Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin 2 Şubat 2007 Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde görülmeyen ağır tahrik ve tehditlerin kuşatması altına alınan Türkiye, benzetme yerindeyse, bir sırat köprüsünden geçmektedir. Türkiye’nin milli birliğini, iç ve dış güvenliğini hedef alan hain bir suikast senaryosu adım adım uygulamaya konulmakta, bu amaçla harekete geçen cephe, her gün yeni bir kışkırtma ile bulanık suda balık avlamaya çalışmaktadır. Devlet ve millet olarak içine hapsedilmek istendiğimiz husumet zincirine her gün yeni bir halka eklenmektedir. Demokrasi ve özgürlükler adına ortaya çıkan ihanet cephesinin sergilediği hayasız tahrikler, Türkiye’nin iç bünyesini ve toplumsal dokusunu tahrip edecek boyutlar kazanmıştır. Bu amaçla yola düzülen kin ve husumet kervanının başını, ne acıdır ki Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı çekmektedir. Türk milliyetçiliğini karalamak için tezgahlar peşinde koşan, derin devlet tartışmalarıyla her kötülüğün adresi olarak devleti hedef gösteren ve Türkiye’nin milli değerlerini aşağılamanın en uygun formüllerini bulma arayışına giren, sözleri ve fiilleriyle, alenen kışkırtıcılık yapan Başbakan, Türkiye’yi hedef alan hain suikastın azmettiricisi haline gelmiştir. Türkiye, böyle bir kaos ortamında seçim sürecine girmiştir. Türkiye’nin mahkum edilmeye çalıştığı bu şartların, idraki ve vicdani ipotek altında olmayan temiz vatanseverleri isyan noktasına getirmemesi mümkün değildir. İç bünyemizde yaşanan yüksek gerilim ortamının tırmandırılması, toplumsal cepheleşmelerin ve gerginliklerin sinsi tahriklerle körüklenmesi, Türk milletinin bir bütün olarak altında kalacağı bir çatışma ortamına davetiye çıkaracaktır. Bunu önlemek hepimiz için Türkiye’nin geleceğine ve gelecek nesillere olan bir namus borcudur. Türkiye, bu anlamda ateşle imtihandan geçmektedir. Bu konuda dile getireceğimiz görüşlerin bu açıdan değerlendirilmesi ve herkesin vakit çok geç olmadan aklını başına toplaması Türkiye’nin geleceği bakımından büyük önem taşımaktadır. Elim bir cinayetin sonrasında yaşanan gelişmeler, Başbakan’ın öncülüğünde başlatılan derin devlet tartışmaları, Türk milliyetçiliğini karalamak için hız kazanan suçlama kampanyaları ve Türkiye’nin milli değerlerini aşağılamanın suç olmaktan çıkarılması için sürdürülen yeni arayışlar, son dönem siyasi gündemimizin ana başlıkları olmuştur. Hrant Dink suikastı konusunda AKP hükümetinin baştan itibaren sergilediği tavır, tam manasıyla bir acz, laçkalık, art niyet ve sorumsuzluk tablosudur. Bu olayı tüm yönleriyle açıklığa kavuşturmak sorumluluğu altında olan AKP hükümeti, gündemi saptırmak için ahlaki sayılmayacak yollara başvurarak aczini saklamak telaşına düşmüştür. Başbakan Erdoğan’ın gündeme getirdiği derin devlet tartışması bunun ibret verici bir örneğidir. Elli aydır iş başında olan AKP hükümeti, siyasi yetkisi ve sorumluluğu altındaki her kurumdan ve her kişiden şikayet etme alışkanlığını yeni boyutlara taşımış ve Başbakan Erdoğan bu kez devleti topyekün töhmet altında bırakacak bir tartışmayı gündeme getirmiştir. Derin devlet tanımları yapan “gölge” Başbakan, sadece kendi gölgesiyle ve silüetiyle kavga etmekle kalmamış, derin ihanet erbabının eline yeni bir istismar malzemesi vermiştir. Son cinayetin hemen sonrasında devleti hedef gösteren çevreler, şimdi de Başbakan’ın açık desteği ve himayesinde yeni bir suçlama kampanyası başlatmıştır. Başbakan Erdoğan şimdi kaçamayacağı ağır bir vebal altına girmiştir. Başbakan’a kendisini bekleyen sorumlulukları hatırlatmak isteriz:
Vali ve Emniyet Müdürünün idari bir tasarrufla görevden alınması, hükümetin yetkisinde olan bir husustur. Ancak, Emniyet teşkilatı içindeki güç savaşlarının gazete manşetlerine taşındığı, istihbarat bilgisi sızdırma yarışının başlatıldığı ve karşılıklı suçlamalarla bir toz duman ortamının yaratıldığı bir dönemde, siyasi sorumluluk makamında bulunan İçişleri Bakanı’nın hiçbir şey olmamış gibi görevini sürdürmesinin anlaşılabilir bir izahı bulunmamaktadır. Başbakan Erdoğan, soruşturmanın selameti bakımından İçişleri Bakanı’nı derhal görevden almalıdır.
Büyük fedakarlıklarla ve çok güç şartlar altında görev yapan emniyet camiasının şerefli mensuplarını itham altında bırakmak ve emniyet teşkilatını yıpratmak amacıyla senaryolar üretmek, Başbakan da olsa hiç kimsenin hakkı ve haddi değildir. Son dönemde Türk Milliyetçiliğini hedef alan aşağılama, karalama ve suçlama kampanyaları, her gün yeni tahriklerle tırmandırılmaktadır. Gemi azıya alan husumet tacirleri, gazete sütunlarında ve televizyon ekranlarında her gün kin ve nefret kusmaktadır. Türk milliyetçiliğini karalamak, Türkiye düşmanlığının ifade aracı haline getirilmiş, Türkiye’nin milli değerlerine bilinçaltında alerji ve husumet duyan marazi kafa yapıları Türk milliyetçiliğine karşı cihat ilan etmiştir.
Bu bedbahtlar, aslında fikri ahlak ve namus ölçüleri bakımından Türkiye’nin karşısındaki “aydın kirliliğinin boyutlarını” ve kangren haline gelen kronik “aydın sorununun” vahametini gözler önüne sermektedir. Türk milliyetçiliğini adeta “günah keçisi” haline getirerek hedef tahtası yapmaya çalışan bu cephenin siyasi hamiliğini de, yine Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan’ı yapmaktadır. Her konuda olduğu gibi, milliyetçilik konusunda da kavram kargaşası yaşayan Başbakan, Türk Milliyetçiliğini ırkçılıkla özdeşleşmiş kafatası milliyetçiliği olarak suçlamak cüretini göstermiştir. Başbakan’ın yakıştırmaya çalıştığı bu kavramlar Türk milliyetçiliğine yabancıdır. Türk milliyetçilerinin, Türk milletinin mensubu olanların etnik kökenleriyle ilgilenmediği Başbakan’ın bile anlayabileceği bir gerçektir. Ancak, bu konuda bir sorunu ve takıntısı olduğu görülen ve sürekli olarak kendisinin ve muhterem eşinin etnik kökenini gündeme getiren Başbakan’ın, iç dünyasında yaşadığı duyguları bizim bilmemiz mümkün değildir. Ay yıldızlı bayrağı sadece propaganda afişlerinde hatırlayan, Türk milliyetçiliğini basit bir yaka süsü olarak gören ve göstermelik “akvaryum milliyetçiliği” yapan Başbakan’ın Türk milliyetçiliğini özde, ruhta ve manada anlaması ve benimsemesi esasen beklenemeyecektir. Aynı Başbakan’ın Türkiye sevgisinin kuru lafla olamayacağı yolundaki beyanları ve “hizmet milliyetçiliği” edebiyatı yapması da bizim için yadırganacak bir husus değildir. Burada önemli olan “hizmet milliyetçisi” olma iddiası sahiplerinin kimin hizmetinde olduğu ve hangi amaçlara hizmet ettiğidir. Başbakan Erdoğan’ın bu alandaki siyasi siciline bakıldığında, karşımıza Oferler, Yasin El Kadılar, yolsuzluk ve vurgun çeteleri, ihale mafyaları ve siyasi bölücülüğün cesaret kaynağı olmak şaibeleri çıkmaktadır. Bu durumda Başbakan’ın tanımladığı “hizmet milliyetçiliğinin”, neyin milliyetçiliği olduğu konusunda herkes kendi vicdanında bir hüküm verecektir. Bizim kendisiyle Türk milliyetçiliği konusunda bir tartışmaya ve bir aydınlatma gayreti içine girmemiz, sadece zaman israfı değil abesle iştigal olacaktır. Başbakan Erdoğan, Cumhuriyet döneminin Türklük değerlerine karşı ruhsal alerji duyan ve bunu tahrik sebebi sayan ilk ve tek Başbakanı olarak tarihe geçecektir. Toplumsal huzurun yara aldığı ve kutuplaşmaların tehlikeli boyutlara tırmandığı bugünkü şartlarda, Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi tartışmalarının yeniden gündeme taşınması yeni gerginlikler üretmeye müsait bir ortam yaratacaktır. Türk Milliyetçiliğini, Türkiye’nin içine kapanmasını amaçlayan çağdışı bir ideoloji ve demokrasisinin gelişmesi önündeki en büyük engel olarak gören çevrelerin, Türkiye’nin milli değerlerini aşağılamayı suç olmaktan çıkartarak Türkiye’yi dış dünya ile bütünleşmiş demokrat bir ülke haline getirme misyonunu üstlenmeleri, dünya siyasi tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir fenomendir. AKP hükümeti, Türk milletine ve Türkiye’nin değerlerine alenen hakaretin, ifade ve eleştiri özgürlüğü olarak serbest bırakılmasını savunan bu çevrelere şimdi bu yönde yasal bir düzenleme yapılması için sipariş vermiştir. Avrupa Birliği’nin dayatmalarını sorgusuz sualsiz kabullenen AKP hükümeti, şimdi de Türkiye’nin milli değerlerinin AB normlarına uygun olarak aşağılanması için demokratik hakaret formülleri geliştirmek amacıyla bir sivil toplum seferberliği başlatmıştır. Bu konudaki tekliflere açık olduklarını söyleyerek Türklüğe hakareti serbest bırakmak için zarf usulüyle ihaleye çıkan Başbakan Erdoğan, bu konuda da dürüst olmamakla ve toplumsal mutabakat teranesiyle kendisine suç ve günah ortağı aramaktadır. Başbakan’ın bu konuda yardımına başvurduğu çevrelerin önemli bir bölümünün Türkiye’nin bölünme modellerini demokrasi reçetesi olarak pazarlamaya çalışan çevreler olması, Başbakan’ın bu yol arkadaşlarıyla çıktığı yolculuğun varmayı amaçladığı menzili göstermeye yetecektir. Türkiye’yi içten karıştırmak için etnik ayrışma fitilini ateşlemeye çalışanların amacı, toplumsal cepheleşmeleri körükleyerek Türkiye’yi bir gerginlik ve çatışma girdabının içine sürüklemektir. Son cinayeti ve cenaze törenini bunun için bir fırsat olarak kullanan bu cephenin tahriklerinin etkilerini spor müsabakalarına kadar sirayet etmesi, Türkiye’yi bekleyen çok ciddi tehlikelerin habercisidir. Önümüzdeki hassas dönemde herkes mayınlı bir yolda yüründüğünün bilinci içinde hareket etmeli ve Türkiye üzerinde oynanmak istenen hain oyunların aleti olmamaya büyük bir dikkat göstermelidir. Türk milliyetçiliğinin siyasi temsilcisi ve Türk milletinin milliyetçi özünün sesi olan Milliyetçi Hareket mensupları sabır, metanet ve sağduyusunu koruyarak bu oyunları boşa çıkaracaktır. Bugün şahit olunanlar, Türkiye’ye karşı kin ve husumetten beslenen ihanet cephesinin son çırpınışlarıdır. Bugün karşımıza çıkan tablonun akıl tutulmasıyla izahı da mümkün değildir. Bu, siyasi ahlak tutulması, fikri namus tutulması ve beşeri vicdan tutulmasıdır. Hain emellerinin önünde son direnç kalesi olarak gördükleri Türk milliyetçiliğine karşı savaş açan ve Türkiye’ye kefen biçmeye yeltenen bu şer cephesine şu mahşeri gerçekleri hatırlatmak ve çok iyi kulak vermeleri gereken uyarılarda bulunmak istiyorum:
Bunun için herkes Milliyetçi Hareket’in yakında kuracağı 60. Hükümeti beklemelidir.
Dr. Devlet Bahçeli
|