17.06.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

17 Haziran 2008

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Basın Mensupları,

Türkiye ve Türk Dünyası son zamanlarda yaşadığı sosyal, siyasal ve ekonomik buhranların yanı sıra, geçtiğimiz haftalar içinde üç değerli insanı kaybetmenin üzüntüsünü yaşamaktadır.

Türk Sanat Müziğimizin unutulmaz bestekârı Avni Anıl, hepimizin şarkısını yürekten duyarak söylediği “Türkiyem” şiirinin şairi, yazar ve düşünür, Türkiye sevdalısı dava arkadaşımız ve mümtaz insan Dilaver Cebeci ile Türk Dünyasının büyük yazarı, Kırgız kardeşlerimizin övünç kaynağı Cengiz Aytmatov vefat etmiştir.

Bu vesile ile Türk kültür ve düşünce hayatına yaptıkları büyük katkılar nedeniyle merhum yazar ve sanatkârlarımıza Cenab-ı Allah’tan rahmet, aziz milletimize baş sağlığı diliyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Yüksek öğrenim görecek adayları belirleyecek olan Öğrenci Seçme Sınavı geçtiğimiz Pazar günü yapılmıştır. Bu sınava birbuçuk milyonu aşkın evladımız katılmıştır.

Uzun ve masraflı bir özel dershane sıkıntısından sonra üniversite giriş sınavına katılan gençlerimiz, bu maratonun ilk aşamasını tamamlamışlardır.

2008-2009 öğretim yılında üniversite kontenjanları 42 bin düzeyinde arttırılmış olmasına rağmen bu yıl da bir milyona yakın gencimiz Üniversiteye girme imkanından mahrum kalacaktır.

Bu durum, Türkiye’nin kanayan bir yarasıdır.

Bildiğiniz gibi, bir ülkenin beyin gücünü oluşturacak nesillerin eşit ve adil şartlarda yetiştirilmesi ve bilimsel rekabet ortamında en iyilerinin seçilmesi doğru ve makul olan bir yaklaşımdır. Buna kimsenin itirazının olması elbette düşünülemez.

Ancak bugünkü şekliyle yüksek öğretim kurumlarına seçim için yapılan sınavın yakın gelecekte devamının en azından fiziksel imkânlarla mümkün olmayacağı bir noktaya dayanmış bulunuyoruz.

Yalnızca bu yıl, eğitimde süre değişikliği nedeniyle sayıları azalmış olan adaylara rağmen, katılımın bir buçuk milyonu aşmış olduğu, sınavın 5 bin 200 binada, 81 bin 138 salonda ve binlerce gözlemcinin huzurunda yapıldığı düşünülürse, bu yükü ülkemizin daha fazla kaldırması söz konusu olmayacaktır.

Yıllarca süren bir eğitimin sonucunu yalnızca üç saat süren sınava bağlamak ise eğitimin anlamına da hedefine de uygun bir yaklaşım değildir.

Türkiye bu soruna mutlaka el atmak ve bir çözüm bulmak mecburiyetindedir.

Sayın Başbakan’ın bir konuşmasında, bu sınav sistemine ve bu sistemin yarattığı dershane kültürüne olan eleştirilerini ilk bakışta haklı bulmak mümkündür.

Bu konuda, taşları tamamen devirmeden ve sistemi bir kaosa sürüklemeden yapılacak kapsamlı ve planlı bir değişim ve dönüşüm sürecine Milliyetçi Hareket Partisi, muhalefet olarak destek vermeye hazırdır.

Ancak burada tuhaf olan durum, Sayın Başbakan’ın iktidarı ile geçen yıllarda, tam altı sınavın yapılmış olması ve kendisinin bu gerçeği altıncısında hatırlamış bulunmasıdır.

Altı yıldır tek başına iktidar olan AKP, kapsamlı bir eğitim reformunu gündemine almamış, bu mağduriyeti giderecek hiçbir somut adım atmamıştır.

Başbakan Erdoğan bunları kamuoyu ile paylaşmadan önce, dershane destekli eğitimden, dershane temelli bir eğitime kayışın nedenlerini, Milli Eğitim Bakanı’ndan sormalı ve sorunun sorumluluğunu öncelikle kendi icraatında aramalıdır.

Altı yıla yakın bir süredir Başbakanlık koltuğunda oturan bir siyasetçinin, bu durumun garabet olduğunu söylemesi, başlı başına bir garabettir.

Başbakan Erdoğan, değiştirmek durumunda olduğu sistemi sadece şikayet etmekte ve hükümet makamını yakınma kapısı haline getirmektedir.

Milliyetçi Hareket Partisi, yüksek öğrenime öğrenci kazandırma ve yetiştirme konusunu yalnızca bir sınav ve dershane sorunu olarak değil, başlı başına bir ülkenin kalkınma dinamiği ve insan kazanma sistemi olarak yorumlamaktadır.

Geçtiğimiz on yıllar içerisinde üniversite sınav sisteminin yanlışlarından beslenen ve büyüyen bir “üniversiteye hazırlık sektörünün” varlığı her ailenin yaşadığı ve bildiği bir gerçektir.

Bunları kaldırmakla tehdit etmek veya bir sınav ertesinde veli ve öğrencilerin gönlünü hoş tutmak için kaldırmayı teklif etmek ucuz bir siyasi yaklaşım olacaktır.

Bu konuda sadece dershanelerin kapatılmasıyla sınırlı olmayacak, Üniversite giriş sınavını da kaldıracak köklü ve kapsamlı bir eğitim reformu kaçınılmazdır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki somut projesi, son Seçim Beyannamemizde ayrıntılı olarak ortaya konulmuştur.

Dershanelerin özel okullara dönüşmesinin teşvik edilmesini, üniversiteleri giriş sınavının kaldırılması ve orta öğretimin, sınavsız üniversite sistemine geçişi sağlayan bir yapıya kavuşturulmasını öngören kapsamlı reform projemizin esaslarını bu vesileyle hatırlatmak isterim.

Milliyetçi Hareket’in iktidarında;

- Sınav sistemleri örgün eğitim programlarına paralel hale getirilecek, dershanelerin, ilk ve orta öğretim kurumlarının işlevlerini üstlenmesini önlenecek, vatandaşların bu yöndeki mağduriyetleri giderilecektir. Dershanelerin özel okullara dönüşmesi teşvik edilecektir.

- Orta öğretim, program türünü esas alan, yatay ve dikey geçişlere imkan veren, çağdaş bir rehberlik ve yönlendirme hizmetiyle sınavsız üniversite sistemine etkin geçiş sağlayan yapıya kavuşturulacaktır.

- Üniversite giriş sınavı kaldırılacak, bunun yerine ilköğretim ve orta öğretimde etkili bir yönlendirmeye bağlı olarak, uygulanacak müfredat ile orta öğretim başarısını ve orta öğretim sonunda yapılacak “Olgunlaşma sınavını” esas alan ve fırsat eşitliğini gözeten üniversiteye geçiş sistemi uygulamaya konulacaktır.

Bu yolla, hayatlarını bu sektörden kazanan yüzbinlerce eğitim kadrosunun da mağdur olması önlenecek ve birikimlerinden Milli Eğitim Sistemi içerisinde yararlanmak mümkün hale gelecektir.

Bugün, bu tekliflerimizin haklılığı bir kez daha ortaya çıkmıştır. Bu önerilerimiz doğrultusunda yapılacak girişimlere ve tekliflere hazırlıklı ve açık olduğumuzu duyurmak istiyorum.

Huzurunuzda, sınava giren bütün geçlerimize başarılar diliyor, sonuçların kendileri ve aileleri başta olmak üzere, aziz milletimizin geleceğinde hayırlı sonuçlar ortaya çıkarmasını temenni ediyorum.

Muhterem Arkadaşlarım,

Bugün Türkiye kırılgan siyasal bir fay hattının üzerinde, çok cepheli ve çetin bir iktidar mücadelesinin içinde kıvranmakta ve hırpalanmaktadır.

İktidar partisinin sorumsuz ve seviyesiz uygulamalarıyla siyaset bir kör düğüşü halini almış, bu kaosa ana muhalefetin de katılımıyla keskin bir toplumsal kutuplaşma maalesef uzlaşma ve işbirliğini kilitlemiştir.

Her anlamda husumet ve kinin istikametinde yorulan ülkemizin bugünü ve yarını gerçek anlamda kaygı verici bir hale gelmiştir.

Rakip siyasi fikirlerin, farklı sosyal isteklerin, rekabet eden ihtiyaçların ve çatışan çıkarların karmaşıklığı altında toplum ve devlet hayatı işlevini kaybetmiş, tam anlamıyla bunalım hali hâkim olmuştur.

Bugün siyasetin; kuralların yapılmasına, korunmasına ve değiştirilmesine yönelik yolları tıkanmıştır.

Bu itibarla milletimiz bir çözümsüzlük girdabına mahkûm edilmiş, değerler üzerinden insafsızca ayrıştırılmıştır.

Başbakan Erdoğan ve yandaşları kişisel ihtiraslarını millete hizmet iddiasıyla ve ideolojik önyargılarla örtmenin kurnazlığıyla milletimizi aldatmış ve oyalamıştır.

Kamu görevlilerinin özel hayatlarının ifşa edildiği, özel anlamlar çıkartılarak kuşkuların hâkim kılınmak istendiği bir ortamda en çok ihtiyacımız olan karşılıklı güven de yok olmak üzeredir.

İnsanların izlenerek bunlardan komplolar çıkartılmaya çalışılması toplumun her kesimini derin bir güven bunalımının içine itmektedir.

Artık Türkiye, tek başına iktidar iddiasındaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yönetim ve kontrolünden tamamen çıkmış, karalayıcı kampanya sahipleri ile karanlık odaklar Türkiye gündemini belirlemeye başlamıştır.

Başbakan Erdoğan’ın “Ankara’daki karanlık senaryolarda biz yokuz” açıklaması, ülke yönetiminden sorumlu bir hükümetin sürüklendiği çaresizliğin ilk ağızdan itirafıdır.

Bu sözler hükümetin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, hükümetin gelişmelerden habersiz olacağı anlamına da gelmeyecektir.

Sayın Başbakan; varlığını ikrar ettiği karanlık senaryoların önlenmesi için hükümetinin ne yaptığını ve hangi tedbirleri aldığını açıklamak zorundadır.

Anlaşılan odur ki, kurumlarla kavgalı, milletle mesafeli, milli değerle tartışmalı olan siyasi otorite, kaybetmeye başladığı iktidar olma niteliğini skandallar ve komplolar üzerinden siyaset yaparak sürdürme çabasındadır.

Bu anlayış, siyaseti çözüm ve değer üretemez bir noktaya sıkıştırmıştır.

Başbakan Erdoğan, karanlık komplo teorileri arasında “taraf değiliz” diyerek sebebi olduğu kaostan sıyrılmaya çalışacağına, girdiği çıkmaz sokağın kılavuzluğunu sabık siyasi anlayışında, kusurlu hükümet etme tavrında aramalıdır.

Ancak gelişmeler bu yönde bir umut olmadığını göstermektedir. Siyasi iktidarın başrolü oynadığı bu itişmenin ve çekişmenin ağır sonuçlarının devletin her kurumunu ve toplumun her kesimini derinden etkileyeceği şimdiden belli olmuştur.

AKP iktidarı, giderek kaybetmeye başladığı meşruiyetinin bedelini, yükselen faiz, artan enflasyon ve kronikleşen yoksulluk olarak, açlıkla boğuşan vatandaşlarımıza ödetmeye hazırlanmaktadır.

Başka yerlerde ve mecralarda sorumlu aramaya gerek yoktur.

Bu ortamda bile “Türkiye’yi bir kaostan çıkardık, emniyete kavuşturduk, güven ve istikrarı yakaladık.” diyebilecek kadar sağduyusunu kaybeden Başbakan Erdoğan, bugün yaşadığımız siyasi, ekonomik, toplumsal darboğazın öncelikli sorumlusu ve sebebidir.

Sayın Başbakan da artık bu gerçeğin farkına varmış, partisinde muhtemel bir çözülmeyi durdurmak için işi artık tehdit boyutlarına vardırmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın yanlış makas değiştirerek, yanlış yöne yol verdiği partisini terke hazırlananlara yönelik “Trenden inen bir daha binemez” uyarısı, kendi siyasi çizgisindeki “aktarmalı” yolculuğun dramatik bir tekrarına işaret etmektedir.

Dün, devrilen treni terk ederek siyasete başlayanlar, bugün kendi devirdikleri trenden kaçmak isteyenleri engellemek için yol ve yöntemler aramaya başlamışlardır.

Değerli Arkadaşlarım,

İktidar partisine mensup milletvekillerine kadar yansıyan umutsuzluk hali partilerinin kapatılacağına dair beklentileri arttırmış görünmektedir. Bunun yansıması olarak Adalet ve Kalkınma Partisi kolektif karar alma ve onları uygulayabilme özelliğini kaybetmek üzeredir.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kapatılma davası sonuçlanana kadar Meclisi tatile çıkarmama yönündeki girişimi bu panik halinin açık bir işareti olmuştur.

Başbakan Erdoğan, bu yaklaşımı ile milletvekillerine olan güvenini tamamen kaybettiğini ortaya koymakta ve ara istasyonlarda ineceklere engel olmak için treni tam hızla sürmeye çalışmaktadır.

Sayın Başbakan’ın yaklaşımına göre ise seyir halindeki AKP treninden atlayacak olanların akıbetlerinden ise kendileri sorumlu olacaktır.

Kapatılma davası sonuçlanana kadar meclisin tatile çıkarılmaması yönündeki AKP girişimi bir seçim hazırlığı olarak da yorumlanmalıdır.

Milliyetçi Hareket olarak, siyasi geçmişimizde millete gitmekten, siyasi rakiplerimizle sandıkta hesaplaşmaktan hiç bir zaman kaçmadığımız bilinen bir gerçektir.

Bundan sonra da aynı tutumumuzu koruyacağımızı ve elbette ki bunu milletimizin önünü açan bir demokratik fırsat olarak göreceğimizi bu vesileyle hatırlatmak isterim.

Ancak, henüz üzerinden bir yıl bile geçmeden tekrarlanması halinde yapılacak bir seçimin siyaseten ülkemize ne kazandıracağını veya neleri kaybettireceğinin tahlili mutlaka iyi yapılmalıdır.

Bununla birlikte, birkaç ay sonrasındaki akıbeti bile belirsiz olan bir hükümetin ülkeyi yönetebilmesi, bürokrasiyi işletebilmesi, uluslararası ilişkileri sürdürmesinin ne kadar mümkün olacağı da ayrıca analiz edilmelidir.

Meşruiyeti mahkeme tarafından, kalıcılığı siyaset açısından sorgulanan bir hükümetin alacağı kararların isabeti ve geçerliliği de başka bir tartışma konusu olacaktır.

Bu derece ağır bir siyasi krizin toplumsal izdüşümünde; yasama işlevinin anlamsız, yürütmenin felç, yargının ise adil ve güvenilir olmaktan çıkacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur.

Ve maalesef, bu marazi halin, ağır faturasını, daha çok açlık, daha fazla yoksulluk olarak aziz milletimiz ödemek zorunda kalacaktır.

İçinden sıyrılmaya çalıştığı gerginliklerin bir numaralı aktörü olan Başbakan Erdoğan ise sonu gelmez tartışmaların ve karanlık senaryoların içinde; sanal tehditlerin ortasında öncelikle kendisini kurtarmanın yollarını aramaktadır.

 “Bizim, gayemiz her zaman milletimizin gelirini, ülkemizin itibarını artırmak oldu.” diyen Başbakan’ın “velev ki” bu niyeti doğru bile olsa, buna ne kadar ulaşabilmiş, vatandaşımıza ne kazandırmıştır?

“Gölgelerin üstüne geldiği en sıkışık, en zor zamanlarda güneşin doğuşuna binlerce kez şahit olduğu”nu söyleyen Sayın Başbakan, milletimize doğan güneşi sığ ve istismarcı siyaseti ile gölgelediğini ne zaman görecektir?

Muhterem Milletvekilleri,

Bu zincirleme etkilerin ağır tahribatının demokratik rejime tehdit boyutlarına ulaşmasının önlenmesinde iktidar ve muhalefetiyle herkesin hassasiyet göstermesi, siyaset kurumunun ortak sorumluluğu olarak görülmelidir.

- Ana muhalefet partisi bu sorumluluktan muaf olmadığı gibi bu konuda imtiyazlı bir konumda da değildir.

- Ana muhalefetin krizden çıkış sürecine yapıcı bir katkıda bulunması ve bu konuda üzerine düşen görevi, siyasi hesapların yanıltıcı cazibesine kapılmadan yerine getirmesi, demokratik rejime bağlılığının vazgeçilmez bir gereği olarak görülmelidir.

- Herkesle küs ve kavgalı olmak, bütün diyalog kapılarını kapatmak, bu yöndeki çabaları tartışmadan ve düşünmeden elinin tersiyle itmek, sorumlu muhalefet anlayışı ve demokrasi inancıyla bağdaştırılamayacaktır.

- Krizi körüklemenin ve bundan siyasi kazanç sağlamak hesaplarının, basiretli ve dürüst siyaset anlayışına sığmayan bir gaflet olacağı da kabul edilmelidir.

  • Milliyetçi Hareket Partisi’nin normalleşme sürecinin önünü açmak için gündeme getirdiği düşünceler karşısında, bizim önce demokrasi ve rejimi düşünmemiz gerektiğini söyleyen ana muhalefet liderinin mantığını ve tutumunu anlamak bu bakımdan kolay olmamaktadır.

- MHP’nin rejimi ve demokrasiyi korumak için dile getirdiği görüşleri, bunların muhatabı olan AKP’nin reddetmesi anlaşılır bir durumdur.

- Ancak, bunlara demokrasi ve rejim adına ana muhalefet tarafından da karşı çıkılmasının ve MHP’ye haksız ithamlarda bulunulmasının anlaşılabilir ve kabul edilebilir bir durum olmadığı ortadadır.

  • Türkiye’yi germek, bunu siyasi ranta dönüştürmek kimseye kalıcı ve muteber bir kazanç sağlamayacak, böyle bir kazancın da kimseye yararı olmayacaktır.
  • Bugünkü krizin iki mimarı olan AKP ve CHP’nin çatışma ve kavga üzerine kurulmuş gerginlik stratejilerini gözden geçirmeleri ve rejim ve demokrasi ortak paydası üzerinde buluşacakları bir diyalog sürecini başlatmaları Türkiye’nin hayrınadır.

Böyle bir yumuşama ortamının estireceği “bahar havası” gerilen siyasetin ve ağırlaşan krizin normalleşme sürecine sokulması için büyük önem taşımaktadır.

- Demokrasinin, bugünkü kriz ortamında rayından çıkmaması, ara rejim heveslilerinin bu yöndeki çabalarının boşa çıkarılması, rejimin geleceği açısından hepimiz için bir demokrasi sınavı olacaktır.

  • Türk milleti ana muhalefet partisinin de bu sınavdan nasıl çıkacağını büyük bir dikkatle izlemektedir.

- Aziz milletimizin bu konuda bir hayal kırıklığı yaşamaması en büyük temennimizdir.

Demokrasinin enkazı üzerinden siyasi ikbal hesabı yapmak, kimseye şeref ve itibar kazandırmayacaktır.

Değerli Milletvekilleri,

Konuşmamın bu bölümünde özellikle çalışanlarımızın ve emeklilerimizin katlanılamaz hale gelen geçim sorunları hakkındaki görüş ve düşüncelerimi huzurlarınızda sizlerle ve aziz milletimizle paylaşmak istiyorum.

Her alanda olduğu gibi geçim kaygıları derinleşmekte, sorunları her geçen gün büyüyerek gündelik hayatın devamını imkânsız hale getirmektedir.

Gelir dağılımındaki bozukluk ve adaletsizliğin neden olduğu çaresizlik ve gerilim endişe verici seviyelere ulaşmıştır.

Nüfusumuzun, toplam gelirden en az payı alan yüzde 20’lik bölümüyle, en çok payı alan yüzde 20’lik grubu arasındaki gelir uçurumu maalesef sekiz kata çıkmıştır.

AKP hükümetinin beş buçuk yıllık idaresinin getirdiği bugünkü tablonun sonucu, resmi rakamlarla bile 13 milyona yaklaşan yoksul ve 600 bine ulaşan aç insandır.

Bir yanda yabancı sermayedara özel itibar gösteren ve kefil olan, öte yanda dar gelirliyi küçümseyen, hakir gören Başbakan Erdoğan’ın yönetiminde, artık çalışanlar yoksulluk ve açlık sınırında yaşamaya başlamışlardır.

Kamuoyuna yansıyan son verilere göre, asgari ücretin brüt 630 YTL olduğu, memurlarımızın ortalama 850 YTL aldığı ülkemizde, yoksulluk sınırı 1300 YTL’ye yaklaşmıştır.

Açlık sınırının da 1000 YTL’ye yaklaştığı düşünülürse, milyonlarca dar gelirli, memur, işçi, emeklinin açlık tehlikesi ile yüz yüze bir yaşam mücadelesi verdiği görülebilecektir.

Zorunlu tüketim harcamalarındaki artışlar memur maaşlarını aşmış ve yılın ilk 5 aylık döneminde 344 bin memur daha açlık sınırının altına düşmüştür.

Hesaplamalara göre dört kişilik çekirdek bir ailenin asgari geçimini sağlaması için gerekli miktar aylık 2500 YTL’yi geçmiştir.

Bugün etrafımızda bu rakama hiçbir zaman ulaşmadığını ve ulaşamayacağını bildiğimiz milyonlarca ailenin varlığı düşünülürse, vatandaşlarımızın ve özellikle sabit gelirlilerin nasıl bir mağduriyet içinde çırpındığı daha iyi anlaşılabilecektir.

Dört kişilik bir memur ve işçi ailesinin;

- Asgari bir hayat sürdürmek amacıyla ihtiyacı olan gıda maddelerini karşılamak için ayda yaklaşık 600 YTL’ye,

Barınma ve iskân için özellikle büyük kentlerde vasat konutlarda 500 YTL’ye,

Eğitim, giyim ve ulaşım için ise ayda yaklaşık 300 YTL’ye ihtiyaç duyacağına göre, eline geçen para ile insanca bir hayatı sürdürmesini beklemek, ancak AKP zihniyetinin aldatması ile mümkün olabilecektir.

Endişe verici bir durum olarak bugün açlık sınırının altında olan memur sayısı 1 milyon 37 bin 343’e ulaşmıştır.

Daha 2007 yılının Aralık ayında memurların yüzde 28,4’ü açlık sınırının altında maaş alırken, şimdi memurların yüzde 42,5’i açlık sınırında yaşamaya başlamıştır.

Yalnızca gıda için ihtiyaç duyulan harcama bedelinin bile bir memurun veya işçinin maaşının yarısını cebinden götürdüğü dikkate alındığında sabit ve dar gelirlinin vahim durumu bütün berraklığı ile ortaya çıkacaktır.

Bugün memurlarımızın ve işçilerimizin önemli bir bölümü o denli yoksuldur ki aldıkları maaşın yarısı ancak karınlarını doyurmaktadır.

Artan gıda fiyatları ve kira, yoksul çalışanlarımızın harcamalarının neredeyse yüzde 90’nına ulaşmış, son aylarda yükselen enflasyon zorunlu giderleri katmerleştirmiştir.

Kimimizin kardeşi, kimimin akrabası, kimimizin babası olan bu milyonların, iktidar zihniyeti tarafından hala görmezden gelinmesi ise tam anlamıyla siyasi bir gaflet örneğidir.

Bilindiği üzere beklenen enflasyon üzerinden verilen memur maaşlarına yapılan zam oranı, hükümetin bir türlü artışını durduramadığı enflasyon nedeniyle yetersiz kalmış ve çalışanlar aleyhine bir durum doğmuştur.

Artan enflasyon nedeniyle Şubat ayından itibaren, maaşların azalması telafi edilmediği takdirde, reel olarak vatandaşlarımızın zaten düşük olan satın alma güçleri ciddi oranda zayıflayacaktır.

Yılbaşından itibaren yüzde 2 zam yapılan memur maaşlarına yılın ilk altı ayında oluşan enflasyondan kaynaklı farkın, Temmuzda ek zam olarak maaşlara yansıtılacağı ilgili bakan tarafından açıklanmıştır.

Buna rağmen konuşulan ve muhtemel zam oranının bizce tatmin edici olması söz konusu değildir.

Nitekim Mayıs ayı rakamlarının açıklanmasıyla birlikte, iki haneye ulaşan enflasyon ile çalışanlarımızın, emeklilerimizin gelirlerindeki erime had safhaya ulaşmıştır.

Yılın ilk 5 ayında enflasyon %6,38 oranında gerçekleşmiş ve yıllık hedeften şimdiden %60 oranında uzaklaşılmıştır.

Yıllık enflasyonun %10,74'e yükseldiği, ayrıca iç ve dış gelişmelerin 2008 yılı enflasyonunu daha da artıracağı tahmin edilmektedir.

Hükümet, Merkez Bankasıyla birlikte; 2009, 2010 ve 2011 yıllarına ait enflasyon hedeflerini yukarı yönlü revize ederken, 2008 yılı enflasyon hedefini değiştirmemiştir. AKP’nin; çalışanlara vereceği enflasyon farkını düşük tutmak için 2008 yılı enflasyon hedefini hala %4 olarak ısrarla sürdürdüğü anlaşılmaktadır.

Bu durum, yetersiz beslenen, giyinen, barınan bütün çalışanlarımızın ve emeklilerimizin, yükselen enflasyon altında bir kez daha ezilmesine ve yoksulluğun her geçen sene artarak kronikleşmesine yol açacaktır.

Etin, sütün unutulduğu sofralarımızda; temel gıda maddeleri olan hububat ve bakliyattaki artışlarla birlikte artık dayanılmaz bir noktaya gelen feryatlar, şimdi kendilerini işitecek kulak, görecek göz, cevap verecek yetkili ağız aramaktadır.

Kendi siyasi geleceğinin kaygısına düşmüş AKP’nin ise bu çağrıları ve bu çığlıkları işitecek durumu da yoktur, niyeti de bulunmamaktadır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Çalışan memur ve işçimizin vahim durumu mutlaka hepimize bir fikir vermiştir. Çalışanından çok daha az maaş alan emeklinin durumunu ise sizlere izah etmenin ne derece utanç verici olduğunu belirtmek istiyorum.

Yıllarca bir yanda geçimini sağlamak, diğer yanda memleket hizmetine katkı vermek için ömür tüketmiş emeklilerimizin durumlarını, medyaya kadar yansıyan maaş sıralarında, ucuz ekmek almak için sabahın erken saatlerinde girilen kuyruklarda, toplu taşıma ücreti vermemek için yürünen uzun yollarda görmek mümkündür.

2002 yılında 5 milyon 888 bin 418 olan emekli sayısı, yüzde 42,8 artışla 2008 yılında 8 milyon 410 bin 766 kişiye ulaşmıştır. Bu durum, her dokuz kişiden birinin emekli olarak hayatını devam ettirdiğini göstermektedir.

Hayat pahalılığının bu denli arttığı bir zamanda; milyonlarca emeklimizin en temel ihtiyaçlarını nasıl karşılayacağını, ele güne muhtaç olmadan huzur içinde bir hayatı nasıl tamamlayacağını Başbakan Erdoğan ve hükümeti açıklamak zorundadır.

Zaten çalışırken de yetmeyen kazançlarının yanı sıra bir türlü mal sahibi olamadıkları konut ihtiyaçları da düşünülürse, birçok emeklimiz umutsuz ve mutsuz bir halde; hayatının geri kalanında ek bir iş bulmanın mücadelesini vermektedir.

Kabul edilebilir bir yaşam standardından tamamen uzak olan emekli vatandaşlarımızın mutfaklarındaki tencere kaynamamakta, sofralarındaki ekmek her geçen gün azalmaktadır.

Yeri gelmişken bir hususun altını çizmek istiyorum: Bilindiği üzere, 1 milyon 216 bin 350 yaşlı ve engelli vatandaşlarımıza Ziraat Bankası aracılığıyla aylıkları ödenirken, Haziran ayı itibariyle artık bu ödemeler PTT Bank şubeleri aracılığıyla gerçekleşmeye başlamıştır.

Bu bizim açımızdan olumlu bir gelişmedir. Beklentimiz bundan sonra; 70 yaş üzerinde bulunan ve özrü yüzde 70'in üzerinde olan vatandaşlarımızın ikametlerinde maaş almalarının sağlanmasıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi olarak bu konunun takipçisi olacağımızı bu vesileyle ifade etmek istiyorum.

Muhterem milletvekilleri,

Memurlarımızın mağduriyetine neden olan bir başka konu ise yaşanan AKP kadrolaşmasının bürokrasi üzerindeki tahribatı ile çalışanlarımızın üzerindeki ağır baskısıdır.

Hükümet olmayı devleti ele geçirme olarak görme alışkanlığından bir türlü kurtulamayan AKP zihniyeti, ilk iktidar yıllarından bugüne kadar yoğun bir kadrolaşma ile yandaşlarına devlet imkânlarını peşkeş çekmeyi pişkince sürdürmüştür.

2002 yılından bu tarafa; hiçbir etik kaygı duyulmadan sürdürülen kadrolaşmanın sonucunda, bir yandan niteliksiz şahıslar devlet kadrolarına doldurulmuştur.

Diğer taraftan ise siyasi görüşleri uymadığı zannıyla ve haksız gerekçelerle binlerce memur ve bürokrat yerinden ve görevinden uzaklaştırılmıştır.

Yasal yollara başvuranlar ise yine yasal ve meşru kılıflar arasında istifaya zorlanmış ya da zor şartlara katlanmaya mecbur edilmiştir.

AKP ile geçen beş buçuk yıllık dönem, başka kötü nam ve eserlerinin yanı sıra mutlaka memur kıyımlarının çığ gibi büyüdüğü, haksızlığın siyaset eliyle yapıldığı bir dönem olarak anılacak ve milletimiz tarafından asla affedilmeyecektir.

Özellikle görevinden alınanların, milliyetçi fikirlere sahip kişiler olması; AKP zihniyetinin siyasi DNA’sı hakkındaki yaklaşımları doğrular niteliktedir.

Fütursuzca ve insanlık dışı yürütülen baskı ve dayatmalar sonucunda mağdur edilen binlerce memurun bu dönem kadar haksızlığa uğradığı başka bir zamana rastlanmamıştır.

Bir kez daha ve tekraren, buradan söylemek isterim ki:

- AKP iktidarının bitmeyeceği ve geçmeyeceği yönünde yanlış hesap yapanlar,

- Türk milletine mensubiyetten onur duyan milliyetçileri hafife alanlar,

Aziz milletimizin vermiş olduğu yetkiyi yanlış yorumlayıp gemi azıya alan ve bizden sizden ayrımı yaparak, kendi dışındakilere eziyet eden siyasi ve bürokratlar,

Unutmayınız ki; Milliyetçi Hareket bütün bunları not etmiştir.

Bugünden itibaren yanlıştan dönünüz ve yaptıklarınızın hesabını vermek için hazır olunuz.

AKP’li yandaşların; vatanını ve milletini seven namuslu çalışanlarımıza reva gördükleri uygulamaların bedelini ödeyeceklerini kararlılıkla ifade ediyorum.

Milliyetçi Hareket konunun takipçisi olacak, memur ve bürokrat kıyımı, yapanların yanına asla kâr kalmayacaktır.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Konuşmama, Türk Milli Futbol Takımımızın hepimizi sevindiren başarısını dile getirerek son vermek istiyorum.

Galibiyete inanmış, birbirine kenetlenmiş millilerimizin bu zaferi, zor günler geçirdiğimiz şu günlerde ihtiyacımız olan mutluluğu bize yaşatmıştır.

Başarılarının devamını diliyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı