Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 6 Mart 2018
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
6 Mart 2018

 

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Değerli Misafirler,

Basımızın Kıymetli Temsilcileri,

Her zaman olduğu gibi yüksek heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.

Bizleri televizyonlarından, sosyal medya hesaplarından, radyo kanallarından dinleyip takip eden aziz vatandaşlarımıza hürmet ve muhabbetlerimi sunuyorum.

İçinde bulunduğumuz çağın en büyük açmazı, açgözlülüğün ihtiyaç maskesiyle kapatılmasıdır.

Bir başka açmaz ise hoşgörü, merhamet ve adalet duygularındaki çatırdama, hatta tamiri imkânsız çatlaklardır.

Teknolojik ilerlemeler aynı oranda sosyal gelişmelere yansımadığı için ahlaki zaaf ve zayıflıklar insanlığı esir ve tesir altına almaktadır.

Herkes her şeyin içinde, her konudan az ya da çok malumat sahibidir.

Mesela, Şili’de baş gösteren aile içi bir dram, İzlanda’da yaşanan bir skandal, İspanya’da vasat bulan bir kavga, Mozambik’te görülen bir çatışma, Singapur’da sahnelenen bir kapışma, Makedonya’da yeşeren bir kamplaşma anında insanlığın gündemine yerleşmektedir.

Gelişmelerle ilgili malumat sahibi olmak elbette anlamlıdır, ama asıl anlamlı olanı ise bu gelişmelere yön vermek, istikamet çizmektir.

Her yıl 8 Mart günü geldiğinde, hem ülkemizde hem de dünya üzerinde kadınlar konuşuluyor, kadınlarla ilgili değerlendirmeler herkesin malumat müktesebatı çerçevesinde yapılıyor.

Bu konuda vicdani farkındalık düzeyinin küresel ölçekte yükselişi şüphe yok ki memnuniyet vericidir.

Mazisi 161 yılı bulan demokratik nitelikli bir mücadelenin yıldönümünde kadın haklarıyla ilgili herkes, yerkürenin her zemininde kanaat ve yorumlarını paylaşıyor.

Aynısı ülkemizde de gerçekleşiyor, ülkemizde de gündeme geliyor.

8 Mart 2018’de Dünya Kadınlar Günü münasebetiyle çok sayıda toplantı, panel, konferans, münazara, hatta münakaşa yapılacağı bellidir.

Biz kadın deyince ne anlamalıyız?

Beşik sallayan anne, çocuğunu doyurup, giydirip büyüten ebeveyn mi?

Biz kadın denildiğinde neyi görmeliyiz?

Evini çekip çeviren, eşine destek veren, aşını işini dert eden bir fedakârlık anıtı mı?

Biz kadını nasıl tarif etmeliyiz?

Şeref ve namus timsali, ar ve iffet simgesi mi?

Kadına baktığımızda neyin mahcubiyetini yaşamalıyız?

Dinmeyen şiddetin mi? Verilmeyen değerin mi? Eksilmeyen istismar ve cinayetlerin mi?

Kadına baktığımızda bu söylediklerimin hepsi fazlasıyla vardır ve karşımızdadır.

En temel sorun, en bariz ayıp kadının bir insan olduğu gerçeğinin unutuluyor, umursanmıyor oluşudur.

Kadın her şeyden önce bir insan, her şeyden önce eşref-i mahlûkattır.

Bozkırın tezenesi merhum Neşet Ertaş kadınları tarif ederken; “Kadınlar insandır, biz ise insanoğlu” sözüyle muazzam bir teşhis hüneri göstermiş, mutlak bir doğruya temas etmiştir.

Ancak kadınların gönülleri yıkılmaktadır.

Kadınlar şiddete, istismara, tacize maruz kalmaktadır ki, bu dehşet tablosu insanım diyen, vicdan sahibi her kişi için utançtır.

Hz. Mevlana diyor ki: “Gönül yıkmak, Kâbe yıkmaktan daha büyük bir günahtır.”

Peki, yıkılanı nasıl onaracağız?

Yıkımı nasıl engelleyeceğiz?

Düşeni nasıl ayağa kaldıracağız?

Fiziksel, duygusal, psikolojik şiddete uğrayan kadınlarımıza ne diyeceğiz, onlarla nasıl helalleşeceğiz?

Sürekli kadına şiddetten yakınma vardır, konu herkesin dilindedir.

Sokak ortasında, adliye önünde, ev veya meskenlerin içinde, işyerlerinde hunharca öldürülen kadınlar sadece Türkiye’nin değil, sadece bölge ülkelerinin değil, tüm insanlığın kanayan yarası, kanatlanmış çığlığıdır.

Bu çığlık masumdur, bu çığlığın gözü yaşlıdır.

Ülkemizde 2017 yılı içinde 408 kadın katledilmiştir.

Bunların çoğunluğu ise ya devlet koruması altındayken ya da boşanma davası sürerken hedef olmuşlardır.

Bu yılın Ocak ayında 28, Şubat ayında ise 47 kadın cinayeti işlenmiştir.

Yine 2017 yılında, 101 tecavüz, 247 taciz vakası yaşanmıştır.

376 kız çocuğu cinsel istismar felaketinin kurbanı haline gelmiştir.

İstismar suçuna getirilecek cezalar ister kimyasal isterse de ebedi mahkûmiyet olsun, sonuna kadar uygulanmalı, sonuna kadar istismarcıların hesabı görülerek iyi hal falan da dikkate alınmamalıdır.

Amacım kadına, çocuğa yönelen anormal vandallıkları, aşağılık saldırıları bir nebze de olsa deşifre etmek, herkese göstermektir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk diyor ya; “Şuna inanmak gerekir ki; dünya üzerinde gördüğümüz her şey kadının eseridir.”

Böyle bir eser sahibi insan varlığına kıyılması karşısında ne zaman ayağa kalkacağız?

Her şeyden malumat sahibi olurken, duyduğumuz, haberini aldığımız veya okuduğumuz şiddet sahnelerine daha ne kadar tepkisiz kalacağız?

Aydınız, moderniz, çağdaşız, Cumhuriyet’in bekçisiyiz diye afra tavra satanlar kadınları sadece çıkarları doğrultusunda akıllarına getiriyorlar.

Diğer taraftan meczubun birisi çıkıyor, kadınlara kocalarından dayak yedikleri için şükretmelerini tavsiye edebiliyor.

Meselenin tuhaf yanı ise, bunu da din ve diyanet adına yapabiliyor.

Asansöre yabancı bir erkek ile kadının birlikte binmesinin sakıncalarından utanmadan, sıkılmadan, yüzü kızarmadan bahsedebiliyor.

Ne ara bu kadar sapık türedi?

Hangi ara kadınlarımıza, çocuklarımıza göz koyan ahlaksızların, onları töhmet altında bırakan alçakların sesi çıkmaya başladı?

Her kadın ve çocuk istismarı insanlığa ihanettir.

Ve hiçbir ihanet cezasız bırakılmamalıdır.

Her kadın cinayeti istikbalimizin kalbine indirilmiş hançer, Türk-İslam medeniyetinin ufkuna gerilmiş kanlı gömlektir.

Biz bu hançeri kırmalıyız, bu gömleği ise kararlılıkla yırtmalıyız.

Hala istismarları ve işlenmiş cinayetleri konuşuyor olmaktan, bu zulmü önleme adına bir arpa boyu mesafe alamamaktan ızdırap duyulması lazımdır.

Yaşanan felaketler kadar, bir de hiç gündeme yansımayan, yansıtılmayan pek çok mağduriyetler olduğu kuşku götürmez bir gerçektir.

Korkudan, tehditten, baskıdan dolayı konuşmaktan çekinen kadın veya çocuklarımızın elinden tutmak, onların derdine derman olmak aynı zamanda insani, aynı zamanda vatandaşlık görevidir.

Az evvel söylemiştim, kadın demek insan demektir.

İnsanın mutsuz olduğu yerde devlet istikrarlı olamaz.

İnsanın korku içinde olduğu yerde asayiş ve huzurdan iz bulunamaz.

Kadın ailedir, kadın annedir, kadın vatandır, kadın ülkedir, kadın gelecektir, kadın gelecek nesillerin teminatıdır.

İl Bilge Hatun’a bakınız bunu görürsünüz.

Hayme Ana’ya bakınız aynısını görürsünüz.

Kahraman Türk kadınına bakınız buna şahitlik edersiniz.

“Ana gibi yar, vatan gibi diyar olmaz” diyen aziz milletimiz, kadına uzanmış her kirli el sahibine hak ettiği cezayı vermeye, her bedeli ödetmeye hamd olsun kararlıdır, buna da gücü yetecektir.

Eğer var olacaksak, eğer geleceği şuurla kavrayıp, irademizle kaleme alacaksak kadına yönelik şiddeti durdurmalı, katilleri ve şiddet faillerini toplumdan tecrit etmeliyiz.

Hapisse hapis, hadımsa hadım, idamsa idam, neyse gereği yapılmalıdır.

Kim ki, kadına bir fiske vurduysa, kim ki, kadına küfür ve hakarete yeltenmişse buna pişman edilmelidir.

Bunları yapmazsak gelecek elimizden kayıp gidecektir.

Hukuki, siyasi, tıbbi, vicdani, ahlaki tedbir ve tecrübelerle şiddeti kaynak yerinde kurutmalıyız.

Şiddetin anatomisi, şiddetin psikolojisi ve sosyolojisi üzerine konunun uzmanları, bilim insanları muhakkak suretle çalışmalıdır.

Söz konusu çalışma tüm vatan sathında yapılmalıdır.

Bu da bir beka meselesidir, ertelenmesi, geciktirilmesi çok ciddi mahsurlara yol açacaktır.

Kadın hak ettiği toplumsal mevkii almalı, siyasetten ticarete, ekonomiden sanata, eğitimden spora layık olduğu mertebelere ulaşmalı, yalnızca şiddet konuşulurken hatırlanmamalı, yalnızca 8 Mart’a sıkıştırılmamalıdır.

Bu sorumluluk hepimizin omuzlarındadır. Unutmayınız ki, kadınlar kadar güçlüyüz, kadınlar kadar insanınız, kadınlar kadar medeniyiz.

Bugün grup toplantımıza teşrif eden hanımefendiler başta olmak üzere, tüm kadınlarımızın, aziz şehitlerimizin tüm muhterem annelerinin 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, saygılarımı sunuyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Merhum Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, Milli Mücadele yıllarının anlatıldığı “Sahnenin Dışındakiler” isimli eserinin bir yerinde, roman kahramanlarından birisi aynen şöyle konuşur:

“Orada, yani Anadolu’da, mücadele var, muharebe var. Mukadderatımız orada halledilecek. Asıl sahne orası. Biz burada maalesef seyirciyiz, sahnenin dışındayız.”

Her dönemde mukadderatımızın müdafaasıyla, mukaddesatımızın muhafazasıyla ilgili bir mücadele basiretle, feragatle sahnelenmiştir.

Ve bu sahneye devrin kahramanları çıkarak damga vurmuşlardır.

Mukavemetimiz çözülürse mukadderatımız çökecektir.

Mücadelemiz gevşerse mütecaviz emeller genişleyecek, gemi azıya alacaklardır.

Şu anda mukadderatımızla ilgili kurulan sahne Afrin’de, sınırlarımızın diğer alan ve bölgelerindedir.

Ama bu sahnede Türk milleti duasıyla, desteğiyle vardır, yeri gelirse canımızla, kanımızla, malımızla hepimizin olması da kaçınılmazdır.

Türkiye esneme göstermeden, alttan almadan, tehditlere boyun eğmeden, dik ve cesur duruşunu sergilemektedir.

Başka alternatif de yoktur.

Çünkü beka savunmasının ikamesi, ileri bir tarihe ertelenmesi düşünülemeyecektir.

Bir vatana sahip olmak kolay değildir, sonuçları vardır.

Bir devlete sahip olmak basit bir hadise değildir, görev ve sorumlulukları tarihidir.

Bir istiklal onuruna, bir irade gücüne sahip olmak sıradan bir şey değildir, ihtiyaç olursa yüksek bir bedel ödemeye hazır olmayı gerektirir.

Sykes-Picot ruhu sanki arkamızda dolaşıyor.

Sevr hayaleti adeta peşimizden geliyor.

Mondros’u takip eden rezaletler başını kaldırıyor, İskenderun civarından bir kez daha vatana nüfuz etmeyi planlıyor.

Müstevliler Çanakkale’de olduğu gibi yine mevzileniyor, yine silaha, şiddete, fitneye sarılıyor.

Bugünün ciddiyetini, vahametini kavramalıyız.

Anılarımızla geçmişi, umutlarımızla geleceği kucaklamalıyız.

İstikbali kurtarmak maksadıyla geçmişin azim ve kararlılıklarından dersler çıkarmalıyız.

Uyarıyorum ki, ihmal işgale kapı açar; gevşeklik ihaneti davet eder.

Artık bıçak kemiktedir, mızrak çuvaldan çıkmıştır.

Geldiğimiz bugünkü zaman diliminde, güney sınırlarımız boyunca sahne alan komplo ve kumpasların dozajında herhangi bir azalma, herhangi bir yavaşlama yoktur, görülmemiştir.

Tam tersine, tehditlerin cesameti, tehlikelerin cüreti gittikçe büyüyen dalga boyuna dönüşmüştür.

İnanmışlık çok şükür bu dalgayı kırmaktadır.

İman ve vatan sevgisi milli iradeyi canlı tutmakta, istiklalimizi korumaktadır.

Bu itibarla, kahramanca duruş göstermekten, mihnet ve çilelere meydan okumaktan başka seçeneğimiz elbette kalmamıştır.

45 günü geride bırakan Zeytin Dalı Harekatı imrenilecek bir şuur, takdir edilecek bir planlama, tebrik edilecek bir başarıyla icra edilmektedir.

Harekatın 43’üncü gününde Afrin kent merkezine giden yol üzerinde bulunan kritik Raco Beldesi’nde kontrol sağlanmış, ay yıldızlı al bayrak Raco’ya dikilmiştir.

Burada tuzaklanmış bomba ve el yapımı patlayıcılar sabırla, dikkatle temizlenmektedir.

4 Mart Pazar günü, Zeytin Dalı Harekatı için önem taşıyan Şeyh Hadid beldesi başta olmak üzere, yedi yerleşim yerinde denetim sağlanmıştır.

Raco ve Cinderes’ten Afrin’e ulaşan karayolları da kontrol altına alınmıştır.

Anlaşılan odur ki, Zeytin Dalı Harekâtı’nda 4 stratejik safha vardır:

Birinci olarak, terör örgütü PKK/PYD/YPG ile sınır bağlantı hatlarının bütünüyle kesilmesidir. Bunda başarıya ulaşılmış, derinlemesine güvenli bir alan oluşturulmuştur.

İkinci stratejik safhada, Afrin’in kuşatmaya alınması, çevresinin hem terörden hem de silah ve bombalardan ayıklanmasıdır. Bu da gerçekleşmiştir.

Şimdiye kadar çok sayıda terör barınağı, sığınağı, mevzii, silah, araç ve gereci imha edilmiş; açılan tüneller, kazılan hendekler teröristlerle beraber yok edilmiştir.

Etkisiz hale getirilen hain sayısı 2 bin 800’ü bulmuştur.

Üçüncü stratejik safhada, Afrin’e çıkan tüm yol, kavşak ve yerleşim yerlerinde kontrolün sağlanmasıdır ki, bu konuda da önemli kazanımlar elde edilmiştir.

Dördündü ve son stratejik safhada ise, Afrin’e girilmesi, sivillerin tahliyeleriyle birlikte bu kentin baştan aşağı terörden arındırılması ve tehdit olmaktan çıkarılması amaçlanmaktadır.

Afrin, 2014 yılından itibaren PKK/PYD’nin istilasına uğramıştır. Pek tabii olarak Afrin Suriye’nindir.

Ancak Suriye yönetimi terörizmle işbirliği yaparsa, tarih yeniden canlanacak, hatıralar bir kez daha ayaklanacak, tam yüz yıl önce bıraktığımız toprakların en azından istikrara, huzura, barışa kavuşuncaya kadar emanetimizde tutulmasının hakkı doğacak, önü açılacaktır.

Kaldı ki arzumuz budur, olması gereken budur.

Diyor ya şair:

Ellerin yurdunda çiçek açarken,

Bizim İl’e kar geliyor gardaşım.

Bu hududu kimler çizmiş gönlüme?

Dar geliyor, dar geliyor gardaşım.

Zalim Esad’ın Afrin’e giden sözde halk güçlerinin kendilerine bağlı olduğunu birkaç gün evvel itiraf etmesi, Şam yönetimiyle PKK/PYD arasındaki teması alenen ifşa etmiştir.

Suç ortakları belirginleşmiştir.

Masumların kanını dökenler, insanlık vicdanını yok sayan barbarlar, mevzu Türkiye olunca yan yana gelmekte, omuz omuza vermektedir.

Bu gelişmeler karşısında, Mustafa Kemal’in 30 Ekim 1918’de güneyden Raco’ya taşıdığı karargâhı bir kez daha tecelli edecek, ama bu defa kolay kolay ricat gerçekleşmeyecektir. 

Türkiye’ye iftira atan iç ve dış odaklar, harekatı sınırlandırarak uzamasına yol açan asıl etkenin sivillere zarar vermeme hassasiyetinin olduğunu ne zaman idrak edeceklerdir?

Siviller olmasaydı, teröristler kadınların, yaşlıların, çocukların ardına saklanmasaydı, Türk ordusunun önünde kim durabilir, kimler kahramanlarımızla baş edebilirdi?

Türkiye aynı şekilde Afrin’deki masumların can güvenliği için mücadele halindedir.

Canilerin korkakça saklanması, tünellere kaçışıp köstebek gibi oraya buraya gizlenmeleri nafiledir.

İnanıyorum ki, besmeleyle sıkılan her kurşun, Allah Allah nidalarıyla atılan her bomba teröristlerin leşini yere serecek, bekamızın dirilişini müjdeleyecektir.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Sivilleri kalkan yapan hainler, yaklaşık 4 yıldır yöre halkına zulmetmektedir.

Halk güçlerinden bahseden Esad’ın bundan haberi var mıdır?

Topraklarını kana ve işgale terk eden, mazlumları bombalayan Esad hangi yüzle konuşmaktadır?

2016 yılında Halep’te ne yaşanmışsa, bugün Doğu Guta’da aynısı, adeta kopyası yaşanmaktadır.

Yaklaşık 400 bin kişi yıllardır Doğu Guta’da açık cezaevindedir.

Esad bebeklere bomba atmaktadır.

Çocuklara kast etmektedir.

İnsanlığın gözü önünde katliam yapmaktadır.

BM Güvenlik Konseyi, 24 Şubat’ta Doğu Guta başta olmak üzere, Suriye’de kötüleşen durum karşısında, acil insani yardım erişimine ve tıbbi amaçlı tahliyelere imkân sağlanması için 26 Şubat’tan geçerli olmak üzere en az 30 gün süreyle ateşkes ilan etmişti.

2401 sayılı anılan ateşkes kararının hedefi, Esad rejiminin bir hafta içinde yüzlerce sivilin katledilmesine, hastane, okul gibi sivil tesislerin tahribine yol açan saldırılarının durdurulmasıdır.

Durdu mu, kesinlikle hayır.

Duracak gibi mi, o da hayır.

Ateşkesin yürürlüğe girmesinden sonraki altı gün içinde 87 kez varil bombalı saldırı düzenlenmiştir.

Bu olacak şey değildir.

Bu hiçbir şekilde izah edilemeyecek bir canavarlıktır.

Doğu Guta’da ateşkes ilan ediliyor, ama Esad aralarında çok sayıda çocuğun da bulunduğu 700’e yakın sivili gözünü kırpmadan öldürüyor, binlercesini ölüme terk ediyor.

Hem de bunu insanlığın gözü önünde yapıyor.

Okuduğunu anlama, duyduğunu anlamlandırma özürlüsü ABD’li sözcüler, BM Güvenlik Konseyi’nin 2401 Sayılı Kararı’nın Afrin’i de kapsadığını iddia ettiler.

Halep oradaysa arşın Ankara’dadır.

Üstelik küstahça; “Türkiye söz konusu kararı iyice ve yeniden okusun” dediler.

Okumasına okuduk, okuyoruz, okumayı da sürdürüyoruz.

Çünkü ilk emir okudur, bunun gereğini yerine getiriyoruz.

Çok şükür yazmasını da biliyoruz.

Ya ABD’li sözcülere ne demeli? Bunların zilletini nasıl izah ve ifade etmeli?

Diyor ya Fuzuli; “diploma insanın cehlini alsa da; hamurunda varsa eşeklik, baki kalır.”

Yani bu kadar cehalet ancak tahsille anılır.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı’nda Afrin’e en küçük atıf yoktur.

Durum buysa ABD niye rahatsız, niye tedirgindir?

Kaldı ki atıf olsa bile ne çıkacak, ne yazacaktır?

Türkiye Afrin’de bir savaşın tarafı değildir.

Nitekim BM Şartı’nın 51’inci Maddesinin tanıdığı meşru müdafaa hakkının sınırları dahilinde, milli güvenliğimizi ve toprak bütünlüğümüzü tehdit eden terörizmle mücadele ediyoruz.

ABD’nin, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Kararı’nı çarpıtması maksatlıdır, hezeyandır, temelsizdir.

Bu ülkenin Menbiç’le ilgili Türkiye’ye yaptığı çirkin önerisi bellidir.

Terör örgütü PYD/YPG’yi Menbiç’ten çıkarıp, buranın denetimini yarı yarıya Türkiye’yle üstlenme teklifi getiren ABD yanlıştadır, dilinin altındaki baklayı çıkarmıştır.

Madem teröristleri Menbiç’ten çıkaracak kadar yaptırım gücü bulunan, sözü geçen ABD, aynı şeyi Afrin’de yapmaktan niye imtina etmektedir?

Terör örgütü PKK/PYD/YPG’yi Fırat’ın doğusuna konuşlandırmakla her sorunun biteceği, bölgenin huzura ereceği mi sanılmaktadır?

Asıl olanın Fırat’ın doğusuna tutunmuş, Sevr’de tarif edilen Kürdistan olduğu neden gizlenmektedir?

Fırat’ın batısında terörist olan, doğusuna geçince sütten çıkmış ak kaşık mı olacaktır?

Bu nasıl bir rezalettir?

Hain her yerde hain, terörist her zeminde terörist ve katildir.

Bu işin doğusu batısı yoktur, amaç Türkiye’yi askeri, diplomatik ve siyasi meşguliyetle yormak, pazarlık iklimini yeşertmek, Suriye’nin kuzeyiyle Irak’ın kuzeyini birbirine eklemleyip terör devletini kurmaktır.

Afrin temizlenir temizlenmez, harekâtın kapsamına Menbiç alınmalı, teröristler kaçtıkları yere kadar kovalanmalıdır.

Fırat’ın doğusuna geçelim diyorlarsa, ya Fırat’ın derinliklerine ya da Fırat’ın kıyılarına alayı gömülmelidir.

Af yoktur, gecikme yoktur, ağırdan alma asla olmamalıdır.

Hıyanete merhamet zaaf ve maraz doğuracaktır.

Karşımızdaki yüksek tehdit bariz bir şekilde malumdur, meydandadır.

Silah sevkiyatları sürerken ABD’li komutanlar YPG’lilere ulu orta bomba eğitim vermekte, sonra da sosyal medya hesaplarından hayasızca paylaşım yapmaktadırlar.

Kurulması öngörülen mekanizmalar peşinen küflenmiştir.

Kamışlı’da sözde askeri eğitimi tamamlayan caniler için ABD nezareti ve müşahitliği altında mezuniyet törenleri düzenlenmektedir.

Geçmişte tıpkı peşmerge unsurlarına da uygulandığı gibi,  Pasifik’teki Guam Adası’nda ABD tarafından askeri ve siyasi eğitime alınan teröristler bölgeye tetikçi olarak getirilmektedir.

Emperyalizm bütün imkan ve nifak vasıtalarıyla komşu coğrafyalarda şer bir dizayn ve tasarım içindedir.

Çevremiz ajandan, casustan, melanet hesap ve senaryodan geçilmemektedir.

Onlarca ülkeden kopup gelen teröristler ya istihbarat göreviyle ya da kanlı macera arayışıyla YPG’ye katılmışlardır.

Ve bunlar Türkiye’nin milli güvenliğini çok yoğun olarak tehdit etmektedir.

Afrin, Menbiç ve diğer mücavir alanlarda son hain yok edilesiye kadar durmak, beklemek, geri adım atmak seçenek ve tercih dışıdır.

Emperyalizmin oyunlarını yarım ağızla tezekkür ederken, Allah muhafaza vatan topraklarının kaybıyla ilgili somut tefekküre kayarsak yarın mahşerde ecdadın yüzüne nasıl bakarız?

Şühedaya ne söyleriz?

Mahkeme-i Kübra’da neden bahsederiz?

ABD’ye sesleniyorum:

Dolambaçlı yollara girmeden, vicdan uçurumuna düşmeden, insanlık haysiyetiyle oynamadan PKK/PYD/YPG’ye aman vurmayın, aman yapmayın desenize!

Her taşın altına fitne döşedik itirafını yapsanıza.

Düşmansanız, adam gibi düşman olun.

Müttefikseniz mertçe, samimiyetle, safiyetle müttefik olun.

Ya olduğunuz gibi görünün, ya da göründüğünüz gibi olun.

Kıvırmayın, kaçmayın, ipe un sermeyin.

Böyle ayak oyunlarına hiç tevessül etmeyin.

Ateşkes nedir?

Kimler arasında yapılır, önce bu soruların cevabı verilsin.

Mazlumlara varil bombaları atan Esad niye vazgeçmiyor?

Niye önüne geçilemiyor?

Türk milletinin aklıyla, ahlakıyla, egemenlik haklarıyla oynayan, buna kalkışan emin olunuz yanlış hesap yapar.

Ve bu hesap dün olduğu gibi bugün de muhatapları için pahalıya patlar.

Bölgedeki sivil ve masum insanlar devletimizin güvencesi altındadır.

Afrin’in gerçek sahip ve sakinlerine de hayatı zehir eden teröristlerin hakkından gelmek, döktükleri kanda nefeslerini kesmek milli namus konusudur.

Azdan az, çoktan da çok gidecektir.

Terörle mücadeleyi bırakın, müzakereye dönün çağrıları marazidir, melanet emellere hizmettir.

Türkiye haklı, hukuki, meşru bir duruşla bekasını savunmaktadır.

Üstelik operasyonlar Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı ve riayetle yürütülmektedir.

Rahatsız olanlar PKK/PYD/YPG ile aynı çizgide olanlar, aynı hizada duranlardır.

Tüm muhasım odaklar Irak ve Suriye’ye konuşlanmışlardır.

Afrin’de mücadele etmezsek, Menbiç’e girip Fırat’ın doğusuna hilali taşımazsak, Ankara’da teslim olur, Anadolu’da boğuluruz.

Kaldı ki hedef budur; 1,5 asırlık hesap böyledir.

Çevremizde kim kiminle dost belli değildir.

Kim kime hasım birbirine karışmıştır. 

Şartlar, taraflar, emeller, ilişkiler bırakınız saat başını, dakikada değişmektedir.

Biz sağlam duralım, bir olalım, milli bakalım.

Mukavemetimiz ve mücadelemiz diri olsun, inanının bana alayına yetecek, alayını alt edecek, alayını silindir gibi ezecektir.

Bunun yanı sıra, Rusya Devlet Başkanı Putin’in, dünyanın her yanını vurabilecek büyük bir nükleer füze hazırladıklarını duyurması, geleceğin vahim bir karanlığa gebe olduğuna işarettir.

Ezcümle etrafımız çevrelenmiş, efradımız ise çemberi yarmak için muhteşem bir iradeyle ileri atılmıştır.

Hilal kuşatmasını tamamlamış, hile ve hıyanet telin ve tasfiye aşamasına girmiştir.

İnanıyorum ki, yakında girilecek Afrin sokak sokak, ev ev temizlenecek, hak batıla, helal harama bir kez daha galip gelecek, kanlı teröristlerin beli zorlaya zorlaya kırılacaktır.

 

Değerli Arkadaşlarım,

26 Şubat 2018’de, ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü, Türkiye ile ABD arasında Afrin bölgesinde gerilimi azaltma seçenekleri üzerinde diplomatik görüşmeler yapıldığını iddia etmişti.

Türkiye ise bu iddiayı tekzip ederek reddetti.

Yalan doğruya, batıl hakka üstün gelmez, gelemezdi.

ABD lafa gelince müttefiktir, ama mütemadi nitelikli mütecaviz niyetlerinden de vazgeçmemektedir.

Vaat ediyor, tutmuyor; söz diyor, yapmıyor.

NATO ise uyuyor, adeta ölü balık taklidi yapıyor.

İsrail Suriye’de operasyon için elini tetiğe götürmüş, gözlerini ABD’ye çevirerek stratejik bir bekleme dönemine geçmiştir.

İran bölgede üsler kurmakta, milisleriyle ateşi körüklemektedir.

Rusya ise akşam başka sabah başkadır.

Zaman zaman olumlu gelişmeler yaşansa da, Astana, Soçi, Cenevre süreçleri devamlı kundaklanmaktadır.

Özellikle Cenevre’de kurulan masaya Esad ve muhaliflerin yanında, ABD’nin müdahalesiyle PYD/YPG de oturtulmak istenmektedir.

PKK/PYD’liler Avrupa’nın her yerinde ellerini kollarını sallayarak gezebilmektedir.

PYD’nin eski eşbaşkanı olan terörist Çekya’da tutuklanıp, bir gün sonra çıkarıldığı düzmece mahkemede serbest bırakılmıştır.

Çekya, PKK/PYD’ye kıyağını çekmiştir.

Çekya, terörizme destek vermiştir.

Bu PYD’li cani, Çekya’dan sonra Almanya’ya geçmiştir.

Türkiye de teröristin iadesini Almanya’dan resmen talep etmiştir.

İşte Almanya’nın tarihi ve altın değerinde bir fırsat önündedir.

Ya terörist Salih Müslim’i adalet önünde hesap vermek üzere Türkiye’ye teslim edecek ya da bir kez daha dostluk ve müttefiklik ilişkilerine darbe indirecektir.

Almanya, Türkiye’yle ilişkilerinde yeni bir sayfa açıp, terörizmle arasına kalın bir mesafe koymayı gözetiyorsa, çare bellidir, çözüm yolu Çekya’dan yakayı kurtaran hainin ülkemize verilmesinden geçmektedir.

Terör bir insanlık suçudur.

İnsani değerleri özümsemiş, insan haklarını savunduğunu iddia eden hiçbir ülke terör örgütlerine destek veremez, yanında duramaz.

Aksi halde ne demokrasinin, ne özgürlüğün, ne de insan haklarının hiçbir inandırıcılığı olmaz, olamaz.

Terörizmin Ortadoğu’yu ne hale getirdiği aşikardır.

Irak fiilen bölünmüş, toparlanma şansı kalmamıştır.

Suriye de bölünme kulvarına çoktan girmiş, adeta kevgire dönmüştür.

Bu iki ülkenin geleceği, Türkiye’nin geleceğine zımnen bağlanmıştır.

Emperyalizmin karanlık senaryosu ya bölgeyi tümden yutacak, sonuçta Rusya ve İran’a karşı planlanmış tampon ve terör devleti olan Kürdistan doğacaktır; ya da haçlı operasyonları yeniden püskürtülecek, zalimler bir kez daha yenilgiye uğratılacaklardır.

Bu büyük, şiddetli, süreklilik arz eden iman ve istiklal mücadeledir.

Kaybın ve kazancın ortası ise yoktur.

Türkiye bu şart ve gelişmeler karşısında kendi söküğünü bizzat kendi dikmek, kendi gemisini kendi rüzgârıyla yüzdürmek durumundadır.

Uluslararası zeminde ebedi dostluk, ebedi düşmanlık duyulan ve görülen bir şey değildir.

Bizim jeopolitik dinamiğimiz bin yıldır Anadolu tabanlıdır.

Bizim geleceğimiz aynen geçmişimiz de olduğu gibi Türk’tür, Türk milletinin kucaklayıcı ve kuşatıcı vasfıyla korunarak kurulacaktır.

Kaynağımızdan kopmazsak, bin yıllık kardeşliğimizi bozmazsak, milli duruşumuzdan ayrılmazsak yedi düvel tekrar gelse akıbeti yine mazideki gibi olacaktır.

FETÖ-PKK-PYD-YPG-DHKP-C ve IŞİD’i kurup üzerimize salanlar başaramayacaklar, Türk milletini son yurdunda işgal ve esaret altına alamayacaklardır.

 

Muhterem Milletvekilleri,

ABD Büyükelçiliği’ne eylem hazırlığı içinde olan hainlerle ilgili gelişmeler dün medyaya yansımıştır.

Şayet ortada alavere dalavere yoksa, silah ters tepmiş, sahibini kaygı ve korkuya sevk etmiştir.

ABD Büyükelçiliği’nin güvenlik tehdidi gerekçesiyle bir gün süreyle çalışmalarına ara vermesi, kendi vatandaşlarını ikaz ederek kalabalık yerlerden uzak durmalarını tavsiye etmesi akıllara pek çok soru işaretini de getirmiştir.

Bizi kısmen rahatlatan husus elde edilmiş istihbarat bilgilerinin Türkiye’yle paylaşılmasıdır.

Ülkemiz sınır ötesinde muazzam bir mücadele verirken, ateşi Anadolu’nun bağrına taşıma emel ve hedeflerine karşı devlet tüm kurum ve kuruluşlarıyla tetikte ve teyakkuzda olmalıdır.

Herkes bilmelidir ki;

Duruşumuz millidir.

Vefamız şühedaya yöneliktir.

Millete beka ise vazgeçemeyeceğimiz bir sorumluluktur.

Milliyetçi Hareket Partisi bu şuurla 12’inci Olağan Büyük Kurultayı’nı 18 Mart 2018 tarihinde başkent Ankara’da gerçekleştirecektir.

Kurultayımızın teması, Milli Duruş, Şühedaya Vefa, Millete Beka’dır.

12’inci Olağan Büyük Kurultayımız Türk milletinin şöleni, demokrasinin ve milliyetçi iradenin yükselişi olacak, böylece Türkiye’ye, Türk-İslam coğrafyasına umut, heyecan ve coşku aşılayacaktır.

Cumhur İttifakı dedik, 2019’un belirsizliklerinin, bekamız üzerindeki sis perdesinin birlik ve dayanışma iradesiyle kaldırılmasına destek verdik, ortak olduk.

Milli duruş dedik, milletimizi durdurmayı aklından geçirenleri, buna teşne olanları hayal kırıklığına uğrattık. 

Şühedaya vefa dedik, kefensiz yatanların gök kubbemizde ebedi muhafızlarımız olduğunu sadakat ve sabırla haykırdık.

Millete beka dedik, Türkiye’nin var olacağının, Türklüğün ebediyete kadar yaşayacağının irade beyanını gerekirse kanımızın son damlasına kadar sağlayacağımızı seslendirdik.

Ya Milli Duruş ya da Milli Devriliş, yoktur ortası.

Ya Şühedaya Vefa ya da Şühedaya Eza, yoktur aması, ancağı.

Ya Millete Beka ya da Millete Cefa, kalmamıştır başka çıkış ve kurtuluş noktası.

İlkesizler ittifak arıyormuş, durmasınlar toplaşsınlar, nefeslerine güvendikleri kadar koşuşturup dursunlar.

Sıkıyı gördüler ya, ait oldukları ihtilaf ve ihanet hukukunda yakında buluşup söz keserler.

Şahit olarak da Türkiye ve Türk düşmanlarını tercih ederler.

Biz, Cumhur İttifakı diyoruz, Türk milletine düzenlenen küresel suikastın karşısında tarafımızı gösteriyoruz.

Cumhur İttifakı diyoruz, FETÖ’ye, PKK’ya, PYD’ye, YPG’ye ve arkalarındaki destekçilere karşı Türk milletinin tarihi gücüyle aşılmaz sur çekiyoruz.

12’inci Olağan Büyük Kurultayımız, Türk milletinin geleceği Türkçe okuma, geleceği Türkçe yorumlama, ülkü ve ilkeleriyle yoğrulma Kurultayı olacaktır.

Bu Kurultay, zalimleri korkutacak, mazlumlara ümit verecektir.

Önümüzdeki hafta Çanakkale ruhuyla yapılacak Kurultayımıza herkesi, milletimin her güzel evladını davet ediyorum.

Çünkü 12’inci Büyük Kurultayımız Türk milletinin kutlu dirilişi, Türkiye’nin muhteşem duruşu olarak tarihe geçecek ve o gün geldiğinde tarih boyunca vatan ve bayrak için şehit düşmüş kahramanların aziz ruhları inanıyorum ki aramızda olacaktır.

Afrin’de şehit düşen kahramanlar başta olmak üzere, bütün şehitlerimizi bir kez daha rahmetle, şükranla, minnetle, Fatihalarla yad ediyor, Allah hepsinden razı olsun diyorum.

Allah kerim ve şahittir ki; şehitler ölmez, ezan susmaz, Türk vatanı asla bölünmez, bölünemez, bölünemeyecektir.

Bu düşüncelerle 12’inci Olağan Büyük Kurultayı’mızın öncesindeki son grup toplantımızda sözlerime son verirken siz değerli milletvekili arkadaşlarımı ve muhterem misafirleri saygılarımla selamlıyorum.

“Milli Duruş, Şühedaya Vefa, Millete Beka” diyor, Türk milletini çelik gibi sağlam, kırılmaz, bükülmez, eğilmez mübarek bir beraberliğe çağırıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.