üniter ve milli devlet yapımızın tartışılmaya açılacağı,
  • Milli kimlik ve kültürümüzün temel yapı taşlarının oynatılacağı vahim süreç daha da derinleşecektir.

Tek millet, tek devlet ve tek dil anlayışına itirazların yoğunlaştığı şu günlerde, Türk milleti için yeni bir ateşten imtihan sürecinin başlayacağını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu itibarla, sürdürülen Sınır Ötesi Harekatın Türkiye içindeki boyutu ile bölücülüğün önlenmesi için alınacak tedbirlerin aynı anda, aynı çerçeve içinde ve ortak bir vizyon ile değerlendirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Aksi halde bir kara harekâtı ne derece başarılı olursa olsun, bölücülüğü ortadan kaldırmaya yetmeyecek, bundan önceki örneklerinde olduğu gibi siyasetten beslenerek karışımıza yeniden tehdit olarak mutlaka çıkacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Geçtiğimiz hafta içerisinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile Ermenistan’da yapılan seçimler üzerinde kısaca durmak istiyorum.

Bildiğiniz gibi son yıllarda Türkiye, bir adım önde olmak adına attığı nafile hamlelerin yarattığı hayal kırıklıklarını derinden yaşayan bir ülke haline gelmiştir.

Karşılık görmeden verdiği siyasi tavizleri bir ilerleme zanneden hükümet, çareyi bu ülkelerdeki yönetim değişimlerinde aramakta, yeni idarecilerin verdiğimiz tavizlere hoşgörüyle yaklaşmalarını umut etmektedir.

AKP Meclis çoğunluğunun çıkardığı Vakıflar Yasasının uyandırdığı heyecan ve ümit ile Türkiye üzerinde emelleri olanların, hükümeti yeni ve daha etkili bir dayatma sürecine sürükleyecekleri belli olmuştur. AKP bu yasa ile taviz ve teslimiyet sınırlarının bulunmadığını bütün dünyaya göstermiştir.

Bu ülkelerden biri de Ermenistan’dır. Ermenistan’da geçtiğimiz hafta yapılan seçimde Cumhurbaşkanlığı’nı Sarkisyan’ın kazanmasını bir şans gibi gören medyamız toplumu da gereksiz ve anlamsız bir beklentiye yönlendirmektedir.

Özelikle PKK terör örgütü mensuplarının Ermenistan yönetimince işgal altındaki Karabağ’a yerleştirilmeye başladıklarına dair haberlerin yaygılaştığı bu süreçte, hükümetten beklenen Türkiye’nin tarihi tezleri ve duruşunu bir kez daha yeni Ermeni yönetimine yüksek sesle ifade etmesidir.

Soykırım yalanına dayalı iddialarından vaz geçmedikçe, işgal altında tuttukları Dağlık Karabağ bölgesini Azerbaycan’a iade etmedikçe ve Türkiye üzerindeki toprak taleplerinden dönmedikçe Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin değişmeyeceği ısrarla vurgulanmalıdır.

Bugün Ermenistan’ın işgalinde olan Dağlık Karabağ bölgesinde BM Güvenlik Konseyi’nin kararları ile tam dört kez Ermenistan’ın işgalci olduğu ve bu toprakların Azerbaycan toprağı olduğu tasdik edilmiştir. Buna rağmen, işgal altındaki bu bölgenin Ermeni seçmenleri de yeni Cumhurbaşkanlığı için oy kullanmışlardır. Bu durum, seçimin meşruiyetine gölge düşüren önemli bir hadise olarak görülmelidir.

Bir milyon kişi ile dünyanın nüfusa göre en büyük muhacir hareketine mecbur kalmış kardeş Azerbaycan’ın toprağı olan “Hocalı Soykırımı”nın yıldönümüne rastlayan bu durum ayrıca talihsiz bir gelişmedir.

Her fırsatta aziz ceddimizin bir asır önce soykırım yaptığı yalanına başvuran Ermeniler, üzerinden henüz yalnızca 16 sene geçmiş olan gerçek bir insanlık vahşetini itiraf ve kabul etmek, işgal altında bulundurdukları topraklardan çekilmek zorundadırlar.

Bu vesile ile 26 Şubat 1992 yılında Hocalı’da, genç yaşlı, çocuk ve kadın demeden Ermenilerce soykırıma maruz kalmış soydaşlarımızı rahmetle ve tazimle anıyorum.

Güney Kıbrıs Rum Yönetiminde de yapılan seçimler sonucunda iktidar el değiştirerek Meclis Başkanı ve AKEL Genel Sekreteri Hristofyas Cumhurbaşkanı olmuştur.

Kıbrıs konusunda çözüm olarak önerilen sözde planların bundan sonra nasıl bir siyasal durum ortaya çıkaracağını zaman gösterecektir. Ancak, bu seçim Kıbrıs’ta değişen bir şeyin olmayacağı konusundaki kanaatleri güçlendirmiştir.

Türkiye, uluslar arası ilişkilerinin seviyesini başka ülkelerin yönetim değişiklikleri ile değil kendi ilkeleri ve milli duruşu ile tayin etmesi gereken önemli ve köklü bir devlettir.

Ancak gelinen taviz ve teslimiyetle tıkanan dış politika ve milli meselelerde hükümetin yegâne umudu, muhatap ülkelerdeki yönetim değişiklikleri olmuştur.

Rumların tercih değişikliğinden de olumlu anlamlar çıkarmaya çalışanlar en yakın zamanda yanıldıklarını bir kez daha anlayacaklardır.

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Konuşmamın bu bölümünde yüksek öğrenimde yaşanılan başörtüsü sorununun çözümüne yönelik başlattığımız girişimden sonra, farklı ve manidar bir aşamaya gelen görüş ve tartışmalara değinmek istiyorum.

Hepinizin bildiği gibi, Anayasa'nın 10. ve 42. maddeleri 9 Şubat 2008 tarihinde TBMM Genel Kurulunda 411 oyla kabul edilmiş, değişiklikler onaylanmak üzere Cumhurbaşkanlığı’na gönderilmişti.

Sayın Cumhurbaşkanı tarafından da uygun görülen anayasa değişiklikleri 23 Şubat 2008 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş bulunmaktadır.

Sayın Cumhurbaşkanı’nın Anayasa değişikliklerini onayladıktan sonra yaptığı yorumdan, üniversitelerdeki başörtüsü sorununun kaldırılması için Anayasa değişikliğinin yeterli olmayacağı ve bunun için kanun çıkarılması gerektiğini anlaşılmıştır.

Anayasa değişikliğine ilave olarak ve bu değişiklikleri tamamlayacak olan YÖK Kanunun Ek–17. maddesine eklenecek hüküm hakkında, Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasında bir mutabakat olduğu kamuoyu ile her aşamada paylaşılmıştır.

Söz konusu kanun teklifi TBMM Başkanlığı'na sunulmuş ve Milli Eğitim Komisyonu'na görüşülmek üzere havale edilmiştir. Beklentimiz, konunun zamana yayılmadan, tahrik ve tartışmalar büyümeden Milli Eğitim Komisyonunda öncelikle görüşülmesi ve karara varılmasıydı.

Gerek AKP sözcülerinin açıklamaları, gerekse YÖK Başkanlığının Cumhurbaşkanın onayını müteakip uygulamaya yönelik yayınladığı talimat, mutabık kalınan EK 17 maddedeki değişikliğin yasalaşması yönünde tereddüt hasıl olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu gelişmeler yaşanırken, Anayasa değişikliğine bile gerek olmadığına yönelik şahsi fikrini beyan eden TBMM’nin Sayın Başkanı’nın açıklamaları hayretle karşılanmıştır. Sorunun yalnızca YÖK ve üniversitelerin inisiyatifi ile çözülebileceğini söyleyen Sayın Toptan’ın, geçtiğimiz beş yıl boyunca bu değerli önerisini niçin saklamış olduğu tarafımızca bir türlü anlaşılamamıştır.

Bu kanun maddesinin değişimine dair Adalet ve Kalkınma Partisi’nin önceki eğilimi, Ana Muhalefet Partisi’nin başvurusundan sonra, konuyu görüşecek olan Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile ortaya çıkacak sonuca göre gündeme getirecekleri yönündeydi.

Bununla birlikte Adalet ve Kalkınma Partisi, üzerinde uzlaşılmış bir mutabakat metni yokmuş gibi davranarak, konuyu kamuoyunda tartışmaya açmış ve kafaları ciddi bir şekilde karıştırmıştır.

Gelişmeler ve bazı açıklamalar mutabakatın muhataplarından olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin YÖK Kanunun Ek–17. maddesinde yapılması kararlaştırılan değişikliği sürüncemeye ve zamana bırakmaya, hatta bundan vazgeçmeye niyetlendiği yönündedir.

Oysaki bize göre, Anayasa değişiklikleriyle ilgili Anayasa Mahkemesi’ne yapılacak itiraz süreci ile Ek–17.maddedeki değişikliğin kanunlaşması birbirinden ayrı mütalaa edilmesi gereken farklı safhalardır.

Diğer taraftan, YÖK Başkanlığı’nın Anayasa’da yapılan son değişikliklerin yeterli olduğuna ve YÖK Kanununda yapılması planlanan değişikliğe gerek olmadığına dair yetkisini aşan yorumu ise bundan sonra Yüksek Öğretimde çok sıkıntılı bir dönemin başlayacağını göstermektedir.

Şayet YÖK Başkanlığı’nın Ek 17 Maddede yapılacak değişikliğe ihtiyaç olmadığına yönelik yaklaşımı kabul görür ise kıyafet konusunda tam bir kargaşa yaşanması ve her tür kıyafetin giyilmesi gibi bir tehlike karşımıza çıkabilecektir.

Kaldı ki, tartışma şimdiden alevlenmiştir. Aceleyle verilmiş YÖK kararı sonucu üniversitelerde, başörtüsü ile girilebilen ve girilemeyen ayrımı doğmuş, uygulamada çelişkiler ortaya çıkmıştır. Bu durum mevcut huzursuzluğu daha da artırmış, üniversite camiasında bölünme ve hizipleşmeleri kuvvetlendirmiştir.

Yaşanan gelişmeler partimizin bu konudaki kaygılarını haklı çıkaracak noktaya gelmiştir. Bir mağduriyet alanının ortadan kaldırılmasına yönelik olarak başlattığımız bir girişimin, eksik bırakılarak yeni bir mağduriyet ve çatışma ortamına neden olması asla tasvip etmeyeceğimiz bir durumdur.

Bizim siyaset anlayışımıza göre, ortaya koyduğumuz ilkeler ve vardığımız mutabakatlar, günübirlik ve gelişigüzel alınmış kararlar değil; ahlaki ve siyasi duruşumuzu belgeleyen çok önemli ve vazgeçilmez taahhütlerdir. İster yazılı, ister sözlü olsun bizim şeref ve haysiyet vesikalarımızıdır.

Biz, bizimle mutabık kalarak taahhüt içine girmiş siyasal muhataplarımızın da aynı fazilet ve ahlaka sahip olduklarına inanmak isteyen köklü ve erdemli bir siyasal geleneğinin temsilcisiyiz.

Üniversitelere başı örtülü kızlarımızın girmesi yönünde en makul ve geçerli adımı atan Milliyetçi Hareket verdiği sözlerin bugün de arkasındadır.

Bilinmelidir ki, bugüne kadar izlediği tutarlı ve kırılmayan çizgisi ile Milliyetçi Hareket Partisi ve onun şerefli mensupları, bu siyasal ahlak sınavından da alınlarının akıyla çıkacaklardır.

Bu duygu ve düşüncelerle yüksek heyetinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı