01.07.2008 - TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Genel Başkanımız Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma

1 Temmuz 2008

Muhterem Milletvekili Arkadaşlarım,

Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmama, Türk milletini sevindiren Milli Futbol Takımımızın başarısını kutlayarak başlamak istiyorum.

Milli takımımız Avrupa’nın ilk dört takımı arasına girme başarısını göstermiş, ağırlaşan iç ve dış gündemin bunaltıcı ortamında elde ettiği bu sonuçla aziz milletimizin bir nebze olsun rahatlamasına ve mutluluğuna vesile olmuştur.

Milli futbol takımımızın gösterdiği bu başarı, inancın, azmin ve sonuna kadar yapılan mücadelenin bir ödülü ve güzel bir örneği olarak görülmelidir.

 Partimiz, Türk milletine yakışır bir vakar, cesaret, fedakârlık ve centilmence mücadele eden Türk milli futbol Takımının Teknik Direktörü Fatih Terim’e, yardımcıları ve futbolcularına TBMM'nin 'Üstün Hizmet Ödülü' verilmesi için TBMM Başkanlığına öneride bulunmuştur.

Yüce Meclisin bu teklifimizi değerlendireceğini umuyor, Milli takımımızın başarılarının devamını diliyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Tartışmalar, çalkantılar, gerilimler ve komplo teorileri ile geçen günlerin ardından geldiğimiz bugünkü aşamada, Türkiye siyasi, sosyal ve ekonomik anlamda tam bir bunalım yaşamaya başlamıştır.

Siyasi düzenin ve rejim varlığının alenen tartışılmaya başlandığı bu dönem aynı zamanda beka düzeyinde etkileri olacak sorunlar yumağına mahkûmiyeti de beraberinde getirmiş durumdadır.

Artık toplum kamplara bölünmüş, kurumlar ayrışmış; geçmişte atılan husumet tohumları filizlenmiş, müzmin hale gelen bunalım derinleşerek siyaset aktörleri eliyle maalesef kurumsallaşmıştır.

Toplumsal istikrarı temin eden, rejime yönetim hakkı tanıyan ve böylece siyasal iktidarın vatandaşlarımız üzerindeki otoritesinin temelini oluşturan siyasi meşruiyet; iktidar partisinin yozlaşmış anlayışı neticesinde sorgulanmaya ve tartışılmaya başlanmıştır.

AKP Türkiye’sinde, hissedilen derin buhran ve kargaşa nedeniyle devlete nizam veren bütün ölçü ve ayarlar kaçmış, siyasetin, güvenliğin, ekonominin, yönetimin bütün çivileri yerlerinden çıkmıştır.

Bu noktada, kafası içten ve dıştan telkin ve dayatmalarla karıştırılmak istenen aziz millet varlığı, derin anlam kargaşasına itilerek, yalnız ve çaresiz olduğu yönünde bir umutsuzluğa sürüklenmek istenmektedir.

Bir yanda küresel güçlerin figüranı olduğu artık iyice ortaya çıkan AKP zihniyeti ile diğer yanda kendilerine Cumhuriyetin bekçiliğini vehmeden ana muhalefetin tavrı karşısında bunalan vatandaşlarımız huzura, esenliğe, güvene tam anlamıyla hasret kalmıştır.

Bütün bunların sonucunda, milletimiz yorulmuş, devletimiz hırpalanmış,  kurumlarımız yıpranmış, kardeşliğimiz tartışılmış, inançlarımız istismara uğrayarak siyasete kurban edilmiştir.

Sorunları sağduyu ve akılla aşamayacağı artık anlaşılan iktidar partisinin kısır bir ihtiras ve inat ile hem kendi sonunu hazırladığı, hem de benden sonra tufan anlayışı ile Türk milletinin geleceğini ateşe atmaya niyetlendiği anlaşılmaktadır.

Hükümet’in milli değerlerimize tahammülsüzlüğü sonucu:

  • İnsanlarımızın karşılıklı birbirini itham ettiği,
  • Toplumun yarısının, diğer yarısını hasım görmeye başladığı,
  • Toplumsal güvenin kaybolmaya yüz tutuğu karanlık bir dönemin işaretleri alınmaya başlanmıştır.

Yaşanan ekonomik sıkıntıların, siyasi belirsizlikle birleştiği ağır bir buhran durumu, milletimizin paylaştığı müştereklerin ve geleceğe yönelik ortak beklentilerin kaybolmasına yol açmakta, üzülerek ifade etmeliyim ki vatandaşlarımızı birbirine yabancılaştırmaktadır.

Gelişmeler, bundan sonra, toplumsal ve siyasal sağduyunun tamamen terk edildiği, geri dönülmez ve telafisi zor olan bir dönemin yaklaştığını işaret etmektedir.

Bu aşamadan sonra, bize düşen görev karşımızdaki bu düğümü çözmek, yaşanan bunalımın toplum ve siyaset hayatımızdaki etkilerini azaltacak tedbirleri almak olmalıdır.

Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye’nin sürüklendiği siyasal bunalımın derin krizlere neden olmaması, ülkemizin kaosa sürüklenmemesi için uzunca bir zamandır yol gösterici siyaset çizgisini sürdürmüş ve yapıcı önerilerde bulunmuştur.

Çözüm, demokrasi içinde, siyasetin katılımıyla, gerçekçi ve uygulanabilir önerilerle bulunmak mecburiyetindedir.

Milliyetçi Hareket Partisi, tıkanan her meselede olduğu gibi partisinin kapatılma davasının ardından ortaya çıkabilecek ihtimaller ve ihtiyaç duyacağımız normalleşme süreci hakkındaki düşüncelerini kamuoyuna sunmuştur.

Önerimiz, öncelikle 22 Temmuz seçimlerinden %47 oy desteği ile ve 341 temsilci ile Türkiye Büyük Millet Meclisinde tek başına iktidar sorumluluğu taşıyan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Genel Başkanı’na ve yönetici kadrolarına yöneliktir.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin medyaya yansıyan görüşlerinde “Erken seçim” ihtimalin önceliğine almadığı düşünüldüğünde, çözümde AKP kadrolarının rol almaları kaçınılmaz olmaktadır.

Bu, bir yanda altı yıla yaklaşan iktidarının ağır sorunlarının çözümünden kaçmasına fırsat vermeden, elini taşı altına sokması lüzumundan doğmaktadır. Diğer yanda ise Meclis aritmetiğinin şu anki manzarasından kaynaklanmaktadır.

Bu itibarla tek başına iktidar çoğunluğuna sahip Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, hakkında açılmış kapatılma davası için “ne olacaksa bir an önce olsun” aceleciliğine sığınarak sonucu bekleyeceği yerde, ilk genel seçime kadar, siyaseten hem kendisinin hem de Türkiye’nin önünü açacak girişimlere başlaması elzemdir.

AKP, hakkındaki kapatılma davası bir neticeye varmadan, en kötü ihtimal üzerinden bir çıkış ve çözüm yolu bulmalı, her şeye rağmen demokrasinin işler halde devamını sağlayacak asgari basireti göstermelidir.

Bizim önerimizin esası budur. Bugün itibariyle başka bir kısa vade çözüm şekli ve yolu da görünmemektedir.

Ancak, partimizin yaptığı makul önerilerin Sayın Başbakan’da başka hassasiyetlere neden olduğu, yaşadığı sürecin derin tesirinden henüz kurtulamadığı anlaşılmaktadır.

Türk adaleti önünde hesap vermek korkusu ile rasyonel düşünme kabiliyetini tamamen kaybeden Başbakan; demokrasiyi, parlamenter rejimi ve partisini ateşe atacak ve siyasi ihtiraslarına kurban edecek bir gaflet yolculuğuna çıkmıştır.

Bizim amacımız, kendisi ve partisiyle birlikte demokratik rejimi de peşinden sürüklemesinin önlenmesidir.

Başbakan’ın MHP’ye yönelttiği çirkin suçlamalar, gerçekleri ısrarla ve inatla saptırmak isteyen tehlikeli bir psikolojinin tezahürleri olmuştur.

Sayın Başbakan geçtiğimiz haftaki grup konuşmasında zımnen partimizin girişimini hatırlatarak, önerimizle yargısız infaz yaptığımızı belirtmiş, sözde kendilerine hesap kestiğimizden bahsetmiştir.

Bizim siyasi etikten nasip almamış olduğumuzu söylemiş ve eğer birileri siyasetten çekilecekse bunu milletin söyleyebileceğini belirtmiştir.

Ayrıca, Başbakan Erdoğan önerilerimizi gayri meşru bulmuş, bunların milli ve manevi değerlerimize de demokratik değerlere de sığmayacağından dem vurmuştur.

Bizim meselemiz AKP’nin ve Başbakan’ın siyasi geleceği değil, ülkemizin ve demokratik rejimimizin geleceğidir. Bu konularda görüşlerimizi açıklamak da Başbakan’ın keyfine ve iznine tabi değildir.

AKP, kendi parti meclis grubuna uyguladığı düşünme ve konuşma yasağı ve sansürüne bizim de uymamızı herhalde beklememektedir.

AKP’nin ve Başbakan’ın bu süreçte nasıl bir yol izleyeceği kendi bilecekleri bir iştir.  Buna karışan yoktur.

Burada yargısız infaz yapmak ve Genel Başkanlarının feda edilmesini isteyen de yoktur.

Yapılan sadece, en kötü durum senaryosunu hatırlatmak ve buna şimdiden hazırlıklı olmanın her bakımdan yararlı olacağı konusunda kendilerini uyarmak ve milletimizle paylaşmaktır.

Fakat, bu söyledikleri kendince menkul olan Başbakan Erdoğan’ın bir tespiti vardır ki, yerinde ve doğrudur.

Evet, 2002 seçimleri ile partimiz yaklaşık %18 oydan, %8,3 oya inmiş ve barajı geçemeyerek Meclis dışı kalmıştır. Bu bir yaşanmış vakıadır.

Ancak, bu durumu yalnızca demokratik siyasi mücadelenin bir doğal sonucu olarak görmek saf dillik olacaktır.

Küresel güçlere dur diyen Milliyetçi Hareketin o seçimde Meclis dışı kalışı ile bu dayatmalara kucak açan AKP’nin yükselişi arasında anlamlı bir bağ mutlaka olmalıdır.

Bilinmelidir ki, Sayın Başbakan’ın örnek verdiği 3 Kasım 2002 seçimlerinin sonucunda oluşan Meclis aritmetiği, kendilerine taşeron arayan küresel güçlerin yönlendirdiği kirli siyasetin eseri olarak ortaya çıkmıştır.

Türk milletinin menfaatleri ve onuru ile bölgemizdeki barış dengelerini gözeten partimizin, seçim sürecinde Meclisten uzaklaşması için her türlü oyun içte ve dışta oynanmıştır.

Hatırlanacağı üzere partimiz, bu dönemde kritik karar gerektiren her konuda Türkiye’nin etrafındaki kuşatılmışlık ve teslimiyet anlayışını kırmaya çalışmış, milli meselelerde “onurlu duruş”un temsilcisi olmuştur.

Bu dönemde devlette devamlılık anlayışının bir gereği olarak, bir devlet stratejisi halinde geçmişten kalan uluslararası bazı angajmanları ortaklığın sınırlarını zorlayarak sorgulamıştır.

Ülkemizi, başka başkentlerin çekim ve etki alanından kurtarmaya çalışmış, sorunlara yalnızca Ankara’dan bakan “Türkiye merkezli” bir bakış tarzını siyasete egemen kılmaya çalışmıştır.

Siyasetimizde bir istikrar, denge ve güven unsuru olan MHP’nin gerilemesi ve AKP’nin işbaşına gelmesi ile;

  • Küresel gücün Ortadoğu’da kan dökmeye başlaması,
  • Bölücülüğün alabildiğine artması,
  • Terörü sıfırlamış Türkiye’de şahadetlerin yeniden başlaması ve
  • Kaynaklarımızın sınır tanımaksınız yabancılara peşkeş çekilmesi asla bir tesadüf değildir.

MHP’siz siyasetin kurgulandığı bu senaryoda, baş aktörün AKP olduğu artık belli olmuştur. Milliyetçilik %8,3’e inerken, teslimiyetçilik % 34.3.’e yükselmiştir.

Sayın Başbakan yine aynı konuşmasında “siz kim oluyorsunuz? diyerek bize kim olduğumuzu da sormuştur?

Bu soru bizim kendimizi ve düşüncemizi bir kez daha Sayın Başbakan’a anlatmamız gereğini doğurmuştur.

Buradan Sayın Başbakan ve AKP yönetimine diyorum ki, biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz.

İlhamını, gücünü ve inancını milletinden alan Türk milliyetçileriyiz.

Türkiye sevdamız, Türk milleti sevgimizdir.

Vatan, bayrak, kardeşlik ortak paydamız, bağımsızlık, demokrasi ve hürriyet kavgamızdır.

Biz Çanakkale’de göğsünü siper eden neslin evladıyız.

Türkiye Cumhuriyetini önce kurtaran ve sonra kuran iradenin adıyız.

Biz ne devletimizle didişir yabancılara şikâyet ederiz, ne milletimizi kimliksizleştirerek içi boş bir ahali haline getirmeyi isteriz.

Yabancıların eleştirilerine boyun eğmeyiz.

Avrupa’nın ülkemizi kınayan kararlarına imza atmayız.

Biz ne başkalarının önünde diz çöker, deliğe süpürmeyin diye yalvarırız,

Ne de aziz şehidine hakaret eder, canilere sayın diye hitap ederiz.

Yurdumuzu canımızdan aziz bilir, gereğinde gözümüzü kırpmadan kendimizi feda ederiz.

Mağdur oluruz, ancak mağrur dururuz, istismarını asla yapmayız, aksi bize yakışmaz.

Dik dururuz, eğilmeyiz, sözümüzün eriyiz, başka türlü olmak bize düşmez.

“Önce ülkem, sonra partim ve sonra ben” deriz ve yeri geldiğinde gereğini derhal yaparız.

Düzenlerin, tertiplerin, komploların içinde olmayız, olduğumuz gibi görünür, göründüğümüz gibi de oluruz.

Biz Milliyetçi Hareketiz. Dün ne isek bugün de oyuz.

Bu ilkelerle yola çıkarak, tamamen milletimizin ve devletimizin selameti açısından yapıcı önerilerde bulunduk.

Başka bir niyetimiz ve maksadımız yoktur ve olamaz.

Demokrasimizin geleceği için partimiz 70 milletvekili ile üzerine düşen görev ve sorumluluğu bugün de hiçbir karşılık beklemeden yerine getirmeye hazırdır.

Değerli Milletvekilleri,

Özellikle hükümetin başbakan ve bakanlar seviyesinde yabancılarla yaptığı görüşmelerde gösterilen boyun eğmişlik hali ve bunun yarattığı dış dayatmalar elbette ki her vicdan sahibini isyan ettirecek boyutlara ulaşmıştır.

Bilhassa hakkında açılan kapatılma davasının ardındaki gelişmeler bu partinin zafiyetlerini bütün gerçeği ile ortaya çıkarmış, her gün yeni bir hadise, yıllardır ülkemizi yönetmeye çırpınan basiretsiz kadroların gerçek yüzünü kamuoyuna göstermiştir.

Türk hukuk sistemi, yargı mensupları acımasızca eleştirilmiş; Türk tarihi tartışılmış, siyasi sistemimize yönelik telkin, tavsiye ve talimatlarla cüretkâr bir tutum izlenmiştir.

Cumhuriyetimizin temel kurumlarına yönelik eleştirilerden içten içe memnuniyet duyulmuş, hakarete varan suçlamalar karşısında milli kurumlarımızın hakları hükümet tarafından savunulmaktan ısrarla imtina edilmiştir.

Hükümetin bu alttan alan tutumu ile girdiği siyasal bunalımda tutunacak dal arama çaresizliği karşısında, yabancı güçler daha da cesaret kazanarak siyasal sistemimize, demokratik rejimimize, toplumsal yapımıza, hukuk anlayışımıza kadar hayatın her alanına müdahale eden bağımsızlığımıza halel getiren tecavüzkâr tutumlar sergilemişlerdir.

Yaşananlar, AKP’nin demokrasi, hukuk devleti, milli irade, vatan sevgisi, ilkeli siyaset ve onurlu dış politika gibi temel yönetim anlayışlarını nasıl dumura uğrattığını ve Türkiye’nin kimlerin elinde yıllardır nasıl heba edildiğini göstermesi açısından ibret verici olmuştur.

Hakkında açılmış kapatılma davasının hukuki boyutları ile ilgileneceği yerde, gereksiz bir meydan okuma yolunu tercih eden AKP zihniyeti kendi siyasi geleceği açısından da, yükselen tansiyonun düşürülmesi bakımından da bu süreyi yapıcı ve verimli olarak kullanamamıştır.

Türkiye son gelişmelerle, varlığını, siyasetini ve hukuk sistemini yabancı telkinlere sevk ve idare eden, küresel müdahalelere açık, kararlarını dışarıdan gelecek görüşlerle verebilen iradesiz bir ülke durumuna düşürülmüştür.

İktidar partisinin imdat bekleyen bu davetkâr tutumu karşısında yabancı mihrakların,  yerlilerle elele vererek Türkiye’ye karşı dayatma ve tavsiye için kuyruğa girdikleri özellikle son haftalardaki açıklamalarından anlaşılmaktadır.

Nitekim,

  • ABD Büyükelçisi’nin kapatma davası hakkında endişelerini dile getirmiş olması,
  • Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı’nın Türkiye’nin AB üyeliği ile kapatma davası arasında kurmaya çalıştığı ilişki,
  • New York Times'in bir köşe yazarının Türkiye’yi ılımlı İslam projesinin laboratuarı olarak tanımlaması,
  • Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nin Türkiye Raportörü’nün AKP kapatılırsa, Türkiye'nin AB üyeliği ile ilgili müzakereleri gözden geçirilecek ve durdurulabilecek, şeklindeki açıklamaları gelinen süreci anlatması bakımından önemlidir.

Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin, Türkiye’deki demokratik kurumların işleyişi konusunda geçtiğimiz hafta kabul ettiği rapor ise, AKP’nin dış cephede yürüttüğü haysiyet kırıcı kampanyanın son bir örneğidir.

AKP’nin siparişi üzerine Türk yargısına hakaret derecesine varan ağır suçlamalar içeren ve Anayasa Mahkemesine tehditler yönelten böyle bir raporun kabul edilmesi, her şeyden önce bu amaçla kapı kapı gezerek merhamet dilenciliği yapan AKP için utanılacak bir durumdur.

Milliyetçi Hareketi siyasi rakiplerinden merhamet dilenmekle itham eden Başbakan Erdoğan’ın partisinin milletvekillerinin Avrupalılar nezdinde yaşadıkları rezalete dönüp bakması siyasi ahlak gereği olacaktır.

AKP’nin siyasi bir organ olduğunu unutarak bağımsız bir ülkenin Anayasa Mahkemesine hukuki bir dava hakkında talimat vermeye kalkışması, bu kurumun Türkiye’ye karşı önyargılarının derinliği ve ne derece de ciddiyet ve itibar yoksunu olduğunu göstermiştir.

Raporun bu kurumun toplam üyesinin dörtte birinden daha azının katıldığı bir oylamayla kabul edilmiş olması, bu gerçeği değiştirmeyecektir.

Burada asıl esef verici olan ve üzerinde durulması gereken husus, AKP yöneticilerinin Türkiye’ye hakaret edilmesinden duydukları sevinci saklayamamaları ve ülkesini, yargısını ve kurumlarını dışarıya jurnal etmeyi bir demokrasi onuru ve iftihar vesikası olarak görmeleridir.

Bu girişimi başlatan ve raporun kabul edilmesi için kulis yapan bu şahıslar Türk milletvekili olduklarını unutsalar bile, Türk milleti Türkiye’nin aşağılanmasını siyasi basamak olarak kullanmak isteyen AKP’nin “kadrolu ihbarcılarının” düştüğü zilleti ibretle hatırlayacaktır.

Muhterem Milletvekilleri,

AKP’nin yalnızca kendisi için kurguladığı demokrasi anlayışı sonucunda, siyaset değer ve çözüm üretme yeteneğinden uzaklaşmış sadece ‘kendine demokrat’ siyaseti ile bozulma ve kokuşma her tarafa yayılmıştır.

Güçlüye karşı mağdur, güçsüze karşı despot kesilen AKP’nin şaşkın ve yanlış uygulamalarının bedelini ne hazindir ki duygularını sömürdüğü aziz milletimiz ödemeye başlamıştır.

Ekonominin gelişmesi için ihtiyaç duyulan tasarruf eğilimi ve bundan doğacak olan yatırım kararları geçtiğimiz yıllar boyunca; AKP iktidarının güven ve iyi niyetten uzak politikaları sonucunda frenlenmiş, ekonomik beklentilerde bozulma ortaya çıkmıştır.

Bu haftaki konuşmamın bu bölümünde; ekonomide ortaya çıkan son gelişmeler üzerindeki görüş ve düşüncelerimi ifade etmek istiyorum.

Değerli Milletvekilleri,

Tercih etmiş olduğu ekonomik anlayışla AKP’nin ülkemizi sonu olmayan maceralara götürdüğü yıllardır bilinen ve vurgulanan gerçeklerdir.

AKP iktidarının “yüksek faiz, düşük kur, sıcak para” tezgâhı ile sürdürdüğü ithalata dayalı ekonomik çark ve faiz sarmalının devamında beklenen zorluk ve güçlükler baş göstermeye başlamıştır.

Bu akıbetin ne siyasi gelişmelerle, ne rejim krizi ile, ne de sözde istikrarın tehlikeye düşmesi ile açıklanamayacağı ortadadır.

Milliyetçi Hareket bu olumsuz ekonomik gidişatın uyarılarını geçtiğimiz yıllarda henüz AKP’nin sahte refahıyla göz boyadığı dönemlerde sık sık yapmıştır.

Bu itibarla gelinen ekonomik darboğazın bahaneleri AKP’nin içine düştüğü siyasal açmazda değil, ancak yatırımın olmadığı, tarımın çöktüğü, borcun arttığı, cari açığın büyüdüğü ekonomik yol haritasında aranmalıdır.

Gerçekler bu yönde iken, AKP Hükümeti; siyasi becerisizliklerini, ekonomideki kusurlarını kapatabilmek için bir gerekçe, bir bahane ve bir sorumlu aramaya devam etmektedir.

Yolun sonuna yaklaştığını hisseden Başbakan Erdoğan’ın, sorunların kaynağını sürekli kendi dışına ihale etme çabalarını arttırdığı, yaklaşan ekonomik bozgunun faturasını saklayacak kılıf arayışlarına hız verdiği görülmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın son olarak, enflasyondaki yükselişin tetiklediği faiz artışını, partisiyle ilgili açılan davayla ilişkilendirerek ekonomik krizde ön almaya çalıştığı ve konuyu çarpıtarak yeni bir aldatma sürecini devreye soktuğu anlaşılmaktadır.

Bunu yaparken de, yüksek faizin enflasyonu tahrik ettiğini iddia ederek, ortalama bir ekonomi bilgisinden bile bihaber olduğunu ortaya koymuştur.

Oysa Hükümetle uzun bir süredir çatışma ve gerilim içinde olduğu bilinen Merkez Bankası’nın açıklamalarından; süregelen belirsizlik algılamalarının ve arz yönlü şokların enflasyonu arttırdığı vurgulanmıştır.

Ayrıca Banka, var olan risklerin genel fiyatlama davranışlarını olumsuz etkilemesini önlemek amacıyla, gerektiğinde ölçülü bir faiz artışına gidebileceğini de belirtmiştir.

Bundan sonraki olası faiz artışının miktar ve zamanlamasının ise; küresel piyasalardaki gelişmelere, dış talebe, maliye politikası uygulamalarına ve orta vadeli enflasyon görünümünü etkileyen diğer unsurlara bağlı olacağı da ifade edilmiştir.

İçinde bulunduğumuz dönemde ciddiye alınması gereken bir enflasyon tehdidi ile karşı karşıya bulunulmaktadır.

Görünen odur ki; vatandaşlarımızın satın alma gücünü zayıflatan, sabit ve dar gelirliyi zorda bırakan enflasyonla, mücadele konusunda hükümet kaynaklı bir gevşeklik, ciddiyetsizlik söz konusudur.

Sayın Başbakan girdiği yanlış ekonomik yolda karşısındaki çıkmaz sokağı geç de olsa görmüştür. Ancak şoförlüğünde giden freni tutmayan bu vasıtanın sorumluluğunu başkalarına atmak için fırsat aramaktadır. Açıklamaların özeti ve anlamı budur.

Bizce gerçek belli ve ortadadır. Başbakan Erdoğan ve yol arkadaşları şikâyetçisi oldukları huzursuzluğun bizatihi sebebidir.

 Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sayın Başbakan’ın rahatsızlığını dile getirdiği faizlerdeki yükseliş, aslında kendi sanal başarısının, sahte istikrarının devamına imkân sağlamakta, sorunların üstünü örterek erkenden görünmesine engel olmaktadır.

Yüksek faiz sonucunda gelen sermaye, bugünkü sorunlu ve gerçekçi olmayan ekonomi çarkının dönmesini sağlarken; sorunları hem sözde tedavi etmekte hem de hastalığı alabildiğine yaymaktadır.

Geçtiğimiz günlerde Merkez Bankası borçlanma faiz oranını yüzde 15,75’ten yüzde 16,25’e, borç verme faiz oranını ise yüzde 22,75’ten yüzde 23,25’e yükseltmiştir.

Bilindiği üzere, yüksek faizin son yıllarda ülkemize portföy yatırımlarını çekmede, döviz kurunu düşürmede ve bu yolla enflasyonla mücadelede etkili bir araç olarak kullanılması hedeflenmiştir.

İddia edilenin aksine, 2002 yılı sonrası Türkiye'nin ödediği reel faiz düşmemiştir. Bu iktidar dönemi aynı zamanda yüksek bir reel faiz ödeyerek, milli varlıklarımızın yurtdışına transfer edilmesine siyasi ikbali uğruna göz yummuştur.

Nitekim 1989 yılından 2001'e kadar Hazine dolar bazında ortalama yıllık yüzde 16,9 faiz öderken, bu oran 2002–2007 arasında yüzde 48,5 artışla yüzde 25,1’e çıkmıştır.

Türk lirası bazında ise; 1989–2001 arası ödenen reel faizin ortalaması yıllık yüzde 11,6 düzeyindeyken, 2002–2007 arasındaki reel faiz ortalaması da yıllık yüzde 10,9 olmuştur.

Unutulmamalıdır ki, yüksek faizin nedeni bugünkü enflasyon ve gelecekte ortaya çıkması muhtemel enflasyon tehlikesidir. Başbakan Erdoğan’ın bu sözlerinden sonra enflasyonla mücadelede ciddi bir itibar kaybı yaşanacak ve bunun bedelini her zamanki gibi hiçbir günahı olmayan mağdur vatandaşlarımız ödeyecektir.

Burada dikkati çeken en önemli husus; AKP Hükümeti süresince özellikle dolar bazında katlanılan ve milletimizin ödemek zorunda kaldığı yüksek faiz olgusudur.

Ancak nedense Başbakan Erdoğan bu konuya hiç değinmemektedir. Açılan kapatma davasının siyasi basiretini yok ettiği anlaşılan Başbakan Erdoğan’ın altı yıla yakındır ülkemizi nasıl bir anlayışla yönettiği artık ortaya çıkmıştır.

Faizlerin artışından dertlenen siyasi iktidar; gerçekte bunun sonucunda gelen sıcak parayla sürekli övünmüş, meseleyi gelişmenin bir ölçütü olarak gösterebilme aymazlığına kendini kaptırmıştır.

Yüksek faiz bağımlısı olan AKP Hükümeti herhalde; ekonomideki finansman meselesinin bu yolla kapatıldığını unutmuşa benzemektedir.

Buradan Başbakan Erdoğan’a samimiyetle sormak isterim: 2002 yılından bu yana faizler yüksek olduğu halde enflasyon yüzde 7’lere nasıl inebilmiştir?

Acaba yüksek faiz sonucunda ülkemize sermaye girişi olmasaydı; her an büyük bir sorun ortaya çıkarma ihtimali olan cari açığın finansmanını nasıl sağlayacaktınız?

Sayın Başbakan; şikâyet ettiğiniz faizin, sizin siyasi devamlılığınızı sağladığını unutmayınız. Faize mahkum olan hükümetinizi aklamak için masum vatandaşlarımızı kandırmayı bir an önce bırakınız.

Değerli Milletvekilleri,

Etkili bir kaynak ve kazanç kaymasına yol açan faizin neden olacağı hasar, elbette aziz milletimizin gelirlerindeki azalmadan anlaşılabilecektir.

Artan faizin faturasını karşılayacak olan;

  • Kavurucu sıcağın ortasında ekmek parasını kazanmaya çalışan çiftçimizdir,
  • Tezgâhının başına geçerek alın teriyle çalışan işçimizdir,
  • Çaresizce dükkânında bekleyen esnafımızdır,
  • En temel ihtiyaçlarını göremez bir hale gelen memurumuzdur.
  • Pazar sepetini dolduramayan emeklimizdir.

Diğer tarafta ise sıcak para tüccarlarına ülkemizi peşkeş çeken AKP iktidarı bulunmaktadır.

Milletimizin soyulmasına göz yuman AKP İktidarının yaptıklarının hesabını vereceği günler yakındır.

Unutulmamalıdır ki, yanlışı bilerek işlemek, sonra yanlışlığın ortaya çıkaracağı olumsuzluktan korkup gerçeği saklamak bir telaşın tezahürüdür.

Siyasi tarihimiz, böylesine telaşlar içinde çırpınan politikacıların hazin örnekleriyle doludur. Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarını da böyle bir akıbetin beklediğini şimdiden söylemek bir kehanet olmayacaktır.

Değerli Arkadaşlarım,

Enerji fiyatlarında son zamanlarda yaşanılan yüksek fiyat artışları karşısında, vatandaşlarımız bunalmış, ümitleri iyice tükenmiştir.

Özellikle ev ve işyerlerinde kullanılan ve hayatımızda vazgeçilmez bir yeri olan elektrik enerjisindeki zam kaygı verici boyutlara ulaşmıştır.

2008 yılında elektriğe gelen zam toplamda yüzde 44'e ulaşmıştır. Hatırlanacağı üzere, elektriğe en son 1 Ocak'ta ortalama yüzde 19,5 zam yapılmıştı. Buna göre, bugünden itibaren konutlarda kullanılan elektrik yüzde 21, sanayide kullanılan elektrik ise yüzde 22 oranında zamlanmıştır

Alınan bir kararla elektrik zammı otomatiğe bağlanarak, fiyatların 1 Temmuz, 1 Ekim ve 1 Nisan tarihlerinde olmak üzere yılda 3 kez arttırılacağı anlaşılmaktadır.

Elektrik üretimi için yeni yatırımları sadece sözde dile getiren iktidar zihniyeti, vatandaşlarımızın zorunlu olarak kullandığı elektrik enerjisine gözü dikmiş, yıllarca geciktirdiği ve bununla iftihar ettiği zammı birden milletimizin sırtına yüklemiştir.

Milli güvenlik meselesi haline gelen enerjideki sorunlar, sürekli laf üretilerek geçiştirilmeye çalışılmaktadır.

Eğer önlem alınmaz ise önümüzdeki yıllarda büyük bir enerji darboğazıyla karşı karşıya kalınacaktır. Bunun sorumlusu da, suçlusu da altı yıla yakın işbaşında bulunan AKP Hükümeti’dir.

Enerjideki açmazlardan, yalnızca konutlar değil sanayi de büyük ölçüde etkilenmektedir. İstihdam artışı için sonucu olmayan yollar deneyen Hükümet’in, bu kapsamda yükselen girdi maliyetler neticesinde istihdamın azalacağını fark edememiş olması son derece manidardır.

Elektrik kullanımına yapılan fahiş zam konusunda Başbakan Erdoğan kendi dışındaki sebeplere sorumluluk yükleyerek; petrolde son dönemde yaşanan ani artışın elektrik fiyatlarına da zam yapmayı gerektirdiğini belirtmiş ve sorumluluğu yine başka mecralara yüklemiştir.

Başbakan Erdoğan ve Hükümeti’nin utanmandan sistemleştirdiği elektrikteki otomatik zam mekanizması ile 4 kişilik ailenin aylık elektrik faturası ne yazık ki 100 YTL'ye yaklaşacaktır.

Bu meseleyi de kapatma davasına bağlayıp bağlamayacağını merak ettiğimiz Başbakan Erdoğan’ın siyasi feraseti artık tam anlamıyla tükenme noktasına gelmiştir.

Doğumdan ölüme kadar her vatandaşımız için gerekli olan ulaşılabilir ve kullanılabilir enerji; öncelikle en doğal yaşam hakkı olarak görülmelidir.

AKP İktidarı süresince enerji alanında ortaya çıkan sorunlar, artık vatandaşımızın karanlığa mahkûm edileceği bir aşamayı işaret etmektedir. Aziz milletimiz bu zillete layık değildir.

Milliyetçi Hareket olarak; iktidarının son dönemecine giren AKP zihniyetinin talanından sonra bıraktığı yıkımın faturasını aziz milletimizin ödemeyeceğini belirtmek istiyorum.

Mağduriyete ve yoksullaşmaya neden olanların kaçamayacağını ve mutlaka bunların hesabını vermeye hazır olmalarını bu vesileyle bir kez daha ifade etmek istiyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Bildiğiniz gibi Meclis İç Tüzüğü gereği yasama dönemi 1 Ekim tarihinde başlayıp 30 Eylül tarihinde sona ermektedir. Meclis için öngörülen tatil ise Genel Kurul Kararı alındığı takdirde 1 Temmuz tarihinde ve üç ayı geçmemek üzere başlamaktadır.

Bu yasama döneminde Meclisin tatile çıkması konusunda Danışma Kurulunda partiler arasında bir ittifak sağlanamamış olmasına rağmen, siyasal arayışlara giren ve kendi milletvekillerini millete göndermek istemeyen Adalet ve Kalkınma Partisi’nin çoğunluğu ile Meclis, tatil için karar almamıştır.

Bugün tamamlayacağım bu konuşma ile Türkiye Büyük Millet Meclisi İç Tüzüğü gereği Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubunun 23.dönem 2. yasama yılındaki son toplantısını gerçekleştirmiş olacağız.

Ancak, Meclisin tatile girmemesi nedeniyle Danışma Kurulu tatil için yeni bir karar alıncaya kadar siz değerli milletvekili arkadaşlarım Meclis çalışmalarına başarıyla devam edeceklerdir.

Değerli Milletvekilleri,

Tatil kararının alınmasından itibaren vatandaşımız seçim bölgelerinizde sizlerle kucaklaşmayı beklemektedir.

Onlara ulaşınız, onları 11 ay süren Meclis çalışmalarımız, muhalefet stratejimiz, yapıcı siyasetimiz ve uzlaştırıcı tekliflerimiz konusunda aydınlatınız.

Milletimizin Milliyetçi Hareket Partisine gösterdiği teveccühün farkında ve bilincinde olduğunuzu hissettiriniz.

Türkiye’nin ağırlaşan sorunlarını, bu sorunlara neden olan faktörleri, müsebbipleri söyleyiniz, partimizin düşündüğü çözüm yollarını aktarınız.

22 Temmuz seçimlerinden itibaren geçen süre içinde partimizin tıkanan siyasetin önünü açmak üzere yaptığı milli ve tarihi hamleleri ayrıntıları ile izah ediniz.

Giderek ağırlaşan ekonomik gelişmelerin yaşantılarına nasıl yansıyacağını, sorumlularının kimler olduğunu, olumsuz gelişmelerin nelere yol açacağını ve ailelerini nasıl etkileyeceğini önemle vurgulayınız.

Ve bu konulardaki bütün birikimlerinizi ve tecrübelerinizi aynı zamanda teşkilat mensuplarımızla paylaşınız ve sağlam bir işbirliği içine giriniz.

Konuşmama son verirken, bu zamana kadar ki Meclis çalışmalarına büyük katkıları olan siz değerli milletvekili arkadaşlarıma, hizmetleri için takdirlerimi ve şükranlarımı sunuyor, başarılarınızın devamını diliyorum.

Dr. Devlet Bahçeli
Milliyetçi Hareket Partisi
Genel Başkanı