Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 27 Ekim 2020
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, 
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
27 Ekim 2020

 

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Sayın Basın Mensupları,

Bu haftaki Grup Toplantımız vesilesiyle yapacağım konuşmaya geçmeden evvel müstesna heyetinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Aziz milletimin her güzel insanına, her vatandaşıma buradan selamlarımı gönderiyorum.

Gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan kardeşlerime şükranlarımı sunuyor, haklı mücadelelerinde başarılar diliyorum.

 Değerli dava arkadaşım, siyaset ve ilim hayatına silinmez izler bırakan Prof. Dr. Osman Durmuş'u kaybetmenin acısını yaşıyoruz.

Merhum kardeşim Osman Durmuş inanmış bir ülkücü, çalışkan bir hekim, başarılı bir siyasetçi, ahlaklı bir insan, mücadeleci bir devlet adamı, kısacası adam gibi adamdı.

 

 

Partimizin siyasi sorumluluk üstlendiği 57'inci Cumhuriyet Hükümeti'nde Sağlık Bakanı olarak görev almış; dirayeti, gayreti, tecrübesi, bilgi birikimi, samimiyeti ve cesaretiyle taraflı tarafsız herkesin takdirini toplamıştı.

O şimdi ebediyete irtihal etti.

Bir hilal gibi kayıp aramızdan ayrıldı.

Üzüntümüz büyüktür.

Türk milleti ve Milliyetçi-Ülkücü Hareket önemli bir ismini kaybetmiştir.

Merhum dava arkadaşım Prof. Dr. Osman Durmuş'a Cenab-ı Allah'tan rahmetler niyaz ediyor, ailesine, sevenlerine, camiamıza sabır ve metanet diliyorum.

Başımız sağolsun, mekânı cennet olsun.

Muhterem arkadaşlarım,

Tarih, beşeri tecrübenin verimli bir laboratuvarı, çağlar ve zamanlar arasında yapılan mukayeselerin ana yatağı, gelecek planlamalarının kilit taşıdır.

Sosyal olaylarla siyasal müesseselerin insan hayatını aşan bir geçmişleri vardır ve etkileyici gerçekleri varittir.

İnsanın ufuk derinliği kazanabilmesinin, hatta ufuk ötesini görebilmesinin kabiliyet ve kalitesi şahsi tecrübe sınırlarını aşıp daha geriye gitmesine bağlıdır.

Merhum Hocamız Prof. Dr. Erol Güngör’e kulak verirsek, bir şeyin izahını yapmak, her şeyden önce onun tarihine bakmak demektir.

Yine Güngör Hocamıza göre, milli devletler “Milli tarih şuuru” üzerine bina edilmiştir.

Tarih şuuru ise tarihin akışı hakkında belli bir görüş sahibi olmak, tarih olaylarını manalı bir bütün içindeki parçalar halinde görmektir.

Bu sayede arkamızda sonsuz bir geçmişin bulunduğunu, önümüzde de sonsuz bir geleceğin durduğunu kavrar, kararlarımızı buna müzahir tayin ve tespit ederiz.

Türk milliyetçileri olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna tutarlı ve tafsilatlı bir tarih şuuruyla bakıyor, bu şekilde yorumluyoruz.

Maziye önem vermemiz, özlem ve hürmet duymamız, bugüne yönelik bir memnuniyetsizlik hali veya bir mahrumiyet halsizliği olarak okunmamalıdır.

Tarihimizin haşmet ve görkemi her milletperver, her vatansever için gıpta edilecek bir gurur kaynağıdır.

Gerçekçi olmak lazım gelirse, biz saadet ve selameti geçmişimizin sayfalarında değil, onu her seviyede aşma başarısı ve becerisi göstermiş bir istikbal yükselişinde görüyoruz.

Ancak geçmiş bazen geleceği perdeleyecek kadar gözlerimizi kamaştırabilir, hatta gerçeklerden kopartabilir.

Bu durum bir hamaset çıkmazıdır.

Unutmayalım ki, zaman tünelinden geçip bugüne ulaşan, hatta karmaşıklaşıp yeni boyutlar kazanan her neviden sorunu dünün ilhamıyla, bugünün imkânlarıyla çözmekten başka seçeneğimiz yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarını şuurla idrak edemeyenler için yanlışa düşmek, çelişkide bocalamak, değişime ve gelişime direnç göstermek kaçınılmazdır.

Bizim tarih anlayışımız devri, coğrafya algımız dönemsel değildir.

Tarih ve coğrafyaya baktığımızda gördüğümüz dağınık parçalardan, birbirinden kopuk paydalardan müteşekkil bir yapı da değildir.

Tarih birdir ve bütündür, adı da Türk tarihidir.

Coğrafya birdir ve bellidir, adı da Türk vatanıdır.

Türkiye Cumhuriyeti, binlerce yıllık Türk tarihinin ana güzergâhından kategorik bir kopuş, kesif bir ayrılış, keskin bir sapış olarak görülemeyecek asla gösterilemeyecektir.

Aksi teşebbüs ve tevessüller tarihsizliktir, tahammülsüzlüktür, köksüzlüğün tezahürüdür.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 14 Ekim 1925’te İzmir’de yaptığı konuşmasında, Cumhuriyet’in milletin kendi istek ve arzusu ile oluştuğunu dile getirmişti.

Hatta Samsun’dan Sadarete gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporunda, “Millet, millî hakimiyet esasını ve Türk milliyetçiliğini kabul etmiştir. Bunun için çalışacaktır.” demek suretiyle milli iradeye dayanarak milletin kaderini çizmişti.

 

Samsun’dan sonra Anadolu’nun içlerine doğru ilerleyerek, vilayetlere ve kolordu kumandanlarına gönderdiği meşhur Amasya Genelgesi’nde Türk yurdunun ve istiklâlinin kurtarılması yolundaki parolayı şu şekilde dile getirmişti: “Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

Gazi Mustafa Kemal, Cumhuriyet fikrini ta Milli Mücadele yıllarına kadar bir sır gibi vicdanında taşımıştı.

Erzurum Kongresi’nin toplanmasından önce, Mazhar Müfit Kansu’nun, ileride kurulmasını düşündüğü hükümet biçiminin ne olacağı sorusuna şu cevabı vermişti: “Açıkça söyleyeyim, hükümet biçimi zamanı gelince Cumhuriyet olacaktır.”

İşte beklenen o zaman 97 yıl önce gelmiş, 28 Ekim 1923'te Çankaya Köşkü'nde milletvekilleri ve yakın arkadaşlarının bulunduğu yemek masasında; "Efendiler! Yarın Cumhuriyet'i ilan edeceğiz" diyerek kurtuluşun eseri olan Türkiye Cumhuriyeti’ni müjdelemiştir.

29 Ekim günü de TBMM'de Cumhuriyet ilan edilmiştir.

Cumhuriyet, Türk milletinin bağımsızlık onurudur. 

Bir başka ifadeyle Cumhuriyet, demokrasinin en gelişmiş halidir.

Ve Cumhuriyet, milletin üstünde hiçbir otorite veya makam tanımayan, temeli ve dayandığı esas milli egemenlik olan fazilet demektir.

Hüküm milletindir, hükümet millettir.

Türkiye Cumhuriyeti, nice fedakârlıkların, nice mücadelelerin, nice kahramanlıkların mecmuudur.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu gerçeği şöyle ifade etmiştir:

“Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız.” 

Her karış toprağıyla bölünmez bütün olan Türkiye Cumhuriyeti; Edirne’den Kars’a, İzmir’den Hakkari’ye, Sinop’tan Hatay’a devlete vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesin, her bir insanımızın ortak iradesi, ortak sevdası, ortak değeridir.

 

Cumhuriyet, Milli Mücadele’nin taçlanmış, milli gönüllerde taht kurmuş halidir.

Meydanlardaki zaferlerimizin ibra ve ifade haysiyetidir.

Şehit ve gazilerimizin bedelini çok ağır ödediği kahramanlık beratıdır.

Kısaca söylemek gerekirse, Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür.

Aziz Atatürk demişti ki;

“Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir.”

Bizlere, “Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizsiniz. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz.” beyanıyla seslenip katiyen çiğnetmeyeceğiz, hiçbir şart altında ihmal ve inkar etmeyeceğimiz bir emanet bırakmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti; duymasını bilene ses, almasını bilene nefes, gitmesini bilene hedef, sevmesini bilene yürek, savaşmasını bilene ebedi zaferdir.

Aziz Atatürk’ün en büyük eserim dediği bu zafer yaşayacak, nesilden nesile taşınıp yaşatılacaktır.

Bu zafer istiklalimizin muhafızı, Türk tarihinin geleceğe uzanan var oluş sancağıdır.

Sancak inmeyecek, bayrak düşmeyecek, ezan susmayacak, Türkiye Cumhuriyeti yıkılmayacaktır.

Hesap hatası yapanlar dökülen şehit kanlarını unutmasınlar.

Hıyanete yakasını kaptıranlar Türk milletinin muzaffer ruhunu hatırlarından çıkarmasınlar.

Bizim verecek toprağımız yoktur, çizilecek sınırımız yoktur, vazgeçecek insanımız yoktur, bölünecek milletimiz yoktur, sokakların izbeliğine bırakılacak devletimiz yoktur.

Buna karşılık, yerli ve yabancı husumet cephesine dünyayı dar edecek imanımız vardır, her zorluğa göğüs gerecek irademiz vardır, her saldırıyı, her işgal girişimini def edecek, yerin yedi kat dibine gömecek inanmış yüreğimiz vardır.

Denemek isteyen varsa buyursun denesin, hainler nerede olurlarsa olsunlar, millet sevdalıları sonuna kadar buradadır, vatanın burcunda Ulubatlı Hasan olmaya yeminlidir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 97’inci yıldönümünü müftehir bir ruhla kutluyorum.

İlk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, kahraman şehitlerimizi, gözüpek yiğitlerimizi, feragat timsali gazilerimizi, cephelere can ve kan nakli yapmış kutlu ceddimizi rahmetle, hürmetle, minnetle yad ediyorum.

Cumhuriyet sonsuza kadar korunup kollanacak, milletimizin canberaberi olacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümüne üç yıllık bir süre kala, Türkiye’nin yükseliş çabası her tür engellemeye rağmen kararlılıkla devam etmektedir.

Fikri hür, vicdanı  hür, irfanı hür, istikbali hür Türk milleti, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne toz kondurmama azmindedir.

Özellikle Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin muharrik ve muhkem vasfıyla Türkiye Cumhuriyeti prangalarını kırmış, kronik sorunlarına neşter vurmuştur.

Cumhur ile Cumhuriyet ayrılmamak üzere kucaklaşmıştır.

Geçmiş ile gelecek, ülke ile ülkü, tarih ile coğrafya, akıl ile duygu, duruş ile yükseliş birleşmiş, bütünleşmiş, kenetlenmiştir.

Devlete hakim olan güç ve yetki kargaşası sonlanmıştır.

Başkalarının ağzına bakan değil baktıran, onun bunun kirli senaryolarına boyun eğen değil gerekirse boyun eğdiren, yeri gelirse kafa tutan bir kudret sivrilmiş, bir kuvvet serpilmiştir.

Yönetim sistemimizdeki reform Türkiye’nin önünü açmıştır.

Cumhuriyet’in yüzüncü yıldönümüne giden süreçte sistemsel aksaklıklar telafi edilmiş, devlet yönetimindeki zaaflar demokratik vasıtalarla giderilmiştir.

 

 

Türk milletinin karakterine ve tarihi müktesebatına en uygun idare şekli olan Cumhuriyet, en az bu kadar milletimizin ruh kökünü yansıtan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle iyice güçlenmiş, sağlam ve sağlıklı bir bünyeye kavuşmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin daha mesut, daha muvaffak, daha muzaffer, daha muasır, daha müreffeh olmasının önünde hiçbir pürüz kalmamıştır.

Öncelikli stratejik hedefimiz Cumhur İttifakı’nın devamıyla birlikte Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin bütün kurum ve kurallarıyla oturması, devlet ve toplum hayatına kök salarak olgunlaşmasıdır.

Güçlendirilmiş parlamenter sistem amaçlayanların ne hallere düştükleri, nasıl bir tenakuz ve tutarsızlığın içine yuvarlandıkları ortadadır.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne abuk sabuk eleştiri getirenlerin iddiaları çürük, ithamları güdük, isnatları düşüktür.

Güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönüş emeli taşıyanlar, önce kendilerine çeki düzen vermeli, öncelikle alev alan çatılarını söndürmenin derdiyle dertlenmelidir.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, parlamenter sistemle mündemiç kriz damarını kesip atmıştır.

Hastalık tedavi edilmiştir.

Bu damara bağlananların, bununla birlikte eski alışkanlıklardan kurtulamayanların hala birbirlerine nasıl tuzak kurdukları, nasıl taarruz ettikleri malumdur, tüm çıplaklığıyla bilinmektedir.

Kriz severlerin, kavgadan ve kutuplaşmadan beslenenlerin güçlendirilmiş parlamenter sistem arayışları doğal ve normaldir.

Çünkü bu tip siyaset anlayışlarının gıdası cepheleşmedir, kaldı ki Cumhur İttifakı karşısında tutunma ihtimalleri olmadığı gibi, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne uyum sağlamaları da eşyanın tabiatına bütünüyle aykırıdır.

Türk milleti kimin kime hangi yalan ve ayak oyununu fısıldadığını açıkça görmekte, lazım gelen notlarını sandık vaktinde değerlendirmek üzere almaktadır.

Zillete düşenlerin birbirini yemeleri, birbirlerini kötüleyip uluorta hızara vermeleri bir siyaset değil, kaotik ve hazin bir çarpıklığın özetidir.

Milletimizin istediği kaos ve kriz değil; refah, huzur, sükûnet, zenginleşme, büyüme, gelişme, birlik ve beraberliktir.

Kulislerin ve hiziplerin partisi olan ne CHP, terörün yedeği ve teröristlerin siyasi yeleği olan ne HDP, ne de karanlık bir projeden mütevellit olan İYİ Parti aziz Türk milletine bir gelecek vaat edemeyecektir.

Etseler bile, bunun sonu üzeri çiçeklerle tuzaklanmış uçuruma açılacaktır.

Bunların ahı gitmiş vahı kalmıştır.

Bunları ayakta tutan mecalleri bile tükenmiştir.

Cumhur İttifakı vatan ve millet sevdasıyla yedi düvele direnmektedir.

Zillet siyaseti ise vurgun yemiş, konusu melanet ve rezalet olan bu masalın sonuna karmaşık ihtilaflarla gelinmiştir.

“Gerekirse Türkiye Komünist Partisi’ne bile geçeriz” diyen siyaset fukaralarının, aslında kimlerle vakit geçirdiği, kimlerin değirmenine su taşıdığı, kimlerin icazetine mahkûm olduğu bizim tarafımızdan çok nettir.

Ha TKP ha HDP; ha TKP ha CHP, sorarım sizlere bunlar arasında ne fark vardır?

Dümen aynı, sadece dümenciler farklıdır.

Gövde aynı, yalnızca görev paylaşımı ayrıdır.

Türkiye’yi sokakta teslim almaya niyetlenen, ait olduğu terör örgütüyle birlikte iç isyana kalkışan terörist Demirtaş’ı aynı üslupla öven bunlar değil midir?

Birbirlerinin gönlünü kahvaltı jestleriyle almak için kuyruğa giren, birlikte anayasa yazmaya hazırlanan, birbirlerine gülücükler saçan bunlar değil midir?

HDP’yi, MHP’ye tercih edecek kadar zıvanadan çıkan bu yüreksizler, bu kimliksizler değil midir?

Tehlikeli sokak edebiyatı son günlerde sık sık telaffuz edilmektedir.

Siyaseti sokağa havale edenlerin sonu elbette meçhuldür.

ABD Başkan adaylarından Biden’in iktidarı devirme planlarının gündeme yansıması, parti kurmayın sokağa dökülün tavsiyesi verenlerin deşifre edilmesi son derece uyanık olmamızı gerektirmektedir.

 

Bazı alçak kalem sahipleri ve televizyon yorumcuları da CHP propagandası yapayım derken ateşle oynamaktadır.

Neymiş, sokak hazır, muhalefetin silkinmesi gerekiyormuş.

Ve de yeni Meclis oluşmalıymış, sözde Kürt meselesi demokratik ve şeffaf biçimde çözülmeliymiş.

Hele bir çıksınlar sokağa da, acıklı şekilde görsünler anyayı konyayı, dünyanın kaç bucak olacağını.

Hodri meydan, Türkiye Cumhuriyeti sokakta kurulmadı, sokakta bulunmadı, sokağa bırakılmayacak, sokağın girdabına, sokak serserilerine teslim edilmeyecektir.

Bizim Askıda Ekmek Kampanyamızı eleştirenlerin alayı ümidini aslında sokağa bağlamıştır.

Dış saldırıların ve KOVİD-19 salgının neden olduğu konjoktürel ekonomik sorunları toplumsal zeminde dayanışma ve yardımlaşma ahlakıyla nispeten zayıflatma düşüncemiz CHP’yi, İYİ Parti’yi, HDP’yi aynı anda neden rahatsız etmiştir?

Bunların nimeti, helal lokmayı kötüleme densizliğini nasıl anlayalım? Nasıl anlatalım?

Biz ekmek dedikçe, ekmeksizler topyekûn saldırıyor.

Meğer ekmeğe düşman kesilmişler, bizim de bundan haberimiz olmamış.

Dünyanın her ülkesinde, her yerinde muhtaçlık yaşayan, temel ihtiyaçlarını teminde zorluk çeken, mesela ekmek alamayan, ekmeğe ulaşamayan insanlar vardır ve bilinmektedir.

Zilletin yüksek voltajına çarpılanlara sesleniyorum; nasıl olsa ekmek derdiniz yok, ekmeğinin peşinde olan vatandaşlarımızla ilgili bir kaygınız yok.

İşleriniz tıkırında, küpünüz dolu, keseniz şişkin, keyfinize diyecek yok.

Daha vahimi, dünyanın kavrulduğu salgın döneminde, bütün ekonomiler sarsılırken, haksız şekilde Türkiye’yi kötü göstermeye, ekonomik ihtiyaçlardan siyasal tepki oluşturmaya tenezzül edecek kadar demokrasi karşıtı, millet muhalifisiniz.

 

 

Askıda ekmek vardır, ama size sokakta ekmek yoktur, sokakta hayır yoktur, sokakta adım atacak yeriniz yoktur, var diyorsanız sonuçlarını göze almak zorundasınız.

CHP’nin oyunu bozuldu.

İYİ Parti’nin filmi geriye sardı.

Yuları Kandil’den tutulan HDP bunalıma girdi.

Diğer marjinal partilere laf söylemek bile zaman israfıdır.

Hepsi birden aynı çuvalda buluşmuştur.

Ekmek bilmezler, yoksul bilmezler, rızık nedir desek aval aval yüzümüze bakarlar.

Ama sokağa çıkalım diyen olsa hemen Kırgızistan, Belarus akıllarına gelir, damarlarına zehirli kan yürür.

Yok öyle yağma, ekmeğe de vatana da sahip çıkacağız.

İnsanımıza da, milletimize de, devletimize de destek vereceğiz.

Askıya fatura koyup bununla öğünenlerin, ekmekten şikâyet etmeleri en başta milletimize, inançlarımıza, geleneklerimize hakarettir, hayâsız karşı çıkıştır.

Vatandaşlarımızın çorbası kaynayacak, ekmekleri sofrada olacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi insani, vicdani ve İslami sorumluluğunu tam ve eksiksiz yerine getirecektir.

Aç ve açıkta yaşayan kim varsa bizim meselemizdir.

Darda ve yolda kalmışların yegâne umudu Cumhur İttifakı’dır.

Aşımızı paylaşacağız, ekmeğimizi bölüşeceğiz, vatanımızı bölmeye çalışanları, kardeşliğinizi doğramaya yeltenenleri doğduklarına doğacaklarına bin pişman edeceğiz.

Biz gücünü büyük Türk milletinden alan Milliyetçi Hareket Partisi’yiz.

Biz haksızlık karşısında taviz vermeyen, yılgınlığa düşmeyen, istiklal haklarımızdan vazgeçemeyecek olan Milliyetçi-Ülkücü Hareket’iz.

 

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Merhum vatan şairimiz Akif’in dediği gibi, medeniyet tek dişi kalmış canavardır.

Zira medenilik gösterisi yapan, istismar ettiği demokrasi, özgürlük ve insan hakkı değerlerinin içini boşaltan Batı zihniyeti ahlaken ve siyaseten çöküş patikasındadır.

AB ülkelerine hakim olan Türk ve İslam düşmanlığı kaygı verici boyutlardadır.

Küresel hoşgörü, küresel adalet, küresel vicdan kurumuştur.

Berlin’de bulunan Mevlana Camii’ne geçen hafta bir sabah namazı vakti yapılan kalabalık polis operasyonu inançlarımıza yönelik adi bir suikast girişimidir.

Irkçılık, İslamofobi ve Türk düşmanlığı yaşlı kıtaya karargah kurmuştur.

Hollanda Özgürlük Partisi’nin soysuz Başkanı, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na terörist diyecek kadar alçalmış, gerçek manada teröristin, caninin, faşistin ve barbarın kim olduğunu gözler önüne sermiştir.

Terör örgütleriyle yasak ilişki yaşayan bu karanlık siyasetçinin ve destekçilerinin terörizmin Avrupa’da konuşlanan temsilcileri oldukları izahtan varestededir.

Türk ve İslam değerlerine adı konulmamış Haçlı Seferi başlatan bu ilkel zihniyet nefret suçu işlemektedir.

Son zamanlarda Müslümanlara ve yüce dinimize yönelik Fransa’da sergilenen hayasız ambargo ve ablukalar hepimizi derinden yaralamaktadır.

Macron, sözde “İslamcı ayrılıkçı” görüşlerle mücadeleye ilişkin hazırlanan yasa tasarısının 9 Aralık 2020’de Bakanlar Kurulu’na sunulacağını utanmaz bir yüzle açıklamıştır.

İslam’ı yeniden yapılandıracaklarını söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı cehaletin ve husumetin taşeronluğuna soyunmuştur.

İslam’ın dünyanın her yerinde kriz yaşadığını ileri sürmek, bu nedenle yapılandırılacağından bahsetmek muhteris ve müflis Macron’un haddi değildir.

Akli melekelerini hepten kaybetmiş Macron’un kafa yoracak, mesele yapacak başka işi, başka gündemi, başka meşgalesi yok mudur?

Bu siyasi şizofren ne hakla İslam’ı yapılandırmayı hedef olarak belirlemiştir?

Biliyor ve iman ediyoruz ki; Allah katında kıyamete kadar geçerli olan tek hak din İslam’dır.

Bütün insanlığın ebedi kurtuluşu Allah’ın son dini İslam’a teslim olmaktan geçer.

Dünya ve ahiret saadeti, Kur’an-ı Kerim’in hayat veren mesajlarına, Resûlullah Efendimizin emsalsiz tebliğine, eşsiz ahlakına bağlıdır.

Dinin sahibi Allah’tır.

Peki Macron’un sahibi kimdir?

Müşrik dayanışmasının içinde olanlar kimlerdir?

Türk ve İslam düşmanlarının hizmetkârlığı kimlerin lehine, kimlerin çıkarınadır?

Batı ülkelerinde artan İslam karşıtlığı alarm verici seviyelerdedir.

Buna yönelik tüm Türk ve İslam alemi bir olmalı, beraber hareket etmeli, zalim ve emperyalist komplolara birlikte cephe almalıdır.

İnanç hakkı insan hakkıdır.

İnsan hakkının muhafazası eşref-i mahlûkatın şeref bahsidir.

Bizim hiç kimsenin Kilise’sinde, Havrası’nda, Sinegog’unda gözümüz yoktur, bunlara dair sözümüz yoktur, müdahalemiz yoktur.

Camimize, dinimize, inanç değerlerimize yapılacak saldırı ve sabotajlara da tahammülümüz olamayacaktır.

Türkiye'de 180 bin 854 Hristiyan ve yaklaşık 20 bin Yahudi yaşamaktadır.

Bu kapsamda aralarında yüzlerce yıllık kilise ve havraların da olduğu 435 ibadethane bulunmaktadır.

Türk milleti inançlara saygılıdır.

Aynı saygıyı kendi inançlarına gösterilmesini beklemesi tartışılmaz hakkıdır.

 

 

Macron istişarelerde bulunmak üzere madem Türkiye Büyükelçisi’ni geri çağırmıştır, bir zahmet ya okuyup araştırıp bu gerçekleri öğrenmeli, diplomatik misyonuna bunları anlatmalı, ya da nifak yayan, zehir saçan ağzını kapatmalıdır.

Dinler arası kutuplaşma beşeriyete felaket getirecektir.

Macron aslında en büyük dersi kendi ülkesinde alacaktır.

Anlaşılan geçtiğimiz haftalarda yaşadığı sarsıntının etkisinden henüz kurtulamamıştır.

Şöyle ki;

Batı Afrika ülkelerinden Mali’nin Kuzeydoğusundaki Gao Bölgesi’nde insani yardım çalışması yürüten bir Fransız kadın Mağrib El Kaidesi isimli örgüt tarafından 2016 yılında kaçırılmıştır.

Bu kadın dört yıl aradan sonra serbest bırakılarak Fransa’ya dönmüştür.

Karşılama heyeti arasında Macron’da yerini almıştır.

Kendisine eski ismiyle seslenenlere itiraz eden bu Fransız kadın, din olarak İslamiyet’i seçtiğini, isminin de Meryem olduğunu haykırmış, Macron şaşkınlıktan şoka girerek olay mahallini apar topar terk etmiştir.

Düşmez kalkmaz bir Allah’tır.

İnanıyorum ki, Macron’un ve havarilerinin düşeceği günler, hüsrana uğrayacağı dönemler yakındır, hatta muhakkaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Azerbaycan Dağlık Karabağ’da kahramanca mesafe almaktadır.

İşgal edilen yurt toprakları birer birer kurtarılmaktadır.

En son Kubatlı kent merkezi özgürlüğüne kavuşmuştur.

Fuzuli, Hadrut, Cebrail, Zengilan, Kelbecer illerinin bir kısmı işgalden arındırılmıştır.

3 kent merkezinde, 3 kasabada, 150 civarında köy ile bazı önemli tepelerde işgal sonlandırılmıştır.

Karabağ Azerbaycan’dır, Karabağ Türk’tür, işgalci Ermenistan haksızdır, hukuksuzdur, teröristtir.

İlan edilen ateşkeslere riayet etmeyen, her seferinde korkakça arkadan saldıran Ermenistan’dır.

Sivil ve masumları katleden yine aynı ülkedir.

Bir yanda ateşkes, diyalog, müzakere çağrısı yapan ülkelerin, diğer yanda Ermenilere silah yardımı yapması tarihin şahit olduğu en korkunç ikiyüzlülüktür.

Azerbaycan’a önde durun mesajı verenlerin, arkada Ermenistan’a vurun demesi zulmün oyunudur.

ABD’nin müşahitliğinde ilan edilen insani ateşkesi ihlal eden bir kez daha Ermenistan olmuştur.

Ateşkes aldatmadır, oyalamadır, zaman kaybıdır.

Vatan toprakları ancak ve ancak sonuna kadar mücadeleyle alınacaktır.

Ermenistan’ın onun bunun vesayetinden medet umması makus sonunu değiştirmeye yetmeyecektir.

Türk milleti görüş menzili içine giren işgalcileri her zeminde devirmeye muktedirdir.

Çünkü Dağlık Karabağ Azerbaycan’ın öz yurdudur, azatlığı namus konusudur.

ABD’nin Dağlık Karabağ üzerinden yaptırım tehdidinde bulunması beyhude bir hevestir.

Ayrıca S-400 hava savunma sisteminin test edilmesinden ürken ABD’nin Türkiye’yi üst perdeden kınaması bizim nazarımızda yok hükmündedir.

Ne yapacağız, hangi silahı alıp almayacağımızı, kimi destekleyip desteklemeyeceğimizi ABD’ye mi soracağız?

Türkiye’yi ne sanıyorlar? Nasıl görüyorlar? Nereye konumlandırıyorlar?

Bu nasıl bir küstahlıktır?

Aziz Atatürk demişti ki: “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklal aşkı ile yaratılmış bir adamım. Ben yaşayabilmek için mutlaka müstakil bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple millî istiklâl bence bir hayat meselesidir.”

Biz bu hayat meselesinden, beka gayesinden ödün vermeyeceğiz.

Türkiye Cumhuriyeti tam bağımsızdır. Böyle de kalacaktır.

Her meselede Türkiye’nin karşı kutbunda yer alan ABD, önce dost mu düşman mı buna karar vermelidir.

Şayet müttefiksek, bu müttefiklik hukukuna bağlı olup olmadığını gözden geçirmelidir.

Böylesi sanal müttefiklik, böylesi sahte dostluk, böylesine soğuk stratejik ortaklık nereye kadar sürecektir?

 Bu kapsamda Hatay'ın İskenderun ilçesi Fener Caddesi'nde dün akşam saatlerinde meydana gelen menfur olay zamanlama itibariyle oldukça düşündürücüdür.

Güvenlik güçlerimizin emniyet kontrol noktasında şüphelendiği iki teröristten birini takibi sırasında şiddetli bir patlama vuku bulmuştur.

Anlaşılmaktadır ki, kokuşmuş bedenine bomba saran hain kendini patlatmış, yeni bir canlı bomba vakası yaşanmıştır.

ABD'nin Türkiye Büyükelçiliği'nin, İstanbul başta olmak üzere, ülkemizin diğer illerindeki vatandaşlarına dönük güvenlik uyarısından kısa süre sonra bu terör olayının ortaya çıkması kuşkularımızı daha da yoğunlaştırmıştır.

Alınan ihbarların ardından kendi vatandaşlarına kalabalık yerlerden uzak durmasını tembihleyen ABD Büyükelçiliği sahip olduğu bilgi ve iddiaları ülkemizin yetkili mercileriyle paylaşmadıysa büyük bir skandala imza atmış demektir.

Neresinden bakarsak bakalım nezaketsiz ve art niyetli bir durum karşımızdadır.

İskenderun ilçemizde yaşayan vatandaşlarımıza, yaralanan kahraman polisimize geçmiş olsun diyor, terörü ve terörizmi siyasi araç olarak kullanan çevreleri lanetliyorum.

Biz istiklal için birlik, istikbal için dirlik diyoruz, kazanın da Türkiye olacağına gönülden inanıyoruz.

Kaybetmemizi, bağımlı olmamızı, sopa diplomasisine diz çökmemizi, yaptırım tehdidine boyun bükmemizi bekleyen varsa, diyorum ki, kıyamete kadar bekleye dursunlar, biz yolumuza ve tarihi yolculuğumuza imanla devam edeceğiz.

Muhterem Arkadaşlarım,

2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’yle 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi ve 2019 Yılı Sayıştay Raporları TBMM’ye sunulmuştur.

Hükümet tarafından, Bütçe Kanun Teklifi’yle Kesin Hesap Kanun Teklifi’nin Plan ve Bütçe Komisyonu’ndaki sunumu 21 Ekim 2020 tarihinde gerçekleştirilmiştir.

Bugün de mezkûr kanun tekliflerinin geneli ile Sayıştay Raporları üzerindeki görüşmelere devam edilecektir.

Bundan sonra kamu kurum ve kuruluşlarının bütçeleri üzerinde planlanan müzakereler belirlenmiş takvim kapsamında ilgili komisyonda yapılacaktır.

Sizlerden ricam, bütçe sürecini yapıcı, katılımcı ve sağduyulu bir şekilde takip etmeniz, Cumhur İttifakı’nın doğasına ve partimizin politikalarına uygun biçimde değerlendirmelerde bulunmanızdır.

24 Kasım 2020 tarihine kadar Plan ve Bütçe Komisyon’unda sürecek çalışmalara hem komisyon üyelerimizin hem de zamanı müsait milletvekillerimizin katılmalarında yarar vardır.

Bütçe maratonunda siz değerli arkadaşlarımın tam bir hazırlık içinde, konuları omurgasından yakalayan fikir ve görüş maharetiyle partimizi temsil etmeniz gerekmektedir.

Dipsiz polemiklerden kaçınmanız, anlamsız tartışmalardan uzak durmanız, KOVİD-19 salgınıyla mücadelede alınan kararlara ve uygulanan tedbirlere uymanız tavsiyem ve talimatımdır.

2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi’yle 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi’nin ülkemize, milletimize, devletimize hayırlı olmasını niyaz ediyor, müspet ve destekleyici tavrımızı bu süreçte de koruyacağımızı açık açık dile getiriyorum.

Aziz milletimizin, Türk-İslam aleminin ve siz değerli milletvekili arkadaşlarımın yarın idrak edeceğimiz Mevlid Kandili’ni bugünden tebrik ediyor, hayırlara ve güzelliklere vesile olmasını Allah’tan diliyorum.

Konuşmama son verirken hepinizi saygılarımla selamlıyor, hafta boyunca yapacağınız çalışmalarda kolaylıklar ve üstün başarılar temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.