Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Sayın Şefkat ÇETİN’in, çözüm süreci ile ilgili yazılı basın açıklaması. 23 Mayıs 2014
Ana SayfaAna Sayfa  

Kadrolar

Milliyetçi Hareket Partisi Teşkilat İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı
Sayın Şefkat ÇETİN’in, çözüm süreci ile ilgili yazılı basın açıklaması.
23 Mayıs 2014

 

ÇÖZÜM ALDATMACASIYLA İŞLENEN SUÇA YASAL KILIF HAZIRLANIYOR

Millet olarak 301 canımızı kaybettiğimiz Soma’daki ortak acımızı yaşarken, Türkiye’ye daha büyük acılar yaşatabilecek gelişmelerin gözden kaçırıldığı bir gündemle karşı karşıya bulunmaktayız. Hükümetin çözüm süreci adı altında terör örgütü ile yaptığı görüşmeler ne Soma faciası, ne 19 Mayıs tatili demeden sürmektedir. Arka plandaki derin gündem olan teröristle pazarlık, Türkiye’yi freni patlamış bir kamyon gibi süratle felakete doğru götürmektedir.

Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik’in açıklamalarına bakılırsa, 19 Mayıs tatilinde mazeretli olmalarına alışık olduğumuz Tayyip Erdoğan ve kabinesinin bütün önemli isimleri Başbakanlıkta 4 saatlik bir toplantıda çözüm sürecini görüşmüştür. Bir gün sonra ise hükümeti temsil eden Beşir Atalay, Efkan Ala ve Bekir Bozdağ’dan oluşan heyet HDP’lilerle aynı konu için bir araya gelmiştir. Yani önceki gün hükümet kendi içerisinde bir müzakere yapmış ve alınan kararlar üç bakan aracılığıyla HDP’lilere ulaştırılmıştır.

HDP’liler ise Tayyip Erdoğan hükümetiyle yaptıkları müzakereden elde ettiklerini hem Kandil’e hem de İmralı’ya iletecek, sonrasında ise oralardan getirdikleri cevapları AKP hükümetine teslim edeceklerdir. Türkiye’de 3 Ocak 2013 tarihinden itibaren yürütülen ve artık rutin haline gelen bu görüşme trafiğinde Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya gibi aracıların yanı sıra MİT Müsteşarı Hakan Fidan gibi koordinatörler Ankara, Kandil ve İmralı arasında helak olmaktadır. Bölücü terör örgütü ile görüşme komisyonu hangi yasal dayanakla kurulmuştur? Hükümet üyeleri, güvenlik bürokrasisi ve PKK’nın siyasi uzantısı milletvekillerine talimat veren hangi makamdır?

Önceleri teröristlerle görüşmeleri şerefini ortaya koyarak reddeden Tayyip Erdoğan’ın, şimdilerde bizzat talimatlandırdığı bakanları vasıtasıyla terörist örgütle müzakere sürecini yönetir hale gelmesi hazin bir durumdur. Bu gidişle Tayyip Erdoğan’ın sanal gündemlerle kamuoyunun tepkisini iyice aşağı çektikten sonra, aracılık yapan bakanlarını ve HDP’lileri devreden çıkararak doğrudan Abdullah Öcalan ve Kandil kadrosuyla masaya oturduğunu görürsek şaşırmayacağız.

PKK ve AKP arasındaki bu dolambaçlı görüşme trafiğinde maskelerin indirilerek gerçek yüzlerin ortaya çıkarılmasının zamanı gelmiştir. Göz göre göre Türk milletine büyük acılar yaşatacak ihanet sürecinin yürütülmesinde ısrar eden AKP hükümeti, taşeronluğunu yürüttüğü bu siyasi projeyle Türkiye Cumhuriyetinin anayasasına ve yasalarına karşı suç işlemektedir. Açılımı yürüten Başbakan ve Bakanları başta olmak üzere bir kısım kamu görevlileri, terörle mücadele etmek yerine teröristle müzakere ederek Türkiye’nin güvenliğini zaafa uğratmaktadırlar.

AKP’nin sorumluluğu altındaki başta MİT Müsteşarlığı olmak üzere Başbakan Yardımcılığı ve öteki kurumlar eliyle yürütülen PKK müzakerelerinin hiçbir yasal dayanağı yoktur. Ancak kısa süre önce çıkarılan MİT yasası ile bu kurumun terör örgütleriyle görüşebilmesinin yolu açılmıştır. Başbakanlıktaki toplantıda Tayyip Erdoğan ve ekibinin kendilerini de suç kapsamından çıkarmak için yeni bir hazırlık yaptıkları anlaşılmaktadır. AKP zihniyeti her zaman yaptığı gibi, yasaya uygun hareket etmek yerine suç sayılacak eylemlerine sonradan yasal kılıf hazırlama telaşındadır. Tayyip Erdoğan başta olmak üzere PKK müzakerelerinde aktif görev alanların yaptıklarını suç olmaktan çıkaracak yasal düzenleme, aynı zamanda bebek katili Abdullah Öcalan’ı ve kanlı örgütü PKK’yı Türk Devleti karşısında yasal bir statüye kavuşturmuş olacaktır.

Zaten teröristbaşının öteden beri istediği kendilerine yasal bir statü kazanmaktır. Açılım sürecinden çok daha önce, PKK’nın silahlı mücadelenin ikinci aşaması olarak siyasallaşma stratejisini takip ettiği bilinmektedir. Meşrulaşma peşindeki PKK, ihtiyacı olan muhatabı ise AKP ve Tayyip Erdoğan sayesinde bulmuştur. Hiç kimsenin karşı çıkamayacağı “analar ağlamasın” yalanının arkasına saklanarak silahlı terörle elde edilemeyen taleplerin siyasal örtü altında adım adım uygulamaya geçirilmesine alet olan Tayyip Erdoğan hükümeti, açılım süreciyle Türkiye’yi tehlikeli bir geleceğe sürüklemektedir. Acıda ve kederde bir olan Türk milletini Libya’dan ve Suriye’den beter sıkıntılara sokacak bir süreç kanlı terör örgütüyle masa başında tezgahlanmaktadır.

Açılım adlı ihanet projesiyle Devlet kurumlarının elini kolunu bağlayarak asli görevlerini yerine getiremez hale getiren AKP hükümeti, terörist faaliyetlere karşı operasyon isteyen askere valilerin izin vermediği bir garabeti yaşatmaktadır. Tayyip Erdoğan başkanlığında yapılan toplantıda, operasyon izni verilmeyen askerin elinde biriken belgelerin ileride başlarına iş açmaması için bir kere daha suçu suç olmaktan çıkaracak yeni yasal düzenlemelere karar verildiği anlaşılmaktadır.

Teröristle masaya oturarak el sıkışan hükümet, çözüm sürecindeki suçlarını ortadan kaldırabilmek için kendi görev tanımlarını yeniden düzenleme telaşındadır. AKP yöneticileri suç işlediklerinin farkındadırlar ve bu yüzden minareyi çalanın kılıfını hazırladığı gibi bir gece yarısı çıkaracakları yeni bir yasayla temize çıkacaklarını sanmaktadırlar. Ancak PKK taleplerine boyun eğen bir hükümetin maskesi düştüğünde Türk milleti tarafından mutlaka cezalandırılacağını göz ardı etmektedirler.

Son günlerde daha çok duymaya başladığımız çatışma haberleri, örgüte militan teminindeki büyük artış ve alenen yapılan kaçırma olayları, devletin terk ettiği bölgede vergi alma, yol kontrolü gibi sık rastlanan uygulamalar PKK’nın boş durmadığını ve daha da güçlendiğini göstermektedir. PKK silahlı gücünü koruduğuna ve dilediği an kan akıtabilecek imkânlara sahip olduğuna göre açılım sürecinin tamamen bir aldatmaca olduğu ortadadır.

AKP hükümeti etnik ayrılıkçılığı körükleyen, devletin ve milletin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden açılım projesiyle Türkiye’ye ihanet etmekte, Türk milletini kandırmaktadır. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çekmesi gereken terör elebaşını bir siyasi aktör haline getiren AKP, açılım süreciyle Apo’nun uzun süredir dile getirdiği “Demokratik Özerklik Projesi”nin uygulayıcısı durumuna düşmüştür. Nitekim HDP heyetinin AKP’li Bakanlarla yaptıkları toplantıda, Avrupa Konseyi’nin Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konan çekincelerin kaldırılmasını istemeleri, özerklik niyetinin gizlenmediğini göstermektedir.

Açılım için yapılan görüşmelerden yansıyanlar, AKP ile PKK’nın özerklik konusunda anlaştığına dair sıkça duyduğumuz söylentileri doğrular mahiyettedir. PKK’nın siyasi temsilcileri vasıtasıyla AKP hükümetine ilettiği çözüm sürecine ilişkin yasal statü talebi, karakol yapımına ve askeri keşif uçuşlarına kadar itirazların da içinde bulunduğu pek çok husus, Türk Devletinin düşürüldüğü vahim durumu anlayabilmek açısından acı verici bilgilerdir.

Diyarbakır Sur eski belediye başkanı ve beraberindeki Ermeni, Süryani, Keldani temsilcilerin Vatikan’da Papadan yardım istediği çözüm sürecinin uluslararası desteğe sahip olduğu anlaşılmaktadır. TBMM’de Türk milletinin birliği ve bütünlüğü için yemin ederken tek ayaklarının havada olduğundan emin olduğumuz BDP-HDP’li milletvekillerinden İmralı ve Kandil’in talimatlarına aykırı hareket etmelerini bekleyecek kadar safdil değiliz. Ancak yemin ederken ayaklarını nereye bastıklarını bilemediğimiz AKP’li kadroların İmralı ve Kandil sevdalarının nereden geldiğine anlam veremiyoruz.

Milliyetçi Hareket Partisi çözüm sürecinin bir ihanet projesi olduğunun farkındadır ve derhal sonlandırılması taraftarıdır. Türkiye’nin anayasal düzenine, devleti ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ve milli birliğine yönelik her türlü silahlı tehdidin üzerine dirayetle ve kararlılıkla gidilmelidir. Terörle mücadelede gösterilecek zafiyetin ve vatandaşını koruyamayan bir devlet imajının bu coğrafyada ne manaya geldiği tarihen sabittir. Terörle mücadele usulünce yapılmalı ancak teröre bulaşmamış insanlarımıza bu devletin birinci sınıf vatandaşları olduklarını hatırlatacak sosyal ve ekonomik politikalar aynı zamanda geliştirilmelidir.