29.11.2009 - İstanbul'da Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
İstanbul'da Yapmış Oldukları Konuşma Metni.
29 Kasım 2009

 

Muhterem İstanbullular,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Basınımızın Güzide Temsilcileri,

Milliyetçi Hareket Partisi İstanbul İl Teşkilatı’nın düzenlemiş olduğu bayramlaşma törenine hepiniz hoş geldiniz.

Mübarek Kurban Bayramını idrak ettiğimiz bu mana yüklü günlerde, sizlerle birlikte olmaktan büyük bir mutluluk duyuyorum.

Bizleri bir araya getiren Cenab-ı Allah’a, bir kez daha buluşturduğu için şükrediyorum.

Kucaklaşmanın, kavuşmanın yaşandığı, ayrılıkların ve küskünlüklerin son bulduğu Bayramın milletimize, Türk-İslam âlemine, partimize ve İstanbullu kardeşlerimize hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Gönüllerindeki vatan sevgisine, kalplerindeki millet aşkına,  gözlerindeki mücadele azmine şahit olmaktan gurur duyduğum ülkü arkadaşlarıma bu vesileyle şükranlarımı sunuyorum.

Bugün buradan, Anadolu’muzun her yöresine yayılacak barışma, buluşma ve birlik olma heyecanın, milletimizde yeni bir doğruluşa vesile olacağına yürekten inanıyorum.

Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum, ayrı ayrı bayramınızı tebrik diyorum.

Sağ olun, var olun.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Hayatımızda yer alan bütün sosyal ve kültürel hadiselerin bir geçmişi, akıp geldiği bir mecrası, dayandığı tutarlı bir bütünlük arz eden ilkeleri vardır.

Bunların her birisinin, içinde bulunduğumuz zamanı doğrudan doğruya etkileyen özellikleri, ilişkilerimizi tanzim eden yönleri, yarınlarımızı hazırlayan da etkileri bulunmaktadır.

Bizi biz yapan, bir arada yaşamamıza büyük katkı sağlayan, dikkatlerimiz dağılmadan aynı yöne bakmamıza neden olan ve bütünlüğümüzü sağlamlaştıran dini ve milli bayramlarımızın toplumsal hayatımızda çok önemli bir yeri bulunmaktadır.

Hatırlamanın, vefanın, kardeşliğin hakim olduğu; ihtilafların çözüldüğü, hiziplerin son bulduğu, tek yürek, tek bilek ve tek millet olarak kutladığımız Bayramın, hain emellere geçit vermeyecek olan milli şuura daha da güç vereceğine inanıyorum.

Dualarla kesilen kurbanların, yapılan ibadetlerin, edilen yardımların, çalınan kapıların arkasındaki sevinçlerin, ulaşılan gariplerin, verilen ikramların, öpülen ellerin, tutulan dileklerin, yapılan sohbetlerin, içilen kahvelerin, girilen safların, birlikte atılan adımların hepsi milletimizin sağlam ve ayrılmaz bütün olduğunun açık ve net bir kanıtıdır.

Elbette sadece bayramlarla sınırlı kalmadan, yılın her gününde ve anında, bağlarımızın ne kadar güçlü ve kopmaz olduğunun gösterilmesi de gerekmektedir.

Ancak o zaman, ayrılıkçı ve bölücü niyet ve zihniyetlere fırsat verilmeyecek, hiç kimse terörün sözcülüğünü yapmaya cüret edemeyecektir.

Aziz milletimizden aldığı yetkiyi yanlış yorumlayarak, başka başkentlerden dayatılan projelere uymak zorunda kalan mevcut siyasi iktidar, işte o zaman hak ettiği dersi ve karşılığı almış olacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Artık kontrolden çıkan AKP hükümeti; Türkiye’yi dipsiz ve karanlık bir kuyunun kenarına kadar getirmiştir.

Mütareke yıllarındaki, işgal kuvvetlerince uzaktan kumanda edilen İstanbul hükümetleriyle, çok benzerlik gösteren bugünkü iktidar; adeta milletimizin birliğinden, kimliğinden ve dirliğinden rahatsız olmaktadır.

Demokratikleşme parolasıyla başlattıkları ihanet yolu kapandıkça ve milli tepki çığ olup bu yolu kullanılmaz hale getirdikçe Başbakan Erdoğan küçülmekte, öfke patlaması yaşamakta, ağzından çıkanları kontrol etmekte zorlanmaktadır.

Hepiniz medyadan izliyorsunuz.

Yıkım projesinin TBMM Genel Kurul salonundan görüşüldüğü esnada, bana ayrılan süre zarfında konuşmamı yaparken, ifadelerimden rahatsız olan Başbakan Erdoğan’ın hakkımda kullandığını tespit ettiğim ağza alınmayacak sözleri, burada tekrarlamaya terbiyemin müsaade etmesi düşünülemeyecektir.

Ancak şu hususları da sizlerle paylaşmadan geçmek istemiyorum.

Bizim bölünme partisi olarak adını koyduğumuz bugünkü iktidar partisine ve yöneticilerine yönelik eleştirilerimiz, hiçbir zaman kişilikleri ile ilgili olmamıştır.

İhanetle kol kola girip, Kandil ve İmralı’yla el altından pazarlık yapmaya kalkışan AKP zihniyetine; her zaman tenkitlerimizi siyasi tahammül ve demokratik sınırlar çerçevesinde yönelttik.

Biz söyleyeceğimiz bir şey olursa, herkes bilmelidir ki; düşüncelerimizi dolaştırmadan, geciktirmeden ve açık olarak herkesin yüzüne karşı ifade etmekten kaçınmayız ve çekinmeyiz.

Başbakan Erdoğan gibi, TBMM Genel Kurul salonunda konuşan ve milyonlarca insanımızın desteğini almış bir şahsiyete ağza alınamayacak sözleri sarf edebilecek kadar haddi, kontrolü, terbiyeyi, nezaketi ve zarafeti kaybetmemiz mümkün değildir.

Buradan söylüyorum ki, bizim için ne söylenmişse, öncelikle kötü söz sahibine misliyle ait olacaktır.

Ve bu utanç duyulacak hakaretlerin de öncelikle şahsıma değil, dava arkadaşlarımıza ve aziz milletimize yapıldığını ve böyle kabul ettiğimizi açıklıkla beyan ediyorum.

Nitekim hukuk yoluyla da gerekli tedbirleri alacağımızı, yüce adaletin bu densizliğin ve kendini bilmezliğin cezasını vereceğine içtenlikle inanıyorum.

Daha da önemlisi, kadirbilir milletimizin, hayasız ve düşük siyaset anlayışından mutlaka hesap soracağını ve bunu asla karşılıksız bırakmayacağını düşünüyorum.

Bu akıbetin yakın olduğunu gören Başbakan Erdoğan, bayram günlerinde bile içindeki kinini ve anormal bir boyut kazanmış öfkesini, kıldığı Bayram namazından sonra da devam ettirmiş ve partimize hakaret etmeyi sürdürmüştür.

Başbakan Erdoğan’ın aynaya bakmamızı önermesi ve lügatinde küfür olmadığını söylemesi, üstelik seviye hatırlatması yapan sözleri bayram günü, kara bir leke gibi Başbakan’ın alnına yapışmıştır.

Biz aynaya baktığımız zaman; kırk yılın gururunu, millet varlığına adanan ömürleri, çekilen çileleri, dört duvar arasındaki işkenceleri, inandığı davası uğruna kendisini feda edenleri, vatan, bayrak, ezan, şehit diyen kahramanları ve burada daha saymakla bitiremeyeceğim bir çok değeri görüyoruz.

Peki, Sayın Başbakan, siz baktığınız zaman aynada neyi görüyorsunuz? Başına çuval geçirilen Mehmetçiği mi? Şehitlere kelle, katile sayın diyen gayri milli bir suratı mı? Yoksa meşruiyetini Vashington’da, Brüksel’de arayan, küresel güçlerin bölgesel taşeronunu mu? Veya çiftçimize ananı da al git diyen kaba yüz ifadesini mi? Ya da küfürbaz ve ağzı bozuk bir kişiyi mi?

Konuşmamın bu aşamasında diyeceğim kısaca şudur: Siz Türk milleti için bir talihsizliksiniz. Siz artık bir zaman kaybısınız ve sizinle geçen her gün heba olmuş zaman olarak hafızalardan silinmeyecektir.

Ve tarih Başbakan Erdoğan’ı, ağzı bozuk, edep ve hayadan nasibini almamış, vaatten başka hiçbir şey bilmeyen, beceriksiz bir kişi olarak yazacaktır.

Dönemini de, kaosların yaşandığı, kavgaların arttığı, bölücülerin küstahlaştığı, milletimizi parçalamaya çalışanların cesaretlendirildiği, fitnenin ve düzen bozucu güçlerin hakim olduğu bir zaman olarak hatırlayacaktır.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Kıymetli Basın Mensupları,

Tarih şuurundan yoksun kişi ve toplumlar; kendilerini, ancak bir vasıta, bir alet, bir gölge, nasıl ortaya çıktıklarını bilmeyen bir parça sanacaklardır.

 Bundan dolayı da kendi varlıklarının devamını, hatta mutluluklarını başka yerlerde, başka milletlerin coğrafyalarında arayacaklardır.

Bugün yaşadığımız an, yüzyıllar boyunca sürmüş mücadelelerin, heyecanla ve bedel ödeyerek çizilmiş olan haritaların, yeni bir geleceğe açılan eşiğidir.

Bu itibarla, tarih sadece keşfolunan ve yalnızca seyredilen kuru olaylar resmigeçidi değil, aynı zamanda önümüze konan ve bir bakıma hala tekemmül etmemiş yaşayan bir hayattır.

Bizi köksüzlükten kurtarıp, ebediyete akıp giden coşkun bir nehre dönüştüren, aynı kaderi paylaşan diğer milletlerin arasında bize varlığımızı duyuran sahip olduğumuz tarih şuurudur.

İstikbali, istiklalimizden zerre kadar taviz vermeden planlayıp hayata geçirmemiz için de tarih şuuruna çok ihtiyacımız vardır.

Çağımızda, geçmişle gelecek arasında bulunduğumuz şu anki zamanda, iktidar elitinin tarih şuuruna sahip olmaması çok büyük bir tehlikeyi ortaya çıkarmıştır.

Tarihten husumet çıkaran, geride ve örtülü kalan nefretlerini sözde demokratlık kisvesiyle örtmeye gayret eden AKP zihniyeti, tarihimizle hesaplaşmak, yargılamak ve bunu fırsat olarak kollayan yabancı odaklara sırnaşmak için her tavizi vermekten kaçınmamaktadır.

İşte tarihin kalbinin attığı yer olan ve gururumuz İstanbul’dayız. Asırlarca tarihe şahitlik yapan bu büyük şehir, Türk milletinin acılarını, sevinçlerini, kahramanlıklarını ve hayal kırıklarını tek tek yaşadı.

Türk milletinin geleceğine yön vermekten acizlerin ve korkanların Türk milletinin geçmişini tahrip etmeye çalışmaları, milletimizi küçük ve dar bir alana hapseden Sevr zihniyetinin tekrar güçlenmesine neden olmaktadır.

Bunu göremeyecek kadar gözü kararmış ve bilinci dumura uğramış olan Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları, Türkiye’yi yıkımın eşiğine kadar getirmiştir.

Tarih şuurunun eksikliğinden dolayı, gelişmelerin değerlendirmesini ve sağlıklı analizini yapamayan iktidar zihniyeti, dünü suçlayarak daha demokrat olacağını sanma gafletine düşmüştür.

Tarihten ders ve sonuç yerine, husumet çıkaran Adalet ve Kalkınma Partisi zihniyeti, mazide kalan vakaları bilmediğinden ya da fark edemediğinden, bugünkü benzerlikleri de görememektedir.

Geçtiğimiz yüzyılın başlarında, Balkanlarda yaşanılan acı ve talihsiz olaylar, bugün içinde bulunduğumuz dönemle büyük benzerlikler göstermektedir.

Dünün çetin, birbirinden acı olayları sonucunda, topraklarımız elimizden çıkmış, sınırlarımız gerilemişti.

Hatırlanacağı üzere, Osmanlı İmparatorluğu “93 Harbi” adıyla bilinen savaşta Rusya’ya mağlup olunca, 3 Mart 1878’de Ayastefanos Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştı.

Bu yıkım antlaşmasına göre, Romanya, Sırbistan, Karadağ tam bağımsız olmuş, Karadeniz’den Ege Denizi’ne kadar inen bir hatta Bulgaristan kurulmuştu.

Osmanlılara ise, lütfedilerek Bosna-Hersek ve Arnavutluk bırakılmıştı.

Ne var ki, Balkanlar üzerinden yapılan nüfus mücadelesi, Osmanlı’nın paylaşılmasını beraberinde getirmiş, dünün küresel mihraklarının diretmesiyle 13 Temmuz 1878’de Berlin Antlaşması imzalanmıştı.

Bu defa da Rusya’nın hâkimiyet alanı daraltılmış; Bulgaristan tekrar küçük bir prensliğe dönüştürülmüştü.

Bu esnada da küresel mihraklar, oldubittiye getirerek Akdeniz’in en stratejik adası Kıbrıs’a fiilen el koymuşlardı.

Sanayileşmenin getirdiği emperyal bir zihniyetle, çetin bir paylaşım mücadelesi başlamış,  hasta olarak tarif edilen Osmanlı İmparatorluğu’nun nasıl pay edileceğine, tıpkı bugününün Türkiye’sinin nasıl bölüneceğinde olduğu gibi, tam olarak karar verilememişti.

Osmanlı’nın topraklarını parçalamaya çalışan güçler; girişimlerini meşru göstermek için, tıpkı bugünkü gibi, insan hakları, medeniyet, reform, barış gibi sözcükleri dillerinden düşürmemişlerdi.

Bugüne benzer biçimde, 20’nci yüzyıl başında bu defa da Balkanlar’daki ayrılıkçı terör örgütleri, vatanı bölmek, ayrıştırmak için yoğun faaliyet göstermişlerdi.

Sadece 1903 yılının üç ayında; Makedonya’daki terör olaylarında, 5 bini aşkın Türk kardeşimiz, 6 bin Makedonyalı ölmüş, 200’e yakın ilçe yakılıp yıkılmış, 70 bini aşkın kişi evsiz kalmış, 30 bin kişi de vatanından olmuştu.

O günkü şartlarda, maaşını alamayan, soğukta kendini koruyacak kışlık giysi giyemeyen, hastalıklarla mücadele eden, silahına sürecek mermi bulamayan Mehmetçik, bugün olduğu gibi var gücüyle bölücülere karşı mücadele vermişti.

Avcı Taburları sayesinde, Balkanlardaki üstünlük Osmanlı İmparatorluğu’na geçince; tıpkı bugünkü gibi “İnsan hakları ihlalleri var” denilerek, yapılan mücadeleler acımasızca sorgulanmıştı.

Dün, Balkan Dağlarında yakalanan bölücü teröristler yabancı subayların inisiyatifiyle ve müdahalesiyle serbest bırakılırken, bugün de yine yabancıların güçlerin AKP hükümetine dayatması ve yönlendirmesiyle sınırdan giren bölücüler serbest kaldılar.

O günlerde bunun gerekçesi olarak da, bugüne çok benzer bir şekilde toplumlar arasında barış, hukuk, adalet ve hak kavramları kullanılmıştı.

 “Barışı sağlama” umuduyla cezaevlerinden salıverilen ayrılıkçı ve bölücü teröristler, Habur rezaletinde olduğu gibi, bugüne benzer bir şekilde davul-zurnayla karşılanmışlardı.

Bugünkü gibi, serbest kalanlara büyük kutlamalar yapılmış ve bu gösterilere nedense hep Türk mahallelerinin içinden geçilerek başlanılmıştı.

Tarih tekerrür etmiş, Türk milleti yeni bir anaforun ortasına, içinden çıkarak iktidar sorumluluğunu üstlenmiş bir grup tarafından itilmiştir.

Dün parçalanmaya giden bir İmparatorlukta ayrılıkçı çeteciler affedilmiş ve alkışlanmıştı, bugün de yine hainler bırakılmış ve barış elçisi olarak takdim edilmiştir.

Teröristlerin affedilmesi, cezai takibata uğramadan ve Türk adaleti önünde hesap vermeden Türkiye’ye gelmesi ve siyaset yolunun açılması yıkım projesinin en önemli ve öncelikli unsurudur.

Af konusunun, İmralı ve PKK ile yürütülen aracılı müzakere ve pazarlıkların en kritik veçhesi olduğu anlaşılmaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın teröristlere af konusunu geçmişte çeşitli vesilelerle siyasi gündeme getirmeye çalıştığı, tepkiler karşısında inkar yoluna saparak geri adım attığı hatırlanacaktır.

Bu konuda genel af çıkarmanın zorluklarını ve sonuçlarını hesap eden hükümet, bunun yerine fiili ve kanunsuz uygulamalarla örtülü af planına angaje olmuştur.

Bunun ilk uygulaması Habur’da yapılmış, kanunlar ve hukuk hiçe sayılarak teröristler hiçbir işleme tabi tutulmadan serbest bırakılmıştır.

Barzani yönetimi, bu projeyi Türk hükümeti ve devlet güvenlik kurumları yöneticileriyle birlikte geliştirdiklerini bile açıklamışlardır.

Başbakan Erdoğan’ın yaklaşımlarından, Habur rezaletine tepkiler nedeniyle geçici bir süre ertelenen af yoluyla dağdan iniş uygulamasının bir süre sonra yeniden başlayacağı, aradaki dönemde Mahmur kampından gelişlere öncelik verileceği anlaşılmıştır.

Bu çerçevede Mahmur kampı “terörist transfer istasyonu” olarak kullanılacak, önce burada toplanacak militanlar kamptaki sivil halkla birlikte kafileler halinde Türkiye’ye getirileceklerdir.

Terör örgütünün Kandil’deki çete başları ise, Barzani kanalıyla yürütülen ve bazı kamu görevlilerinin de içinde yer aldığı pazarlıklar sonucu, bir Avrupa ülkesine siyasi mülteci olarak gönderilecek, isteyenlerin Kuzey Irak’ta kalması için de düzenlemeler yapılacaktır.

Hükümet’in İmralı canisinin durumunun düzeltilmesi ve tecrit koşullarının hafifletilmesi için harekete geçmesi de, bu açılım süreci kapsamında görülmelidir.

İktidarın hoşgörüsü ve izniyle terör örgütünü İmralı’dan yöneten, avukatları aracılığıyla serbestçe haberleşen ve talimatlar veren terörist başının yanına şimdi de yoldaş teröristler gönderilmiştir.

İmralı adası, artık PKK militanlarına tahsisli özel dinlenme kampı ve terör misafirhanesi statüsü kazanmış, PKK’nın bir talebi daha karşılanmıştır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Bu süreçte İmralı ve terör örgütü asla muhatap alınamaz diyenler, terörist başı ile aracılı görüşme kanalları açmış, İmralı canisinin sözde yol haritası elde tutularak bu süreçte karşılıklı atılacak adımların koordinasyonu ve uyumlaştırılması için harekete geçilmiştir.

Adı ve etiketi sahte olan; teşhisten tanıma, kavramsal temelden çözüm reçetesine kadar bütün unsurlarıyla sakat olan bu açılım, devletin teröre teslim olmasının şartlarının ele alınacağı ve bölücü taleplerin hayata geçirileceği bir sürecin başlatılmasını amaçlamaktadır.

Böyle bir süreç çerçevesinde;

-Terör örgütünün eylemlerini durdurması karşılığında Türkiye’nin terörle mücadelesinin ve askeri operasyonların askıya alınması ve sınırlandırılması,

-Dağdan inme karşılığında teröristlerin siyasi aftan yararlandırılması ve PKK’nın taleplerini karşılayacak bir siyasi çözüm süreci başlatılması hiçbir şart altında kabul edilemeyecektir.

- Böyle bir sakat denkleme dayanan bir pazarlığın kabulü ve savunulması düşünülemeyecektir.

Köken farklılıklarını derinleştirmek, bunları toplumsal kırılma hattı haline getirmek, bin yıldır bir arada iç içe yaşayan Türk milletinin bünyesinde ayrışma, etnik husumet ve ayrılık tohumları yeşertmek, açık bir çatışma ve bölünme reçetesidir.

Kaynaştırıcı bir millet yapısı içinde bin yıldır birlikte yaşayan Türk vatandaşlarının böyle bir zeminde ayrıştırılması sürecinin başlatılması, özerklikten ayrılıkçılığa ve bölünmeye giden yolu açacaktır.

Türkiye’nin milli birliğini, kuruluş ilkelerini ve yapısını yıkmak meşru kimlik talebi, etnik bölücülük de meşru hak mücadelesi olarak görülemeyecektir.

Bu süreçte demokrasiyi, insan haklarını ve özgürlüklerini etnik ayrışma dinamiği ve bölünme aracı olarak görmek, izahı olmayan bir gaflet ve garabettir.

Terör örgütünün bölücü emellerini ve taleplerini sahiplenmek, bu amaçla bölünme modelleri arayışına girmek, devletin varlığına, milletin birliğine, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne kastetmektir.

Bu açık bir Anayasa suçudur, aynı zamanda bir ihanettir ve ihanetin tanımı da anlamı da burada aranmalıdır.

AKP hükümetinin “PKK açılımının” ve arkasındaki yıkım projesinin özü, özeti ve anlamı budur.

Bu konudaki endişe ve görüşlerimiz bir vehim ürünü değildir, iftira ve karalama olarak da görülmemelidir. Sayın Başbakan’ın bugüne kadarki söylem ve icraatlarının ortaya koyduğu somut gerçeklere dayanan tespitlerdir.

Bunlara hakaret ve iftira diyerek tepki gösteren, PKK açılımına karşı çıkanları ülkeyi kafalarında bölmekle suçlayan Sayın Başbakan’a bu gerçekleri hatırlatmak isterim.

Bu yol sağduyu ve milli birlik yolu değil, bir gaflet ve bölücülük yoludur.

Bu yola sapanları tarih ve millet affetmeyecek, bu yolun yolcuları milli vicdanda mahkum olacaktır.

Bu açılım bir açmazdır, kör bir çıkmazdır.

Hükümetin iddia ettiği gibi milli bir mesele değil, birliğimize ve bütünlüğümüze yönelik açık bir tehlikedir.”

Türkiye süratle tarihi bir yol ayrımına gelmekte, çok ağır sonuçları olacak bir ayrışma ve çatışma ortamına sürüklenmektedir.

Türkiye’nin partisi olduğunu söyleyen ve anlamsız bir “bölge partisi” tartışması başlatan AKP, milletten aldığı oyları bölünme ruhsatı olarak görmekte ve “bölme partisi” olma yolunda hızla ilerlemektedir.

Bu gidişatın durdurulamaması halinde, bunun Türk milletine faturası çok ağır olacaktır.

Bu süreci harekete geçirenler bu vebalin altından kalkamayacaktır.

Bu yolda bedeli ne olursa olsun sonuna kadar gidileceğini söyleyenler çok iyi bilmelidir ki, Milliyetçi Hareket Partisi Türkiye’nin geleceğinin ateşe atılmasını ne pahasına olursa olsun önlemeye azimli, kararlı ve hazırdır.

Bunun için ne bedel ödenecekse, bu bedeli ödemeye de vicdan huzuru içinde razıdır. 

Hiçbir şart altında, milletimize müstahak olmayan ve ayrılmayla ve bölünmeyle sonuçlanacak sözde demokratikleşme girişimlerinin bizim nezdimizdeki karşılığı ve manası budur.

Bu açılımın arkasındaki esas niyet, Türkiye’yi etnik temelde ayrıştırmak, etnik nifak sokarak yabancılaştırmak, çatıştırmak ve bölmeyi amaçlayan büyük bir yıkım projesinin herkes tarafından kabul edilmesini sağlamaktır.

Türkiye’nin milli birliğini sarsmayı, bölünmez bütünlüğünü yıkmayı ve bin yıllık kardeşliğini ateşe atmayı amaçlayan bu projenin milli birlik, bütünlük ve kardeşlik projesi olduğunu söylemek tam bir garabettir.

Bu projenin milli olduğu, muhatabının millet olduğunu söylemek, Türk milletinin aklı ve idrakiyle alay etmektir.

Bu proje’nin patent sahibi ve kılavuzu İmralı canisidir.

Senaryo yazarı okyanus ötesidir.

Irak’taki arabulucuları Barzani ve Talabani’dir.

Taşeronu ise Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakan’ı ve hükümetidir.

Bu projenin muhatabı, bundan yararlanacak olan da asla Türk milleti değildir ve olmayacaktır.

Muhatap İmralı’dır, Kandil’dir, eli kanlı teröristlerdir, etnik bölücülerdir, Barzani’dir, Talabani’dir, Amerika Birleşik devletlerinin stratejik hesapları ve çıkarlarıdır.

Mağduru ise birdir o da, topyekûn Türk milletidir.

Değerli Arkadaşlarım,

Yıkım ekibine dur diyebilmek, daha güçlü ve kudretli bir Türkiye inşa edebilmek, tam bağımsız bir şekilde ve üniter yapımızı muhafaza edebilmek için Partimize büyük görevler düşmektedir.

Bunun için, İstanbul’da daha da kökleşeceğimiz, her eve her semte kadar nüfuz edeceğimiz yeni bir siyasal projenin icrası son derece önemlidir.

Bu itibarla, bu bayram günlerindeki kucaklaşmanın, milletimiz için gece gündüz demeden yapacağımız çalışmalara, değerli katkılar sağlayacağının şuurunda ve farkında bulunduğunuza inanıyorum.

Çünkü İstanbul, herhangi bir toprak parçası, farkına varamayacağımız veya göz ardı edebileceğimiz bir beldenin adı değildir.

500 yıla yakın Türklüğün başkenti ve hükümranlık merkezi olmuş bu büyük kentin önemi bizim için çok ayrı ve çok büyüktür.

Fethiyle bir çağ açılmış, bir dönem kapanmıştır.

Burada vereceğiniz her kararın ve yapacağınız her çalışmanın da huzurlu ve müreffeh bir Türkiye’nin oluşması için başlangıç olacağını bildiğinizi düşünüyorum.

Dillere destan güzelliğiyle, medeniyetlerin otağ kurup yükseldiği bu muhteşem kentte alacağımız siyasal sonuçlar, bütün yurttaki mücadelemizde belirleyici olacak ve mutlaka istikamet verecektir.

İmparatorluklara payitaht olmuş bu kutlu şehir, bugünkü toplumsal yapısı ile ülkemizin bütününü temsil eden büyük bir kaynaşmanın eseridir.

İstanbul, semt semt, mahalle mahalle, ev ev, asırların olgunluğunu, milletimizin sahip olduğu bütün zenginlikleri ihtişamında buluşturan bir dünya kentidir.

Burada aşacağımız her siyasi engel, elde edeceğimiz her siyasal zemin, vatan sathında karşımıza çıkan bütün zorlukları aşmada bize güç verecektir.

Bunun için göreviniz ağırdır, büyüktür, kutludur.

  • İstanbullu, kendisine ulaşacak mesajları beklemektedir.
  • İstanbullu, kendisine el uzatacak kardeşlerini beklemektedir.
  • İstanbullu, yaşadığı ağır sorunları hissedecek, çözecek kadroları beklemektedir.
  • İstanbullu, büyük gören ve düşünen siyaset temsilcilerinin gayretlerini beklemektedir.

Bunun farkında olduğunuzu, bu gerçekleri yaşadığınızı ve bunları yaşayan İstanbulluların hislerine tercüman olacağınızı bekliyor ve sizlere inanıyorum.

Dünyanın hakimiyet merkezi olan İstanbul bugün bu kuvvetinden çok uzaklara düşmüştür. Hali içler acısıdır.

Türkiye’nin sorunlarına paralel ve ilave olarak İstanbullunun sorunları da her geçen gün ağırlaşmaktadır.

  • İşsizlik, yoksulluk ve çaresizlik her tarafı sarmıştır.
  • İnsanlarımız, bir lokma ekmeğini kazanabilmek için koşuşturmaktadır.
  • Sabahın erken saatlerinden gecenin geç vakitlerine kadar ağır bir hayat kavgası vermektedir.
  • Sanayici perişan, esnaf bitkindir.
  • Bankalar yabancılaşmış, ithal mallar üreticiyi yıldırmıştır.
  • AKP yandaşlarına İstanbul peşkeş çekilmiştir.
  • Fabrikaların kapılarına kilit vurulmuş, ticaret durmuştur.
  • Kriz İstanbul’un her bölgesini etkilemiş, her eve saatli bir bomba gibi düşmüştür.
  • Dış açık, cari açık, bütçe açığı İstanbulluya ilave ve ağır yükler getirmiştir.
  • Rantiyecilerin, arazi yağmacılarının, talancıların yüzü AKP iktidarıyla gülmeye başlamıştır. Bunun kılıfı kentsel dönüşüm olmuştur.
  • Borçlar artmakta, kredi kartları batağı büyümekte, çekler dönmemekte, senetler icraya verilmektedir.
  • İstanbul’un her sokağında ekonomik krizin izleri görülmektedir.
  • Her gün geçtiğiniz caddenin üzerindeki dükkanlar birer birer kapanmaktadır.
  • Hergün alışveriş yaptığınız bakkallar el değiştirmektedir.
  • Her evde ağır bir yoksulluğun getirdiği tahribat ve gerginlik vardır.
  • Bugün İstanbul daha yoksul ve çaresizdir.
  • Sokaklar suçlulara teslim edilmiştir.
  • Doğal afetlerde yaşanan can ve mal kayıpları bu çaresizliğin ve beceriksizliğin belgesidir.

Hal böyleyken, Başbakan Erdoğan, aziz İstanbullu kardeşlerimi bu yollarda beraber yürüdüklerini söyleyerek aldatmaya devam etmektedir.

Bu durumun böyle gitmeyeceği açıktır. Gitmemelidir.

Bu sefaletin devam edemeyeceği ortadadır. Etmemelidir.

İstanbul eski ihtişamına, İstanbullu eski refahına kavuşmalıdır.

Dünyanın en büyük Türk kenti olan İstanbul bu kamburdan kurtulmalı, bu zilletten sıyrılmalıdır.

Bunu yapacak olanlar ancak Milliyetçi Hareketin mensuplarıdır.

Bunu sağlayacak olanlar ecdada vefa duyan, Türkiye’ye sevdalı, milletine bağlı Türk milliyetçileridir.

Bunu yapacak olanlar sizlersiniz.

Peygamberimizin müjdelediği ve ecdadın yadigarı olan bu kutlu emaneti en kısa zamanda kucaklayacaksınız.

Ucu bucağı olmayan bu muazzam şehirde Milliyetçi Harekete özlediği, beklediği ve hak ettiği mevkiyi kazandıracaksınız.

Bütün kalbimle ifade ediyorum ki, bu kentin vurgundan, talandan, yokluktan ve yoksulluktan kurtuluşu yine üç hilalin kadrolarınca sağlanacaktır. Ve inşallah sizlere nasip olacaktır.

Çünkü İstanbul yeniden fethedilmeyi beklemektedir.

Çünkü İstanbul ayağa kalkmak ve doğrulmak istemektedir.

Bu sırtınızda ağır bir yük ve omuzlarınızdaki ağır bir sorumluluktur.

Bu tarihi ve milli görev, onu taşıyamayacakların, ona anlam veremeyeceklerin veya farkına varamayacakların başaracağı bir iş değildir.

Kendini aşmış, günlük hesapların peşinde olmayan, davamızın vizyonunu İstanbul sathına yaymayı hedeflemiş kişilerin ve kadroların harcıdır, haddidir ve hakkıdır.

Bu işin ise, ancak ve ancak güçlü bir teşkilatla, kuvvetli bir kucaklaşmayla,  sıkı bir tokalaşmayla, samimi bir sarılma ile olabileceği ortadadır.

Aynı hedefe yönelmiş, aynı hayalleri kuran, aynı ülkülerin peşine düşmüş dava arkadaşlarımın bunun şuurunda olduklarını biliyorum.

Ancak bu erdemi gösterebilecek olanların, Milliyetçi Hareketin özlediği siyasal yükselişe ve İstanbulluyu özlediği günlere kavuşturacağından şüphem yoktur.

  • Türkiye yeterince ayrışmaya maruz kalmıştır.
  • Milletimiz yeterince incinmiş ve kırılmıştır.
  • Bin yıllık kardeşliğimiz yeterince tahrip edilmiştir.
  • Ortalığa yeterince nifak saçılmıştır.
  • Vatandaşlarımızın kafaları fazlasıyla karıştırılmıştır.

Bu kaos içinde Milliyetçi Hareket;

  • Milletimizi esas alan büyük bir birlik, birleşme mücadelesi vermektedir.
  • Vatanımızı temel alan büyük bir kucaklaşma ve kaynaşma mücadelesi vermektedir.

Bu itibarla, gün her zamankinden daha fazla birlik ve dayanışma günüdür.

Elbette gündelik yaklaşımlarınızda bir elin parmakları gibi ayrı ayrı düşünceleriniz olabilir.

Ancak, eğer konu ülkemizin meseleleri ise bir yumruk gibi sıkılı olmalısınız.

Eğer, mevzubahis olan Milliyetçi Hareket ise ayrıyı gayrıyı bir kenara bırakıp kucaklaşmak zorundasınız.

Türkiye’nin birliğini savunmak, siyaseten birliğimizi sağlamakla, üç hilal altında toplanmakla mümkündür.

Ben bu bayramlaşma vesilesiyle, Milliyetçi Hareket’in daha da güçlenerek milletimize hizmet yolunda emin adımlarla yürüyeceğinden eminim.

Geçmişte yaşanan her şey geride kalmıştır.

Hayat devam etmekte ve ileriye doğru hızla ilerlemektedir.

Bu nedenle geriye takılıp kalmak bizleri ileriye götürmeyecektir.

Ancak bu, kusurlarımızı ve yanlışlarımızı örtmek demek de değildir.

Ne var ki, hedeflerimiz geriye doğru değil, ileriye doğrudur.

Gelecekte neler yapabileceğimizin arayışları şimdi önümüzdedir.

Bu itibarla burada, bayramlaşmamızı tamamladıktan sonra; vatana adadığımız siyasetimize gönül veren ülkü arkadaşlarımın daha çok omuz omuza olacağına inanıyorum.

Gönüllerde aynı türkü, tam bir dayanışma ve kardeşlik içinde İstanbul’a talip olmak için yola koyulacaklarını biliyorum.

Birbirine sımsıkı bağlanmış bir İstanbul teşkilat yapısıyla, Türk milletine dayatılan ihanet projelerini yırtıp atmanın daha kolay ve mümkün olacağının şüpheye yer bırakmayacak bir şekilde farkındayım.

Bugünkü şartlarda, kötü niyetlilerin, yıkım ekiplerinin, menfaat çetelerinin bir araya gelerek tam mesai yaptıkları düşünüldüğünde, kalbi vatan sevgisiyle atan bütün kardeşlerimin bu kutlu çatı altında bir araya gelmesine olan ihtiyaç daha da artmıştır.

Aranıza nifak tohumları serpmeye çalışanlara karşı uyanık olacağınızı, bunlara geçit vermeyeceğinizi biliyorum.

Tuzla’dan Avcılar’a, Küçükçekmece’den Zeytinburnu’na, Eminönü’nden Üsküdar’a, Kadıköy’den Sarıyer’e kadar üç hilalin mesajını götürün.

Tahribatın kimsenin yanına kâr kalmayacağını bıkmadan, usanmadan anlatın.

Durmak yok yola devam diyerek, ülkemizi uçurumun kenarına kadar getiren AKP zihniyetine, İstanbul’da okkalı bir Osmanlı şamarını indirin.

Gece demeyin, gündüz demeyin; var gücünüzle ve bir bütün olarak aziz İstanbullulara ulaşın, düşüncelerimizi tüm berraklığıyla ulaştırın.

Ecdadımız Oğuz Kağan’ın asırlar öncesinden söylediği şu sözü de asla unutmayın:

“Siz birbirinizden ayrılırsanız, hepinizi ok gibi birer birer kırıp parçalarlar. Oysa birlik olursanız, hiçbir güç sizi yıkamaz, kıramaz.”

Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun. Yolunuz açık olsun.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Türkiye; tuzaklarla dolu, ihanetlerle çevrili, hain emellerle kuşatılmış kara bir dönemden geçmektedir.

Hepiniz görüyor ve yaşıyorsunuz.

Ama ben yine de hangi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu, sizinle kısaca tekrar paylaşmak istiyorum:

  • Milletimizin bin yıllık kardeşliği bozulmaya çalışılmaktadır.
  • Türkçeden başka İkinci bir dilin resmiyete sokulması planlanmaktadır.
  • Devlet televizyonu ile milli devlet arkadan hançerlenmektedir.
  • Terörle müzakere edilmektedir.
  • Dağdaki canileri affetmenin gerekçeleri oluşturulmaktadır.
  • Türk milletinin etnik temelde ayrıştırılması için tuzaklar kurulmaktadır.
  • Başbakan Erdoğan, ülkemizi etnik temelde ufalamaya çalışmaktadır.
  • İmralı canisiyle el altında pazarlıklar yapılmaktadır.
  • Cumhuriyetimiz; önce otonomiye, sonra özekliğe ve federasyona ve de son olarak konfederasyona dönüştürülerek milli devletimiz yıkılmak istenmektedir.
  • AKP’nin verdiği her taviz, attığı her yanlış adım, milli konularda gösterdiği affedilemez teslimiyet, terör örgütünce bir kazanım olarak gösterilmektedir.
  • Bizim başından beri yıkım projesi dediğimiz sözde açılımla birlikte bölücülük güç kazanmaktadır.

AKP ile yaşanan vahim durumun ve sürecin özeti budur.

Bölerek, ayrıştırarak, farklılıkları kaşıyarak birlik mesajları veren bir zihniyetin öncülüğünde dağılmanın eşiğine kadar gelinmiştir.

Türk milletinin kutlu varlığını çözerek içinden yeni milletlerin oluşma şartlarını hazırlayanlar büyük bir vebal altında hatta ihanet içinde olduklarını ne zaman anlayacaklardır?

AKP zihniyeti, ayakta durabilmek amacıyla, taşeronluğunu yaptığı ihanet projeleriyle birlikte, Türk milletini tarih önünde ölümcül bir düelloya sürüklemektedir.

Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları, asırların göz nuru, alın teri ile; ağır bedeller ödenerek oluşmuş Türk milletini; birbirinden kopmuş kabileler haline getirmek istemektedir.

Özgürlük, demokrasi, insan hakları ve eşitlik adına bütün milli değerler hayâsızca linç edilmektedir.

Kapanmamış tarihi hesaplar yeniden açılmakta, Türk milletine karşı ahlaksızca meydan okunmaktadır.

Milliyetçi Hareket Partisi, böylesi bir sürecin geriye dönüşünün olmayacağını çok iyi bilmektedir.

Yanlışlarını doğrulamak için, durmadan gerekçe üreten AKP iktidarı, kardeş kavgasına zemin hazırlamaktan hiçbir rahatsızlık duymamaktadır.

Başbakan Erdoğan’ın niyeti karanlık, maksadı bulanık, aklı karışıktır.

Ülkemin partimize ve sizlere olan ihtiyacı düne göre bugün çok daha fazladır.

Ve çok şükür ki, Milliyetçi Hareket dimdik ayaktadır.

Milletinin sevdalıları bugün bütün heyecanı ile buradadır, bu salondadır.

Buradan çıkacak tek bir ses duymak istemektedir.

Haykıracağınız mesaj unutmayınız ki, işbirlikçilere korku, gafillere uyarı olacaktır.

Buradan yükselen ses, dostlarımıza güven verecek, milletimizin inancını tazeleyecektir.

“Beni düşünenler var, bana sahip çıkacaklar” var diyecektir.

“Yüreği benim için çarpan, gönlü bana sevdalılar” var diyecektir.

İşte bugün bunun yeni bir ispatının zamanıdır.

  • Bozgunculara, yıkıcılara fırsat vermeyeceksiniz.
  • İstismarcılara itibar etmeyeceksiniz.
  • Tahrik ve tertiplere dikkat edeceksiniz.
  • Birlik olup kucaklaşacaksınız.
  • Tek bir ses, tek bir nefes olacaksınız.

Türkiye’mizi ve aziz milletimizi çağların ötesine taşıyabilmemizin başka bir yolu ve yöntemi de yoktur.

Sizler bunu başaracak azim ve inanca sahipsiniz.

Gün; kısır tartışmaların günü değildir.

Gün birleşme, bütünleşme, saflarımızı sıkılaştırma günüdür.

Bizim gönlümüzde herkese yer vardır.

Bizim yüreğimiz herkesi kucaklamaya yeter.

Milliyetçilik varsa umut vardır.

Milliyetçi Hareket varsa çare tükenmemiştir.

Milliyetçi Hareket olarak,

Bütün meselelerin üstesinden geliriz.

Karşımıza çıkacak her engeli tek başımıza aşarız.

Kim ne derse desin, ne düzen kurarsa kursun.

Hepsini birer birer bozarız.

Hepsine tek başına yeteriz.

Bunların hakkından tek başına geliriz.

Sizleri kutluyorum.

Desteğiniz, yolumuzu aydınlatacaktır.

Desteğiniz, bizlere güç verecektir.

Bu salondan yükselen bu ses, dalga dalga Türkiye’ye yayılacaktır.

Biz, cesaretimizi tarihimizden,

Gücümüzü milletimizden,

İlhamımızı ceddimizden alıyoruz.

Önümüze engeller çıkardılar yılmadık.

Tuzak kurmak istediler, düşmedik.

Sizlere güveniyorum.

Bu coşkuya inanıyorum.

Vazgeçilmez sevdamız, vatan ve millet sevgisidir.

Terk edilmez ilkemiz, “Ne mutlu Türküm” diyebilmektir.

Üzerine titrediğimiz hassasiyet ise Türkçe seslenebilmektir.

Bütün Türkiye’yi çağırıyorum:

Bunlar yabancı gelmiyorsa,

Bunlarda bir sıcaklık ve anlam buluyorsanız.

Gelin bir olalım, Diri olalım, İri olalım.

Türkiye’nin geleceğini el ele ve hep birlikte inşa edelim.

Son olarak sizlerden aldığım güçle diyorum ki;

  • Türk milleti ilelebet var olacaktır.
  • Çünkü kendisini onun bekasına adamış sevdalıları vardır ve buradadır.

Ve Türkiye’yi küresel akbabaların önüne atanlar elbette bunun hesabını vereceklerdir.

Milliyetçi Hareket bunların peşinde, bozkurtların nefesi enselerinde olacaktır.

Bu düşüncelerle, hepinizi bir kez daha en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Yüce Allah’ın, mücadelemizde bizlere kuvvet vermesini niyaz ediyorum.

Hepinizin bayramını tekrar tebrik ediyorum.

Birlik olursak, beraber olursak aşamayacağımız hiçbir engel yoktur.

  • Bizlere daha büyük hamleler yapmak için güç veriyorsunuz.
  • Bizlere milletimize itimadımız yönünde kuvvet veriyorsunuz.

Bu vesile ile bu toplantıya katılan dava arkadaşlarımı en iyi duygularımla selamlıyorum.

Milli devleti ve milletimizin bekası uğruna verdiğiniz mücadelede; yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun.

Ne mutlu Türküm diyene!