Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 9 Ocak 2018
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
9 Ocak 2018

 

 

 

Saygıdeğer Milletvekilleri,

Değerli Misafirler,

Basımızın Mümtaz Temsilcileri,

2018 yılının bu ilk grup toplantısında sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Ekranları başına geçerek bizleri dikkatle izleyen aziz vatandaşlarımıza en iyi dileklerimi sunuyorum.

Bir kez daha yeni yılın milletimize, ülkemize, mazlum toplumlara ve Türk-İslam alemine saadet ve selamet getirmesini Allah’tan niyaz ediyorum.

Ümidim, 2018’de huzur ve istikrarın insanlığa eksiksiz egemen olmasıdır.

Beklentim, komşu coğrafyaların düzen ve dengeye kavuşması, ülkemizin birlik ve diriliş ruhuyla geleceğe yürümesidir.

Takvim yapraklarından bir yıl daha kopmuştur.

2017 yılı kolay geçmemiş, müessir olayların sayı ve seviyesinde herhangi bir azalma görülmemiştir.

Tam tersine, 2017 Cumhuriyet tarihinin en kritik, deyim yerindeyse mana ve muhteva bakımından en uzun yılı olmuştur.

Geride kalan yıl içinde Türkiye’yi, Türk ve İslam alemini, aynı zamanda bölge ve dünya dengelerini doğrudan etkileyen pek çok gelişme yaşanmıştır.

Kabul etmemiz lazımdır ki, insanlık içine çekildiği sistematik krizden bir türlü çıkamamış, çıkmayı denese de başaramamıştır.

Maalesef ki;

Anlaşmazlıklar bilenmiştir.

Gerginlikler beslenmiştir.

Görüş ve fikir ayrılıkları keskinleşmiştir.

Medeniyetler arası ihtilaflar kemikleşmiş, ülkeler arası hizip ve husumetler kamçılanmıştır.

Ortadoğu çatışmalarla çalkalanmış, hegemonya mücadeleleriyle dalgalanmıştır.

Yalnızca komşu coğrafyalar değil, aslında tüm dünya kendi içinde, kendine özgü, hatta insanlık mirasını yiyip tüketen derin bir istikrarsızlık sarmalına hapsolmuştur.

Biz bu durumdan elbette memnuniyet duymuyoruz.

Küresel ölçekte uzlaşma, konuşma, kaynaşma ve ortak akılda buluşma vasatının zayıflamasından doğal olarak kaygılıyız, gelecek adına karamsarız.

İlkel dürtülerin öne çıkması demokrasi, hukuk ve özgürlük birikimine zarar vermektedir.

Kontrolden çıkan devletlerarası güç ve nüfuz mücadeleleri huzur ve barış iklimini zehirlemektedir.

Güçlünün haklı, haklının güçsüz olduğu bir insanlık tablosu karşımızdadır.

Bu ağır tablonun kabarık faturası ise masumların önüne koyulmaktadır.

Hak tanımayan, helal bilmeyen, insani değer ve kazanımları hiçe sayan bir siyaset ve yönetim anlayışının giderek kök saldığı, tesir düzeyini hızla genişlettiği görülmektedir.

BM Genel Sekreteri’nin yeni yıl münasebetiyle yapmış olduğu konuşmada, dünya için alarm seviyesini “kırmızıya” çıkarması önümüzdeki zorlu dönemin habercisi niteliğindedir.

Yerkürenin hemen hemen her köşesinde etnik anlaşmazlıklar tırmanmaktadır.

Dini inançlar düşman kamplara, mezhebi farklılıklar birbirine kapalı ve hasım uç noktalara taşınmaktadır.

Küresel emperyalizm siyasi ve ekonomik operasyonları silah gibi kullanmaktadır.

Göç dalgaları, sosyal gerilimler, ekonomik sorunlar, terör saldırıları, yer altı ve yer üstü kaynakları ele geçirme kavgaları dünyayı bir musibetten diğerine savurmaktadır.

Diğer yandan asimetrik çatışmalara, vekâlet savaşlarına ek olarak özellikle nükleer silahlanmadaki korku verici tırmanış insani endişeyi haklı olarak artırmaktadır.

Bölgesel ve küresel siyaset, ahlak ve vicdan bunalımına çakılmıştır.

Her düzeyde akıl tutulması, kafa karışıklığı, irade noksanlığı belirginleşmiştir.

Aslında var olan dünya gerçeği bir nevi Ortaçağ karanlığıdır.

Şayet bu karanlıktan çıkış ve kurtuluş yolları bulunamazsa, uyarıyorum ki, dünyanın hiçbir ülke ve coğrafyası güvenli olamayacaktır.

Geçtiğimiz yüzyılın trajik ve tramvatik hadiselerinden kalıcı ve kapsayıcı sonuçlar çıkarılması lazımdır.

İki ayrı dünya savaşının neden olduğu devasa yıkım ve kayıplardan ders ve ibret almak asıldır, esastır.

Nitekim 20.yüzyılın fahiş yanlışlarını, Allah muhafaza tekrar etmek olsa olsa akılsızlık, körlük, gafillik ve su katılmamış cahillik olacaktır.

İnsan hayatına sırt dönen haydutluklar, ilkesiz hedefler, ideolojik hınçlar, emperyalist hırslar hem ülkemize hem de doğu-batı eksenindeki diğer ülkelere acı bedeller ödetmiştir.

Bu itibarla insanlığın irkilmesi, ürpermesi, yaklaşan tehlikeleri sezerek miskinlikten kurtulması, içine sıkıştığı kabuğu kırması aciliyet arz eden bir zorunluluktur.

İfsat olmuş bir dünyada inkar ve itlaf edilmiş değerlerden başka bir şey kalmayacaktır.

Bununla birlikte perişan olmuş ahlak, ziyan edilmiş bir hukuk ve adalet anlayışı sadece felaketlere, sadece feci akıbetlere hizmet edecektir.

Nihai olarak topyekûn hezimet kaçınılmaz, hüsran ise kati olacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

2017’de taşlar yerinden oynatılmış, mütecaviz emeller tahkim ve temin edilmiştir.

Terör örgütleri ülkemizle birlikte komşu coğrafyalarda at koşturmuşlardır.

Zalimler, kiralık ve katil örgütleri sinsi ve gizli gündemlerine muvafık şekilde kumanda etmiş ve kullanmışlardır.

Caniler nifak ve şikak saçmışlardır.

Güney sınırlarımız boyunca uzanacak bir terör koridoru açılmak istenmiştir.

Bunun daha da ilerisinde ve üstünde, planlanmış terör devletinin inşası için yoğun gayret ve faaliyet sergilenmiştir.

PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG bu maksatla silahlandırılmıştır.

Katiller zırha büründürülmüş, emperyalizmin kanatları altına alınmışlardır.

Çok açık biçimde şiddet ve şekavet övülmüş ve özendirilmiştir.

IŞİD’le mücadele adı altında terörizm desteklenmiş, korumaya alınmış, mücavir bölgelere konuşlandırılmıştır.

Halbuki IŞİD’i kimlerin kurduğu, kimlerin sevk ve idare ettiği bellidir.

Bir terör örgütünün bir başka terör örgütüyle dengelenmesi ve denetlenmesi örtülü biçimde hesaplanmış, sahada icra edilmiştir.

Damar kanda nasıl dolaşıyorsa, haçlı hevesleri de ülkemizin çevresinde öyle dolaşmış, bununla da kalmayıp milli, dini ve tarihi miraslara kast etmiştir.

Suriye’de oynanan oyunlar kıyıya vurmuş, figüranlar açığa çıkmış, alçak senaristlerin yazdığı karanlık senaryolar netleşmiştir.

Terör örgütlerini kışkırtanlar bir defa İslam’a hasımdır.

Muhakkak süratte Türk ve Türkiye’ye düşmandır.

ABD’nin İsrail’le ittifak halinde gerçekleştirdiği Kudüs komplosu dinler ve kültürler arası cepheleşmeyi derinleştirmek şöyle dursun, koskoca Türk ve İslam dünyasına meydan okumak, savaş naraları atmakla eşanlamlı bir provokasyondur.

Bu kapsamda 6 Aralık 2017 tarihli yazılı basın açıklamamda, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıma arayışının Ortadoğu’yu A’dan Z’ye mahvedecek zaman ayarlı bir bomba olduğunu söylemiştim.

ABD Başkanı Trump’ın, geçtiğimiz yılın Aralık ayının ilk haftasında; tek yanlı, başına buyruk, Siyonizm’in boyunduruğunda almış olduğu sakat karar hiç kuşku yok ki, skandal ötesi hezeyandır.

2017 yılında, Kudüs’ün tarihi statüsüne göz dikilmiştir.

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın olağanüstü İstanbul Zirvesi’nde terslenen, BM Genel Kurulu’nda 128 ülkenin iradesiyle reddedilen ABD’nin Kudüs dayatması açık seçik ifade etmeliyim ki, yeni bir Haçlı seferidir.

Ancak İslam’ın sancaktarı, keskin kılıcı Türk milleti, Kabalist ve Evanjelist komploya suskun kalmamış, teslim olmamış, tarihi sorumluluğunu unutmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti aktif bir diplomasiyle, devlet-millet dayanışmasının mahrecinde, İslam’ın kutlu vicdanını mihver yaparak, küresel vicdanı uyarmış ve harekete geçirmiştir.

Yanlış hesap, eğri karar, zelil niyet Trump’ın ve kirli ortağı Netanyahu’nun elinde patlamıştır.

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 21 Aralık 2017 tarihli muazzam karar ve ezici çoğunluğu ABD’nin yüzüne tokat gibi inmiştir.

Kudüs’ün tarihsel birikimi; imanın, insanlığın, insafın ve iradenin ayaklanışıyla mahfuz tutulmuş, muhafazaya alınmıştır.

15 Temmuz 1099’da kırk günlük hayasız bir kuşatmanın sonunda düşen Kudüs’ün, yeni bir saldırı, yeni bir operasyon baskısıyla tahliye ve tasfiyesi hedeflenmişken, küresel adalet elbette buna ortak olmamıştır.

Bu sevindirici, umut verici bir gelişmedir.

Kaos bekçisi ABD ve İsrail’in, eş zamanlı olarak mezkur beşeri ikaz ve manevi ihtardan pek de bir sonuç çıkarmadıkları anlaşılmaktadır.

Kudüs önemlidir, çünkü gerilim düşmezse, dayatmalar sürerse, bir kıvılcım bölgemizi mahvedecek, yankı ve yansımaları tüm dünyaya yayılacaktır.

Kudüs önemlidir, çünkü Efendimizin mukaddes hatıra ve emanetlerinin yaşadığı, yaşandığı tarihi ve kadim bir şehir olarak emperyalizme zincirlenmesi, günahkarlara zimmetlenmesi imkansızdır.

Kudüs önemlidir, çünkü İstanbul’un öz kardeşi, Türk milletinin 4 asır egemenliğini tadarak görkemli yıllardan geçmiş ecdat yadigarı manevi hazinedir.

ABD’nin Ortadoğu’yu çekmek istediği çukur, itmeye çalıştığı uçurum malumdur.

Emperyalizmin zulmeti İslam toplumlarının ufkunu perdelemiş, karar ve iradesine pranga vurmuştur.

2017’de bunun envaı çeşit örnekleri görülmüştür.

Suudi Arabistan’daki gelgitler, Yemen’deki belirsizlikler, Lübnan’daki bilinmezlikler, Ürdün’deki bunalımlar, Irak’taki çarpıklıklar, İran’ı kapsamına alan suikast ve sabotajlar hep aynı adresi işaret etmektedir.

Afganistan sancılı, Pakistan sıkıntılı, Filistin solgundur.

Müsebbip ise hem içte hem de dıştadır.

Buna karşılık işbirlikçiler oldukça keyifli, ihanet lobisi oldukça heyecanlı ve heveslidir.

Bakınız, geçtiğimiz Aralık ayı içinde Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı duyunca hepimizi infiale sürükleyen bir açıklama ve sosyal medyadan bir paylaşım yapmıştı.

Zalimlerin piyonu, ecdadımızı sırtından vuran nimet bilmezlerin söz konusu torunu, haddini ve seviyesini aşarak tarihimize ve kahramanlarımıza dil uzatmıştı.

Utanmadan, sıkılmadan, yüzü kızarmadan, aklınca efendilerine şirin görünmek adına Türk düşmanlığına soyunmuştu.

Bu küstah, kahraman ecdadımız Fahreddin Paşa’yı hırsızlıkla suçlayarak iğrenç bir bühtanda bulunmuştu.

Bunu hiç unutmadım, bir an olsun hatırımdan çıkarmadım.

Bilinmelidir ki, unutanı ne millet hoş görür, ne de Allah affeder.

Henüz devesini hurma ağacına bağlamamış bu bedevinin Türk milletine ve sinesinden doğmuş aziz kahramanına hırsız demesi en nazik ifadeyle alçaklık ve ahlaksızlıktır.

Kudüs konusunun uluslararası toplumun gündeminde olduğu bir sırada, ABD ve İsrail’in maşalığına soyunan bu sömürge artığının, Medine kahramanı Fahreddin Paşa’ya ve Sayın Erdoğan üzerinden ecdadımıza dil uzatma densizliği tek kelimeyle haramzadeliktir.

Ayrıca nankörlüktür.

Bir hırsız varsa, bir hain aranıyorsa, Osmanlı’ya ihanet eden bir avuç haçlı kalıntısından, onların bugünkü taşeronlarından başkası olamayacaktır.

Mukaddesatımızın namusunu çekirge yiyerek savunan Fahreddin Paşa’ya çamur atmak soysuzluk ve ağır bir iftira cinayetidir.

Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı’nın Türkiye hazımsızlığı, emperyalizmin kripto elemanlığına soyunması ülkesi ve kendi adına ayıptır, kayıptır, kahredici edepsizliktir.

Hırsızlık, şehit kanıyla suladığımız vatan toprakları bir bir elimizden gasp edilirken düşmanla işbirliği yapanların iki cihanda da alınlarına kara bir leke gibi yapışmış unvanıdır.

Hırsız ise, Türk ve İslam’ın onurunu savunan kahraman ecdadımıza pusu kuranların ta kendisidir.

İmparatorluğumuzun arkasından kuyu kazıp sömürgeciliğin oyuncağı olmayı seve seve kabullenmiş odakların bugünkü torunları hırsız bulmak istiyorlarsa yanını yöresini yoklasınlar, arsız görmek istiyorlarsa derhal aynaya baksınlar.

Tarihsizlere Türk tarihini çiğnetmeyiz.

Korkaklara kahramanlarımızı ezdirmeyiz.

Ruhu esir düşmüşlerin müfterilikleri ayağımızın altındadır.

Herkes yerini yurdunu bilmelidir.

Türkiye’ye kumpas kuranlarla düşüp kalkanları, terör örgütlerini pışpışlayıp Türk düşmanlarının gözüne girmek için cambazlık yapanları, 15 Temmuz FETÖ darbe teşebbüsüne mali ve siyasi destek verdiği söylenen şerefsizleri biliyoruz, ayaklarını denk almaları hususunda da uyarıyoruz.

 

Değerli Arkadaşlarım,

2017 yılının en önemli gündem başlıklarından birisi de Kerkük olmuştur.

Türk yurdu Kerkük korsan ve gayri meşru bir referandumla geçmişinden, kimliğinden, tarihsel hüviyetinden koparılmak istenmiştir.

Barzani 25 Eylül referandumuyla hayatının hatasını yapmış, çocukluk hayallerinde boğulmuş gitmiştir.

Kerkük’ün bahtına kilit vurmak isteyenler kaybetmiştir.

Barzani ve peşmerge çetesi bozguna uğratılmış, Türkmeneli’nin ve Kerkük’ün milli haysiyeti şimdilik güvenceye alınmıştır.

Bu durum 2017 yılının en önemli gelişmelerinden birisidir.

Ancak Türkmenlere yönelik saldırılarda bir azalma ve gerileme henüz görülmüş değildir.

2 Ocak Salı günü, yani tam bir hafta önce, Irak Türkmen Cephesi El Askeri Bölge Sorumlusu Alaattin Salihi uğramış olduğu suikast sonucu şehit edilmiştir.

Salihi’yle birlikte varlık ve birlik yolunda hayatlarını kaybeden tüm soydaşlarımıza ve aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet niyaz ediyorum.

İnanıyorum ki, öldükçe dirileceğiz, dirildikçe karşımızdaki hıyanet çemberini teker teker kıracağız.

Türklük baki kalacak, Türk milleti bekasıyla sonsuzluğa ulaşacaktır.

Hangi coğrafyada yaşarsa yaşasın, nerede hayat mücadelesi verirse versin, Türklük gurur ve şuuruyla varlıklarını sürdüren kardeşlerimiz bizim namusumuzdur, lekelenmeyecek, Ötüken onuru yere düşmeyecektir.

Karabağ’ın, Kaşgar’ın, Keşmir’in, Kerkük’ün, Kudüs’ün, Kıbrıs’ın, Kırım’ın uyanış ve huzura kavuşmasını eninde sonunda göreceğiz.

Gün ola harman ola, o gün hele bir gele; gözyaşları dinecek, feryatlar bıçak gibi kesilecektir.

Bilfarz, biz göremedik sayalım.

Yaşanmış, yaşanacak, ezelden ebede her şey sadece bir ana sığacaktır.

Mutlaka gelecek nesillerimiz, bir gün Türk-İslam ülküsünün muazzez şafağında uyanacaklar, Kızıl Elmaya muhakkak surette vaktinden önce veya sonra vasıl olacaklardır.

Sorarım sizlere, gayemiz bu değil midir?

Mücadelemizin ana dinamiği buna yönelik değil midir?

Varsın başkaları geçmişi konuşsun, çıkar hesabı yapsın.

Varsın başkaları tezviratla oyalansın, tefrikayla donansın.

Biz işimize bakacağız, önümüze bakacağız, ülkücü olmanın şeref payesini taşıyacağız.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket uzak hedefleri yakınlaştırmak, nurlu ufuklara mızrak gibi saplanmak için gerekli hazırlığı yapmış, ihtiyaç olan arzu ve iradeyi ruhunda toplamıştır.

Bizim boş lafa karnımız toktur.

Boşa geçecek zamanımız yoktur.

Düne, bugüne, yarına karşı üstlendiğimiz görev ağır ve çoktur.

Ucuz kahramanlıklara eyvallahımız, küçük olsun benim olsun anlayışına itibarımız da hiç olmayacaktır.

Ülkücü olmanın bir adabı vardır, bir ahlakı vardır, dahası bir adamlığı vardır.

Bunlara haiz kim varsa hem dava hem de yol arkadaşımızdır.

Tarih boyunca, yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmamıştır.

Yumuşak başlılıkla yurt savunulmamıştır.

Yama tutmayan yırtıklarla, yüklenmiş yılgınlıklarla yüksek ülkülere varılmamıştır.

Türkiye’nin bekasını çözmek isteyenler kalabalıktır.

Tehlike her zamankinden daha yakın ve yakıcıdır.

Tehditler yaygın, yoğun ve karmaşıktır.

Milli birlik ve beraberliğimizi çürütmek isteyen oluşum ve odaklar küme küme gruplaşmıştır.

Ne tarafa baksak sorun, ne yöne dönsek olumsuzluklar göze çarpmaktadır.

2017’de terör örgütleriyle üzerimize geldiler.

2017’de tarihi hesaplarını görmek istediler.

Satılık kalemleri, kiralık köşe yazarlarını, yarım aydınları, sahtekar televizyoncu ve yorumcuları kullandılar.

İçimizden devşirdiklerini kışkırttılar.

İftira attılar, itham silahını çektiler.

Haysiyet cinayetine heveslendiler, cehalet cinnetine meylettiler.

Kah PKK’nın arkasına sığındılar, kah FETÖ’nün mevziisine girdiler, kah özgürlük ve insan hakları maskesiyle, çoğunlukla da potansiyel Türk düşmanı vasıflarıyla saldırı düzeneği alıp kalemizi çökertmeye, albayrağımızı soldurmaya, üç hilalimizi sindirmeye kalkıştılar.

Başardılar mı? Elbette hayır.

Amaçlarına ulaştılar mı? Elbette asla.

Ismarlama anketleri ısıtıp ısıtıp servis etseler de, Türkiye düşmanlarının kuryeliğiyle MHP’yi küçük gösterip itibarsızlaştırmaya cüret etseler de, bu davayı geçemezler, bu şuuru aşamazlar, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’i yıkamazlar, Türkiye’yi yenemezler.

Küresel güçler 1910’lu yıllarda işgali uygarlık kılıfıyla örtüyorlardı.

Katliamları medenileştirme iddialarıyla maskeliyorlardı.

Her ne hikmetse uygarlığın götürüldüğü coğrafyalar ya maden açısından zengin ya da petrol bakımından göz kamaştırıyordu.

Aynısı bugün de yapılmıyor mu?

Aynı tezgâh bugün de kurulmuyor mu?

Ortadoğu’nun karıştırılması, Türkiye’nin hedef ülke haline getirilmesi, Türklüğe ve İslam’a açılan adı konmamış savaş hep bir maksada matuf, hep bir amaca maruftur.

Bu şer kampanyayı görmek, ardı arkası kesilmeyen dehşet verici saldırganlıkları kaynağında etkisizleştirmek, merkezinde engellemek milli bekamızın istikbali kapsamında mecburiyettir.

Milliyetçi Hareket Partisi beka ve birlik şuuruyla milliyetçi siyasetini temellendirirken birileri bundan rahatsız olmaktadır.

FETÖ’nün deltasında buluşanlar, Türk düşmanlığının federasyon çatısında kaynaşanlar huzursuzdur.

Hıyanetin havzasında birleşen, tescilli Türkiye muhalifliğinde söz kesen namertlerin yüzü asıktır.

Mütemadiyen MHP’yi eleştirip, Türklük alerjisinden nemalananlar kontrollü gerilim, denetimli kavga, icazetli provokatörlük yöntemleriyle sonuca gitmek, tutunduğumuz manevi, milli, meşru ve tarihi zemini çatlatmayı hedeflediler.

Saldırdılar, dayandık.

1 Kasım 2015’ten sonra FETÖ’yü ve diğer çeteleri yanlarına alarak geldiler, direndik.

2017’de de durmadılar; ne var ki sabır, sağduyu ve akılla devleştik, hain akınlara direnç gösterdik.

Allah’ın izniyle emaneti yere düşürmeyeceğiz.

Aziz ecdadımızın muhteşem hatırasını siyasi düşüklere, ihanet düşkünlerine yedirmeyeceğiz.

Türkiye sahipsiz değildir. Millet çaresiz değildir. Devlet yetim değildir. Vatan kimsesiz değildir. Bayrak umutsuz değildir.

İşte Milliyetçi Hareket Partisi tüm heybet, tüm haşmet, tüm haysiyetiyle buradadır, milli birlik ve dayanışmanın yaşaması konusunda yeminlidir.

 

Değerli Milletvekilleri,

28 Aralık’ta İran’ın Meşhed kentinde başlayan, sonra ülkenin diğer eyaletlerine yayılan olaylar dikkatleri bu ülkeye çevirmiştir.

Ekonomik sorun ve şikayetlerle başlayan protestolar birden bire nitelik değiştirerek rejim eleştirilerine kıvrılmıştır.

ABD ve İsrail açıktan, bazı bölge ülkeleri de kapalı devre İran’daki toplumsal infiali desteklemiştir.

ABD Başkanı Trump’ın Twitter mesajları İran husumetini gözler önüne sermiştir.

İran’da her ne yaşandı ve yaşanıyorsa öncelikle bu ülkenin iç sorunudur.

Türkiye’ye düşen İran’ın siyasi birliğini, toprak bütünlüğünü tartışmasız desteklemesidir.

Demokratik nitelikli ve iyi niyetli beklentilere şüphesiz kulak verilmelidir.

Buna diyecek bir şeyimiz yoktur.

Taşkınlıklara prim vermeden, casusların dümen suyuna girmeden, insanca bir hayatı, insana yaraşır ve yakışır sosyal, siyasal ve ekonomik şartları demokratik sınırlarda talep etmek herkesin en tabii hakkıdır.

Ancak İran’ın karıştırmak isteyen eller Kuzey Afrika ve Ortadoğu’yu kana ve krize bulayan Arap Baharı’nın farklı boyutta devamını kurgulamışlardır.

Suriye’de olanlar, Irak’ta yaşananlar İran’a ihraç edilmek istenmiştir.

Dönem dönem Türkiye’yi de yoklayan, deneyen, test eden zalimler; Gezi Parkı’ndan Kobani olaylarına, Doğu ve Güneydoğu il ve ilçelerinde hendek kazarak işgal teşebbüsünden 15 Temmuz FETÖ darbe girişimine kadar son beş yıldır her türlü rezalet ve hıyaneti sahnelemişlerdi.

Adalet yürüyüşleri de boşuna icra edilmemişti.

Irak, Suriye, Türkiye ve İran’ın belirli aralıklarla kafeslenmesi ve kaosa sürüklenmesi projelendirilmişti.

Enjekte edilen zehir Irak ve Suriye’de tuttu.

Ancak Türk milleti can pahasına direnerek, kahramanca bir mücadele göstererek her kumpası çürüttü, her oyunu bozdu, her saldırıyı püskürttü.

Terör kataloğundan duruma göre seçilip sahaya sürülen FETÖ, PKK, PYD-YPG, IŞİD devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü dağıtmak, iç barış ve huzur ortamını dinamitlemek için müracaat etmedik düşmanlık bırakmadılar.

Her yolu denediler.

İstila denemesi yaptılar.

Şunun bilinmesini bilhassa isterim ki, Arap Baharı isimli kaos süreci aşama aşama Anadolu’ya gelecek, kademe kademe Türk devletini yıkıp yutacaktı.

Hedef buydu, belli olan plan ve kurgu böyleydi.

Bunu başaramayan Türkiye düşmanları, bu kez de, ABD’de siyasi bir mahkeme kurarak İranlı şarlatanı sanık mertebesinden tanık seviyesine çıkartarak şanslarını denemek istediler.

Tembihli jüri kurdular.

Bağımlı hakim ve savcıyla kolları sıvadılar.

Türkiye’yi yargılamayı amaçladılar.

Finans ve bankacılık sistemimizi karalayarak operasyonlarına farklı bir içerik kattılar.

Bir devlet bankamızın güya adını ve itibarını linç etmek için kuyruğa girdiler.

Ön yargılı jüri geçen hafta kararını açıkladı, 13 Nisan’da son söz güdümlü hâkime kaldı.

Bir bankamızın yöneticisi altı suçlamanın beşinden suçlu bulundu.

Açıkça diyorum ki, ABD kumpası Türkiye’ye sökmez, siyasi mahkemenin hükmü bu aziz millete geçmez, geçmeyecektir.

Ne yapılmak, nereye varılmak istendiğini sağır sultan duymuştur.

Karşımızda küresel ve bölgesel bir hesaplaşmanın patırtısı, gürültüsü vardır.

Karşımızda Türkiye’nin siyasi, ekonomik ve hukuki cendereye alınma kurnazlığı görünmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi bunu inançla, iddiayla, kararlılıkla reddetmektedir.

Türkiye’nin milli birlik ve toplumsal dayanışmasını tertip ve tuzakla bozacaklarını sanan aymazlara tek bir cevap yetecektir.

Diyorum ki, alayınız gelseniz de bir milim geri adım atan, atmayı aklından geçiren sizler gibi, sizlerin maşaları gibi namert kere namert olsun.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

2017’nin en mühim gelişmesi hükümet sisteminde yapılan tarihi nitelikli değişim ve değişikliktir.

Türk milleti 16 Nisan Halkoylamasıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemini oylamış, onaylamıştır.

2018 yılı, yeni hükümet sisteminin istikrarlı bir şekilde gelişmesi, siyasal ve yönetim sistemine yerleşmesi için önemli bir dönemeçtir.

Sistemin kurum ve kurallarıyla işlerlik ve işlevsellik kazanması önümüzdeki en temel meseledir.

AKP ve MHP, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin hazırlık safhasından halkoylaması aşamasına kadar hayırlı ve başarılı bir işbirliği sürecini işletmişlerdir.

İki parti de sorumlu ve dürüst bir uzlaşma hukukuyla kendilerine bağlanan ümitleri boşa çıkarmamışlardır.

15 Temmuz FETÖ darbe ve işgal girişiminin ortaya çıkardığı yeni ve ertelenemez şartları kavramış, beka üzerinden siyasetimizi yeni baştan anlamlandırmış, 11 Ekim 2016 tarihli TBMM Grup Toplantımızla da görüşlerimizi açıklamıştık.

Türkiye’nin mutabakata, milli beka ve hassasiyetlere dayanan bir hükümet sistemine ihtiyacı olduğunu en küçük siyasi çıkar ummaksın ifade ve itiraf etmiştik.

Bu nedenle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bina edilmesini tavizsiz şekilde destekledik.

Bu destek ve katkımız, açık açık söylüyorum, 2019’da yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekilliği Genel Seçimlerinde de mutlaka devam edecektir.

Hatta seçimlerle sınırlı kalmayacak, 2019’dan sonraki beş yıl boyunca da, yeni sistemin iyice kökleşmesi ve kalıcı hale gelmesi için milli ve tarihi sorumluluğumuz kapsamında süren işbirliğinin, doğacak ahlaki ittifakın gereğini gönül huzuruyla yapacağız.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin tam manasıyla oturması ve olgunluk kazanıp inşası için Milliyetçi Hareket Partisi üzerine düşen görevi eksiksiz yapmaya azimli, istekli ve iradelidir.

Bu şartlar altında, dün de belirttiğim üzere, partimiz 2019’da uzlaşmaya açık ve talipli olduğundan Cumhurbaşkanı adayı çıkarmayacaktır.

2018’de yeni sisteme uyum için gerekli olan yasal düzenlemelerin süratle hayata geçirilmesi ise bir başka ana gündem maddesidir.

Bu konudaki tercih ve kararımızın istikameti de bellidir.

Parti olarak, 7 Ağustos Yenikapı ruhuna, 16 Nisan Halkoylaması şuuruna bağlıyız, bağlı kalacağız.

Çünkü biz Türkiye sevdalısıyız.

Çünkü biz Türk milletinin özlemlerinin tercümanıyız.

Ve biz Türküz, doğruyuz, verdiğimiz sözü sonuna kadar tutarız.

Türk milletinin kabul ve tasdik ettiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nden geriye dönüş yoktur.

Bu yol kapalıdır.

Çalıyı tepesinden sürümek ahmaklıktır.

Hz.Nuh’un cep telefonu kullanması kadar hayal mahsulüdür.

 Mevcut sistemden dönmeye çalışanları, dönüş için çağrıda bulunanları, çaba gösteren yandan çarklıları tanımıyoruz, tanımayacağız.

Bunlar ki, getirdikleri su akmaz, yaptıkları baraj tutmaz, söyledikleri sözü kimseler yutmaz.

Siyasetin dipsiz tencerelerine, camsız pencerelerine inanacak yoktur.

Artık taraflar netleşmiştir.

Niyetler netleşmiştir.

Bundan sonra herkesin 2019 yılına müzahir tavrı da netleşmelidir.

Biz gülünü dikenini bilmeyiz.

Akarına kokarına bakmayız.

Kayığından küreğinden, yatından katından anlamayız.

Kalburla su taşıyanlara güler geçeriz.

Muhalif partiler konfederasyonuna dönen CHP’yi, yanına aldığı HDP, İP, TKP, EMEP, FETÖ, PKK ve diğer yedekleri de mesele yapmaz, hiç kafaya takmayız.

Biz millet ne diyor ona bakarız.

Tarih ne diyor ona dikkat kesiliriz.

Türkiye’nin geleceğini şuna buna peşkeş çekmeyiz, çektirmeyiz.

“MHP’nin kapısına tasfiye sürecinde” ibaresinin asıldığını onursuzca söyleyenler,

Alaycı ve ayıplı bir ağızla ‘Patron çıldırdı, kapatıyoruz’ sözleriyle irademizi saptıranlar, bilsinler ki, kendileri ve zihniyetleri çukurların en derinine, uçurumların en dibine çıldıra çıldıra düşmüşlerdir.

Yeni hükümet sistemi üzerinde ameliyat yapmak, FETÖ’nün dürtmesiyle 2019 vadeli geriye dönüş planları yapmak, uyarıyorum ki, birbirinin kayığına binip sefere çıkan, oraya buraya gül ve gülücükler dağıtanların haddi değildir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilke ve esaslarıyla yönetim hayatımıza mühür vurması, 696 sayılı KHK’nin 121’nci maddesini muğlak bularak muradını deşifre eden ne Sayın Gül’ün harcı,

Ne de Gandiliğe özenen, ama Kandil’e tutunan Sayın Kılıçdaroğlu’nun harcıdır.

Yeni sistem sadece ve sadece Türk milletinin harcıdır, haysiyetine emanettir.

Biz bu haysiyeti koruyacağız, savunacağız, sahipleneceğiz.

Fit sokmaya çalışanlara aldırmayacağız.

Firavun taktiklerine eğilmeyeceğiz.

Bu duygu ve düşüncelerle sözlerime son verirken, değerli gazetecilerimizin “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü”nü kutluyorum.

Ayrıca Türk sinemasının usta ve dev ismi Münir Özkul’a; mimar, yazar ve gazeteci Aydın Boysan’a bir kez daha Allah’tan rahmet diliyor, milletimize ve ailelerine başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyor, Cenab-ı Allah’a emanet ediyor, başarılarla dolu bir hafta geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun diyorum.