19.09.2006 - TBMM'nin olağanüstü toplantıya çağrılması ve gündemdeki son siyasi gelişmeler hakkında yaptıkları yazılı basın açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

 

Genel Başkanımız Sayın Dr. Devlet Bahçeli'nin
TBMM’nin olağanüstü toplantıya çağrılması ve gündemdeki son siyasi gelişmeler hakkında yaptıkları yazılı basın açıklaması

19 Eylül 2006 


Adalet ve Kalkınma Partisi 1 Temmuz 2006 tarihinden buyana tatilde olan Türkiye Büyük Millet Meclisini ikinci kez toplantıya çağırmıştır.

ABD’nin baskısıyla Lübnan’a asker göndermek için yetki alınmasından sonra, AKP hükümeti şimdi de Avrupa Birliği’nin dayatmalarını karşılamak amacıyla Meclis’i olağanüstü toplamıştır.

Hain terörün tırmandığı ve Türkiye’nin kan gölüne döndüğü bir dönemde terörle mücadele gündemiyle toplanması gereken Türkiye Büyük Millet Meclisi, bunun yerine Avrupa Birliği mesaisi yapacaktır.

Avrupa Birliğine karşı zaman zaman sahte çıkışlar ve cesaret gösterileri yapan ve bu yolla imajını düzeltmeye çalışan hükümet şimdi aslına dönmüştür.

AKP hükümetinin siyasi pusula olarak sarıldığı Avrupa Birliği, sanal ve hayali bir hedeftir.

Son yıllarda iç siyaset gündemini belirleyen en büyük dış etken olan Avrupa Birliği süreci, gerçekte bir oyalama ve istismar sürecidir.

Avrupa Birliği Türkiye’yi oyalamakta, AKP hükümeti de bu hayali hedef peşinde Türk halkını oyalamaktadır.

Avrupa Birliği istismarı, AKP hükümeti için en karlı siyasi rant ve ticaret sektörüdür.

Her konuyu istismar ederek ucuz siyaset yapan AKP, Avrupa Birliği hayal ticaretini de siyasi ilke olarak benimsemiştir.

Türk milletinin gelecek ümidi ve beklentileri, bu amaçla hoyratça istismar edilmiştir.

Ancak, bir yalan rüzgârı dizisi halinde sahneye konulan bu orta oyununda sona gelinmektedir.

Aziz milletimizin gerçekleri görmesini engellemek için bugüne kadar uygulanan AB karartması ve ablukası artık etkisini kaybetmekte ve gerçekler gün ışığına çıkmaktadır.

Bugün gelinen noktada idrak ve vicdan sahibi herkes şu gerçekleri görmektedir.

  • Avrupa Birliği Türkiye’yi içine kabul etmeyi istememekte, bunu hazmedememektedir.
  • Bu dışlayıcı tutumun temelinde yatan gerçek neden, din ve kültür farklılıklarıdır. Hristiyan dünyasının medeniyet projesi olarak görülen ve ilham kaynağı bu değerler olan AB içinde Türkiye’nin yeri yoktur.
  • Türkiye için biçilen konum, özel ve imtiyazlı statü olarak tanımlanan AB yörüngesinde gevşek bir bağlılık ilişkisidir.

Avrupa Birliği belgelerinde yer alan ifadeler, bu gerçeği açıkça ortaya koymuştur. Alman Şansölyesi Merkel de, geçtiğimiz hafta, Türkiye için çizilen yol haritasının sonunda çıkacağı adresin özel ilişki olduğunu bir kere daha dile getirmiştir.

Üç semavi dinden biri olan barış ve kardeşlik dini Müslümanlığa ve Yüce Peygamberimize karşı çok ağır hezeyanlarda bulunan Papa’nın Türkiye’nin AB üyeliğine din ve medeniyet farklılığı temelinde çıkmış olması, bu açıdan çok iyi değerlendirilmesi gereken bir olgudur.

Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı önyargılı ve dışlayıcı tutumu, zaman zaman aşağılamaya kadar varan bir küstahlık noktasına kadar taşınmaktadır.

Türkiye’yi hazmetme kapasitesini bir kriter haline getiren Avrupa Birliği, Türk Milletinin aşağılanmayı, horlanmayı ve hakareti hazmetme kapasitesi olduğu gibi bir vehim içindedir.

Türk milletinin onur ve haysiyetiyle oynanmasına izin vermeyeceğinin ve böyle bir anlayışla yürütülen Avrupa Birliği sürecinin Türkiye için bir esaret zinciri olmadığının AB’ye hatırlatılması elzem hale gelmiştir.

Bunu yapması gereken de Türkiye Cumhuriyeti’nin hükümetidir.

Ancak, Avrupa Birliği’ne her bakımdan teslim olan AKP hükümetinin bunu yapması beklenemeyecektir.

AB sürecinin bugün içinde bulunduğu duruma bakıldığında, zemini çürük olan ilişkilerin hastalıklı bünyesinin kangrene dönüştüğü görülecektir.

Süreç tıkanmış, sanal Avrupa Birliği projesi bitkisel hayata girmiştir.

Bütün işaretler, önümüzdeki aylarda AB ile ilişkiler ve Kıbrıs konularında çok ciddi sorunların yaşanacağı bir kriz dönemine doğru gidildiğini göstermektedir.

Seçimlere kadar Avrupa Birliği ipine sarılmaktan başka çaresi kalmayan AKP hükümeti, bunun için “Sonbahar sendromu” yaşamaktadır.

AKP hükümeti önümüzdeki ay yayınlanması beklenen İlerleme Raporuyla Avrupa Birliği’nden karne alacaktır.

AB’nin her dayatmasını ev ödevi anlayışıyla kabullenen hükümet bu nedenle telaşa düşmüş ve kaçıncısı olduğunu takipte zorlandığımız yeni bir AB uyum paketinin kabulü için Meclis’i olağanüstü toplantıya çağırmıştır.

Bütün mesaisini Avrupa Birliği’nin sonu gelmeyen taleplerini karşılamak için harcayan AKP hükümeti, sadık bir hizmetkâr olarak bütün bu çabalarına rağmen AB’ni yine de memnun edememenin sıkıntısı içindedir.

Avrupa Birliği’nin yeni dayatma listesinin merkezinde, bu kez Türklüğe ve Türk devletine hakaretin tamamen serbest olması yer almaktadır. AB, bu amaçla Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesinin tamamen kaldırılmasını talep etmektedir.

Demokratik özgürlük adına yakın geçmişte terörü desteklemeyi suç olmaktan çıkaran AKP zihniyetinin, esasen bu talebi yerine getirmekte bir sıkıntısı ve sorunu bulunmamaktadır.

301. maddenin koruduğu değerler, AKP’nin değerler sistemi içinde fazla bir önem ve ağırlık taşımamaktadır.

Buradaki tek güçlüğü, kamuoyunun göstereceği tepki ve yaklaşan seçimlerdir.

Bu nedenledir ki, şimdilik Türk mahkemelerini baskı altına alarak bu maddenin fiiliyatta uygulanmamasını sağlamak yoluna gitmiştir.

Ancak bununla da yetinmeyen ve beraat veya takipsizlik kararıyla sonuçlansa bile bu maddeden dava açılmasını istemeyen Avrupa Birliği’ni nasıl tatmin edeceği zamanla görülecektir.,

Türk tarihine ve milli değerlerine bağlılıkları lafta kalan ve şartlara göre milliyetçi söylemlere yönelerek milliyetçiliği de takiye aracı olarak kullanan AKP zihniyetinin gerçek kimliği ve kişiliği budur.

Bunların milliyetçiliği, göstermelik tören milliyetçiliğidir.

Avrupa Parlamentosu’nun geçtiğimiz 5 Eylül’de kabul ettiği Türkiye raporu, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı beslediği önyargıları bir kere daha açığa vurmuştur.

Avrupa Parlamentosu, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkeleri terk edilerek yeni bir yapıya kavuşturulması için yeni bir Anayasa hazırlanmasını istemektedir. Bunun amacı yeni bir devlet ve millet tanımı yapılması ve Türkiye Cumhuriyeti’nin buna göre yeniden şekillendirilmesidir.

Alevi inancından olan vatandaşlarımızı azınlık konumuna sokan raporda, Alevi vatandaşlarımızın “korunması” talebi, Rum azınlığı ve Yezidilerle birlikte ele alınmıştır.

Türkiye’den sözde Ermeni soykırımının yanı sıra “Pontus Soykırımını” da tanınması istenmiştir. Ermeni soykırımının tanınmasının Türkiye’nin AB’ne katılımının ön şartı olduğu raporda kayda geçirilmiştir.

Raporun Güney Doğu başlıklı bölümü altında Türkiye’nin karşısına şu talepler getirilmiştir:

-       PKK terörüne karşı meşru mücadele veren güvenlik güçlerimiz terörist militanlarla aynı kefeye konulmuş ve güvenlik güçlerimize terör eylemlerine güç kullanarak karşılık vermeme çağrısında bulunulmuştur.

-       Başbakan Erdoğan’ın geçen yıl Diyarbakır’da yaptığı konuşmanın “Kürt sorunu konusunda cesur ve ümit verici işaretler” olduğunu tespit eden Avrupa Parlamentosu, bu konuşma ışığında Kürt sorununun demokratik çözümü için Türk Hükümetinin çaba harcamasını istemiştir.

-       Güneydoğu’da teröre karşı mücadelede ve güvenliğin sağlanmasında bir dengenin göz önünde bulundurulmasını isteyen rapor’da bu çerçevede “siyasi diyalogun” geliştirilmesi ve “barışçı aracılarla yapıcı diyalog” kurulması çağrısı yer almıştır.

Bölgesel sorunlar ve dış ilişkiler başlığı altında Türkiye’den Ermenistan’la ön şartsız olarak diplomatik ilişki kurulması, sınırın açılması ve uygulanan ambargoyu kaldırması istenilmiştir.

Kıbrıs Rum Yönetimi’nin tanınması, ilişkilerin normalleştirilmesi, Magosa limanının AB yönetimine devredilmesi ve Türk limanları ile havaalanlarının Rum bayraklı gemi ve uçaklara açılması talepleri de rapor’da yer almıştır.

Avrupa Parlamentosu raporunda yer alan bu hezeyanlar, Avrupa Birliği organlarının Türkiye konusundaki çarpık ve sakat kafa yapısını yansıtmaktadır.

Bunlar karşısında AKP hükümetinin takındığı tutum, en azından raporun içeriği kadar ibret ve hayret verici olmuştur.

Başbakan Erdoğan raporun bağlayıcılığı olmadığını belirterek konuyu geçiştirmeye çalışmıştır.

Burada önemli olan raporun hukuki bağlayıcılığı olup olmaması değildir. Siyasi niteliği ve ağırlığı olan bu rapor, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye bakış açısını bir kere daha ortaya koymuştur.

AB Türkiye’ye kalın siyah gözlükler arkasından bakmaktadır.

Önemli olan budur. Bu gerçeği en iyi bilmek durumunda olan da Başbakan Erdoğan’dır.

Zira, Pontus soykırımı ve Yezidilerin tanınması bir kenara bırakılırsa, raporda yer alan tüm talep ve dayatmalar Başbakan’ın göstermelik müzakereler için Brüksel’de 17 Aralık 2004 ve 3 Ekim 2005’de gönüllü olarak kabul ettiği belgelerde de yer almıştır.

Başbakan Erdoğan Brüksel dönüşü Kızılay Meydanında Belediye kamyonu üzerinde işte bu bayramı havai fişeklerle kutlamıştır.

Ancak şimdi mızrak çuvala sığmamaktadır. AKP’nin Türk milletine yalan söyleme imkanı kalmamıştır.

Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanacak ilk kırılma noktasının Kıbrıs olacağını artık herkes kabul etmektedir.

Yaygın tabiriyle tren kazası olarak önemi küçümsenmek istenen bu kriz, arızi bir yol kazası olmayacaktır.

AKP’nin Avrupa Birliği treni raydan çıkmış olup devrilmek üzere sürüklenmektedir.

Bunu çok iyi bilen hükümet, Kıbrıs krizini bir süre daha ileriye atabilmek ümidiyle çıkış yolları ve ara formüller arama telaşı içindedir.

Avrupa Birliği, Türkiye’nin Kıbrıs Rum Yönetimi ile ilişkilerini normalleştirmesinin ilk adımı olarak gördüğü Türk limanlarının Rum gemilerine açılması dayatmasını masaya getirmiştir.

Şimdi AKP’den bu konuda verdiği sözü yerine getirmesini talep etmektedir.

AB ile göstermelik müzakere sürecini başlatmak uğruna her dayatmayı kabul eden AKP, şimdi sıkışmıştır. İlk fatura önüne gelmiştir.

Limanların açılmasının Türk kamuoyunda doğuracağı tepkiden çekinen hükümet, şimdi seçimlere kadar zaman kazanmaya çalışmaktadır.

Ne acıdır ki, bu konuda umut bağladığı kişi Rum lideri Papadapulos olmuştur.

Son iki yıl içinde Kıbrıs sorununu Rum taleplerini karşılayarak çözmeyi ve böylece Kıbrıs Türklüğünü tasfiye etmeyi başaramayan AKP hükümeti, son bir zorlama yaparak, bunun önünde engel olarak gördüğü KKTC hükümetini yıkmak için açık müdahalede bulunmuştur.

CTP-DP Koalisyon hükümetinin yıkılması için her çirkinlik sergilenmiş, istifa ettirilen milletvekillerinin desteğiyle Avrupa Birliği yanlısı devşirme bir hükümet kurulması süreci başlatılmıştır.

Bu siyasi tezgahın içinde AKP yetkililerinin yer aldığı bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış, AKP bu konuda da suçüstü yakalanmıştır.

AKP’nin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin içini karıştırmaktan vazgeçmemesi halinde Kıbrıs Türklerini çok zor günler beklemektedir.

Hükümet bu tehlikeli oyunların Avrupa Birliği ile ilişkilerde yaşanacak Kıbrıs krizini erteleme amacına hizmet etmeyeceği gerçeğini de görememektedir.

Bugün Türkiye’nin önündeki en büyük tehdit, gemi azıya alan kanlı terör, etnik tahrikler ve siyasi bölücülüktür.

Hain terörün sivil halkı hedef alan kanlı eylemleri artarak sürmektedir.

Geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da masum çocukları hedef alan menfur bombalı saldırı, kanlı terörün hiçbir sınır tanımayan alçaklığını bir kere daha göstermiştir. Yavrularımızın bu şekilde katledilmesi tüm Türk milletin ciğerini dağlamış ve bütün vicdanları isyan ettirmiştir.

Bağlar beldesindeki bomba, Türk milletinin yüreğinde patlatılmıştır. Bu hainlerin amacı, tahrik ortamını tırmandırarak bir kardeş kavgasının zeminini hazırlamak ve devletle milleti karşı karşıya getirmektir.

Başta Diyarbakır’lı kardeşlerimiz olmak üzere aziz milletimiz, sağduyu ve metaneti koruyarak bu alçak oyuna gelmemişlerdir. Bu yöndeki hain tahrikleri boşa çıkartmışlardır.

AKP hükümetinin vakit geçirmeden Türkiye’nin kan gölüne çevrilmesindeki sorumluluğu üzerinde namuslu bir vicdan muhasebesi yapması artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Avrupa Birliği uyum yasalarıyla terörü desteklemeyi suç olmaktan çıkaran ve bölücülüğün önünü açan AKP hükümeti, bugüne kadarki tutum ve icraatıyla etnik bölücülüğün en büyük cesaret kaynağı olmuştur.

Bunun yanı sıra, AKP hükümeti terörle mücadele için gerekli siyasi iradeyi sergileyememiş ve güvenlik kuvvetlerimizin ihtiyaç duyduğu tedbirleri almayarak bu mücadeleyi zaafa sürüklemiştir.

Terörün iç destekçilerinin tahrikleri karşısında sessiz ve hareketsiz kalan hükümet, terörün dış kaynaklarıyla mücadele konusunda da hiçbir somut adım atmamıştır.

Kuzey Irak’tan kaynaklanan terörle mücadelede sadece laf üretmiş, arkasını getiremediği gövde gösterileriyle Türk toplumunun haklı tepkisini yatıştırmaya çalışmıştır.

Kuzey Irak’taki terör yuvalarına karşı önlem alınmazsa Türkiye’nin kendi başının çaresine bakacağını ilan eden Başbakan Erdoğan’ın, bu sözleri havada kalmıştır.

Türkiye’nin meşru hakkı olan askeri operasyon gündemden çıkarılmıştır.

Başbakan’ın bunun yerine düşündüğü çarenin terör koordinatörleri mekanizması olduğu çok geçmeden anlaşılmış ve AKP hükümeti çareyi terörle mücadeleyi ABD’ye ve Barzani’ye havale ve ihale etmekte bulmuştur.

Güvenlik güçlerimizin terörle etkili mücadele için iç koordinasyon birimi kurulması önerisini geçen yıl reddeden hükümetin, şimdi ABD ve Irak’la üçlü koordinasyon mekanizması kurması başlı başına bir garabet örneğidir.

Üçlü koordinatör sistemini icat eden AKP hükümeti, terörle mücadelenin komiteye havale edilerek yapılmasının ilk örneğini dünya literatürüne kazandırmış olmaktadır.

Bu yöntemin somut ve ciddi bir sonuç doğurması beklenmeyecektir.

Terörle mücadelenin her şeyden önce siyasi irade ve kararlılık gerektirdiği bir gerçektir. Bu oluşmadığı sürece, kurulacak mekanizmalar göstermelik girişimler olarak kalmaya mahkumdur.

Bu mekanizmanın ABD ve Irak tarafından Türkiye’nin sınırötesi askeri harekat yapmasını önlemek ve PKK’nın siyasi programını uluslararası platformlara taşımak için bir araç olarak kullanılmak istenmesi ciddi bir tehlike olarak karşımızdadır.

Nitekim, ABD’nin koordinatörüyle bir görüşme yapan Barzani, bu mekanizma çerçevesinde Kürt sorunun barışçı çözümü için arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu söylemiştir. Bu konudaki niyetler önümüzdeki günlerde daha da açıklığa kavuşacaktır.

Büyük bir aile olan Türk Milleti, şerefli bir tarihin ortak varisidir.

Asırlar boyu bölünmez bir bütün olarak yaşayan Türk milleti, karşısına çıkan tüm güçlükleri tek vücut olarak ortak çabalarla aşma kudretini göstermiştir.

Türk milletinin en büyük zenginliği ve güç kaynağı, tarihin her döneminde koruduğu ve yücelttiği milli birliği ve kardeşliğidir.

Bugün de, şartlar ne kadar ağır olursa olsun üzerinde titrememiz gereken en büyük milli değerimiz budur.

Yaşanan tüm ekonomik ve sosyal sorun ve sıkıntılar zaman içinde geride bırakılabilecektir. Her kaybın telafisi mümkündür.

Ancak, milli birliğimiz ve kardeşliğimizin yara alır ve tahrip olursa, bunun geri getirilmesi imkanı bulunmamaktadır.

Böyle bir felaketin yaşanması halinde Türkiye topyekün bir parçalanma ve yok olma sürecine mahkum olacaktır.

Bugün karşı karşıya bulunduğumuz en büyük tehlike budur.

Milli birliğimizi hedef alan hain saldırılar ve tahrikler artarak sürmektedir. Bölücü hainler kin, nefret ve düşmanlık tohumları ekmek için seferber olmuştur.

PKK’nın alçak saldırıları sonucu kaybettiğimiz aziz şehitlerimizin toprağa verildiği günlerde bile büyük şehirlerin sokaklarında PKK lehine gövde gösterileri yapılması çok ağır sonuçlar doğurabilecektir.

Bu alçak tahriklerin sürmesi, toplumsal dinamikleri harekete geçirme ve bir karşı tepkiyi davet etme riskini taşımaktadır.

Nitekim bunun işaretleri görülmeye başlamıştır.

Burada herkes çok dikkatli ve teyakkuz içinde olmalıdır. Türkiye’nin önüne hain tuzaklar kurulmuştur.

Buradan aziz milletimize sabır ve sükunet içinde olmaları ve tahriklere kapılarak sağduyu yolundan ayrılmamaları çağrımızı tekrarlamak istiyorum.

Aziz milletimiz müsterih olsun. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, güvenlik güçleri ve görevli kurumlarıyla bu hain suikasti önlemeye muktedirdir.

AKP hükümetine rağmen Türkiye bu alçak oyunu boşa çıkaracaktır.

Türk Milliyetçileri, Türkiye’yi bölüp parçalamayı hayal eden gözü dönmüş hainlere geçit vermemeye kararlıdır.

Ancak, Ülkücü kardeşlerim ve Milliyetçi Türk gençliği, hain tahrikler karşısında sokaklara çıkmayacak, bölücülerin Türkiye için tezgahladığı oyuna alet olmamaya azami dikkat gösterecek ve hiçbir şart altında bir kardeş kavgasının tarafı haline gelmiyecektir.

Milliyetçi Hareket ve Ülkücüler sokaklarda değil Ankara’da olacak ve yaklaşan iktidar dönemimizde PKK terörünün kökünün kazınması ve Türk milletinin birliği ve kardeşliğinin korunmasının şerefi bizlere nasip olacaktır.

Çok zor bir dönemden geçmekte olan Türkiye’nin bugün gelinen kavşak noktasında önünde iki yol, iki tercih bulunmaktadır.

Birincisi, cephelere bölünerek husumet, çatışma ve kavga ortamında sürekli kan kaybetmek ve yaralı bir ülke olarak tükenip yokolmaktır.

Türkiye’nin bu yola sürüklenmesine seyirci kalmak Türkiye’ye yapılabilecek en büyük ihanet olacaktır.

Türk Milletinin gerçek vatansever ve milliyetçi evlatları, bedeli ne olursa olsun buna karşı koymaya kararlıdır. Kendilerinde hangi gücü vehmederlerse etsinler, hiç kimse bu konudaki sabrımızı ve kararlılığımızı denemeye kalkmamalıdır.

İkinci yol ise, ortak milli değerler ve birlikte yaşama ülküsü etrafında kenetlenerek Türkiye’yi içten yıkmayı amaçlayan hain tahriklere karşı milli bir duruş ortaya koymak ve bu ruhla Türkiye’yi ayağa kaldırarak onurlu bir geleceğe taşımaktır.

Milliyetçi Hareket işte bu şerefli göreve taliptir.

Önümüzdeki seçimlerde tek başına iktidara gelecek olan Milliyetçi Hareket’in birinci önceliği, bu amaçlar doğrultusunda topyekün bir onarım ve toparlanma sürecini başlatmak olacaktır.

Bu bizim Türk tarihine ve Aziz Milletimize şeref ve namus borcumuzdur.

İl ve İlçe kongreleri sürecini tamamlayan Milliyetçi Hareket Partisi Sonbahar’da yapılacak Büyük Kongre sonrası Türkiye’nin kurtuluşu projesi ve bunu hayata geçirecek kadrolarıyla Türk milletinin huzuruna çıkacaktır.

Sözlerime son vermeden önce Aziz Milletimizin yaklaşmakta olan mübarek Ramazan’ını şimdiden kutlamak istiyorum.

Rahmet ve bereket ayı olan Ramazan’ın, çok ağır sorunlarla hırpalanan Türkiye’nin ayağa kalkarak düzlüğe çıkacağı hayırlı bir dönemin başlangıcına vesile olması temennisiyle hepinizi en iyi dileklerimle selamlıyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı