10.08.2010 - "Yaşanan Gündem ve yaklaşan sürece" ilişkin yaptığı yazılı basın açıklaması
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
"Yaşanan Gündem ve yaklaşan sürece" ilişkin yaptığı yazılı basın açıklaması -
10 Ağustos 2010

 

Aziz Türk Milleti,

Türkiye Cumhuriyeti, millet ve devlet varlığımızı ayakta tutan temel değerler ekseninde yakın tarihinin en ağır bunalımını yaşayacağı vahim bir darboğaza doğru sürüklenmektedir.

Türk Milletinin birliğine, huzuruna ve refahına yönelik tehditler hız kazanmakta, toplumsal bunalım ve ekonomik krizle birlikte oluşan siyasi tıkanma neticesinde tarihi bir buhran hali giderek yaklaşmaktadır.

Ülkemizin stratejik bir kavşak noktasına doğru ilerlediği bu süreçte Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, milli çıkarlarını ve toplumsal bünyesini tehdit eden gelişmelerin kıskacı da giderek daralmaktadır.

Karşımızdaki tehlike, geride kalan yıllarda yaşanan rejim bunalımları, darbe tehditleri, ekonomik krizler ve toplumsal gerilimlere nazaran doğuracağı ağır sonuçlar bakımından çok daha ciddi ve çok daha önemlidir.

Bütün eksiklik ve kusurlarına rağmen devlet ve toplum hayatımızı bugüne kadar ayakta tutan değerler sistemi tamamen aşındırılmakta, Türkiye’nin içerden ve dışarıdan çökertilmesi maksadıyla sistemli bir saldırı ısrarla sürdürülmektedir.

Bugün, bir ateş çemberinden geçmekte olan Türkiye Cumhuriyeti, devlet ve millet olarak bir beka sorunuyla yüz yüzedir.

Çok ağır tahriklerin hedefi haline getirilen ülkemiz, gerilimin had safhaya ulaşarak kontrolden çıkabileceği, çatışma riski yüksek bir bunalım ortamına sürüklenmektedir.

İç ve dış güvenlik tehditlerinin ağırlaşması, iç çatışma ortamına zemin hazırlamayı amaçlayan tahriklerin tırmanması ve yönetimin gaflet sınırlarını aşan siyaseti Türkiye’yi uçurumun kenarına kadar getirmiştir.

Önümüzdeki dönemde, geçmişte parçalı yapılar olarak karşılaştığımız dokuz ana kriz dinamiği, aynı zaman diliminde buluşacak ve aynı eksen etrafında dönerek çok güçlü bir çekim ve yıkım alanı yaratacaktır.

Türkiye ve Türk milleti, oluşan tahribatın enkazıyla katlanarak büyüyen bu anaforun giderek artan yıkıcı etkisi altında kalacaktır.

Bunlardan birincisi ve en önemlisi, yıllardır bitirilemeyen bölücü terör eylemleri ve hükümet eliyle hız kazanan etnik tahrikler nedeniyle millet bütünlüğünün ve milli kimliğin ölümcül yara alması tehlikesidir.

İkincisi, ilkel bir kabile zihniyetinin bakışıyla giderek keskinleşecek etnisite ve mezhep temelindeki ayrımcılığın millet bünyesinde neden olacağı şiddetli kutuplaşma ve çatışma ihtimalidir.

Üçüncüsü, ağır bir yoksullaşmanın, artan işsizliğin, yaygınlaşan yolsuzluğun ve umutsuzluğun ortaya çıkaracağı bunalımın tetikleyeceği toplumsal öfke dalgasıdır.

Dördüncüsü, hayatın her alanını kamplara ayıran, devleti ve kurumları çatışma alanı olarak gören zihniyetin doğuracağı derin cepheleşmelerin tahribatıdır.

Beşincisi, yıllardır tek taraflı tavizler vererek gelinen noktada artık tıkanan uluslararası ilişkilerin aşılması için ülkemizin tam teslimiyetine kadar varacak küresel baskıların şiddetidir.

Altıncısı, İşgalcilerin Irak’tan çekilmesi ile doğacak güvenlik boşluğunun neden olacağı stratejik sonuçlar ile bunun bölgemize ve Türkiye’ye yönelik tehlikeli yansımalarıdır.

Yedincisi, sürekli siyasi kriz üreten siyaset aktörleri ve işbirlikçilerinin kutuplaştırıcı tahrikleriyle genel seçime kadar yaşanacak tartışmalar, istismarlar ve yoğunlaşacak gerginliklerdir.

Sekizincisi, AKP zihniyetinin kendisine çizdiği siyasi kışkırtıcılık, tahrik ve iftira rotasının Türk siyasetinde neden olacağı güçlü tepkiler, dirençler ve eleştirilerdir.

Dokuzuncusu ise siyasi ve sosyal bünyemizi saran ahlaki çürüme ve yozlaşma ile adalete ve devlete olan güvenin tamamen tükenmesi tehlikesidir.

Birbirini besleyen bu alanlar şimdiden Türkiye’nin karşısına çok ciddi sorunlar ve gerginlikler çıkarmaya, yaklaşan yıkım tehlikesinin öncü sarsıntıları şimdiden hissedilmeye başlamıştır.

 

Bugün Türkiye;

Milli birliğimizi ve üniter devlet yapımızı yıkmayı amaçlayan senaryoların açıkça ve tahriklerin hayasızca sahnelendiği,

Teröristin makbul görüldüğü, bölücülüğün itibar bulduğu, dağdan şehre inenin törenlerle karşılandığı,

Şehadetin küçümsendiği, şehidin incitildiği, gazinin eşkıya ile bir tutulduğu;

Başbakanı tarafından otuz altıya ayrılmak istenen bir milletin kardeşliğini ısrarla korumaya çalıştığı,

Eli kanlı PKK projelerinin el değiştirerek son yıllarda hükümet tarafından taşınmaya başlandığı,

Terörün başaramadığı toplumsal ayrışma ve kırılmayı hükümet ve işbirlikçilerinin hevesle uygulamaya koyulduğu,

Manevi değerler üzerinden yapılan ucuz siyasetle Türkiye’nin milli çıkarlarının başka başkentlerde pazarlandığı,

İktidardan başlayan teslimiyet ve zaafiyetin toplum ve devlet hayatımızın her alanına yayıldığı,

Ahlaki değerlerimizin temellerini sarsan manevi çöküş sürecinin ve yozlaşmanın giderek hız kazandığı,

İlkesizliğin erdem, tavizin siyaset, teslimiyetin diplomasi, talanın ticaret olarak topluma çarpıtılarak sunulmaya çalışıldığı,

Kaynakların israf edildiği, yolsuzluğun kol gezdiği, vurgunların tırmandığı, hırsızlığın prim yaptığı, yandaşların ise palazlandığı,

Önüne gelenin ülkemizi açıkça tehdit ettiği, ecdadımızın her gün aşağılandığı, korumasız, sahipsiz, ezik ve yoksul bir ülke haline getirilmiştir.

Özellikle son dönemde etnik tahrikler yeni boyutlar kazanarak ağırlaşmış ve Türkiye’ye karşı ortak bir husumet cephesi oluşturulması niyetleri su üstüne çıkmıştır.

Hükümetin merkezinde olduğu bu yıkıcı cephenin aktörleri:

Yandaş medya kanalları ve emrindeki kalemler,

Çıkarcı sermaye grupları ve yağmacı fırsatçılar,

Hükümetin emrine girmiş ve ikbali hükümette arayan yöneticiler,

Yabancı güçlerin etkisindeki işbirlikçi strateji kuruluşları,

Siparişle sonuç oluşturan kamuoyu araştırma şirketleri,

Kimliğini, kişiliğini ve haysiyetini kaybetmiş elitler,

İmralı odaklı eli kanlı Kandil kadroları ve siyasi uzantıları,

Hükümete nüfuz etmiş Vaşington, Brüksel, Erivan ve Erbil lobileridir.

Vatanımıza musallat olan bu şer cephesinin stratejisi;

Türk milletinin aklının karıştırılarak direnme iradesini zayıflatmak,

Toplumu ayrıştıracak dinamikleri harekete geçirerek teslimiyete razı etmek,

Farklılıkları, demokrasi makyajıyla körükleyerek ayrışmaya zemin hazırlamak,

Etnik kimlikleri, milli azınlık haline getirerek Türk milletinden yeni milletler yaratmak,

Bölücülük sorununu hak, özgürlük ve meşru kimlik talebi olarak çarpıtmaya çalışmak,

Milli iradeyi, sandalye sayısına dayanan parmak hesabına indirgemek,

Tavizi küreselleşme; teslimiyeti çağdaşlık; yozlaşmayı evrenselleşme, yoksulluğu gelişme olarak maskelemektir.

Etnik bölücülüğü siyasi bir sorun olarak tanımlayarak zemin kazanmasını amaçlayan bu stratejinin hayata geçirilmesi için Türkiye’de siyasi ve toplumsal altyapının hazırlanması niyetleri özellikle anayasa değişiklikleri sürecinde daha da belirgin hale gelmiştir.

Türkiye üzerinde oynanmak istenen bu oyunun nihai hedefi, tek millet-tek devlet esasına dayanan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeniden tanımlanması ve çok kimlikli, çok milletli ayrışmış bir toplum ve parçalı bir devlet yapısının kabul ettirilmesidir.

Bu niyetlere ulaşmak için;

İçten ve dıştan derin bir işbirliği başlatılmış,

Değerlerimiz sistematik kampanyalarla sorgulanır hale getirilmiş,

Demokratikleşme ve tarihle yüzleşme maskesiyle parçalanma modelleri her seviye ve zeminde açıkça tartışılmaya başlanmıştır.

Etnik ayrışmanın “demokratik hak ve meşru kimlik talebi” olarak kışkırtıldığı bu süreçte, terörle ve bölücülükle mücadele sorgulanmak istenmektedir.

Adına açılım denen bölünme projeleri, “toplumsal ilerleme ve çağdaşlaşmanın yol haritası” olarak savunulmaktadır.

Keskin bir viraja doğru giden bu çok tehlikeli yolda, Türk milletinin kendini savunma refleksleri yok edilmek istenmekte, terörle ve bölücülükle mücadele azmi ortadan kaldırılmaya çalışılmaktadır.

Türk milletine dayatılan bu tablo, Türkiye’nin kaderi üzerinde kumar oynanmakta olunduğunu, ucuz ve şahsi hesapların dürtüsüyle tam bir akıl, fikir, idrak, izan ve ahlak travması yaşandığını göstermektedir.

Türkiye’nin karşısına çıkan bu tehdit dünden bugüne oluşmamış, teslimiyet şartları planlı bir şekilde olgunlaştırılarak başta hükümet olmak üzere bütün işbirlikçi aktörlerin çabalarıyla adım adım geliştirilmiştir.

Dozu yabancı başkentlerde ayarlanmış talan, sömürü, tahribat ve terör döngüsüne düşen ülkemiz, küresel güçlerin istedikleri tavizleri diledikleri zamanda hükümetten alabilecekleri bir kıvamda tutulmaya başlanmıştır.

Geride kalan yıllardaki teslimiyetçi tavrın sonucu olarak, siyasi geleceğini ve meşruiyetini küresel güçlerin kotrolüne terk etmiş olan AKP zihniyeti gelinen bu son noktada milli ve bağımsız karar verebilme imkanlarını tamamen kaybetmiştir.

Siyasi amaçları, siyasi geçmişleri ve lekeli sicilleri aziz milletimiz tarafından iyi bilinen odakların tamamı, Türk milleti ve devleti ile hesaplaşmak maksadıyla emel, eylem ve proje birliği içinde bir cephe oluşturmaya başlamışlardır.

Bu ittifakla birlikte Türkiye’nin kaderi üzerinde kumar oynamak için hiçbir tahriki yapmaktan çekinmeyen ve utanmayan tam bir husumet ortaklığı doğmuştur.

Türkiye’nin milli birliğinin korunması, milli mensubiyet şuurunun güçlendirilmesi ve milli devlet yapısının savunulması için gösterilen bütün samimi çabalar, işbirlikçi bu lobiler tarafından çağ dışı kalmış hassasiyetler olarak dışlanmış ve aşağılanmak istenmiştir.

Bugün işbaşındaki hükümet, bir taraftan, ülkemiz ve milletimiz üzerinde asırlık hesapları olan küresel mihrakların “Truva atı”, “stratejik ortağı” ve “eşbaşkanı” haline gelmiş; diğer taraftan ise yağmadan ve yıkımdan hisse kapmaya çalışan menfaat çevrelerinin ümit ve geçim kapısı olmuştur.

İşbirlikçi mihraklar ile hükümet arasında birbirini bütünleyen ilişkiler ağı da giderek derinleşmiş ve “kirli siyaset, kirli ticaret, kirli kazanç, kirli niyet ve kirli proje” şebekeleri bundan sonraki süreçte tasfiye ve imha olmamak için birbirlerine mahkûm hale gelmişlerdir.

Düştüğü stratejik girdapta çırpınan iktidar zihniyeti ile yandaşlarının bu andan itibaren varlıklarını sürdürebilmek, hesap vermekten kurtulabilmek için arayışlarına ve yıkıma hız verdikleri görülmektedir.

Bu maksatla, zaten mahkum oldukları küresel çıkarlara tükenene kadar hizmet etmekten, yabancı akıntılara tam teslim olmaktan ve başarabilirlerse anayasayı, hukuk ve adalet sistemini kendilerini aklayacakları şekle dönüştürmekten başka çıkar yolları kalmamıştır.

Milli kimliği tartışmaya açan, bölücülüğü haklı göstermeye çalışan, ayrımcılığı meşru kabul eden AKP zihniyeti bugün yaşadığımız ağır tahriklerin alt yapısını geride kalan yıllarda hazırlamış ve kılavuzluğunu bizzat üstlenmiştir.

Vizyonsuz, pusulasız, inançsız ve teslimiyetçi bu siyaset anlayışının Türkiye’nin güvenliğini ve sonraki aşamada bekasını tehlikeye düşüreceği ve milli çıkarlarını çok ciddi biçimde zedeleyeceği ortadadır.

İç bünyemizde yaşanan yüksek gerilim ortamının tırmandırılması, toplumsal cepheleşmelerin ve gerginliklerin sinsi tahriklerle körüklenmesi, Türk milletini önce kutuplaşma, sonra çatışma ve nihayetinde yıkımla karşı karşıya bırakacaktır.

Milli kimlik, milli kültür ve paylaşılan ortak değerler yok sayılarak, etnik kimlikler okşanarak ve etnik farklılıklar kaşınarak demokrasinin ve toplumsal dayanışmanın, millet olma şuurunun geliştiği dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir.

Türk toplumunun yıkıma karşı milli refleksinin köreltilmesini amaçlayan AKP zihniyeti akılları karıştıracak ve yıkımla sonuçlanacak çok tehlikeli bir siyaset modelinin arayışı peşindedir.

Tamamen çarpıtılmış ve makyajlanmış niyetler ve kavramlar üzerine inşa edilen gelişmişlik, kalkınma, büyüme, zenginleşme, çağdaşlaşma, demokrasi ve açılım iddialarının, sinsi siyasi hesapların arkasına saklandığı aldatıcı maskeler olduğu giderek daha iyi anlaşılmıştır.

Ne var ki, karşımızdaki karanlık tabloya rağmen ucuz hesapların peşindeki kitlelerin ve çıkar çevrelerinin yaşadıkları akıl, idrak ve izan travması, etnik maceralardan medet ummanın Türkiye’nin kardeşliğini katledecek tarihi bir ihanet olacağını anlamalarına manidir.

İhanet ve gaflet arasındaki hassas çizgide yalpalayan bu odaklar, milletimizin varlığına ve birliğine yönelik ağır hatalar zincirinin yaratacağı büyük kayıpların, artık telafisinin mümkün olmayacağı bir aşamaya geçilmekte olduğunu görmekten acizdir.

Etnik ve mezhep ayrımcılığına zemin oluşturacak, bölücülüğün siyasileşmesine hizmet edecek düzenlemelerin;

Sosyal dokumuzu derinden sarsacağı,

Ortak değerlerimizi yok edeceği,

Bozulan huzur ve güvenliği daha da tehlikeye düşüreceği,

Kardeşliğimizi derinden yaralayacağı tespiti, artık herkesin çıkarması gereken kaçınılmaz sonuçlardır.

Bunun, Türk milletinin birliğine kastetmek isteyen hain bir suikastın açık hedefi haline getirilmiş olan Türkiye’yi etnik tuzakların içine çekmek ve yok etmek olduğu bütün işaretleriyle ortadadır.

Bu sürecin devamı, sadece milli birliğimizi ve varlığımızı tahrip etmekle kalmayacak, aynı zamanda üzerinde vücut bulduğumuz devletin ve demokrasinin de sonunu hazırlayacaktır.

Bugün bu gerçeklere tam bir vicdani rahatlık ve ahlaki temizlikle bakabilen hiç kimsenin, girilen karanlık tünelin Türkiye’yi hangi noktalara sürükleyebileceğini kestirmemesi ve endişe duymaması mümkün değildir.

Bu oyunun ortaya çıktığını gören AKP iktidarı, aralarında anayasa değişiklikleri süreci de dahil olmak üzere son dönemde siyasi gündemi yeni tartışma konularıyla bilinçli olarak saptırma ve kendi ifadeleriyle “hazmettirme” gayreti içine girmiştir.

Türkiye’nin bugün karşı karşıya bulunduğu ağır sorunların temelinde, dürüst ve samimi olmayan, meşruiyet sorunu ve kimlik bunalımı içinde bocalayan, liyakatsiz ve teslimiyetçi kadroların işbaşında olması yatmaktadır.

Milli devlet, üniter yapı ve milli kimliği parçalamaya yönelik yıkım projesinin aktörleriyle, Anayasa tartışmalarının başlamış olduğu bir dönemde AKP kadrolarının aynı kavşakta buluşmuş olmaları dikkat çekicidir.

Özellikle bölücülük tehlikesine karşı sorunun tanımı ve çözüm yöntemi konusunda İmralı’daki caniyle söylem birliği içine giren Başbakan’ın bu tutumu, terör örgütü güdümündeki ihanet odaklarına yeni ufuklar açmış ve terörle başarıya ulaşacaklarına dair ümit uyandırmıştır.

Bu yöndeki tahrik ve zorlamaların kaçınılmaz olarak büyük toplumsal kutuplaşmaları ve çatlamaları aniden keskin kırılmalara çevirebileceği düşünülürse, yaşanacak daha şiddetli gerilimin doğuracağı ağır risk kaçınılmaz bölünme sürecini karşımıza getirecektir.

Siyasi hayatımız, çok önemli bir kavşağa, kalıcı etkileri ve sonuçları olacak bir dönüm noktasına doğru hızla yaklaşmakta, Türkiye’nin geleceğinin yeniden şekilleneceği kritik bir sürecin ileri aşamasına doğru girilmektedir.

Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini ve yapısını tartışmaya açmak, etnik köken farklılıklarına dayanarak millet varlığını yıkmaya çalışmak devletin varlığına kastetmekle eş değerdir ve bunun adı ihanettir.

Türkiye’nin sosyal dokusunun tahrip olmasının, milli birliğimiz ve kardeşliğimizin sarsılmasının karşılığı olmadığı her siyaset anlayışı, her kurum ve kuruluş ve her vatandaş tarafından artık çok iyi bilinmeli ve kabul edilmelidir.

Ülkemizin güvenliğini, birliğini ve bütünlüğünü hedef alan husumet cephesinin, hayata geçirmeye çalıştığı alçak senaryolar karşısında yüreğinde vatan, bayrak, millet sevgisi olan hiç kimsenin daha fazla hareketsiz kalması artık beklenmemelidir.

Milliyetçi Hareket, bu konudaki samimi endişelerini her zeminde dile getirmeyi bu tehlikeli gidişin sonuçları hakkında aziz milletimizi uyarmayı tarihi bir sorumluluk olarak görmektedir.

Bu konuda en büyük güvencemiz, geride kalan asırlar içerisinde en karanlık günlerin ve en olumsuz şartların bile azmini yenemediği, duruşunu bozamadığı, direncini kıramadığı büyük Türk milletinin geleceğine sahip çıkma iradesidir.

Türk milleti kendisine biçilmek istenen kefeni mutlaka yırtacak, bu hain emelleri besleyenlere hiçbir şart altında asla geçit vermeyerek kirli hesapları boşa çıkartacaktır.

Bu milli doğruluş ve yeniden kucaklaşma sürecinde milletini seven herkes üzerine düşeni yapmak, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu sinsi kuşatmayı aşmak için her fedakârlığı göstermek durumundadır.

Büyük Türk Milletinin hür ve haysiyetli yaşama azminin, imanının ve sağduyusunun aziz vatanımızın yaşadığı bütün bu badireleri aşmasını, yaklaşan tehlikeleri def etmesini sağlayacağından asla şüphemiz yoktur.

Milliyetçi Hareket, Türk milletine mensup olmanın, milli birliğe ve mukaddesata sahip çıkmanın ve bunun mücadelesini vermenin ağır bedelleri olduğunun ve olacağının farkında ve şuurundadır.

Bu bedeli ödemeye gönüllü olanlar vatanı ve milleti böldürmemeye ve Türk milletinin kardeşliğini sonuna kadar korumaya kararlıdır.

Aynı kader gemisinin yolcuları olarak Türkiye’mizin bir kaos ortamına sürüklenmesini önlemek, hepimiz için vazgeçilmez bir görevdir.

Aziz Türk milleti, bir bütün olarak, şaşmaz sağduyusu ve basireti ile her badireyi aşacak güçtedir.

Türkiye’nin kudretini küçümseyenlerin, Türk Milletinin sabrını denemek isteyen işbirlikçilerin sonu mutlaka hüsran olacaktır.

Milliyetçi Hareket, yüksek ufuklara taşımak için ülkesini sevenleri, Türkiye’nin birliğine ve dirliğine inanan bütün vatanseverleri, milli hedefler etrafında birleşmeye ve bütünleşmeye, al bayrağın altında buluşmaya ve üzerimizde oynan oyunları görmeye çağırmaktadır.

Ancak bilinmelidir ki yalnız bile kalsa Milliyetçi Hareket, Türkiye’nin bölünmesine, ortak değerlerimizin yok edilmesine ve Türk Milletinin kardeş kavgasına sürüklenmesine hiçbir şart altında izin vermeyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti, ebedi vatanında milli varlığını ve birliğini koruyacak, milletinden aldığı ismini, kuruluş ilkelerini ve çağları aşıp gelen milli kimliğini değişmeden sonsuza kadar yaşayacaktır. İnancımız budur.

Yüce Allah, Türkiye’yi ve Büyük Türk Milletini hiçbir karşılık beklemeden seven, bu uğurda her çileye ve güçlüğe katlanmaya hazır olan Türkiye Sevdalılarını mutlaka muzaffer kılacaktır.

Bu düşüncelerle, sosyal, siyasal, ekonomik ağır sorunlarla boğuşan aziz milletimizin yaşadığı bunalım halinden bir nebze olsun kurtulabilmesi için mukaddes Ramazan ayının bir fırsat olmasını diliyorum.

Önümüzdeki mübarek günlerin yanlış gidilen yollardan, yanlış yapılan hesaplardan hiç değilse bu aşamadan sonra dönüş için vicdan ve akıl muhasebesinin yapılmasına vesile olmasını temenni ediyorum.

Ramazan ayının Türk ve İslam dünyasına bolluk, bereket ile maddi ve manevi yükselme getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.