10.06.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

10 Haziran 2008

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Basınımızın değerli temsilcileri,

Hepinizi en iyi dileklerimle, sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Anayasa Mahkemesinin başörtüsü konusunda geçtiğimiz hafta açıklanan iptal kararı, çok ciddi sonuçları olacak ve etkileri uzun süre hissedilecek bir süreci harekete geçirmiştir.

Bugünkü Meclis Grup toplantımızda, içinden geçmekte olduğumuz kriz sürecini ve Anayasa Mahkemesi kararıyla ortaya çıkan durumu değerlendirmek ve önümüzdeki tehlike ve risklere ilişkin görüş ve endişelerimizi aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Yakın siyasi tarihinin en karanlık ve bunalım yüklü döneminden geçmekte olan Türkiye, birbiri ardına yaşanan şok dalgalarının girdabı içine sürüklenmiştir.

  • AKP aleyhine açılan kapatma davası sonrası;

- Hükümetin Türk adaletini dışarıya ihbar ve şikâyet ederek hedef tahtası haline getirdiği,

- Yüksek yargı organları ile yürütmenin kamuoyu önünde sürdürülen bir kavganın tarafı haline geldiği ve,

- Anayasal yargının yasama organının yetki alanına müdahale ettiği bir süreç yaşanmaktadır.

Siyasi gerginliğin kontrolsüz bir biçimde tırmandığı, Cumhuriyetin temel organları arasında yetki çatışması yaşandığı, Anayasal kurumların meşruiyet tartışmalarının içine çekilerek yara aldığı bu kargaşa ortamı, Türkiye’yi çok ağır risklerle karşı karşıya bırakmıştır.

  • Çok geniş bir yelpazeye yayılan bu risklerin özellikle ikisi, doğuracağı vahim sonuçlar bakımından hayati önem taşımaktadır.

- Birinci risk: Yönetilemeyen siyasi krizin ağırlaşarak Anayasa krizine dönüşmesi ve bunun sonucu demokrasinin geleceğini tehdit eden bir rejim bunalımının yaşanması ihtimaldir.

- Bu, yersiz bir endişe ve temelsiz bir kuruntu olarak görülmemelidir. Türkiye çok ciddi bir sorunla karşı karşıyadır.

- Siyaset kurumunun en önemli ve en acil görevi, demokrasiyi içine girdiği darboğazdan çıkarmak ve gelişmelerin bir rejim bunalımına yol açmasını önlemektir.

- Hiçbir siyasi düşünce ve hesap, demokratik rejimin geleceğini kurtarmaktan daha önemli ve öncelikli değildir.

- Bu konuda en büyük özen ve sorumluluğu göstermesi gereken de, kapatma davasının muhatabı Başbakan Erdoğan ve partisidir.

- İkinci risk ise; Toplumsal cepheleşmelerin derinleşmesi ve bunun milli birliğimizin siyasi, sosyal ve kültürel temelleri üzerinde yaratacağı ağır tahribattır.

Değerli Milletvekilleri,

Gerilim, çatışma ve cepheleşme yorgunu olan Türkiye, ağır sorunların yükü altında ezilmiş ve bir yol ayrımına gelmiştir.

  • Bugün topyekün bir millet olarak geleceğimizi tehdit eden en büyük tehlike, Türk toplumunun içine sürüklendiği kamplaşma, bölünme ve çatışma sürecidir.

- Türkiye’nin bütün ortak değerleri, acımasızca tahrik edilen bu sürecin malzemesi olmuş, Türkiye’nin milli ve manevi değerleri, Cumhuriyetin kuruluş felsefesi, kimliği ve devletin temel yapısı, siyasi ve sosyal gerilim hattına dönüştürülmüştür.

- Türk milletini birleştiren ve bir arada tutan, milli birliğimizin siyasi, sosyal ve kültürel temelini oluşturan bütün bu yapı taşları bugün maalesef ayrışma ve çatışma dinamiği haline getirilmiştir.

- Bu konuda izlenen nifak politikaları sonucu, bu değerler ekseninde çatışma mevzileri oluşturulmuş, bunlar üzerinden taciz ve yıpratma kampanyaları ve cephe savaşları yürütülmüştür.

  • Türkiye’yi karşıt kutupların çatıştığı yaralı ve sorunlu bir ülke haline getirmeyi ve düşman kamplara bölerek çatıştırmayı ve çökertmeyi amaçlayan bu süreçte;

- Etnik temelde bölünme,

- İnanç temelinde cepheleşme,

- Mezhep temelinde dışlama ve ayrışma ve,

- Devletin ana ilkeleri temelinde kavga ve zıtlaşma dinamikleri, bütün yıkıcı etkileriyle harekete geçirilmiştir.

  • Başörtüsü sorunu etrafında bugün yaşananlar, Türk milletinin inanç temelinde bölünmesinin ve manevi değerlerin istismar ve çatışma aracı olarak kullanılmasının sancıları ve sonuçlarıdır.

Türk milletinin inançlarını ve Cumhuriyetin temel değerlerini sürekli kavga, gerginlik ve çekişme konusu yapan ve bunun üzerinden kendisine siyasi yaşam alanı açmayı amaçlayan zihniyetler, bugün içine saplandığımız kör çıkmazın mimarları olmuştur.

  • Türkiye’ye bir gerilim ve çatışma denklemini dayatmak isteyen bu siyasi kutuplardan birisi, manevi değerler üzerinden siyaset yapan “inanç hortumcuları”, diğeri ise laiklik istismarını rant kapısı olarak gören siyaset misyonerleridir.
  • Ortak değerlerimizin istismarını varlık nedeni haline getiren ve başlıca sermayesi bu değerler üzerinden siyaset yapmak olan bu karşıt kutupların ayrıştırıcı istismar politikaları sonucu;

- Laiklik ilkesi ile din ve vicdan özgürlüğü birbirlerinin alternatifi ve karşıtı olarak gösterilmiş,

- Laiklik-Müslümanlık ayrışması ve kavgası çıkarılmış ve,

- Türk milleti; laiklik savunucusu ve karşıtı, laik ve dindar, inançlı ve inançsız gibi ayrımlarla kamplara bölünmüş ve çok tehlikeli bir husumet cepheleşmesinin tohumları atılmıştır.

Bugün geldiğimiz noktada bu nifak tohumlarının meyveleri toplanmaktadır.

  • Türkiye’de kronik gerginlik kaynağı haline gelen toplumsal huzursuzluk ve sıkıntıların, Türk toplumunu kucaklayacak bir hoşgörü ve sağduyu ortamı yaratılması yoluyla çözüme kavuşturulması mutlak bir zorunluluktur.

- Ancak, kavgadan beslenen bu iki zıt siyasi gelenek ile bunların siyasi temsilcileri ve müttefikleri bunun önündeki en büyük engeldir.

- Bunların siyasi kimlikleri, geçmişleri ve bugünkü adları ve adresleri Türk milleti tarafından çok iyi bilinmektedir.

- Başörtüsü konusunda bugün gelinen üzücü nokta, bu iflah olmaz siyasi zihniyetlerin ortak eseridir.

- Cumhuriyet Halk Partisi de, işlerin bu noktaya gelmesindeki sorumluluğu üzerinde şimdi samimi ve dürüst bir vicdan muhasebesi yapmalı ve Türkiye’yi germenin kendisine de hayır getirmeyeceğini anlamalıdır.

Sayın Milletvekilleri,

Değerli Basın Mensupları,

Milliyetçi Hareket Partisi, şimdiye kadar siyasi kazanç hesabıyla istismar edilen ve çözümsüzlüğe terkedilen üniversitelerde başörtüsü sorununun çözümü sürecini, iyi niyetle ve samimiyetle harekete geçirmiştir.

AKP’nin bu sürecin çeşitli aşamalarında ortaya koyduğu tutum ise, samimiyet ve güvenilirlik bakımından birçok soru işaretini bünyesinde barındırmıştır.

  • Bu konuda bir hüküm verilmesi için yeterli olacak soru işaretleri üç ana başlık altında toplanabilecektir.

- AKP, başörtüsü düzenlenmesinin ilerde ilk ve orta öğretime yaygınlaşacağı ve kamu hizmetlerinde çalışanların da bu haktan yararlanacağı yolundaki endişeler karşısında, Türk toplumuna inandırıcı güvenceler verememiştir.

Bu konuda MHP’nin her vesileyle ortaya koyduğu açık ve kararlı tutuma karşılık, AKP yetkilileri çeşitli beyanlarıyla toplumda oluşan endişeleri adeta körüklemiştir.

- AKP’nin ikinci yanlışı ve yanılgısı, başörtüsü konusunda iki parti arasında varılan mutabakatın yasal düzenlemeler kısmını uygulamaya koymaktan cayması olmuştur.

Bu kapsamda şu hususların kayda geçirmek, toplumsal hafızanın tazelenmesi bakımından yararlı olabilecektir:

- AKP ile MHP’nin mutabakatının ikinci ayağını, Yükseköğretim kanununun Ek-17. maddesine eklenecek bir sınırlandırma hükmüyle Üniversitelerde hangi kıyafetlerin serbest hangi sakıncalı kıyafetlerin yasak olacağına ilişkin düzenleme teşkil etmiştir.

- Anayasa değişikliklerini tamamlayıcı nitelikteki bu zaruri düzenleme hakkındaki kanun teklifi TBMM Başkanlığına ortaklaşa sunulmuş ve ilgili komisyona havale edilmiştir.

- Ancak, bu anlaşmaya rağmen AKP yöneticileri bundan cayarak süreci topal bırakmışlardır.

Bunun da ötesinde, Ek-17. madde değişikliği üzerinde anlaşmaya varılmış bir mutabakat metni yokmuş gibi davranan AKP, konuyu kamuoyunda tartışmaya açmış ve ciddi bir kafa karışıklığının yaratılmasına sebebiyet vermiştir.

- AKP’nin bu konudaki samimiyet derecesini gösteren diğer bir gelişme de, süreç başladıktan sonra parti içindeki bazı mihrakların bundan pişman olduklarını gösteren beyanları ve Başbakan Erdoğan’ın bunu akla getiren bazı sözleri olmuştur.

AKP’nin adı açıklanmayan bazı ileri gelenlerinin basına yansıyan “tuzağa düştükleri”, “oyuna geldikleri” yönündeki sözleri ve yandaş basında bu konuda MHP’yi hedef alan çirkin ve siyasi ahlak dışı karalama kampanyaları, AKP’nin samimiyetine gölge düşürmüş, başörtüsü sürecine mecbur kaldıkları için kerhen katıldıkları izlenimini güçlendirmiştir.

Bu durumun bizim için şaşırtıcı bir yönü bulunmamaktadır.

Burada asıl önemli olan, temiz duygularını istismar ederek aldattığı milyonların şimdi bu siyasi zihniyet hakkında ne düşündüğüdür.

  • Bu gerçekler karşısında, şimdi herkes şu soruları sormalı ve cevabını vicdanında aramalıdır:

- Başörtüsü serbestisi sonrası bir baskı ortamı oluşacağı, bu serbestinin zaman içinde kamuya ve orta öğretime yaygınlaşacağı yönündeki endişeleri giderecek sağlam güvenceler verilerek, Ek-17 değişikliğiyle bu süreç sonuçlandırılabilseydi, işler bugünkü noktaya gelir miydi?

- Türk toplumuna güven vermeyen, rejimle sorunlu ve kavgalı olduğu kanaati yaygın olan AKP’nin dışında kalacağı bir Parlamento çoğunluğu aynı değişiklikleri kabul etmiş olsaydı, Anayasal yargı sürecinin sonucu bugünkünden farklı bir şekilde tecelli eder miydi?

Bu sorulara verilecek cevaplar “işler belki de bu noktaya gelmezdi” ve “yargı süreci muhtemelen aynı şekilde tecelli etmezdi” ise, bu durumda herkes başörtüsü konusunun hangi siyasi zihniyetin kurbanı olduğu hakkında vicdanında bir hüküm verebilecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Yaşanan bu gergin süreç sonunda, anamuhalefet partisi bu konudaki Anayasa değişikliklerini iptal istemiyle Anayasa Mahkemesine götürmüş ve mahkemenin tartışmalı kararı 5 Haziran 2008 günü açıklanmıştır.

Milliyetçi Hareket Partisi, bu karar karşısında tutumunu, dolambaçlı yollara sapmadan, sözü eğip bükmeden, en somut ve açık biçimde ortaya koyan siyasi parti olmuştur.

Kararın açıklanması üzerine aynı gün yaptığımız yazılı basın açıklamasında dile getirdiğimiz görüş ve endişeleri, şimdi açarak bir kere daha ifade etmek istiyorum.

  • Anayasa Mahkemesinin iptal kararının;

- Hukuki sonuçları,

- Siyasi yansımaları ve,

- Toplumsal etkileri olması doğal ve kaçınılmazdır.

  • Bu kararla;

- Milli vicdan,

- Demokratik parlamenter sistem ve,

- Toplumsal dayanışma yara almış,

- Yetkisini aşarak yasama organının görev alanına giren anayasal yargı, siyasi tartışmaların içine çekilerek yıpranmış ve,

- Marjinal bir azınlık grubu dışında, cumhuriyetin temel değerlerini yürekten benimseyen, hem cumhuriyeti ve demokrasiyi, hem de dini inançlarını birlikte yaşama ve yaşatma iradesine sahip olan kitleler rencide olmuştur.

Anayasa Mahkemesi kararlarının nihai ve bağlayıcı olduğu, herkesin buna saygı duyması gerektiği bir vakıadır.

Ancak, bu durum toplumsal vicdanda yankı bulan bu gerçekleri dile getirmemize mani değildir.

  • Bu konudaki anayasal düzenlemelerin iptal edilmesi sonucu, Türk toplumunun sosyolojik bir gerçeği olan başörtüsü sorunu ortadan kalkmamıştır.

Sadece kanayan yara daha da deşilerek kangren haline getirilmiştir.

  • Türkiye’nin sorunlarına çözüm aranacak yegâne yer Yüce Meclistir.

Sorunların çözümünde rehber olacak ilke de;

- Çözümsüzlüğü “malumun ilanı” mantığıyla kabullenmek değil,

- Toplum vicdanının kabul edeceği çözümleri “makulün ilamı” haline getirebilmek basiretidir.

Gelinen bu çıkmaz karşısında şimdi herkes, Parlamento’nun toplumsal bir sorunu çözme iradesinin hiçe sayılmasının Türkiye’ye ne kazandırdığını çok iyi düşünmelidir.

  • Bunların yanı sıra, Anayasa Mahkemesi’nin son kararı;

- Türk toplumunun inanç temelinde cephelere bölünmesini ve,

- Devletle milletin karşı karşıya geldiği ve kavgalı duruma düştüğü görüntüsünün ortaya çıkmasını amaçlayan odaklara yeni bir istismar ve tahrik malzemesi vermiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin gelinen noktadan endişe ve üzüntü duymasının haklı nedenleri bunlardır.

  • Milliyetçi Hareket Partisi bu sorunu, değerlerin çatışması yerine kucaklaşması yoluyla ve toplumsal bir hoşgörü ve anlayış ortamında vicdanları rahatsız etmeyecek makul bir çözüme kavuşturulması için samimi bir çaba göstermiştir.

- Üniversitelerde başörtüsü serbestisinin laiklik ilkesini zedeleyen bir düzenleme olarak görülmesinin ve bu konudaki yasağın sürmesinin devletin varlığını koruma vasıtası haline getirilmesinin anlaşılır ve kabul edilir bir yönü bulunmadığını buradan açıkça ve bütün samimiyetimle belirtmek isterim.

- Bu bakımdan, bu amaçla yapılan anayasa değişikliklerinin, devletin temel taşlarından birisi olan laiklik ilkesini yıkmayı amaçlayan bir girişim olarak görülmesi, bizim bakımımızdan asla kabul edilemez bir durumdur.

- Milliyetçi Hareket Partisi’nin laiklik ve din ve vicdan özgürlüğü konularındaki tutumu ve bu ilkelere bağlılığı her türlü şüphenin ve şaibenin dışındadır.

- Konumu ne olursa olsun bu konuları hiç kimseyle tartışmayacağımızı, hiç kimsenin Milliyetçi Hareketi bu alanda töhmet altında bırakamayacağını ve bunun kabul edilemez bir hata olacağını buradan bütün açıklığıyla ifade ve ilan etmek isterim.

  • Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararıyla başörtüsü konusunda bir içtihat tesis edilmiştir.

- Bu içtihatın değişeceği ortam ve şartların oluşacağı yeni bir döneme kadar, bu konu bu suretle Türkiye’nin gündeminden çıkarılmıştır.

  • Bugün geldiğimiz noktada Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin geleceği, huzuru ve toplumsal dayanışma açısından üzüntülü ve endişelidir.

- Bu sürece değişmeyen ilkelerimiz doğrultusunda samimi ve iyi niyetli katkıda bulunmuş olmaktan dolayı ise, tam bir gönül rahatlığı ve vicdan huzuru içinde olduğumuzu herkesin bilmesini isterim.

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Anayasa Mahkemesi’nin hukuki olmaktan ziyade siyasi düşünce ve saiklere dayanan iptal kararı, yetki aşımı ve gaspı tartışmalarına yol açmış ve yasama organının görev alanına müdahale eden Yüce Mahkemenin meşruiyeti sorunu gündeme gelmiştir.

  • Demokratik hukuk devleti, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı, birbirlerinden güç alan ve anlam kazanan değerler bütünüdür.

- Kuvvetler ayrılığı ilkesi, bu çerçevede Parlamenter demokratik sistemin vazgeçilmez ön şartı ve hayatiyet kaynağıdır.

- Yasama, yürütme ve yargının görev ve yetkilerinin birbirinden ayrılması ve sınırlandırılması, devletin temel organları arasında işbölümü ve işbirliğine dayalı uyumlu bir çalışma ortamı için mutlak gerekliliktir.

- Devletin bu üç temel fonksiyonunun birbirinden kopuk şekilde görev icra etmelerinin ve birbirlerinin yetki alanına girmelerinin, toplumsal ve siyasi tıkanıklara yol açması mukadderdir.

  • Türkiye’de siyaset kurumu ile yargı arasındaki ilişkiler her dönemde sorunlu olmuştur.

- 1961 yılından bu yana süregelen yasama-yargı tartışmalarının odağında Anayasa Mahkemesi yer almış ve anayasal yargının bazı kararları demokratik meşruiyet ve milli iradeye müdahale açılarından tartışılmış ve sorgulanmıştır.

- Yargının yasamanın yetki alanına müdahale edip edemeyeceği ve Meclisin yerine geçerek yorum yoluyla kanun yapıp yapamayacağı bu tartışmaların temelini oluşturmuştur.

  • Anayasa Mahkemesi’nin konumu üzerinde bu temelde yapılan tartışmalar sonucu, Anayasa’nın 148 ve 153. maddeleriyle Yüce Mahkemenin yetkilerine açıklık kazandırılmıştır.

- 153. madde ile Anayasa Mahkemesi’nin kanunları iptal ederken, kanun koyucu gibi hareketle, yeni bir uygulamaya yol açacak tarzda hüküm tesis edemeyeceği hükme bağlanmıştır.

- 148. madde ile de Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliklerini şekil yönünden denetim yetkisinin sınırları açıkça çizilmiştir.

  • Anayasa Mahkemesi’nin kanun önünde eşitlik ve eğitim hakkı konularındaki anayasa değişikliklerini iptal kararı, bu açıdan Yüce Mahkemenin yetkisini aşarak yasama organının görev alanına müdahale olarak görülmüştür.

Anayasa değişikliklerini sadece şekil yönünden denetleyebileceği açık bir anayasa hükmüne bağlanmışken, bunun dışına çıkarak esasa girmesi, Anayasa Mahkemesi’nin kararına siyasi nitelik kazandırmıştır.

- Bu tespiti herkes doğru yapmalı, konuyu hamasi sloganlarla başka alanlara saptırmaktan vazgeçmeli ve çok uç örneklerden hareketle bu karara haklılık temeli kazandırma çabalarından medet ummayı bırakmalıdır.

- Anayasa herkes ve her kurum için bağlayıcı ve emredicidir.

Demokratik hukuk devletinde, kaynağını Anayasa’dan almayan bir yetkiyi kullanmaya yer yoktur.

Anayasal denetim, parlamento kayyumluğu değildir.

- Anayasa Mahkemesinin yıpratılmaması, iç politikada tartışma malzemesi yapılmaması ve siyasi çekişmelerin aracı ve tarafı haline getirilmemesi, demokratik rejimin geleceği bakımından hayati önemi haizdir.

Burada hiçbir tereddüt yoktur.

- Ancak, anayasal yargının da milli iradenin tecelli ettiği yegane yer olan Meclis’in iradesini hiçe sayarak yasamanın yetki alanına müdahale etmemesi ve bu yolla kuvvetler ayrılığı ilkesini fiiliyatta “kuvvetler hiyerarşisi”ne dönüştürmekten sakınması da aynı derece de önemlidir.

- Bu yol açıldığı ve sistematik bir uygulamaya dönüştürüldüğü takdirde, kuvvetler ayrılığı ilkesine dayalı parlamenter rejim çok ağır bir yara alacak ve bundan sonra demokrasi ve milli iradeden söz etmek imkanı kalmayacaktır.

  • Bu konunun AKP’ye yakın bazı çevrelerin savunduğu gibi anayasal yargıya “savaş açma”, yargıyı “vesayet altına alma” veya “siyasi iradeye ram etme” mantığı ve anlayışıyla ele alınamayacağı açıktır.

- Burada herkes görev ve yetkilerinin anayasal sınırları içinde kalmanın, kendi meşruiyetlerinin sigortası olduğunu anlamak durumundadır.

- Yaşanan tecrübelerden alınan dersler ışığında yapılacak sağlıklı bir değerlendirme sonucu, uygulamadan kaynaklanan bu sorunun yine aynı yolla çözüme kavuşturulması en uygun ve makul hareket tarzı olacaktır.

Sayın Milletvekilleri,

Değerli Basın Mensupları,

Konuşmamın son bölümünde Anayasa Mahkemesi’nin iptal kararı sonrası AKP’nin izlediği tutum ve Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın başlattığı girişim hakkındaki görüş ve değerlendirmemizi dile getirmek istiyorum.

Başbakan Erdoğan ve AKP’nin başörtüsü kararına tepkisi, kamuoyunda yaratılan beklentilerin aksine, cılız ve ürkek bir tepki olmuş ve AKP konuyu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne havale ederek kendi sorumluluğundan kurtulmayı amaçlayan ezik bir tutum sergilemiştir.

- Basında AKP’li milletvekillerinin Ankara dışına çıkmamaları talimatı “kırmızı alarm” ve “olağanüstü hal” benzetmelerine konu olmuş ve AKP yetkili organlarının sine-i millete dönüş, erken seçim ve Anayasa değişikliği süreci başlatılması dahil tüm alternatifleri değerlendireceği haberleriyle kamuoyunda yüksek beklentiler yaratılmıştır.

- Ancak, sonuçta dağ fare doğurmuştur.

AKP, Anayasa Mahkemesinin kararının muhatabının Yüce Meclis olduğunu, ortaya çıkan durumun Meclis tarafından değerlendirilmesi gerektiğini, siyasi partilere bu bağlamda görev ve sorumluluklar düştüğünü ve herkesin buna uygun hareket edeceğini ümit ettiğini söyleyerek, kendi görüş ve düşünceleri konusunda kamuoyunu karanlıkta bırakmıştır.

  • Her vesileyle her konuda konuşma alışkanlığı ve tutkusu çok iyi bilinen Başbakan Erdoğan, her nedense şimdi derin bir sessizliğe gömülmüş ve bugüne kadar kamuoyunun karşısına çıkmamıştır.

- Bu konuda büyük bir Meclis çoğunluğuna sahip iktidar partisi olarak ilk önce kendilerinin ne düşündüğünü Türk milletine açıklamaktan kaçınan Başbakan, basın üzerinden tedavüle çıkardığı senaryoları diğer siyasi partilere tartıştırma fırsatçılığını seçmiştir.

  • Parlamento’nun kendi hukukuna sahip çıkması gerektiğini söyleyen ve bu yönde Meclis’e çağrı yapmaya hazırlandığı basına yansıyan Başbakan’a hatırlatmak isteriz ki, siyasi sorumluluğunun icabı olarak ilk önce yapması gereken şey; gölge oyununu bırakıp şu soruların cevabını vermektir:

- Parlamento’nun kendi hukukuna sahip çıkmasından neyi kastediyorsunuz?

- Parlamento’dan anayasada belirlenen görev ve yetkilerine sahip çıkmak için ne yapmasını bekliyorsunuz?

- AKP tek başına referandumlu anayasa değişikliği yapmak için yeterli Meclis çoğunluğuna sahiptir.

- Bu durumda, parlamento hukukuna sahip çıkılması için bazı yasal ve anayasal düzenlemeler yapılmasını öngörüyorsanız, bu konuda belirleyici olacak sizin iradenizdir.

- Bu konunun Meclis’te tartışılmasını istiyorsanız, ilk önce somut düşüncelerinizi ve bunun haklı ve meşru gerekçelerini kamuoyuna açıklamak durumunda olan siz değil misiniz?

- Bunu yapmadığınız sürece, Meclis neyi değerlendirecek, neyi tartışacaktır?

Başbakan Erdoğan bu konularda ne düşündüğünü Türk milletine açıklamak sorumluluğuyla karşı karşıyadır.

Milliyetçi Hareket Partisi, demokratik rejimin krizden çıkarılması ve normalleşme süreci başlatılmasına katkıda bulunmak mülahazasıyla, bu konuda Başbakan Erdoğan’ın getireceği makul ve meşruiyet sınırları içinde kalacak her öneriyi iyi niyet ve samimiyetle değerlendirmeye hazırdır.

Sayın Milletvekilleri,

Değerli Basın Mensupları,

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı’nın 7 Haziran 2008 günü yaptığı basın toplantısında siyasi gündeme getirdiği düşünce ve öneriler, yaşanan bu süreçten soyutlanarak değerlendirilemeyecektir.

Sayın Meclis Başkanı yeni bir anayasa yapılmasını ve senato sistemini tartışmaya açmış ve önümüzdeki süreçte Meclis’te temsil edilen siyasi parti liderlerini açık gündemli bir toplantıya davet edeceğini belirtmiştir.

Çok genel bir çerçevede ortaya konulan bu düşüncelerin açıklığa kavuşturulması gereken yönleri bulunmaktadır.

Bu konuda nihai bir değerlendirme yapılmasının, bu hususların somut biçimde ortaya çıkmasına bağlı olacağı takdir edilecektir.

Bu bakımdan bugünkü konuşmamda dile getireceğimiz düşünce ve tespitler, bu konuda ön bir değerlendirme olarak kabul edilmelidir.

  • Yeni anayasa yapılması konusu 22 Temmuz 2007 seçimleri sonrasında AKP tarafından yadırganacak bir yöntemle gündeme taşınmış ve nabız yoklanmıştır.

- Yeni bir anayasa hazırlanması veya mevcut anayasada köklü değişiklikler yapılması, ancak siyasi istikrarın bütün unsurlarıyla hüküm sürdüğü bir ortamda düşünülebilecek bir husustur.

- Bugünkü şartlarda böyle bir istikrar ortamından söz etmek mümkün değildir.

- AKP’nin kapatılması davası sonrası dönemde Türkiye ağır bir kriz sürecinden geçmektedir.

- AKP’nin siyasi ve hukuki meşruiyet sorunu giderek derinleşmekte ve kapatma davası sürecinde bütün tasarruflarının meşruiyet temelinin sorgulanacağı bir geçiş dönemi yaşanmaktadır.

- Bu bakımdan siyasi normalleşme süreci başlatılmadan ve Türkiye’yi yönetme kabiliyetini kaybetmiş bugünkü hükümete dayalı siyasi tablo değişmeden, yeni anayasa hazırlanması doğru ve mümkün değildir.

  • AKP hükümetinin geçen yıl kamuoyunda tartıştırdığı sipariş anayasa taslağının, Türkiye Cumhuriyeti devletinin milli devlet niteliğini, üniter siyasi yapısını ve kimliğini tartışmalı hale getirecek ve bu temelleri sarsacak kabul edilemez hükümler içerdiği bilinmektedir.

Siyasi kriz ortamından bağımsız olarak bu gerçekler de, TBMM’nin geniş tabanlı bir uzlaşma zemininde yeni bir Anayasa yapmasını imkânsız kılan, bunun asgari şartlarını ortadan kaldıran bir husustur.

  • Bu mülahazalar, büyük ölçüde, iki Meclis’li sistem önerisi bakımından da geçerlidir.

- Bunlara ilaveten, Senato sistemi Türkiye’de geçmişte denenmiş ve her yönüyle tartışılmış bir konudur.

Geçmiş tecrübeler, Senato’nun bir denge ve denetim mekanizması olarak kendisinden beklenen fonksiyonu yerine getiremediğini, yasama ve yürütmenin işleyişini hantallaştırıcı sonuçlar doğurduğunu göstermiştir.

- Öte yandan, Sayın Meclis Başkanı’nın ifade ettikleri gibi Senato’nun Anayasa Mahkemesi’nin yükünü nasıl azaltacağını anlamak da kolay değildir.

- Senato ile Meclis’in yapısını genel seçimlerde siyasi partilerin aldığı oy oranları belirleyecektir.

- Seçimlerde tek başına çoğunluğu kazanacak parti, her iki organda da bu oranda temsil edilecektir.

- Aynı siyasi partiye mensup bu çoğunlukların yasama tasarruflarında farklı hareket edeceklerini düşünmek eşyanın tabiatına aykırıdır.

- Yasama tasarruflarını, kanun ve anayasa değişikliklerini anayasaya uygunluk açısından denetlemek, ancak bir yargı organının görev ve yetkisidir.

- Yasama organının bir parçası olan senatonun böyle bir yetkiyle donatılması herhalde düşünülemeyecektir.

- Bu bakımdan senatonun Anayasa Mahkemesi’nin yükünü azaltacağı düşüncesi, halisane bir beklentiden öteye geçemeyecektir.

  • Sayın Meclis Başkanı’nın, içinden geçilen kriz sürecine ilişkin endişe ve düşüncelerin açıkça ifade edileceği ve çıkış yollarının konuşulacağı serbest gündemli bir toplantı düşüncesi iyi niyetli bir yaklaşım olarak görülebilecektir.

Ancak, burada da şu husus üzerinde çok iyi düşünülmesi gerekli olacaktır.

- Parlamentonun ortak görüş ve hissiyatını yansıtan bildirilerin Genel Kurul’da kabul edilerek kamuoyuna duyurulması, ancak dış politikaya ilişkin milli meselelerde zaman zaman başvurulan bir yöntem olmuştur.

- Ancak, iç meselelerde böyle bir yönteme başvurmanın parlamento geleneğimizde yeri bulunmamaktadır.

- Bu hususun layıkıyla göz önünde tutulması gerekli olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi, Meclis Başkanı’ndan böyle bir davet alındığı takdirde konuyu her yönüyle değerlendirecek ve varacağı sonuca göre hareket edecektir.

Değerli Milletvekilleri,

Basınımızın Değerli Temsilcileri,

Ağır bir siyasi kriz ortamına sürüklenen Türkiye’nin bugün en büyük ihtiyacı, sağduyunun rehberliğinde krizin tahribatını imkânlar ölçüsünde sınırlandırmak ve bir normalleşme sürecinin başlatılmasının ortamını ve şartlarını hazırlamaktır.

Bu kritik geçiş döneminde herkes sükûnetini korumalı, tahriklere kapılmayarak demokratik bir olgunluk ve kararlılık sergilemelidir.

Türkiye çok keskin bir virajdan geçmektedir. Burada önemli olan AKP’nin bu virajı nasıl döneceği değil, demokrasi arabasının bu virajda devrilmemesidir.

  • Siyasi krizin rejim bunalımına dönüşmesinden ve demokrasinin dış müdahaleye maruz kalmasından siyasi çıkar sağlamayı hesaplayan çevrelerin ara rejim heveslerine set çekilmesi, siyaset kurumunun önündeki en önemli misyondur.

Bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi krizden çıkış ve normalleşme yolunda üzerine düşeni yapmalı ve soruna demokrasi içinde çözüm üretebilmelidir.

Bu noktada hiçbir siyasi parti ve siyasetçinin geleceğinin, demokratik parlamenter rejimin geleceğinden daha önemli olmadığı unutulmamalıdır.

Esas olan demokratik rejimi korumaktır.

  • Milliyetçi Hareket Partisi bugünkü krizin demokrasi korunarak aşılacağına inanmaktadır ve bunun için üzerine düşeni yapmaya hazır ve kararlıdır.

- Kapatma davasının sonucu ne olursa olsun, Türkiye Büyük Millet Meclisi açıktır ve görevinin başındadır.

- Türkiye’nin hükümetsiz kalması düşünülemeyecektir. Parlamento çözümü üretmeye ve içinden bir hükümet çıkarmaya muktedirdir.

- Bunun kapatma davası sürecinin sonucu beklenmeden gerçekleşmesi imkânlarının araştırılması, normalleşme süreci bakımından kilit öneme sahiptir.

- Son tahlilde Türk milletinin hakemliğine başvurma yolu da her zaman açıktır.

  • Bu bakımdan, ateşin üzerine benzinle giderek krizi derinleştirecek ve rejim bunalımına davetiye çıkaracak hareketlerden kaçınmak herkes için milli bir görevdir.

- Başta ana muhalefet partisi olmak üzere bütün siyasi partiler, demokratik Parlamenter rejim çökerse bunun altında kendilerinin de kalacağını, Türk milletinin ve tarihin siyasi ihtirasları uğruna demokrasiyi ateşe atanları affetmeyeceğini unutmamalıdır.

- Bugüne kadar tahterevalli siyasetinin iki ucunda oturan AKP ve CHP, hiç olmazsa şimdi rejimin dengeye oturması için siyasi sorumluluk noktasında buluşmalıdır.

  • Türkiye’nin normalleşme sürecine girmesinde en büyük sorumluluğu taşıyan AKP;

- Milli irade ile hukuku karşı karşıya getirmekten ve,

- Gerilim stratejisiyle sonuç alınabileceği beklentilerinden artık vazgeçmelidir.

  • Sayın Başbakan ve AKP yöneticileri;

- Kapatma davasının 340 milletvekilinin tümünü ve hükümeti rehin alması yerine,

- Davaya konu olan milletvekillerinin bu sürecin sonucunu beklemeleri ve,

- Geride kalan 301 milletvekili ile siyasi istikrarın tesisi için yeni bir siyasi ve yönetim yapısı oluşturulmasını, krizden makul bir çıkış yolu olarak iyi niyetle değerlendirmek basiretini gösterebilmelidir.

  • Bu konuda ortaya attığımız görüş ve düşüncelerin, siyasi çalkantı ortamının durulması ve istikrar hakim kılınarak normalleşme sürecinin önünün açılması dışında her hangi bir amacı bulunmamaktadır.

Bazı AKP yöneticilerinin buna gösterdikleri tepkiler bu bakımdan yersiz ve anlamsızdır.

- AKP’nin parçalanması ve Başbakan Erdoğan’ın tasfiye edilmesi gibi niyetleri bize atfedenler, klonlamanın genetik özelliklerin korunarak bir organizmanın kopyalanması olduğunu unutmuş görünmektedirler.

AKP’nin parçalanmasını isteyenlerin, bu siyasi partinin genetik özelliklerinin yeni bir siyasi yapıya aynen aktarılmasını düşünmeleri mümkün müdür?

AKP’nin bu düşüncemize itibar edip etmemesi kendilerinin bileceği bir şeydir.

39 AKP milletvekilinin kapatma davasının sonuçlanmasına kadar kenarda beklemelerini kabul edilemez bir düşünce olarak görenlerin, hukuki sürecin kapatma ile sonuçlanması halinde kapatılan bir siyasi partinin devamı niteliğinde yeni bir parti kurulmasında karşılaşacakları sorunları düşünmeleri asgari basiretin icabıdır.

AKP yöneticilerinin her şeyi yakarak ve yıkarak, demokrasiyi tehlikeye atarak topluca tasfiye olma yolunu seçmeleri kendi tercihleri olacaktır.

Bizim endişe ve telaşımız, AKP’nin parçalanması ve Başbakan Erdoğan’ın kurban edilmesi değil, demokratik rejimin geleceğinin kurtarılmasıdır.

  • Anayasa Mahkemesi’ndeki kapatma davasının hiçbir dış müdahaleye maruz bırakılmadan kendi mecrasında biran önce sonuçlanması, Türkiye’nin önünü görebilmesi bakımından büyük önem taşımaktadır.

- Yargı sürecinde hukuk kuralları içinde nasıl hareket edeceğine karar verecek olan AKP’dir.

- AKP’nin bu süreçle paranoyaların esiri olmaması ve cihat psikolojisi ve anlayışıyla hareket etmemesi kendisi açısından yararlı olabilecektir.

  • Kapatma davası ne şekilde sonuçlanırsa sonuçlansın, AKP kapatılsın veya kapatılmasın, Türkiye’de yeni bir dönem açılacaktır.

- Herkes bu yeni dönemi iyi okumalı ve anlamalı ve kendisini buna şimdiden hazırlamalıdır.

- Milliyetçi Hareket, demokratik meşruiyet ve siyasi sorumluluk anlayışla, gerginliklerin tarafı olmadan Türkiye’nin temel sorunlarını makul ve meşru çözümlere kavuşturma iradesiyle buna hazırdır.

Hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı