Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin, “Demokrasi ve Özgürlükler Adası”nın açılışında yapmış oldukları konuşma. 27 Mayıs 2020
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
“Demokrasi ve Özgürlükler Adası”nın açılışında yapmış oldukları konuşma.
27 Mayıs 2020

 

 

 

 





Sayın Cumhurbaşkanım,

Muhterem Misafirler,

Yakın siyasi tarihimizin sisli, bir o kadar da sancılı döneminin 60.yıldönümünde, üzücü hatıraları bir nebze de olsa tamir ve telafi eden anlamlı bir açılışa şahit olmaktan bahtiyarım.

Bu vesileyle sizleri hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurdumun her güzel insanına en iyi dileklerimi sunuyorum.

Yassıada yalnızca denizin ortasında sivrilen bir kara parçasının adı değildir.

Burası aynı zamanda milli hafızalara kazınmış alacakaranlık bir devrin, hukuk kisvesiyle demokrasiyle vurulan paslı zincirlerin simgeleşmiş yeridir.

Zamanın hisarlarını bir mızrak gibi delerek günümüze kadar uzanan hak ve hukuk ihlalleri yıllar içinde milli gönüllere bir kor gibi nüfuz etmiştir.

Bu sarih ve sarsıcı gerçek hepimizin münhasıran benimsediği tarihsel bir vakıa olarak hafıza kayıtlarına işlenmiştir.

Yassıada’da hukuka deli gömleği giydirilmiştir.

Adaletin fişi çekilmiş, Türkiye’nin bir dönemi delik deşik edilmiştir.

Burada sadece 1950-1960 dönemi yargılanmamış, irade ve egemenliğin yegâne sahibi aziz milletimizin takdir ve tercihleri de hazin şekilde sorguya çekilmiştir.

Yassıada’nın menfi isminin değiştirilmesi, menfur izlerinin silinebilmesi maksadıyla 2013 yılında önemli bir adım atılmıştır.

O tarihte “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” ismi Yassıada’ya verilmiş, bu şekilde tarif ve takdim edilmeye başlanmıştır.

27 Mayıs’ın 60.yıldönümünde, Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nın resmi açılışıyla geçmişin kötü anıları geleceğin kutlu hedefleriyle berhava edilecektir.

İnancım ve ümidim budur.

Cepheleşerek sonuç alamayacağımız görülmelidir.

Çatışmanın ve çekişmenin sonu olmadığı bilinmelidir.

1950’li yıllara şerh düşen siyasi ve ideolojik kamplaşmalar, hatta kahveleri ve gönülleri bile ayıran katılaşmış önyargılar milli birlik ve dayanışma ruhumuza fazlasıyla zarar vermiştir.

Bu nedenle Türkiye sosyal ve ekonomik türbülansları müteakiben siyasal ve toplumsal çalkantılara kapılmış, hitamında darbe mekaniği harekete geçirilmiştir.

Arkası önü planlanıp projelendirilen demokrasi ve kanun dışı müdahaleler ülkemizin on yıllarını çalmış; huzur, barış ve güvenlik ortamında ağır hasarlar bırakmıştır.

Bizim kamplaşmaya değil kucaklaşmaya, husumete değil sükûnete, huşunete değil hoşgörüye, melanete değil merhamet ve mutabakata ihtiyacımız vardır.

Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nın bu ihtiyaca simgesel anlamda hizmet edeceği kanaat ve beklentimi özellikle vurgulamak istiyorum.

Sosyal barışa, siyasal uzlaşmaya, demokrasi kültürüne değerli katkılar yapacağını düşündüğüm bugünkü açılışa şahsımı davetinden dolayı da Sayın Cumhurbaşkanımıza teşekkür ediyorum.

Ada’nın yeniden imar ve inşasında emeği geçen herkesi tebrik ediyorum.

Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nın bir ibret levhası, bir irade lehdarı, bir iffet limanı halinde yarınlarımıza ışık tutmasını yürekten diliyorum.

 

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Misafirler,

Demokrasi pek çok tanımının yanında, tahammül sistemi, sabır ve saygı rejimidir.

Sebebi ne olursa olsun, şartlar nasıl tezahür ederse etsin, milletin verdiği yetkiyi tekrardan alacak yine milletin ta kendisidir.

Beğensek de beğenmesek de, sevsek de sevmesek de, sandıktan çıkan sonuç; zorla, baskıyla, silah yoluyla, gayri meşru araçlarla tahrip ve tasfiye edilirse acıklı olaylar zincirleme halinde yeşerip yaygınlaşacaktır.

Türkiye’nin son 60 yılında bu çarpıklığın pek çok misali vardır.

Söz, düşünce ve fikirlerin ahlaki ve hukuki bir nizam içinde rekabeti yerine; zulüm ve zorbalığın öne çıkması, bu çerçevede iç ve dış mihrakların teşekkül eden yıkım kervanına dahil olması tek kelimeyle felakettir.

1940’lı yıllara hakim olan dayatmacı anlayış, sonraki yıllarda çelişki içinde bocalayarak yanlışı ve yozlaşmayı savunacak gerekçeleri ikmal ve imal etmiştir.

Türkiye’yi dar ölçekli bir kaymak tabaka, bir avuç seçkinci zümre, elit ve küçük bir azınlık değil de milletin özbeöz evlatları yönettikçe, çevreden merkeze sosyolojik akınlar düzenlendikçe menhus çıkar ve güç merkezleri elbet rahatsız olmuşlardır. 

Bereketli tepelerimizde koyun otlatan bir çobanımızla, üniversitede ders veren bir hocamızın, fabrikasının bacasını tüttüren bir işadamımızın oyu da, iradesi de birdir, aynıdır.

Eşit, gizli, genel oy ilkesi demokrasinin can damarıdır.

Bundan taviz imhaya ve iflasa açık onaydır.

Akademik ve siyasi hayatta mühim bir yeri olan merhum Prof.Dr. Rıfkı Salim Burçak; 1950-1960 arasını anlattığı “On Yılın Anıları” isimli eserinde şu tespiti yapmıştı:

“Ne şekilde tecelli ederse etsin bu yüce milletin iradesine saygılı olmadıkça bu ülkede istikrarlı bir demokrasi kuramaz ve medeni milletler topluluğun eşit haklara sahip bir üyesi durumuna gelemeyiz.”

Sandık demokrasinin namusu olmakla birlikte, milletin egemenlik temini, kutlu iradesinin tevzi vasıtasıdır.

Eğer bireysel hak ve özgürlüklerin evrensel bir insan hakkı, demokrasinin ana direği olduğu benimseniyorsa, o halde sandıktan çıkacak sonuca riayet ve hürmet de herkes için ikamesi ve ihmali olmayan bir görev halini alacaktır.

Millet iradesine çevrilmiş silahlar demokrasinin inkar ve infaz hükmüdür.

Kurmaca mahkemeler, devri sabık yaratma çabaları, cuntacı eğilimler, darbeci emeller on yıllar boyunca hem demokrasiyi kötürüm bırakmış, hem de özgürlükleri sekteye uğratmıştır.

Yassıada mahkemelerini kuranlar bir devri değil, demokrasi ve özgürlükleri sanık sandalyesine oturtmuşlardır.

Maalesef demokrasi tarihimiz aynı zamanda darbeler tarihidir, bunun yankıları ve bugüne kadar uzanan yansımaları siyasi ve toplumsal hayatımıza düğüm üstüne düğüm atmıştır.

Hala darbeye umut bağlayanların mevcudiyeti ise tedavisi olmayan hıyanet virüsüne delalettir.

Tarihi yürüyüşümüzün kesintiye uğramasının başlıca nedenlerinin arasında silahlı müdahaleler, ara rejim özlemleri, milli irade alerjileri bulunmaktadır.

Her darbenin, her muhtıranın, her demokrasi dışı arayışın iç ve dış lobileri, karanlık kulis bekçileri vardır ve bilinmektedir.

Merhum Koçi Bey, her yanlış kararın zulüm olduğunu söylemişti.

Darbe yanlış bir karardır ve zulümdür.

Darbelerin çizeceği bir gelecek rotası, belirleyeceği bir yol haritası, milletimizin hakkını, hukukunu ve haysiyetini savunacak bir tasavvur ve tahayyül ufku kesinlikle olamayacaktır.

Nitekim acı verici tecrübelerle bu durum teyit ve tevsik edilmiştir.

Yassıada yıllardır demokrasi ayıplarının, hukuk cinayetlerinin mihrakı unvanıyla anılmıştır.

Bu kötü sicilin temizlenmesi, geçmişle yüzleşme teşebbüsü önemli bir gelişmedir.

Demokrasi defalarca uçurumdan dönmüştür.

Aslında uçurumdan dönen Türkiye’dir.

Ancak darbecilerin bugüne kadar dikkate almadıkları bir gerçek varsa o da şudur: Ezemeyecekleri, yenemeyecekleri milletimizin bileği değil, soylu ve cesur yüreğidir.

Bu yürek oldukça, bu yüksek duruş varlığını korudukça hiçbir demokrasi düşmanı, hiçbir millet muhalifi tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi belini doğrultamayacak, başını kaldıramayacak, kaldırsa bile cezasını çekecektir.

Şimdiye kadar bizim inancımız ve ilkesel beyanımız hiç değişmemiştir: Demokrasi milliyetçiliğin ikiz kardeşidir.

Biri olmadan diğerinin varlığı hayaldir.

Sandık milli iradenin beşiği, demokrasinin muharrik ve müstesna gücüdür.

Aklından darbe geçiren, sandıkta bulamadığını sokaklarda ve silahların muhitinde arayan herkes kaybetmeye mahkum ve mecburdur.

Türk milletinin basiret ve dirayeti, bundan böyle hiçbir gayri meşru gayeye izin ve icazet vermeyecektir.

Merhum Sadri Maksudi Arsal diyor ki: “Kahraman yetiştirebilmek, milletler için çok değerli bir haslettir. Kahramanlar milletlerin hayata tutunmasının, bekasını emniyete almasının teminatıdır.”

Türk milleti, karamsarlığı itekleye itekleye, milli uyanışı dürte dürte iradesine sahip çıkmış; bin şükür kahramanlığın zirvesine çoktan tırmanmıştır.

Güvenlik-özgürlük dengesi sağlam kurulduktan, demokrasi kamburlarını attıktan, bir ve beraber olduktan sonra 21.yüzyıl Allah’ın izniyle Türk asrı olacaktır.

Demokrasi fantezi değil fazilet; özgürlük ise faraziye değil insan olmanın farikasıdır.

İbn-i Haldun efradını cami ağyarını mani bir tespitle, “Akıl sıhhatli bir ölçüdür” demişti.

Biz aklın üstüne, altına, yanına yöresine değil, meselelere bizatihi Türk aklıyla, milletin şahbaz aklıyla bakarız, sonuna kadar da bakmayı sürdüreceğiz.

Dünden ders alarak geleceğin muhteşem ve muazzez günlerine inanıyorum ki şartlara ve olaylara körü körüne boyun eğmeyen Cumhur İttifakı’yla ulaşılacaktır.

Bunun şeref payesi de bizzat cumhurun aziz varlığına ait olacaktır.

Geleceğin gücü Türkiye’dir, mazlumların haykıran sesi, kesilmeyen nefesi, teslim olmayan, olmayacak kuvveti büyük Türk milletidir.

Sayın Cumhurbaşkanım,

Değerli Misafirler,

Demokrasi ve Özgürlükler Adası’nın hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Aziz milletimize samimi ve safiyane hizmet eden, bugüne kadar taş üstüne taş koyan bütün devlet ve siyaset adamlarımızı hürmetle, ebediyete irtihal edenleri de rahmetle anıyorum.

Merhum Başbakan Adnan Menderes’e, Merhum Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’ya, Merhum Maliye Bakanı Hasan Polatkan’a Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle konuşmamı sonlandırırken hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.