13.03.2012 - Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
13 Mart 2012

 

 

Değerli Milletvekilleri,

Muhterem Misafirler,

Basınımızın Mümtaz Temsilcileri,

Hepinizi en içten sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmamın hemen başında, duyan herkesi üzüntüye sevk eden elim bir hadiseyi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Geçtiğimiz Pazar günü, İstanbul Esenyurt’ta, bir inşaat şantiyesinde meydana gelen yangın sonucunda 11 işçi kardeşimiz maalesef hayatını kaybetmiştir.

Bu acı verici olayın tüm yönleriyle aydınlatılmasını, eğer varsa sorumluların ortaya çıkarılmasını beklediğimizi buradan ifade etmek istiyorum.

İşçilerimizin hayatlarına mal olan faktörlerin iyi irdelenmesi, işçi sağlığı ve iş güvenliğine aykırı uygulamaların tespiti büyük önem taşımaktadır.

Ekmeklerini kazanmanın telaşında ve talebindeyken, çıkan yangın sonucu vefat eden işçilerimizin; haklarının aranması ve geride bıraktıkları ailelerinin biraz olsa da teskin edilebilmesi için ne gerekiyorsa yapılmalı ve ihtiyaçlar giderilmelidir.

Esenyurt’ta kaybettiğimiz kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, ailelerine sabır ve başsağlığı temennilerimi iletiyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Dün, İstiklal Marşımızın kabulünün 91’nci yıldönümünü milletçe kutladık, hürmet ve gururla bu tarihi bir kez daha hatırladık.

12 Mart 1921’de, Büyük Millet Meclisi’nin birinci dönem muhterem üyeleri tarafından İstiklal Marşımızın kabul edilişini bu mübarek çatı altında tekrar anıyor ve inançla sahipleniyoruz.

Vatan şairimiz Mehmet Akif’in derin duyuşundan, hissedişinden ve idrakinden feyiz alarak bağımsızlık tutkusunun zirveleştiği mısralar, Türk milletinin haykırışı, meydan okuyuşu ve dik duruşu olmuştur.

İlk Meclisimizde, Maarif Vekili Hamdullah Suphi Bey’in yüksek hitabıyla ve ayakta alkışlarla kabul edilen İstiklal Marşımız, aziz millet cesaretinin dizelerle ilanı, duygularla bayanı ve vecd ile bildirimidir.

Destansı bir mücadelenin mısralardan süzülerek gönüllere ulaşması ve kalplere intikalidir.

İstiklal Marşımız, bağımsızlığa duyulan sarsılmaz bağlılığın belgesi, millet varlığına sadakatin şiirsel özeti, ibretlik bir direnişin sembolüdür.

Henüz Milli Mücadelenin devam ettiği bir tarihte kaleme alınan ve Türk varlığı yaşadıkça daim olacak bu kutlu eser, milletimizin tüm dünyaya ilan ettiği hürriyetinin manzum ve muhteşem bir beyannamesidir.

İstiklal Marşımız, büyük milletimizin umutlarını, heyecanlarını, sitemlerini, serzenişlerini, şikâyetlerini ve diklenişini satırlarında barındırması bakımından müşterek bir dildir, deyiştir ve edebi dehadır.

Bugün de, milli bekasına yönelik tehditlere maruz kalan milletimizin, kurtuluş ve başarı için ihtiyacı olan mesajların tamamını, İstiklâl Marşımızın derin anlamında ve kahraman ceddimizin aziz hatıralarında bulmak mümkündür.

“Ezelden beri hür yaşamış” bir milleti, yaklaşık bir asır sonra yeni ve farklı bir bağımsızlık mücadelesine yönelten ağır şartlar, ülkemizi yöneten siyasi zihniyet tarafından bütün vahametiyle Cumhuriyetimizin karşısına yeniden çıkarılmıştır.

Temennimiz, milletinin kudretinden habersiz, tam bir teslimiyetle ülkemizi felakete sürüklemeye başlayan ilkesiz AKP yönetiminin bu tarihi mesajı layıkıyla anlaması ve iyi yorumlamasıdır.

Bugün hepimize düşen en büyük görev, İstiklal Marşımızda anlamını bulan mücadelenin şuuruna erişmek, ecdadımızın emaneti olan vatanımıza sahip çıkmak ve Cumhuriyetimizi sonsuza kadar yaşatmak olmalıdır.

Söylediklerim AKP zihniyetine rağmen bile olsa, var olan görev ve milli vazife hepimizin omuzlarındadır.

Milli vicdanlar karşılarına çıkan her engeli aşmaya, her bariyeri yıkmaya ve dikilen her korkuluğu kırmaya kararlı oldukça, Türk milleti daim kalacak, Türkiye yaşayacak ve bir daha istiklal marşı yazmaya inşallah gerek kalmayacaktır.

Bu vesile ile tarihin her döneminde olduğu gibi, bugün de “yurduna alçakları uğratmamak uğruna göğüslerini siper eden” bütün aziz şehitlerimize, kahramanlarımıza ve ahlak timsali olan muhterem vatan şairimize en derin şükran hislerimle Cenab-ı Allahtan rahmet diliyorum.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Ülkemiz belirli periyotlarla farklı yoğunlukta ve etki düzeyleri değişken sıkıntılı gelişmelerle yüz yüze kalmaktadır.

AKP hükümetinin dayatmacı, baskıcı ve tepeden inmeci siyaset anlayışı, var olan sorunların asıl ve esas nedeni olarak karşımızdadır.

Hükümet, deyim yerindeyse aziz milletimizin kene gibi kanını emmektedir.

Dayanma ve mukavemet gücünü eritmektedir.

Çatışma ve kavga dinamikleri AKP’yle birlikte kök salmakta, tahammül ve karşılıklı hoşgörü bu zihniyetle ağır yara almaktadır.

İktidar partisi, milletimizi germekte, yormakta, sıkmakta ve bunaltmaktadır.

Demokrasinin kalesi, katılımcılığın cazibesi, diyalogun çağrısı bu kafa yapısı tarafından yıpratılmakta ve hedef alınmaktadır.

AKP’nin attığı her adım yeni bir huzursuzluk kaynağı, getirdiği her teklif taze bir kriz haberi ve gündeme taşıdığı her görüş bir kutuplaşma habercisi olmaktadır.

Zira AKP’nin kendi dışında dikkat kesildiği, fikirlerine müracaat ettiği, önerilerini kaale aldığı hiç kimse veya hiçbir kesim yoktur.

Bu yüzden iktidar zihniyeti otoriter eğilimlerle temayüz etmekte ve diktatörlük emareleri göstermektedir.

Uzlaşmadan kaçan, gizli gündemlerine esir düşen AKP hükümeti, ülkemizi gerilimli ve kasvetli bir alanın içine kadar yuvarlamıştır.

Milli vicdanların şahitliğiyle söylemek lazımdır ki;

√       Bin yıllık alın terinin armağanı olan kaynaşma ve yakınlık inancını farklılık hezeyanlarıyla kıskaca alan bu garabet siyasettir.

√       Şehit kanlarıyla ve fedakârlıklarla zirveleşen birlik ve beraberlik idealini etnik tortularla heba etmek isteyen bu hastalıklı siyasettir.

√       Devletin çatısını uçurmak için düzenek hazırlayan, millet kudretini zaafa düşürmek için suikastlar tertipleyen ve gelecek ufukların aydınlığını bastırmaya çalışan bu kara siyasettir.

√       Aziz milletimizin müşterek amaç ve kabullerini yıkmaya çalışan iflah olmaz nitelikli bu siyaset pratiğidir.

√       Geçmişin reddedilmesini, kayırmacılığın kurumsallaşmasını, ayrımcılığın kuvvetlenmesini önceliğine alan tabiidir ki AKP siyasetidir.

Başbakan Erdoğan’ın, partisini değişimin ve demokratikleşmenin lokomotifi olarak göstermesi de yalnızca laftadır ve bugüne kadar esasa nüfuz edecek hiçbir sonuç doğurmamıştır.

Nifak siyasetinin paratoneri olarak kullanılan hepimizce malum kavramlar, kurallar ve kurumlar, bahsetmeye çalıştığım kirli siyaseti ve ağır neticelerini örtmeye ve saklamaya kâfi gelmemiştir.

AKP zihniyeti her şeyi kendine göre yorumlamış, sübjektif yargıları genelleştirmiş ve ülkemizi korkuların yörüngesine sokmuştur.

AKP’yi destekleyen ve alkışlayanlar demokrasi ve millet iradesi yanlısı, karşısında duranlar ise; çekememezliğin içinde bulunanlar, eski Türkiye’den bakiye kalanlar ve millet iradesine taş koymaya çalışanlar olarak suçlanmıştır.

Milli eğitim sisteminde yapılması planlanan değişikliğin, Komisyon’da görüşülmesi esnasında yaşananlar; bu doğrultuda AKP’nin kabalığı, eşkıyalığı ve Meclis’i arenaya çeviren şuursuzluğu bize bunları fazlasıyla göstermiştir.

Elbette AKP’nin alelacele hazırladığı, üzerinde hiç düşünmeden, sağlıklı bir değerlendirmeye tabi tutmadan yasalaştırmaya çalıştığı üç tane dördün toplamıyla sembolleşen eğitimdeki yeni düzenleme teklifi, çok sorunlu ve sancılı bir sürecin de kapısını aralamıştır.

Bu alandaki ısrar ve inat, hayati nitelikli ve gelecek nesilleri ilgilendiren bir konuda saflaşmaya, mevzilere çekilmeye ve nizalaşmaya sebebiyet vermiştir.

AKP’nin yasalaştırmak için uğraştığı eğitim sisteminden, yalnızca kendisine oy vermiş kişilerin çocukları istifade etmeyecektir.

Konu çok hassas ve milletimizin her ferdini doğrudan ya da dolaylı alakadar etmektedir.

Biliyoruz ki eğitim, insan ve toplum hayatında yeri dolmaz bir öneme ve ayrıcalığa sahiptir.

Pek tabiidir ki, her siyasi anlayış kendisine göre bir eğitim politikası ve projesi kurgulayacak, bunu da uzlaşma ve herkesin görüşünü alarak gücü nispetinde uygulamaya geçebilecektir.

Buraya kadar herhangi bir sorun elbette yoktur.

Eğer eğitim alanında yapılması düşünülen bir düzenlemenin yangından mal kaçırırcasına yasalaşması için uğraşılır ve toplumdaki farklı görüş ve kanaatler dinlenmeden vicdanlar kanatılırsa bunun adı dünyanın her yerinde despotluk olarak tanımlanacaktır.

AKP hükümeti böyle bir müstebit siyaset hastalığına yakalanmış ve Alman Nazi yönetimine bile taş çıkarmıştır.

Öncelikle altını kalın olarak çizerek şunu hususu belirtmek isterim ki;

Milli Eğitim Komisyonu’nda, sunulan kanun teklifi görüşülürken, iktidar partisinin terör estiren, zorba ve siyasi nezaketten uzak tavır ve yaklaşımları yakışıksızdır, yanlıştır ve yozlaşmanın çatırtılarıdır.

Kendi dışındaki söz, düşünce ve önerilere kapalı olan ve yapılan itirazlara karşı da vahşiyane davranış sergileyen AKP zihniyetinin, demokratik vicdanı körelttiği ve yaraladığı bu son olayla iyice netleşmiştir.

Pazara kadar bitirin talimatını alan AKP milletvekillerinin, Milli Eğitim Komisyonu’nu işgal girişimleri, günlerdir dört maddesi görüşülmüş bir teklifin, 23 dakikada 20 maddesinin kabulü neresinden bakarsak bakalım AKP hırsı ve hıncından başka bir şey değildir.

Yalnızca prosedürün tamamlanması adına ihtisas komisyonunda görüşülen teklif, demokratik müzakereden zerre kadar nasibini alamamıştır.

Zorlamalarla ve emrivakilerle TBMM Genel Kurulu’na getirilen yasa teklifinin, mutlaka geri çekilmesi ve gerginliğin acilen sonlandırılması gerekmektedir.

Teklifte imzası bulunan AKP milletvekilleri demokrasimize hayırlı bir hizmette bulunmalı ve gecikmeksizin önerilerinden vazgeçmelidirler.

Diğer taraftan Anayasa hazırlığı konusundaki geniş uzlaşma arayışı ile eğitim konusundaki tacizci ve hiç kimseye soluk aldırmayan siyasi davranışın taban tabana zıtlık içerdiğini söylemek lazımdır.

Kabul edilmelidir ki, eğitim en az anayasa kadar, belki de ondan daha önemlidir.

Yumruğunu sıkan AKP, Başbakan’ın uzaktan kumandası ve yönlendirmesiyle önüne gelene vurmuş ve karşısında dikilenleri bertaraf etmiştir.

Bu endişe verici gelişmeler, geçmişin acı tecrübelerini, hayat kaybına yol açan karşılıklı mücadelelerini hepimize hatırlatmıştır.

Şayet bundan sonra herhangi bir milletvekilinin kılına halel gelirse bunun vebali ve sorumluluğu tamamıyla Başbakan’ın üzerine olacaktır.

Milli Eğitim Komisyonundaki uygunsuz, sevimsiz ve seviyesiz üslubu ve yaklaşımı esefle kınadığımı muhataplarına iletiyor ve herkesi, özellikle AKP’yi aklıselimden ayrılmaması için uyarıyorum.

Bu kapsamda, cevabını aradığımız sorularımız vardır ve şunlardan ibaret olacaktır:

Türkiye’nin yarınları, Türk milletinin gelecek kuşakları bu şekilde mi hazırlanacak ve bu saldırgan yöntemle mi temellendirilecektir?

Dövüşerek, itişerek, didişerek ve çekişerek geleceğin resmi nasıl çizilecek, manevi sorumluluğunu taşıdığımız nesillerin oluşturulması nasıl sağlanacaktır?

Bırakınız kanun teklifinin içeriğinde neyin olup olmadığını, usulde bile büyük bir açmazın ve anormalliklerin yaşandığı görülmektedir.

AKP demokratik değerleri buharlaştırmakta, katılımcılığı sulandırmakta, söz ve fikir ileri sürme özgürlüğünü boğazlamaktadır.

Böylesi bir mantık ve düşünce sefaletiyle hazırlanması gündemde olan eğitim sisteminin ise hiç kimseye bir faydası dokunmayacak ve herhangi bir katkısı da görülmeyecektir.

Meşrutiyet Meclislisinde bile bu şekilde bir ilkellik ve kifayetsizlik görülmemiştir.

Ortadoğu Meclislerinde dahi bu nevi bir arsızlık yaşanmamıştır.

Edebin, hürmetin ve insaniyetin bu kadar ayaklar altına alındığı başka bir döneme de rastlanmamıştır.

Bir kanun teklifinin görüşülmesi sırasında tekmelerin, yumruklaşmaların havada uçuşması; hakaretlerin, galiz ifadelerin, kürsü işgallerinin alabildiğine yaşanması millet görevini temsil eden vekiller açısından utanç vericidir.

Bu ortama çanak tutan, tahrik eden AKP, demokrasiyi bu şekilde maskaraya çevirmiş ve itibarsızlaşması amacıyla olağanüstü gayret sergilemiştir.

Gayet net olarak diyebiliriz ki, Türkiye AKP sorunu yaşamakta, AKP kaosuyla cebelleşmekte ve AKP agresifliğiyle sarsılmaktadır.

 

Değerli Milletvekilleri,

Milli Eğitim Komisyonu’nda “4+4+4” eğitim sistemi, kabul edilişi ve kamuoyuna sunuluşu itibariyle son derece antidemokratik ve meşruiyetten uzak kalmıştır.

Başbakan Erdoğan’ın; söz konusu eğitim modelini kast ederek; “Herkes hazmetmek zorunda” sözleri, zaten tüm yönleriyle ve açıklığıyla AKP’nin nasıl bir zihniyetle yol aldığını göstermiştir.

Yıkım projesinde de aynı yaklaşımı sergileyen bu kör bakışın, bölünmeye dönük inadıyla Türkiye’yi hangi bedellere katlanmak zorunda bıraktığı, hangi badirelere muhatap ettiği bizim tarafımızdan bilinmektedir.

Ne var ki, eğitimde reform yutturmasıyla içine girilen yolun, daha ilk etaplarında yıkım projesinin sarp geçitleriyle kesişmesi karşımıza çok ciddi bir sorunu çıkarmıştır.

Eğitim bakanının ifadelerinden anlaşıldığı kadarıyla, hazırlanan yeni eğitim modelinde anadilde eğitime de yeşil ışık yakılacaktır.

Bu yaklaşım her ne kadar şahsi görüş olarak nitelendirilmiş olsa da, AKP’nin niyeti, fikri ve varmak istediği mecra şimdiden belli olmuştur.

Buna göre, yeni eğitim modeli PKK açılımının bir kolu, destekleyici bir unsuru ve bir parçası olarak kendisini göstermiştir.

Bize göre millilik vasfı iyice aşınan eğitim ve öğretim hayatının, yıkım projesine damardan bağlanması, bu yolla evlatlarımızın ve ailelerinin bölünme parantezine alınması büyük bir terbiyesizlik ve utanmazlık örneği olarak anılacaktır.

AKP’nin istediği, daha iyi yetişmiş, analitik bakış açısına sahip ve sorgulayıcı bir zihni yapıya ulaşmış nesillerin varlığı değildir.

AKP’nin amacı, sorun çözen, milli ve manevi kültürü kendisine kalkan yapmış bir gençliğin hâkim olması değildir.

AKP’nin maksadı, Türk gençliğinin; çağın şartlarına uygun fikri olgunluğa, bilgi düzeyine ve ruhsal gelişmeye ulaşması da değildir.

Nitekim AKP için asıl hedef, geleceğimizi esaret altına almak için bugünden girişimlerde bulunmak; körpe dimağları, diri heyecanları ve gencecik ümitleri parçalanmanın ara bir istasyonu haline getirmektir.

Buna da şüphesiz ne AKP’nin hakkı vardır, ne de buna Allah’ın izniyle gücü yetecektir.

AKP’nin planladığı eğitim sistemi büyük bir krizi davet etmektedir.

Bununla birlikte açmazlarla ve çelişkilerle doludur.

Öncelikle müfredat üzerinde, pedagojik yöntemler ekseninde durulması gerekirken, bunlar ıskalanmış ve milletimiz farklı maceralara sürüklenmiştir.

Meselenin özünden ziyade şekil ve biçim kısmına odaklanılması bir başka olumsuzluk olarak karşımızdadır.

Milli eğitim sisteminin boğazına kement geçiren AKP hükümeti, daha iyiye ve daha gelişmiş bir ülke manzarasına ulaşılma konusunda vizyonsuz ve beceriksiz olduğundan, günlük siyasi menfaatler paralelinde hareket etmeyi kendisi için çıkar yol görmüştür.

Bilhassa 28 Şubat’ın ürünü ve meyvesi olduğunu unuturcasına, geçmişle hesaplaşma ve rövanş alma adına eğitim sistemini seferber eden bu siyasi anlayış, yarınlarımıza fütursuzca ve gözünü kan bürümüşçesine ipotek koymuştur.

Cumhurbaşkanı’nın rövanşist eğilimlerin mahsurlarından bahsetmesi anlaşıldığı kadarıyla AKP’de cevap bulmamıştır.

Her bakan değişikliğiyle sözde reformlar başlatan hükümet, milli eğitim hayatını adeta oyuncağa çevirmiş ve her şeyin cılkını çıkarmıştır.

Yıllardan beri eğitim sisteminin ideolojik beklentiler eşliğinde ve siyasi kaygılar çerçevesinde tarumar edilmesi hepimizce bilinmektedir.

Süper liseler, basamaklı kur sistemi, kredili sistem, SBS, taşımalı eğitim, bilişim sınıfları ve sekiz yıllık kesintisiz eğitim önerileri ve uygulamaları bunun bir göstergesi ve neticesidir.

Ancak AKP döneminde eğitim tüm hatlarıyla cepheden taarruza uğramış ve fantezi mülahazalarla, içi boş ham tekliflerle var olan saygınlığı gölgelenmiş ve iddiası zedelenmiştir.

Herkesi yakından ilgilendiren eğitim ve öğretim yapısının, siyasi pervasızlığa kurban edilmesi asla kabulü mümkün olmayan bir gerileme olarak hafızalara kazınmıştır.

AKP hükümeti, sorun yumağı haline gelen ülkemizi ayağa kaldırması ve meselelerini çözüme kavuşturması gerekirken, hassas alanlarda siyasi manevralar yapmakta ve bunu da marifetmiş gibi takdim etmektedir.

Bu çerçevede Başbakan Erdoğan’ın hezeyanları ve marazi politikaları, milletimizi ileri derecede meşgul etmekte, sonu ve sonucu olmayan konularda enerjisini israf etmektedir.

Milli eğitim sistemindeki değişiklikle ilgili olarak sürekli dünyadaki gelişmeleri referans gösteren, başka ülkelere atıf yapan hükümetin, öncelikle konunun ehemmiyetini ve özelliğini kavrayamadığı anlaşılmaktadır.

Adı üstünde, milli olması lazım gelen eğitim sistemi, doğal olarak milletimizin ihtiyaçlarını temel alacak, kültür kaynaklarından beslenecek ve tarihi sürekliliğe dayanması gerekecektir.

Şayet sömürge ülkesi değilsek, bizim bilmediğimiz vaatler bulunmuyorsa, mesela Fransa ya da Birleşik Krallık’ta uygulanıyor mazeretiyle, eğitim ve öğretim sistemimizin kopya yöntemlerle çevrelenmesi, emin olun sadece bizi kökümüzden ve milli gerçeklerimizden uzaklaştıracaktır.

Biliniz ki, Tanzimatçıların kafası da böyleydi.

Islahat arayışında olanların, reform diyerek küresel projeleri sahiplenenlerin bakışı da bu şekildeydi.

Bizim eğitim sistemimizin niteliği her şeyden önce milli olmalıdır ve milletimizin hasletlerini ve hedeflerini içinde barındırmalıdır.

Türkiye, eğitiminden ekonomisine, siyasetinden sanatına kadar milli gerçeklerden, kabullerden ve bizzat millet taleplerinden ayrılmamalı ve bu yoldan sapmamalıdır.

Unutulmamalı ki, okullar yalnızca bilgi ve irfan yüklenen yerler değildir.

Bunun kadar sosyalleşme, iletişim ve sosyal temas kurma mekânları olarak vazgeçilmez önemde olan kurumlardır.

Meslek eğitimine özel bir vurgu yapan AKP zihniyeti şunu bilmeli ki, milli eğitimimizde öncelikli amaç maharetli torna tesviye uzmanları yetiştirmek olmamalıdır.

Okullarda iyi bir insan olmanın erdemi, kalple beynin karşılıklı ve kalıcı birlikteliği, çevresine saygı duymanın ve içinde yaşadığı topluma sorumluluk duygusuyla bağlanmanın ayrıcalığı verilmeli ve sağlanmalıdır.

Evlatlarımızın yeteneklerini keşfettiği, ekip çalışmasını öğrendiği, kendilerini tanıdığı, kişisel özelliklerine vakıf olduğu bir eğitim ve öğretim sistemine ulaşmak biricik gaye olmalıdır.

Ezbercilikle; sorgulamayan, kavramsal düşünmeyen, analiz yeteneğine tutunamamış bir yapıyla mücadele edilmesi gerekirken, konunun tamamen biçime indirgenmesi dünün sorunlarına yenilerini ilave edecektir.

Bunları çözüm yoluna sokmadan, meseleyi dar pencereden ele alıp, siyasi müdahalelerle milli eğitim sistemine pranga vurulması hem bugünümüzü hem de geleceğimizi vahim açmazlara itecektir.

Ortaya çıkacak olumsuzluk en az üç neslin hayatını, sevincini ve beklentisini heba ve hüsran edecektir.

Konu bu kadar mühim ve önem derecesi bu denli yüksektir.

Parti olarak 28 Şubat 2012 tarihli Meclis Grup toplantımızda, nasıl bir eğitim sistemi önerdiğimiz ve tekliflerimizin nelerden ibaret olduğu kayıt altındadır.

Tekraren hatırlatmak isterim ki,

2011 yılında hazırladığımız Seçim Beyannamemizde, ilköğretim sisteminde iki kademeli bir modeli benimseyeceğimiz, temel hedef olarak okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılarak zorunlu eğitim süresini artıracağımız yer ve ifade bulmuştur.

Okul öncesi eğitimin 6 yaş grubu dahil edilmek suretiyle, zorunlu temel eğitimin iki kademeli olarak 9 yıla çıkarılması bizim tarafımızdan belirlenmiş ve aziz milletimizin bilgisine sunulmuştur.

Uzun vadede 12 yıllık zorunlu temel eğitimin tesis edilebilmesi için de gerekli alt yapı çalışmasının yapılması partimizce kabul edilmiş ve savunulmuştur.

Bu görüşlerimiz etrafında mutabakata ve uzlaşmaya her şart altında hazır olduğumuzu herkes bilmelidir.

Bunun dışında AKP’nin temelsiz, alt yapısız, dayatmacı, üzerinde düşünülmemiş görüş ve önerilerine, usulden ve esastan kapalı olacağımızı ve demokratik muhalefetimizi her platformda göstereceğimizi bu vesileyle ifade etmeyi yararlı görüyorum.

 

Değerli Arkadaşlarım,

AKP’nin küresel ilişki ağlarına sıkı sıkıya bağlanışı ülkemizin güvenlik duvarlarını aşındırmakta, spekülasyon ve manipülasyon merakında olanlara eşsiz fırsatlar sunmaktadır.

Gerek küresel merkezlerden, gerekse de içimizdeki mihraklardan yalan yanlış bilgiler, kamuoyu yönlendirmeye matuf haberler ısrarla servis edilmektedir.

Kimi zaman iktidarı hedef alan yayınlar, kimi zaman muhalefeti hedefine alan dedikodular son zamanlarda bir hayli etkinlik kazanmıştır.

Bunların en bilineni ise Wikileaks iddiaları ve bu kapsamda çarşaf çarşaf deşifre edilen ilişki ve irtibat bağlantıları olmuştur.

Şüphesiz bunlara tevessül etmeyeceğimizi, dışarıdan sağlanan dayanaksız bilgi ve ahlak dışı edinilen belgelerle en başta hükümet olmak üzere, hiçkimse hakkında yorum yapmayacağımızı değişik kereler gündeme getirdik ve beyan ettik.

Son günlerde dikkatimizi, yine Okyanus ötesi kaynaklı yeni bir sızma harekâtı ve mesnetsiz ihbarlar çekmiştir.

Her önüne gelenin dışarıya bilgi yetiştirme ve ispiyonculuk yapma konusunda aşırı istekli olduğu da gözümüzden kaçmamıştır.

Para karşılığı satın alınan ve ikbal beklentisinden dolayı kolaylıkla kontrol edilebilen kurum ya da kişilerin çokluğu fazlasıyla ilgi çekici olup aynı zamanda da düşündürücüdür.

İşte güvenlik duvarlarımızın aşınmasıyla ilgili yorum ve değerlendirmede bulunurken kast etmeye çalıştığımız budur.

Özellikle medyada yer tutmuş, fitne ve nifaka dayalı haberleriyle malul olan bir gazetenin de söz konusu özel istihbarat kuruluşuna ulaşan bilgileri manşetten vermesi bir başka önem derecesi yüksek konuyu gündeme getirmiştir.

Dahası Başbakan Erdoğan’ın sağlığı üzerinden yapılan haberlerin, iki yıllık ömrü kaldığına dönük çirkin ve insafsız yayıncılığın bizim nezdimizde hiçbir kıymet hükmü bulunmamaktadır.

Bir insanın sağlığı üzerinde soru işareti oluşturmak, belirsizliği körüklemek ve insan ömrüne kulaktan dolma şayialarla vade biçmek en hafif tabiriyle ahlaksızlık ve utanmazlıktır.

Başbakan Erdoğan bizim siyasi rakibimizdir, mücadele halinde olduğumuz bir partinin genel başkanıdır.

Şüphesiz biz kendisinin sağlıklı ve vücut bütünlüğünün yerinde olmasını diler ve bunu isteriz.

Sıhhatin bulunmadığı bir yerde ne siyasi mücadelenin ne de başka bir şeyin önem taşımayacağını bilir ve buna inanırız.

Başbakan’a yönelmiş bu izansız iddianın öncelikle insan olmasından kaynaklanan haklarına açık bir tecavüz ve saldırı anlamına geldiği kanaatini taşıyoruz.

Bu iftiracı yayıncılığın, uydurma ve zan altına alan haberciliğin şımarıklıktan ve küstahlıktan beslendiği bir gerçektir.

Ancak böylesi bir habercilik taraflarının daha düne kadar da, Başbakanla kol kola olduğunu ve işbirliği içinde bulunduğunu bilmek ve görmek lazımdır.

Başbakan Erdoğan’ın; haklı olarak “pabuç bırakmam” dediği çevreler, Türkiye’nin yakın geçmişindeki sözde darbe davalarından bazılarının bir numaralı hazırlayıcısı ve ihbarcısı olarak akıllardadır.

Bunlarla AKP’nin yediği içtiği ayrı gitmemiş, birlikte gülmüşler ve aynı amaca dönük fikir ve eylem birliği içinde olmuşlardır.

Şu kaderin cilvesine bakın ki, eski dostlar birden bire düşman kesilmişler, birbirlerine dava açar ve hakaret eder bir konuma gelmişlerdir.

Tıpkı Beşşar Esad gibi, Başbakan malum medya organına da sırt çevirmiş, tabiatıyla ayran içmeseler de ayrı düşmeleri kaçınılmaz hale gelmiştir.

Anlaşıldığı kadarıyla darbe iddiaları parelinde kurulan ortaklık, en ufak bir sallantıda bozulmuştur.

Şu kadarını söylemeliyim ki, Türkiye’nin temiz, tarafsız, adil ve sorumlu bir basın ahlakına çok ihtiyacı vardır.

Elbette medyada yandaş kanallar ve üsler açıp, buralar vasıtasıyla güç devşireceğini zanneden Başbakan Erdoğan, en sonunda ektiği fesat ağacının zehirli meyveleriyle kendisi de karşılaşmıştır.

Hala bu alanda durmak bilmeyen Başbakan’ın, ABD’li bir medya şirketinin sahibiyle görüşmeler yapması ve bazı gazete ve televizyonların satışına aracılık yaptığı imajı vermesi işgal ettiği makamla katiyen uyumlu olmamıştır.

Rüşvet ve yolsuzluk davalarına konu olan bu medya patronuyla gizli kapaklı görüşmeler yapılmasının doğal olarak masum ve meşru hiçbir yanı da bulunmayacaktır.

Kamu bankasından alınan kredilerle yandaşlara peşkeş çekilen bir medya gurubunun, şimdi küresel para tüccarlarına satılma arayışları iyi incelenmeli ve bu işten kimlerin nasıl menfaat sağladığı açıklığa kavuşturulmalıdır.

Biz; Ogerleri, Oferleri, Arap şeyhlerini unutmadık.

Milli kaynaklarımızı yabancılara devreden, milli varlıklarımızı haraç mezat satan vicdansızlıkları da unutmadık.

Babalar gibi satarız diyen yumurtacıları, bir koyup bin alan doğal gazcıları, haramla helali ayırt edemeyen mısırcıları hiç ama hiç unutmadık.

Bilinmelidir ki, yapılan hiçbir usulsüzlük kimsenin yanına kar kalmayacak, hortumlanan ve çalınan millet emanetleri bu çevrelerin yüzünü ilelebet güldürmeyecektir.

AKP bunların hesabını verecek, yetim malına el uzatmanın, gariban rızkına göz koymanın vebalini ve mağduriyete neden olduğu milyonların hakkını mutlaka misiyle ödeyecektir.

Bunun başkaca bir yolu ve çaresi yoktur.

 

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Arap Baharı ismiyle süren komşu coğrafyalardaki sıcak hadiseler Suriye özelinde devam etmektedir.

Bu ülkenin merkezinde yer aldığı bölgesel gelişmeler ve olaylar çok kritik bir evreye dayanmış durumdadır.

AKP’nin Suriye konusunda ki çıkışları, Esad yönetimini hedef alan söz ve beyanları artarak sürmektedir.

Başbakan Erdoğan, Beşşar Esad’ın dökülen kanlardan sorumlu olduğunu, babasından sorulmayan hesabın kendisinden sorulacağını ısrarla dile getirmektedir.

Ancak, Beşşar Esadla aralarından su sızmadığı yıllarda, baba Hafız Esad’ın şiddet ve vahşet uygulamalarını nedense bir türlü aklına ve hatırına getirmeyen Başbakan, işler sarpa sarınca eski defterleri karıştırmış ve Baasçı zihniyetin neler yaptığını birden bire gündemine almıştır.

Bu açıkça iki yüzlülüktür, merkezini ve dengesini kaybetmiş bir siyasetin sancılarıdır.

Görüyoruz ki, AKP Suriye konusunda tüm kartlarını açmış, geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir.

Başbakan Erdoğan; modern işgal anlamına gelen insani koridor açılması düşüncesini ısrarla vurgularken, artık hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde Suriye’deki yönetimin karşı kampında yer aldığını yeniden ispatlamıştır.

Kaldı ki Türkiye’nin, muhalif subayların kaçış güzergahı haline dönüşmesi de, Suriye’de yanan ateşin bir tarafı olmasından kaynaklanmıştır.

Bu ülkeyle artan ve çapı genişleyen sıkıntı yumağı birçok soruna davetiye çıkarmaktadır.

Bunlar arasında, sınır ticaretinden geçimlerini sağlayan, nafakalarını kazanan vatandaşlarımız bulunmaktadır.

Artık eskisi gibi kolaylıkla ülkeler arası ekonomik faaliyetler yürütülememekte ve var olan akrabalık ilişkileri de sağlıklı ve güvenli bir şekilde sürdürülememektedir.

Bir diğer meselede, yakın coğrafyalarımızdaki mezhep ve etnik temelli ihtilaflar ve düşmanlıklardır.

AKP, ne yazık ki, Irak ve Suriye başta olmak üzere, bölgede izlediği yanlış ve hatalı politikalarla ülkemizi hassas ve duyarlı bir duruma getirmiştir.

Son günlerde vatanımızın bir bölgesinde daha da etkinlik kazanan isyan çağrılarını, statü taleplerini ve örgütlenme konusundaki beklentileri bu minvalde görmek ve analiz etmek zannederim doğru ve makul olacaktır.

Türkiye için Suriye’deki Türkmen varlığının can ve mal güvenliğinin korunması ile Suriye’nin toprak bütünlüğünün savunulması öncelikli politika olmalıdır.

Bu ülkeye yönelik muhtemel bir askeri müdahale ile terör ve bölücü akımlarında yükselme yaşanabileceği dikkate alınarak kalıcı ve kapsayıcı önlemler seti bugünden hazırlanmalıdır.

Suriye’de demokratik adımların atılması, muhalefet ile merkezi yönetimin bir araya gelerek karşılıklı saldırıları sonlandırması hem kendileri hem de bölgemiz açısından büyük önemdedir.

Arap Baharı bağlamında bunlar olurken, İsrail Gazze’ye dönük insanlık dışı cinayetlerini sürdürmektedir.

En son yapılan saldırılarda en az 15 Filistinli ne yazık ki hayatını kaybetmiştir.

İsrail mezalimi, Müslüman kardeşlerimizi hedefine alarak ölüm kusmaktadır.

Ne var ki, uluslararası toplum sessiz, tepkisiz ve İsrail acımasızlığına duyarsızdır.

Gelişmelerden “One Minute” aldatmasının hiçbir işe yaramadığı, hiçbir yaraya merhem olmadığı görülmektedir.

Başbakan’ın sahte çıkışları, umut ve hayal tacirliği, İsrail eziyetini dindirememiş ve kesinlikle engelleyememiştir.

Filistin meselesinin bir çözüme kavuşması ve akan kanın durması bizim en samimi dilek ve istediğimizdir.

Ben buradan İsrail’in hunhar saldırılarında hayatlarını kaybeden din kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmet diliyor, İsrail’in ölüm saçan politikalarını ve niyetlerini şiddetle kınıyorum.

Konuşmama son vermeden önce bir yılı aşkındır tutukluluk halleri devam eden dört gazetecinin tahliye haberlerinden duyduğum memnuniyeti ifade etmek istiyorum.

Dileğim halen cezaevinde bulunan milletvekilleri ve diğer gazetecilerin de özgürlüklerine bir an önce kavuşmalarıdır.

Bu düşüncelerle, hepinizi en içten duygularımla selamlıyor, hayır ve bereket dolu günler geçirmenizi temenni ediyorum.

Sağ olun, var olun.