14 Şubat 2012 - Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
14 Şubat 2012

 

Muhterem Milletvekilleri,

Değerli Misafirler,

Basınımızın Kıymetli Temsilcileri,

Bu haftaki grup konuşmama başlamadan evvel, yüksek heyetinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Değerlendirmelerime geçmeden önce iki konuyu kısaca sizlerle paylaşmak istiyorum.

Birinci olarak, gelen şehit haberleri yine bağrımızı yakmış, ciğerimizi dağlamıştır.

Dün Şırnak’ın Uludere ilçesi kırsalında, teröristlerin açtığı ateş sonucu iki evladımız şehit düşmüş, üçü de yaralanmıştır.

Geçen hafta da, Çukurça’da bir evladımız daha şehit olmuştur.

Şehitlerimize bu vesileyle Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine, silah arkadaşlarına ve aziz milletimize başsağlığı diliyor, yaralılarımızın ise sağlıklarına tekrar kavuşmalarını temenni ediyorum.

İkinci olarak, Başbakan Erdoğan’ın rahatsızlığından dolayı, kendisine Cenab-ı Allah’tan acil şifa dileklerimi iletmek istiyorum.

Sağlığına tam olarak kavuşmasını diliyor; şahsına, ailesine, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçmiş olsun temennilerimi bildiriyorum.

 

Değerli Milletvekilleri,

Ülkemiz 9 yılı 2 ay 28 gündür AKP hükümetlerince yönetilmekte ve yönlendirilmektedir.

Bu süre zarfında üç defa tek başına iktidar olma şansı yakalamış olan bu zihniyetin, çok az partiye nasip olacak bir çoğunlukla ülke idaresine geldiği ve yön verdiği malumlarınızdır.

Ne var ki, Cumhuriyet tarihinde eşine ve benzerine çok az rastlanan bir siyasal güçle hükümet olma fırsatı yakalayan AKP, kendisine verilen kredileri heba ve sağlanan destekleri çarçur etmiştir.

AKP yoruldukça kavga çıkarmış, yıprandıkça çirkefleşmiş, yozlaştıkça Türkiye’yi yokuşa sürmüştür.

Yıllar içinde AKP; eskimiş, bayatlamış ve küflenmiştir.

Yoldan çıkmış, yılgınlığa düşmüş ve yalana teslim olmuştur.

Cumhuriyet tarihinde hiç görülmedik aşınmalar, adaletsizlikler ve arızalar AKP’yle birlikte vücut bulmuştur.

Aziz milletimiz kutuplaşmanın dehlizlerine sokulmuş, komploların kucağına bırakılmış ve tertiplerin ortasına savrulmuştur.

Ümitlerin aydınlık yüzü, karanlık emeller tarafından örtülmüş, kapatılmış ve karartılmıştır.

AKP’ye birlikte geriye gidişin adı ileri demokrasi olmuş, bunalımın paravanı özgürlük sözleriyle inşa edilmiş ve tarafgirlik hukukla perdelenmiştir.

Değişim iddiaları milletten vazgeçmenin kurnazlığı, vesayetten kurtulma safsataları da geçmişin tümüyle inkâr edilmesinin sığınağı haline gelmiştir.

Milletimizin anlam ve değer kaynağı olarak kabul ettiği ne varsa, içler acısı bir şekilde harap edilmiş ve çürüğe çıkarılması hedeflenmiştir.

Bu haliyle AKP, yıkımın, yolsuzluğun ve yoksulluğun elçisi, temsilcisi ve elebaşısı olarak siyaset tarihine kara harflerle yazılmıştır.

Milletimizin birliği ve kardeşliği ucuz pazarlıklara konu edilmiş, devletimizin bekası iflah olmaz fenalıklarla sarsılmış ve böylelikle Türkiye gerçekten de dipsiz bir kör kuyunun sınırına kadar getirilmiştir.

“Demokratikleştik, özgürleştik, normalleştik, hesap sorduk” aldatmalarıyla bugün ülkemiz, ucu nereye dayandığı belli olmayan güzergâha sürüklenmiştir.

Daha da düşündürücü olanı ise bu aşamaya; AKP’ye güç ve destek veren, varlığında pay ve hisse sahibi olan kesim, zümre ve grupların karşılıklı itişmeleri, çekişmeleri ve hesaplaşmalarıyla gelinmesi olmuştur.

Türk milletiyle esasta gönül rabıtası bulunmayan, kötürüm tavırlarıyla kötülüğü yaygınlaştırmaya çalışan mihraklar, doymak bilmeyen iştahlarıyla Türkiye’nin ufkunu kirletmiş ve daha iyiye ulaşma çabasını devamlı olarak kösteklemiştir.

Görüldüğü kadarıyla, AKP’nin ortaya çıkışında payı, fikri, katkısı ve emeği bulunan değişik kesimler, düşünce ve sosyal gruplar, dokuz yıllık birlikteliği bozacak ve bitirecek bir noktaya doğru yavaş yavaş ilerlemektedir.

Başta liberal kalemler olmak üzere, devleti ağ gibi saran unsurlar, etki alanlarını yaygınlaştırmak ve daha üst bir aşamada rakipsiz olabilmek amacıyla AKP’ye verdikleri kefaleti geri almaya başlamışlardır.

Gelişmeler bize bunları göstermekte ve ispatlamaktadır.

Cumhuriyet’in kazanımlarını yağma ve talan etmeye dönük niyetleriyle fazlasıyla dikkatimizi çeken hizip ve gruplaşmalar istikrarsızlığı temellendirmiş ve kurumsallaştırmıştır.

Hepinizin bildiği gibi, bu süreç adım adım, hazmettire hazmettire mesafe almıştır.

Milli ve manevi değerlerin eritilmesi, erozyona uğratılması ve çarpıtılması bir plan dâhilinde gerçekleştirilmiştir.

AKP menşeli pervasızlıklar, devlet idaresindeki omurgasızlıklar, demokrasiyi tek taraflı ve işine geldiği gibi yorumlamalar ve muhalif unsurlara karşı yapılan sürek avı eşliğinde bugünkü sancılı atmosfere gelinmiştir.

Son yaşanan kaos kapsamında itiraf etmek lazımdır ki, haşin ve hazin iktidar çekişmeleriyle ülkemiz, korkutucu düzeyde kan ve derman kaybına maruz kalmıştır.

Gelişmeler Türk milletinin; hassasiyetlerinin ayaklar altına alındığına, kutsallarının çiğnendiğine ve hükmü şahsiyetinin ahlaksızca önüne gelene peşkeş çekildiğine delalet etmektedir.

Kaybedeni belli olan ve bunun da aziz milletimiz olduğu şüphesiz bulunan derin kapışma ve gerilim hali, devlet yönetimini felç edecek aşamaya gelmiştir.

AKP iktidarı ile birlikte tüm kurum ve kuruluşlar birbirine girmiş, bunlar arasındaki yeterli olmasa da, var olan eşgüdüm ve işbirliği temelinden sakatlanmış, tahammülsüzlük halkaları her tarafı sarmıştır.

İktidarın öncülüğünde, bölünmenin, ayrışmanın, ufalanmanın ve dağılmanın pimi çekilmiş ve ortalık toz duman olmuştur.

Etnik bölücülük AKP’yi yakın markajda tutarak, her dayattığını ve her istediğini alacak bir konuma ve pozisyona ulaşmıştır.

Türkiye’nin varlığına, Türk milletinin birlikte yaşama iradesine kini ve nefreti olanlar, AKP’nin açtığı ve belirlediği istikametten fitne enjekte etmişler, belalar ve musibetler bu nedenle başımızdan hiç eksik olmamıştır.

Bölücü odaklar, Cumhuriyet’in mevcudiyetine garez duyanlar elbirliği yapmışlar, BOP’un taşeronu sıfatıyla şirret faaliyetlerini utanmadan, sıkılmadan sürdürmüşlerdir.

AKP iktidarı döneminde;

  • Tarihimiz yargılanmış, Ermeniler memnun edilmiştir.
  • Yıkım projesi hayata geçirilmiş, bölücüler sevindirilmiştir.
  • İsyanlar alkışlanmış, Haçlı zihniyeti umutlandırılmıştır.
  • Kanlı teröre prim verilmiş, federasyoncular şevklendirilmiştir.
  • İmralı’ya oksijen sağlanmış, eli silahlı katiller heyecanlandırılmıştır.
  • Milletimiz otuzaltıya bölünmüş, son yurdumuzda olmamızdan rahatsızlık duyanlara gün doğmuştur.
  • Anadilde eğitim istekleri el altından vadeye bağlanmış, Türkçe geriletilmiştir.

Nitekim ülkemiz bir çıkmazdadır, sonu meçhul olan bir karmaşanın tam içine düşürülmüştür.

Bilhassa merkezine MİT ve bölücü terörün şehir ayağı olan KCK’nın yer aldığı yaşanan bazı dava süreçleri aziz milletimizi kaygılandırmış ve sağduyulu herkese; “Ne oluyor bu Türkiye’de?” sorusunu sordurmuştur.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Tam açılımı sözde “Kürdistan Topluluklar Birliği” olan bölücü terör uzantısı KCK, paralel bir devlet organizasyonu olarak 17 Mayıs 2005 tarihinde kurulmuştur.

Bu nifak ve terör oluşumunun, kanlı örgütün şehirlerdeki ayağı ve ismi olduğu herkesin malumu olup, başında da Kandil’deki çete başı yer almıştır.

Milletimizi zehirleyen, şehitlerimizin kanına giren, hain eylemlerle cinayetlerin faili olan KCK’nın, 2009 yılına kadar faaliyetlerini hiçbir takibata uğramadan sürdürdüğü bilinmektedir.

Dağdaki silahlı eşkıya ile kentlerdeki bölücüler arasında irtibat ve koordinasyonu sağlayan bu terör yapılanmasının; ülkemiz için büyük bir tehdit olduğu geçtiğimiz yıllarda açıkça görülmüş ve hunhar eylemleriyle de bu defalarca teyit edilmiştir.

Hali hazırda çetrefilli bir hal alan ve çok ciddi iddiaları içinde barındıran KCK soruşturması ise 14 Nisan 2009 tarihinde başlamıştır.

Dikkatlerinizi çekmek isterim ki, KCK terör oluşumu, kuruluşundan itibaren dört yıl süresince hiçbir adli, idari soruşturmaya ve yaptırıma konu edilmemiştir.

Ne hikmetse 2009 yılı bir milat olmuş ve bir dizi operasyonlar sonucunda KCK meselesi Türkiye’nin gündemine oturmuştur.

O günden bu tarafa değişik tarihlerde, KCK kapsamında gözaltılar yapılmış, baskınlar gerçekleştirilmiş ve göz boyayıcı güvenlik tedbirlerine başvurulmuştur.

Tekraren ifade ediyorum ki, KCK, PKK’nın şehir uzantısıdır ve sözde alternatif bir toplum ve siyasal örgütlenme modelidir.

Hatta bölücü militanların siyasete taşınmaları ve dağdan ovaya hiçbir cezai takibata uğramadan ellerini kollarını sallayarak inişlerinin yol haritası olarak da ele alınmalıdır.

Başbakan Erdoğan’ın, “silahı bırakır masaya gelirsiniz” derken ima veya kast ettiği husus da kanaatimizce budur.

Bize göre KCK; bölücülüğün, eşkıyalığın ve düşmanlığın adıdır, tanımıdır ve bizatihi kandan beslenen vampirliktir.

Bildiğiniz üzere, bugüne damga vuran ve gündemi hat safhada meşgul eden KCK davası çerçevesinde, kamuoyuna yansıyan iddialar, bilgiler, belgeler ve bulgular hepimizi hayrete düşüren bir boyut ve içerik kazanmıştır.

Takdir edeceğiniz gibi, İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığı tarafından, MİT’in halen görevdeki müsteşarı, bu kurumun eski müsteşarı ve yardımcısıyla birlikte, beş kişinin şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmaları tüm dikkatleri üzerine çekmiştir.

Bu davetin, yürütülen KCK soruşturması nedeniyle yapılması ve bahsettiğimiz kişilerin şüpheli olarak görülmesi işin en kritik ve kaotik yanını teşkil etmiştir.

Arkasından, mahkeme nezdinde MİT müsteşarıyla ilgili yetki ve görev itirazı yapılması ve ifadeye vermeye gitmekten imtina edilmesi sürecin yönünü ve seyrini bir hayli etkilemiştir.

Bunu takip eden süre içinde, halen görevdeki müsteşar dışındaki MİT mensuplarıyla ilgili yakalama kararı verilmesi de meselenin farklı bir aşamaya girdiğini göstermiştir.

Bu esnada İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, MİT görevlilerini ifadeye çağıran savcıdan soruşturma yetkisini almış ve şaibeli bir tutumla yargının doğal mecrasına müdahale etmiştir.

Ayrıca, AKP, MİT Kanununda değişiklik yapmaya niyetlenmiş ve konuyla ilgili değişiklik teklifini de TBMM’ne sunmuştur.

MİT Kanunun 26’ncı maddesi, bu kurum mensuplarının görevlerini yerine getirirken, görevin niteliğinden doğan veya görevin ifası sırasında işledikleri iddia olunan suçlardan dolayı, haklarında cezai takibat yapılmasını Başbakan’ın iznine bağlamıştır.

Ancak, ilgili savcılığın, ifade çağrısını CMK’nın 250’nci maddesine dayandırması ve bu madde de; Özel Yetkili Mahkemelerin yetki alanına giren suçları işleyenlerin, hangi görevde olursa olsun sorgulanabileceğinin hüküm altına alınması AKP’yi adrese teslim ve kişiye özel bir değişiklik için harekete geçirmiştir.

Yapılması düşünülen yasal hamleyle öz ve esas olarak mevcut soruşturma sürecinin etkisizleştirilmesi amaçlanmıştır.

Bu intibahı silmek için ise; başbakanın vereceği izin kapsamına kritik devlet görevlerini icra eden üst düzey kamu görevlilerinin de dâhil edileceği anlaşılmıştır.

Elbette bunlar meselenin hukuki tarafı ve kısmıdır.

Ne var ki, hukuku siyasi hedefler doğrultusunda seferber etmek AKP’nin gerçek niyet ve yüzünü bir kez daha göstermiştir.

Genel Kurmay Başkanlığı görevini yapmış emekli bir orgeneral, terör suçundan ve terör örgütü kurmaktan demir parmaklıkların arkasına atılırken, bunu normal ve olağan karşılayan AKP zihniyeti, birden bire kendisine dokunan bir yargılama sürecine karşı cephe almaktan çekinmemiştir.

İkiyüzlülüğün daniskası olan bu girişimin, hukuk devleti mantığına ve anlayışına alenen bir saldırı olduğu kuşkusuzdur.

Hukuku işine geldiği gibi yorumlayan, adalet terazinin sübjektif değerlendirmelerle dengesini bozan iktidar partisinin, bundan sonra inandırıcılığından ve dürüstlüğünden hiç kimse bahsedemeyecektir.

AKP yargısı bir kez daha harekete geçmiş ve yürüyen bir hukuki sürece kirini bulaştırmıştır.

Herşey tüm berraklığıyla ortadadır ki, hükümet adalet mekanizmasını adama göre muamele yapan tarafgir, yanlı ve keyfi bir aşamaya getirmiştir.

Başbakan Erdoğan’ın; “Bugün artık bağımlı yargı yok, bugün artık birilerinin arka bahçesi bir yargı yok. Artık bugün, milletin yargısı var.” sözleri de havada kalmış ve kandırmadan ibaret olmuştur.

Gelişmelerden hukukun kimin arka bahçesi olduğu, kimin tetikçisi haline dönüştüğü ve kimin borazanını çaldığı iyice gözler önüne serilmiştir.

Belirtmek isterim ki, adaleti siyasal maksatlarla eğip bükenler, gün gelecek aynı adalet terazinin kefelerine başlarını vuracaklar ve bunun altında da hiçbir zaman kalkamayacaklardır.

Basiretini yitirmiş, duyarlılığını kaybetmiş, ayakta kalabilmek için her kumpasa bel bağlamış bir hükümet etme anlayışının, hukuka saygısız davranması ve kural tanımaz tavrı bir gün mutlaka başına büyük dertler açacaktır.

AKP’nin bugünkü cüretinin ve hukuku rafa kaldırmasının ardında, emin olun tamamen kendi yargısını oluşturmaya ayarlı 12 Eylül Referandumu bulunmaktadır.

Son olaylar göstermiştir ki, Türkiye’nin çivisi çıkmış, ölçü ve ayarlar kaçmış, düzen temelinden bozulmuştur.

MİT müsteşarının ifadeye çağrılmasını kabullenmeyen AKP hükümetinin, kıyameti koparması ve toplantı üstüne toplantı yaparak bahaneler bulmaya çalışması ne taraftan bakarsak bakalım bir skandalıdır.

Unutulmamalıdır ki, AKP aksini yapmaya yeltenmişse de; görevi ve konumu ne olursa olsun, hukuk karşısında herkes eşittir.

İster cumhurbaşkanı, ister başbakan, isterse de sıradan bir insanımız olsun, hukuk herkese aynı pencereden bakmalı ve yaklaşmalıdır.

Yeri gelmişken sormak lazımdır ki, MİT müsteşarının savcılık sorgusuyla ilgili; “Aklımla izah edemiyorum” diyerek itiraz eden akıl yoksunu bir hükümet üyesi, kendi saltanat yıllarında akılla ve mantıkla izah edilemeyecek nice faciaları ne zaman görecek ve ne zaman anlayacaktır?

“Ortada suç yok vazife var, ifade daveti akla ve hukuka uygun değil” ibareleriyle sızlanan bir başka hükümet üyesi ise, devri iktidarlarında vicdanların susturulduğunu, acımasızlıkların zirveleştiğini daha hangi misallere bakarak öğrenecektir?

Cezaevlerinde bulunan gazeteci, yazar, milletvekili, emekli ya da muvazzaf subayları akılla izah edebilenler, biraz uğraşırlarsa son gelişmeleri de ana hatlarıyla anlayabileceklerdir.

Türkiye girdiği bugünkü darboğazdan bir an önce çıkarılmalıdır.

Dokuz yılı aşan AKP döneminde yaşanan sorunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir.

Çıraklık, kalfalık dönemlerini takip eden yıllardan sonra sırayı alan sözde ustalık dönemi, telafisi çok zor olacak gerilimlere kapı aralamıştır.

Buradan Başbakan Erdoğan’a seslenmek ve tavsiyelerimizi değerlendirmeye almasında fayda olduğunu ifade etmek istiyorum:

Emniyet, MİT ve yargı devletin taşıyıcı direkleri arasındaki üç vazgeçilmeyecek unsurdur.

Bunlar arasındaki keşmekeşlik, kavga ve kargaşa Türkiye’yi öngörülmeyecek tehlikelerin içine sokacaktır.

Var olan çekişmelere bir an önce son vererek, aklı selimi ve sağduyu hakim kılmanız milletimizin en öncelikli beklentisidir.

Başbakan sıfatıyla, Türkiye’yi istikrar içinde yönetme sorumluluğu içinde olduğunuzu ve bunun sonsuz yararlar sağlayacağını görmeniz gerekmektedir.

Bu nedenle MİT müsteşarını koruma altına almanıza gerek ve ihtiyaç yoktur.

MİT müsteşarı ve diğer görevliler İstanbul Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılığına giderek bir an önce ifade vermelidir.

Türkiye Cumhuriyeti hukuk devleti olduğu kabul ediliyorsa, anayasa ve kanunların herkesi bağlayacağı, hiç kimsenin yasaların üstünde ve önünde olamayacağı da akıllardan asla çıkarılmamalıdır.

Elbette hükümetin görev sınırlarını kanunlar tayin etmektedir.

Başbakan ya da herhangi bir hükümet üyesi, yasa ve anayasada dışında, hiç kimseye özel yetki, özel misyon ve özel görev veremeyecektir.

Aksi tutum bilinsin ki kesinlikle suç olacaktır.

Bu itibarla, MİT Kanununda yapacağınız değişiklik teklifini de vakit geç olmadan ve başka sorunlara meydan vermeden geri çekiniz.

Zira bunda ayak diretirse, Milliyetçi Hareket Partisi, bahsi geçen değişikliğe hayır diyecek ve sonuna kadar da karşı tavır alacaktır.

 

Muhterem Arkadaşlarım,

Asıl üzerinde durmamız gereken hususlardan birisi, belki de en önemlisi ise, MİT görevlilerinin neden ve niçin şüpheli zannıyla ifadeye çağrıldığı konusu olmalıdır.

Şu kadarını söyleyebilirim ki, medyada yer bulan iddiaların hiçbir şekilde kabul edilebilir ve geçiştirilebilir yanı yoktur.

Bu çerçevede, duyan herkesi şaşkına ve öfkeye sevk eden söz konusu iddialar ve suçlamalar ana başlıklar halinde şunlardan ibarettir:

1- Kanlı terörün uzantısı olan KCK yapılanması MİT’in gözetimi ve denetimi eşliğinde tamamlanmıştır.

2- MİT heyeti, istihbarat toplama ve bilgi edinme görevinin haricinde, örgütün yönetilmesine aracılık etmiş ve yönlendirmiştir.

3- MİT, gerek doğrudan temaslarında gerekse de örgüt içindeki elemanları aracılığıyla, elde ettiği hain saldırı ve eylem talimatlarının önlenmesi ve engellenmesine yönelik harekete geçmemiştir.

4- İstihbarat toplama görevi ihlal edilerek, devletin bütünlüğünü bozma ve anayasal düzeni yıkma konusunda bölücü çevrelerle mutabakata varılmıştır.

5- Kanlı eylemlere göz yumulmuş, İmralı canisiyle Kandil arasında kuryelik görevi yerine getirilmiştir.

6- MİT, örgüte verdiği taahhütler kapsamında, güvenlik güçlerinin operasyonlarını engellemek için çalışmalar tertiplemiş ve kanlı teröre geri bildirimde bulunmuştur.

Şayet bunlar doğruysa ve gerçekten de bu rezaletler vuku bulmuşsa, bunların Başbakan Erdoğan’ın izni ve müdahalesi olmadan gerçekleşmesi imkân dâhilinde olmayacaktır.

Oslo’da PKK’yla yürütülen pazarlıkları önce inkar eden, ardından kabullenmek durumunda kalan Başbakan, anlaşıldığı kadarıyla MİT’i bölünmenin vasıtası ve tetik çeken eli olarak kullanmıştır.

Özellikle yabancı başkentlerde ortaya çıkan ve servis edilen kanlı örgütle görüşmelerle ilgili olarak Başbakan; “Bu konuyu tabii ki MİT Müsteşarımız Hakan Fidan’la da konuştum. Müsteşarım kendine inandığım, güvendiğim bir arkadaşımdır. Onu oraya yalnız göndermedim. Afet Hanım ile göndermiştik. O sıralarda Emre Bey’in rahatsızlığı vardı.” sözleriyle her şeyi ortaya koymuştur.

Şimdi ise gündeme, bırakın herhangi bir görüşmeyi, terör örgütünün MİT eliyle kurulduğuna dönük iddialar düşmüştür.

Adı üstünde, milli bir vasfa sahip istihbarat kuruluşumuzun görevi, ülkemize yönelik yabancı operasyonları izlemek ve gerektiğinde de etkisiz hale getirmektir.

Şayet yasadışı faaliyetler güvenliğimizi tehdit eden bir boyutta ise, şüphesiz yabancı müdahalesi ve parmağı olup olmadığına bakılmaksızın bu girişimlerde takip edilecektir.

Kaldı ki 2937 sayılı MİT Kanununun dördüncü maddesinde, bu kurumun görevleri açıkça yazılmış ve ifade bulmuştur.

Peki bu görevlerin neresinde az önce sıraladığım iddialar vardır?

Kendi devletine, varlık nedeni olan milletine namlu çeviren, aleyhe çalışan bir istihbarat oluşumuna dünyanın neresinde şahit olunmuştur?

Başbakan ve hükümeti bunu mutlaka izah etmeli ve açıklığa kavuşturmalıdır.

Elbette istihbarat teşkilatları, yeri ve zamanı geldiğinde güvenlik ve beka kaygılarıyla önleyici tedbirleri alacaktır ve de almalıdır.

Buna bir diyeceğimiz yoktur.

Ayrıca suç örgütlerinin içten çökertilmesi amacıyla sızma ve intikal çalışmaları da yapılabilecektir.

Ancak illegal oluşumlara nüfuz etmek bir şeydir, suçlarına ortak olmak ise başka bir şeydir.

Ve bunlar kesinlikle birbirlerine karıştırılmamalıdır.

Öyle ki terör örgütünün hain eylemlerine teşrifatçılık yapmak, sessiz kalmak ve hatta kolaylaştırmak istihbarat mantığının neresinde vardır ve hangi veçhesinde bulunmaktadır?

PKK’nın devlet tarafından kurulduğunu iddia eden izansızlar, bu iftirayı son zamanlarda sıklıkla dile getiren haysiyet fukaraları, acaba KCK’nın AKP’yle temas ve bağını örtmek için bu şeref yoksunu ifadelere mi başvurmuşlardır?

Büyük resim meraklısı Sayın Cumhurbaşkanı, “olağanüstü dönemden geçiyoruz, yaşananlar talihsizlik, kurumlar arası çatışmadan kaçınmak lazım” derken neyi kast etmektedir, neleri ima etmektedir?

Sınırları kanunla çizilmemiş bir görevi, devletin kurumlarına vermek midir talihsizlik?

PKK’ya teslim olunması, devletin yere serilmesi midir talihsiz olarak görülen?

Uludere hadisesinde yanlış istihbarat verdiği iddia edilerek hedefe oturtulan, iç çekişmeler yaşadığı sık sık gündeme getirilen ve görev tanımı dışına çıkarılarak özel işlerde kullanılan bir kurumun düştüğü içler acısı hal midir talihsiz olan?

Sayın Cumhurbaşkanı biz büyük resme bakıyoruz ve orada;

  • Emniyet ile yargının bir yanda, hükümetle MİT’in diğer yanda olmasını ve devletin kanama geçirdiğini görüyoruz.
  • Demokratik Toplum Kongresi’nin, KCK’nın, sözde barış konseyi zırvalarının, demokratik özerkliğin ve dört parçalı Kürdistan soysuzluğunun taraflarını fark ediyoruz.
  • AKP’nin dokuz yıllık iktidar döneminde devletin her kurumunu itibarsızlaştıranların, etkisizleştirenlerin ve içini boşaltanların şimdi de MİT’i liste başı yaparak kollarını sıvadıklarına şahit oluyoruz.
  • Statükocu diyerek devre dışı bırakılmış, değişim karşıtı diyerek köşeye sıkıştırılmış değerlere bakıyoruz.
  • Ustalık döneminin tüm namertliklerini ve oyunlarını sahneleyen bölünme figüranlarına rastlıyoruz.
  • Haramla helali yer değiştiren, katille şehidi bir gören, murdarla temizi karıştıran, melekle şeytanı ayırt edemeyen muhterisliği, maskaralığı ve menhus emelleri ibretle izliyoruz.

Israrla üzerinde duruyorum ki, şayet MİT’le ilgili hususlar doğru ise, AKP, Türk tarihinin en büyük kalleşliğini aziz milletimize reva görmüş demektir ve bu tarifi olmayan sadakatsizlik bir mühür gibi iktidar kadrolarının alnına vurulacaktır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Hukuk, demokrasi, özgürlük, güvenlik algısı ve kabulleri AKP’yle birlikte yerle bir olmuştur.

Zaman ayarlı bölücülük bombasının Başbakanlıktaki butonuna basılmış ve geri sayım maalesef başlamıştır.

İhtiraslarından gözleri kararmış olanlar iyice şımarmışlar ve zıvanadan çıkmışlardır.

Tırmanan huzursuzluk sarmalı, yükselen şaibe dalgası, sürekli ivme kazanan iktidar mücadelesi ve komşu coğrafyalara doğru artan tahrik kampanyası ortalığı sislendirmiş ve kayganlaştırmıştır.

AKP, iktidar direksiyonunda önüne bakmaktan ziyade, aklı patlayan lastiğine takılmış; geçiş güzergâhındaki tümsekleri, kasisleri fark edemeyecek bir ufuksuzluğun içine hapsolmuştur.

Bu iktidar başaramamış, sorunların üstesinden gelememiştir.

Bu iktidar Türk milletinin bin yıllık vatan tapusunu bölücülere ve BOP’a ipotek ettirmiştir.

Milli güvenliğimiz ağır ve sistemli bir suikastla karşı karşıyadır.

Dar kafalıların, hamiyetsiz zihniyetlerin ve eşkıyayı hükümdar etmek isteyen memleket çıbanlarının kol gezdiği ve sürekli ilerlediği görülmektedir.

Sezarlığa, sultanlığa, krallığa, şahlığa özenenler sabırları gerçekten de zorlamaya başlamıştır.

Düşünebiliyor musunuz, Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliğinden sorumlu bir kurum, medyaya yansıyan haliyle söyleyecek olursak, AKP’nin telkin ve talimatlarıyla çirkinliklere ve iğrençliklere sapmış ve açıkça düşmanla işbirliğine girmiştir.

Bu kabul edilemez iddialar şunu göstermektedir:

Türkiye’nin bölünmesi, üniter yapının çökmesi ve bin yıllık kardeşlik hukukunun iflası için AKP hainlerle masaya oturmuş ve savaş mağlubu gibi her dayatmaya boyun eğmiştir.

İş öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, güvenlik görevlilerimizi şehit eden, şehirlerimizi canlı bombalarla kuşatan, varlığımıza, hayat hakkımıza göz diken alçaklarla karşılıklı protokoller bile hazırlanmış ve imza aşamasına getirilmiştir.

İfşa edilen AKP-PKK mutabakatının içeriğinde;

  • Türkiyeliliği esas alan demokratik ulus temelinde yeni bir anayasa hazırlanması,
  • Demokratik özerklik fitnesinin hayata geçirilmesi,
  • Kürt kimliğinin yeni anayasada ifade bulması ve tanınması,
  • Kürtçenin ikinci resmi dil olarak kabul edilmesi,
  • İmralı canisinin ilk aşamada ev hapsine alınması, sonra da özgürlüğüne kavuşarak siyasete dâhil edilmesi yer almıştır.

Yine anlaşıldığı kadarıyla, PKK militanlarının silahtan arındırılarak, öz savunma gücü ya da yeni bir statüyle, sözde demokratik çözüm içinde varlığını koruyacak bir yapılanmaya kavuşturulması konusunda fikir birliği sağlanmıştır.

İfadeye çalıştığım bu karanlık resmin tek bir tanımı vardır; o da Türk milleti ihanet kuşatması altına alınmış ve milli kabulleri birer birer idam mangasının önüne dizilmiştir.

PKK-KCK-BDP-AKP el ele vererek aynı karede buluşmuş ve aynı hıyanetin ortakları haline gelmişlerdir.


Muhterem Arkadaşlarım,

Parti olarak, yıllardan beri silahlı veya silahsız bölücülüğün hükümet tarafından durdurulamaması halinde ortaya çıkacak faturanın çok ağır olacağı uyarılarını yaptık ve halen de yapmaya devam ediyoruz.

Köklü ve kalıcı tedbirlerin alınmaması durumunda beka düzeyinde tehlikelerin doğacağını her fırsatta ikaz ve işaret ettik.

Üstelik hükümetin, Türk milleti arasından yeni azınlıklar çıkarmak için her yolu deneyeceğini ve her tavizi vereceğini kamuoyu ile paylaştık, kaygılarımızı duyurduk.

Türkiye’yi bölmeyi ve parçalamayı bir hak ve özgürlük alanı gören iktidar zihniyetinin, sözde terörü bitirme adı altında elindeki sayısal çoğunluğu kullanarak anayasayı da değiştirmek istediğini de geçmişte önemle vurguladık.

Partimiz ve kadrolarımız belirli aralıklarla, hükümetin PKK ile işbirliği içinde bulunduğunu, kanlı terör örgütüne siyasi zemin hazırladığını, İmralı canisi ile sözde silahsızlandırma adı altında siyasi çözüm ve af önerdiğini söyledik ve tehlikeyi yüksek sesle haykırdık.

Bizim millet sevgisi ile bütün imkânlarımızı kullanarak yaptığımız uyarılar, iktidar partisinin menfaat ve ihanet ortaklığı ile oluşmuş lobilerinin yaygaraları nedeniyle yeterince işitilmemiştir.

Biz, terörden beslenen etnik bölücülüğün “demokratik hak ve meşru kimlik talebi” olarak mazur gösterilmek istendiğini söylerken, iktidar güdümlü işbirlikçi gruplar, bunun demokrasinin gereği olduğunu iddia etmişlerdi.

Biz, Başbakan’ın İmralı canisi ile görüştüğünü söylerken; iktidar şakşakçısı menfaat ve çıkar güruhu Bask, İRA, ETA modeli böyledir, işbirliği şarttır demişlerdi.

Biz, silahları bırakıp siyasete çağrılmasının eli kanlı eşkıyayı aramıza, bölücüyü Meclise taşımak olduğunu söylerken, iktidar yandaşı basın ve yayın kuruluşları bunun çağdaş tedbirler olduğunu utanmadan yazmışlar ve kaleme almışlardı.

Biz, AKP’nin terörle mücadeleden vazgeçtiğini, artık katillerle el sıkışıp mütareke ilan ettiğini söylerken, iktidarın bizatihi kendisi bu alçaklığı sırtından atıp; devlet herkesle görüşür, diyerek tevil etme yoluna tevessül etmişti.

Biz, şehitler üzerinden yapılan müzakerelerin ardından İmralı canisinin affedilmesinin geleceğini, kışkırtılmış kimliklere siyasi haklar ve otonomi verileceğini vurgularken, iktidar çevreleri bunu demokratik hak talebi, bireysel özgürlük, çoğulcu demokrasi ve siyasal katılım olarak takdim etmişti.

Biz, İmralı canisi ile görüşmelerin doğuracağı nihai sonucun Türk milletinin kardeşliğine, devletin kuruluş esaslarına, siyasi yapısına, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne saldırı olduğunu söylerken, AKP bunu çoğulculuk, demokratikleşme, çok kültürlü olmanın gereği olarak ileri sürmüştü.

Biz, gidişatın yıkım doğuracağını, yapılanın tarihi bir sapma olduğunu söylerken AKP bunun, kamuoyunu aldatmak için “demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik projesi” olduğuna ısrarla göndermede bulunmuştu.

Yıkım yolunda adım adım ilerlerken hepiniz şahitsiniz, bazı gazeteciler, yazarlar ve sözde aydınlarla 1 Ağustos 2009 tarihinde Polis Akademisi’nde toplantılar düzenlenmişti.

Bu rezalete ortak etmek için sanatçılarla bir araya gelinmiş, sporcularla toplantılar yapılmış, elinden kan damlayan küresel güç merkezleriyle sarmaş dolaş olunmuştu.

Süreç içinde söylenmedik yalan, müracaat edilmedik inkâr, girilmedik kılık, başvurulmadık kepazelik bırakılmamıştı.

Bunlar yetmiyormuş gibi, iktidarın en büyük kabusu olan Milliyetçi Hareket Partisine ve mensuplarına iftiralar atılmış, türlü komplolar düzenlenmiş, hakaretler edilmiş ve şerefsizlik yaftası vurulmaya çalışılmıştı.

Biz bunları unutmadık.

Ne zaman ve hangi durumda olursak olalım, bize tuzak kuranların, zayıflamamızdan medet umanların yakalarından tutmak bizim boynumuzun borcu ve 43 yıllık mazimizin bize yüklediği bir görevdir.

Hatırlarsanız, İmralı canisiyle görüşüldüğünü söylediğimizde, bize ağza alınmayacak ifadelerle saldırıya geçilmiş ve şerefsizlikle suçlanmıştık.

İmralıyla görüşme trafiğinin kontrolü ve muhatabı olanlar, ortaya çıkan gerçekler karşısında şereften kimin mahrum ve azade olduğunu eminim görmüş ve idrak etmişlerdir.

Bu kapsamda Oslo’da kurulan mütareke masaları ve Türk milletinin ulviyetini zedeleyen, küçülten ve tarumar eden iğrençlikler bugün daha da anlam kazanmış ve her şey tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmıştır.

Ne hazin bir çelişkidir ki, İmralı canisi Suriye’de ikamet ettiği yıllarda bile olmadığı kadar güvence ve emniyet altına alınmış, bitmiş tükenmiş bir katilin yeniden dirilmesi hükümet tarafından sağlanmıştır.

Dün Hafız Esat’ın himayesinde olan bölücü ve kanlı simalar, bugün de AKP’nin kanatları altına girmiştir.

Baasçı anlayışın hezeyanları, aynısıyla AKP’de kabul ve karşılık görmüştür.

Bu çürümüş siyaset algısı marifetiyle; eli ve vicdanı kanlı katilden barış elçisi, tıkıldığı zindan müzakere platformu, düne kadar Interpol tarafından aranan PKK’lı alçaklar sözde barış görevlisi, devletin istihbarat yöneticileri hükümet oyuncağı ve yıkımın piyonu haline getirilmiştir.

Bu vesileyle bir kez daha sormak isterim ki;

  • Adalet ve Kalkınma Partisi kaç vatan evladının şehadeti üzerine pazarlık yapmıştır?
  • Kaç kanlı eylem memurlarınca izlenmiştir?
  • Kaç şehidimiz ve kaç gazimiz pazarlıklar esnasında canını, bedenini ve uzvunu kaybetmiştir?

Bunlar açıklanmalıdır. Bu soruların cevapları mutlaka verilmelidir.

Eğer hükümet yeni bir oyalamanın ve savsaklamanın içine girerse, bilsin ki, aziz milletimiz çöküşün ve çözülmenin mimarlarını ve taraflarını bağışlamayacak ve her daim beddualarla hatırlayacaktır.

Sonuç ve özet olarak diyebiliriz ki, AKP’nin, Türkiye’yi parçalamanın eşiğine kadar getirdiğini görmek gerekmektedir.

Ülkemizin ayağa kalkması, sırtındaki kamburdan kurtulması lazımdır.

AKP hükümeti eğer yapamayacaksa, yönetim zaafıyla geleceğimizi heba etmekte inat edecekse; Milliyetçi Hareket Partisi, meşru ve demokratik zeminlerde Türkiye’yi onarmaya ve ayağa kaldırmaya vardır ve bunda da son derece kararlıdır.

Bu itibarla yanlışa düşen, ihanete kucak açan gider; Türk milletinin birliğini, bin yıllık kardeşlik hukukunu savunan, vatana gözü gibi bakmaya yeminli, refahı ve bolluğu dağıtmaya azimli Milliyetçi Hareket koş koşa gelir.

Bu duygu ve düşüncelerle, Meclis Grup toplantımıza katılan herkesi bir kez daha sevgi ve saygılarımla selamlıyor, başarılı bir hafta geçirmenizi diliyorum.

Sağ olun, var olun.