Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin, TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma. 7 Nisan 2022
Ana SayfaAna Sayfa  

Genel Başkan

Konuşmaları

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet BAHÇELİ’nin,
TBMM Grup Toplantısında yapmış oldukları konuşma.
7 Nisan 2022

 


Saygıdeğer Milletvekili Arkadaşlarım,

Medyamızın Değerli Temsilcileri,

Bu haftaki Meclis Grup Toplantımız münasebetiyle sizlerle paylaşacağım düşüncelerime geçmeden önce hepinizi hürmet ve muhabbetle selamlıyorum.

Yurt içinde ve yurt dışında, televizyon ekranlarından, sosyal medya platformlarından, radyo kanallarından toplantımızı takip eden aziz vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda yaşayan değerli kardeşlerimize en kalbi selamlarımı iletiyor, şükranlarımı sunuyorum.

Bu hafta başında Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Beyi, vefatının 25’inci sene-i devriyesinde dualarımızla andık.

Mukaddes görevimizi kabri başında bihakkın ifa ettik.

Merhum Türkeş Bey, Türk siyaset ve devlet hayatının muhterem bir yüzü, Milliyetçi-Ülkücü Hareket’in de hürmetle, hasretle ve her daim rahmetle yad edilecek yüksek bir değeridir.

Türkiye’nin zorlu yıllarında sahip olduğu engin tecrübesiyle dikkat çekmiş, iliklerine kadar nüfuz eden vatan ve millet sevgisiyle de her kesimin, her çevrenin saygısını kazanmıştır.

Aramızdan ayrılışının 25’inci yıl dönümünde O’na karşı duyduğumuz sevgide herhangi bir zafiyet veya zayıflama emaresi görülmemiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi 53 yıllık siyasi birikim ve fikri müktesebatıyla hamd olsun milletimizin gönlünde taht kurmuş ve çok güçlü sosyolojik alan tutmuştur.

Bildiğiniz üzere, her tohumda bir öz, her tomurcukta bir özlem saklıdır.

Milliyetçi-Ülkücü Hareket zaman içinde, tohum olup saçılmış, tomurcuk olup açılmış, filiz olup serpilmiş, çınar olup gelişmiş, inanç olup yürümüş, mücadele olup yükselmiş, gazi olup yüreklenmiş, şehit olup yücelmiştir.

Bazıları vardır, geçmişinin borçlarını geleceğinden ödünç alarak ödemek zorunda kalmıştır.

Bizim geçmişten borç değil, bilakis alacağımız vardır.

Nitekim veremeyeceğimiz hiçbir hesabımız, izahta güçlük çekeceğimiz hiçbir açığımız yoktur.

Mahcubiyet duyacağımız hiçbir karanlık ve karışık ilişkimiz de bulunmamaktadır.

Geçmişimize bakıldığında görülecek tek şey, Türk milletine ve Türkiye’nin istikbaline feda ve emanet edilmiş Ülkücü ömürlerin haklı ve şerefli mücadeleleridir.

Bu mücadelede yol başçımız da Merhum Türkeş Bey’dir.

Bir ara bizim denizimizde yaşayıp, şimdilerde kendi yapay dereleriyle övünenlerin Merhum Türkeş Bey’i ağızlarına almaya ne hakları olacak ne de vefaları yetecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi, 53 yıldır tuzakları bozuyor, 53 yıldır tertipleri buduyor, 53 yıldır Türk-İslam ülküsüne leke sürmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakıyor.

Çünkü davamızın hisarları duayla yapılmış, şehadetlerle karılmıştır.

Dün haklıydık, bugün haklıyız, Allah kerim, Allah şahit, yarın da haklı çıkacağız.

Buna karşılık hakkımızı yiyenlerle, halkımızı incitenlerle, hakikatimizi inkâr edenlerle hem bu dünyada hem de Ruz-i Mahşer’de mutlaka hesaplaşacağız.

İkazen söylüyorum, Milliyetçi Hareket Partisi yüzdelere sığmaz, oranlara sıkışmaz, barajlarla sınırlanamaz.

Türklüğün baraja takılacağını ileri sürenler akıl dağılması yaşayan, aidiyet ve ahlak buhranı geçiren münafıklar korosu, müstevli kalıntılarıdır.

Devamlı servis edilen ve sistematik hale gelen algı operasyonlarıyla kamuoyu nezdinde partimizin eridiğini, gerilediğini, inişe geçtiğini yazan, çizen ve açıklayan kokuşmuş araştırma şirketleri, alayınıza soruyorum, siz anketleri yaparken CHP Genel Merkezi’nde mi dolaşıyorsunuz? Yoksa Kandil’de mi geziyorsunuz?

Biliyoruz ki, güvenirliği sıfırlamış anketlerin, ahlaken iflas etmiş anketçilerin Milliyetçi Hareket Partisi’nin hakkını teslim etmeleri eşyanın tabiatına aykırı bir hezeyandır.

Vaki MHP düşmanlığı şeytani emellerin sipariş verdiği bir düşmanlıktır.

MHP’ye düşmanlık Türkiye’ye karşı açılmış ihanet ve melanet cephesinin tahkimidir.

Bizim bu kirli tahkimat karşısında yegâne direncimiz imanımız, irademiz ve millet sevdamızdır.

Bu vesileyle lejyoner anketçilere, onlara ümit bağlayan siyasi işbirlikçilerine diyorum ki, bizim ölümüz bile sizin dirinizi, sizin hepinizi, sizin topunuzu yerle yeksan etmeye çok şükür yetecektir.

Şimdiden haberiniz olsun, 2023 Haziran ayında sokağa çıkacak yüzünüz dahi olmayacaktır.

Bizi bilmek ve öğrenmek isteyenler, Türk’e ve Türkiye’ye hasım olmuş odaklara değil, aziz milletimizin asil iradesine bakarak sarih gerçekleri görebileceklerdir.

Türklük var olduğu sürece Milliyetçi Hareket Partisi vardır ve olacaktır.

Türk milleti dünya üzerinde tıpkı bir bayrak gibi dalgalandığı müddetçe Üç Hilal de ona eşlik edecek, gölgesinde karanlıkları aydınlatan bir nur parçası gibi sonsuza kadar parlayacaktır.

İnancımız budur, iddiamız budur, irademiz budur.

Hiç kimse yalan anketlerle, yozlaşmış kamuoyu araştırmalarıyla bize ayar veremez, gözümüzü korkutamaz, umut ışığımıza ve ufuk çizgimize karanlık perde çekemez.

Dahası gönlümüze kuşku düşürmek hiç kimsenin harcı olamaz.

Biz kendimizden eminiz, varlığını kaderimiz ve kavlimiz gördüğümüz aziz milletimize şüphesiz güveniyor ve inanıyoruz.

Zira biz Türkiye’yi, Türk milletini canımızdan aziz biliyoruz.

Uğruna şehitler verdiğimiz bu cennet vatanı onun bunun siyasal ihtiraslarına, dış bağlantılı oyunlarına teslim edemeyiz, heba ve heder ettiremeyiz, elhak ettirmeyeceğiz.

Durduğumuz yer doğrudur, baktığımız yer doğrudur, doğduğumuz yer Türk milletinin sinesi, doğrulduğumuz bereketli toprak Türk vatanıdır.

Merhum Başbuğumuz Alparslan Türkeş Bey başta olmak üzere; bayrak düşmesin, ezan dinmesin, vatan bölünmesin diyerek kara toprakla koyun koyuna yatan aziz şehitlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.

Milliyetçi Hareket Partisi bugün çok daha güçlü, çok daha tesirli, çok daha şuurludur ve gelecek Allah’ın izniyle Cumhur İttifakı’yla birlikte Milliyetçi Hareket Partisi’nindir.

 

Değerli Milletvekilleri,

Günümüz şartlarında, savaşların çehresi, çatışmaların çerçevesi köklü değişimlere, köşesiz devinimlere uğramıştır.

Bir bakıma savaş, siyasetin şiddete dayalı araçlarla idame ve ihata edilmiş şeklinden başka bir şey değildir.

İnsanlık tarihinde uzun barış dönemlerinin yalnızca küresel güç dengesinin kurulduğu zamanlarda görüldüğü bilinmektedir.

Tarih boyunca değişmeyen kural şudur: Bir devletin malum ve mahut rakiplerine karşı aşırı derecede silahlanıp tehdit odağı haline gelmesi savaş riskini de beraberinde getirmiştir.

Gerek ulusal düzeyde, gerek uluslararası zeminde rol üstlenen siyaset aktörlerinin, bununla mündemiç hakim sistem yapısının temel açmazı, sert meydan okumaları, olağanüstü kutuplaşmaları zamanında sezme, isabetle süzme, noksansız öngörme kabiliyetindeki zaaflardır.

Hiçbir kaybın, hiçbir mağlubiyetin, stratejik körlükten mülhem hiçbir yanlış kararın esasen bahanesi olamaz.

Mesela Roma İmparatorluğu tarafından yıkılan Kartaca için, birkaç yüz yıl sonra Roma’nın da haritadan silinmesi bir teselli, bir sığınak, bir paye olarak değerlendirilemez.

Öyle bir dönemdeyiz ki, kara propagandalar çatışmaların önündedir, savaşların yönünü tayin edecek düzeydedir.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaşta bunu çok açık görmek mümkündür.

Hibrit savaş diye bilinen yeni savaş konseptinde, konvansiyonel harekâtın yanı sıra, algı yönetimleri, yalan haberler, siber müdahaleler, ekonomik manipülasyonlar, medya operasyonları, muhasım gücün mukavemetini kırıcı diğer araçların tümü devreye alınmaktadır.

Son günlerde Ukrayna’nın Buça şehrinde yaşandığı iddia edilen sivil ve masum insanların katledilmesiyle ilgili haberlerin sağanak halinde gündeme yansıması her açıdan incelenmeye, önü ve arkası irdelenmeye muhtaç bir meseledir.

Buça’daki bir kilisenin bahçesinde ortaya çıkarıldığı söylenen toplu mezarda 410 sivilin cansız bedenine ulaşıldığı ve bunun Rusya tarafından işlenmiş bir savaş suçu, hatta katliam olduğu ifade edilmiştir.

Teşhiri yapılan toplu mezar ve diğer vahşet manzaraları beklendiği üzere dünya kamuoyunda büyük ses getirmiş, ciddi tepkilere neden olmuştur.

Ayrıca elleri arkadan bağlanarak ve yakın mesafeden ateş edilmek suretiyle katledilen sivillerin paylaşılan görüntüleri ilk bakışta insanlık vicdanında infiale yol açmıştır.

Rus askeri birliklerinin çekilmesinden 4 gün sonra karşılaşılan trajik ve yürek yaralayıcı sahnelerin düzmece bir olay mı veya gerçekten bir katliam mı olduğu henüz açıklığa kavuşmamıştır.

Biz, hiç kimsenin sefil propagandasına yataklık yapamayız, refakat edemeyiz, bu kapsamda ilerletilen kara kampanyalara, nifakla pekişmiş psikolojik harekatlara alet olamayız.

Şuurlu ve uyanık hareket etmek önümüzdeki sis bulutunun içinde güvenli yol bulmamızı temin edecektir.

Gözümüzün içine kadar sokulan dehşet verici tablo karşısında, yaşasın veya kahrolsun kamplarına da ayrılmamız irade hürriyetimizin inkarından başka bir şey değildir.

Burada asıl can alıcı husus, derinlemesine kazınması gereken püf nokta, Rusya ile Ukrayna arasında yeşeren ateşkes ve barış görüşmelerinin istikrarla mesafe aldığı bir zaman aralığında, sivil katliamların dünya kamuoyuna birden bire ve bomba gibi düşmesidir.

Rusya Federasyonu yönetimi Buça’daki katliam iddialarının kurgu ve yalan olduğunu açıklamış, beklendiği üzere tekzip etmiştir.

Ancak ABD’den Fransa’ya, AB’den NATO’ya kadar niyeti bildik ve tanıdık ülke ve kuruluşlar Buça’da savaş suçu işlendiğini alelacele duyurmuşlardır.

İhtimalen ve ihtiyatlı şekilde söylersek, savaşın bitmesine tahammülü olmayan ülkeler iğrenç bir senaryoya bel bağlamışlardır.

Savaş ve çatışmalar sırasında yalan ve saptırılmış haberlere maalesef sürekli ihtiyaç hissedilmiştir.

Hatırlasınız, Irak işgalinde kimyasal silahlar gerekçe gösterilmişti.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı, 2003 yılında Birleşmiş Milletler toplantısında yaptığı bir konuşmasında kitle imha silahlarının varlığını ileri sürerek Irak’a hemen müdahale edilmesini savunmuştu.

Ne var ki iddiası asılsızdı, bu nedenle sözü edilen konuşmasını müteakip süreçte kariyerinin kara bir lekesi olarak nitelemişti.

Kuveyt’in işgal edildiği yıllarda, Irak askerlerinin hastanelerde bulunan kuvözlerdeki 312 bebeği yere atarak öldürdüğü sözde görgü tanıklarının anlatımıyla söylenmişti.

Fakat gerçek bambaşkaydı ve görgü tanığı olarak kullanılan şahsın hiçbir hastanede çalışmadığı, sözü edilen vahşete şahit olmadığı, böyle bir şeyin de yaşanmadığı ilerleyen yıllarda ortaya çıkmıştı.

Yine Irak’ın Kuveyt işgali esnasında, kuyulardan sızan petrole bulandığı açıklanan karabataklar her gün medyada çarşaf çarşaf deşifre edilmişti.

Irak ordusunun petrol kuyularını bombalayarak ekolojik ve çevre yıkımına yol açtığı devamlı gündemde tutulmuştu.

Hâlbuki sonraki yıllarda, petrole bulanmış karabatak fotoğraflarının Kuveyt’te değil, Fransa sahillerinde çekildiği anlaşılmış, gerçekler gecikmeyle de olsa yalanları silip atmıştı.

Şayet dikkatli ve temkinli olmazsak, medya ve kurulmuş propaganda düzenekleri mazlumu cani, caniyi de mazlum lanse edecek kadar ölçüyü kaçırabilecektir.

Buça’da gerçekten de bir sivil katliamın yapılıp yapılmadığına ilişkin bir görüş bildirmemiz, bir kanaat paylaşmamız şu anda oldukça güçtür.

Elbette katliam varsa, bu kanlı hadise herhangi bir şaibeye ve soru işaretine açık kapı bırakmadan tespit edilmişse, sorumlularından en ağır şekilde hesap sorulması insanlık görevi, evrensel adalet ve hukuk kuralıdır.

Sivil ve masum insanların katlini hiçbir bahane haklı gösteremez.

Suçsuz ve günahsız insanların ölümüne hiçbir vicdan sessiz kalamaz.

Ne var ki bize dayatılan ve teyit edilmemiş fotoğraf ve haberlerle kesin yargıya varmak peşin hükümlülüktür.

Kalbi ve kafası kirli malumatlarla zehirlenmiş kişiler esasen yaşayan ölü gibidirler.

Üzerinde durulması gereken konu, neden böyle bir zamanda bu katliam iddiasının gündeme taşındığıdır.

Buna niye gerek duyulmuştur? Kimler gerek duymuştur?

Rusya ile Ukrayna arasında süregelen müzakerelerin kesilmesini isteyenler vardır ve gün yüzündedir.

Savaşın cari şiddet dozajının artışını hedefleyenler vardır ve açıktadır.

Türkiye’nin kolaylaştırıcı diplomasi hamlelerinden, bölgesel ve küresel profilindeki yükselişinden, savaşan iki ülkeyle de doğrudan doğruya konuşabilme kabiliyetinden rahatsız olan bozguncular vardır ve bellidir.

Özellikle geçtiğimiz hafta İstanbul Dolmabahçe Cumhurbaşkanlığı Çalışma Ofisi’nde Rusya ve Ukrayna temsilcilerinin Türkiye’nin arabuluculuğunda bir araya gelmeleri, doğrusunu isterseniz pek çok ülkeyi ürkütmüş, telaşlandırmıştır.

Bize göre, katliam iddialarının İstanbul’da kurulan müzakere masasından sonra gündeme taşınması ya bir tesadüf ya da kahredici bir tezgâhtır.

Yaygınlaşan komplolara rağmen, Türkiye barışın yanında, barışsever adım ve atılımların arkasındadır.

Bu yol çetin bir yoldur, fakat vicdanın, mutabakatın, anlaşmanın, huzurun ve adaletin yolu olduğu da hepimizin malumudur.

CHP’nin ne dediği, İP’in neyi üfürdüğü, diğer zillet partilerinin hangi yalanlara başvurduğu değersizdir, önemsizdir, nihayetinde takip ve temin edilen milli ve sağlam bir dış politika vasıtasıyla uzun vadeli çıkarlarımız desteklenmektedir.

Dünya üzerinde savaşın durmasına, silahların susmasına, masumların hayatta kalmasına Türkiye’den başka samimiyetle hizmet eden ikinci bir ülke, ikinci bir devlet yoktur, şu ana kadar da görülmemiştir.

Kimin kiminle yürüdüğünü, nasıl bir planlama içinde olduğunu, gelişmelerin ilerleyiş yönünü bilen, gören, değerlendiren bir akla sahibiz.

PKK/YPG’ye 2023 bütçesinde yüz milyonlarca dolar para ayıran, müttefiklik hukukunu çiğneyen ABD’nin maksatlı tazyik ve telkinlerine nasıl itibar edelim?

Ellerinde hançerle devamlı rehavet anımızı kollayan, punduna getirdiklerinde yapmayacakları kötülük bulunmayan sözde dostlarımıza nasıl güven duyalım? Onların kara propagandalarına neden kulak verelim?

Geçtiğimiz yüzyılın ilk çeyreğinde, Amerikan politikalarına hakim olan ana fikir, barış ve demokrasi istikametinde ilerleyen bir dünyanın gerçekleşmesine yardımcı olmaktı.

Bunun ne kadar olup olmayacağı ayrı bir tartışma konusudur, kaldı ki bizim meselemiz özü itibariyle ve şimdilik bu değildir.

1900’lü yılların ikinci yarısında ise dünya dost ve düşman arasında, işbirliği alanlarıyla çıkarların biteviye çarpıştığı bloklar olarak taksim edilmiş, ABD ise bu taksimde Sovyetler Birliği ile iki farklı uca sabitlenmişti.

Soğuk Savaş’ın ardından halka halka genişleyen sıcak çatışmalar dönemi, çok kutuplu ve sancılı bir dünya tablosunun teşekkülüne karine teşkil etmiştir.

Rusya ile Ukrayna arasındaki sertleşen krizin devamını arzulayan, kayıplardan ve yıkıcı cepheleşmeden nemalanma arayışında olan ülkelerin demokrasi iddiaları defoludur, barış talepleri sözdedir, üstelik insanlık değerleriyle çelişmektedir.

Ateşkes ve barış özlemlerinin kuvveden fiile geçmesine Türkiye haricinde hiçbir ülkenin yanaşmadığı, buna teşne olmadığı somut delillerle ortadadır.

Rusya’nın doğalgaz satışında dost olmayan ülkelere karşı Ruble kozunu masaya koyması küresel siyasi, ticari ve ekonomik faaliyetlerin yeni baştan ele alınma sürecini de hızlandıracaktır.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olamayacaktır.

Uluslararası siyaset ve ekonomik aktiviteler kırılgan hale gelmekle birlikte, güvenlik ve diyalog açıkları da günden güne genişlemektedir.

Türkiye bütün karşı çıkışlara, bütün kumpaslara, bütün yıldırıcı stratejilere rağmen barışçıl politikaların güzergâhından sapma göstermeyeceğini bugüne kadar ispat etmiştir.

Buça hadisesinden sonra müzakerelerin nasıl sürdürüleceği, bunun hangi formatta olacağı kısa sürede anlaşılacaktır.

Bizim arzu ve arayışımız bellidir.

Putin ile Zelenski’nin İstanbul ya da Ankara’da bir araya gelip birbirlerine el uzatmaları, ezcümle bu savaşa son vermeleri mutlak beklentimizdir.

Bu savaşın kaybedeni öncelikle Ukrayna, sonra da Rusya ve bu ülkelerin halklarıdır.

Kimin ya da kimlerin stratejik kazançlar elde ettiği artık gizlenemez boyutlardadır.

Ülkemiz barışın filizlenmesi için mücadele ederken, hem kendi güvenliğini, hem de dünya güvenliğini muhafaza için çabalamaktadır.

Bu sağlam duruşumuzla haklının ve hakkaniyetin yanında pozisyon alıyorken, müttefik sandığımız ülkelerin aynı anda nalına ve mıhına vurmaları utanç verici bir tenakuzdur.

Bildiğiniz gibi, Avrupa Birliği’nin savunma ve güvenlik alanında gelişmesi ve karar almasında operasyonel rehber niteliği taşıyacak “Stratejik Pusula” isimli belge, Dış İlişkiler Konseyi’nde 21 Mart 2022 tarihinde onaylanmıştır.

Rusya ile Ukrayna arasındaki savaş, AB ülkelerinin silahlı kuvvetler bazında, bir yanda kendi içinde diğer yanda da dış alanlara dönük intikal kabiliyetini güçlendirme ihtiyacını tetiklemiştir.

Muhtemel krizlere anında cevap vermeyi amaçlayan AB, beş bin kişilik hızlı intikal gücü kurulmasına karar vermiştir.

Stratejik Pusula isimli belgenin ülkemizi hedef alan kısımları ikiyüzlülük, çifte standartlık ve ayıplıdır.

Türkiye’nin ve Kıbrıs Türklüğü’nün Doğu Akdeniz’deki haklarını yok sayan, uluslararası hukuka müzahir çalışmalarımızı kışkırtıcı olarak değerlendiren AB’nin, Rum tezlerine ve Yunan emellerine tutsak düştüğü açıktır.

Bahse konu belge stratejik değil statükocu, pusula değil ikircikli politikaların putlaştırılmasıdır.

Türkiye’nin NATO üyesi olması hiç dikkate alınmamıştır.

AB ile ilişkiler hiç göz önünde tutulmamıştır.

Sayın Cumhurbaşkanımız ile ABD Başkanı Biden arasında Ekim 2021 tarihinde gerçekleşen görüşmede tezahür eden mutabakat gereğince, Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması 4 Nisan 2022 tarihinde Ankara’da başlatılmıştır.

Nitekim ekonomik ve savunma işbirliği, terörle mücadele, bölgesel ve küresel meseleler dahil olmak üzere iki ülkenin ortak çıkarlarının öne çıktığı konu başlıkları gözden geçirilmiştir.

ABD’yle kurulan bu mekanizmanın hangi sonuçlara kapı aralayacağı, AB ile ilişkilere nasıl yansıyacağı yakın vadede netleşecektir.

Bilhassa değinmek ve telaffuz etmek isterim ki, Türkiye’nin direnci ve diri tutumu olmadan Avrupa güvende olamaz, güvenceye ulaşamaz.

Yeni bir dünya düzeni kurulacaksa, bu düzende Türkiye ve Türk milleti hafife alınamaz, hor görülemez, rencide edilemez.

AB’nin vizyon eksikliği, stratejik iflası, siyaset körlüğü, diplomasi başarısızlığı kendi kendini yiyen bir organizmaya dönüştüğüne çok açık işarettir.

Türkiye ne doğudan ne de batıdan kopacak bir ülkedir.

Aynı anda hem doğuyu hem de batıyı kavrayan ve eşitlik temelinde yaklaşan bir tarih derinliğinden bugüne ulaşan Türk-İslam medeniyetinin timsalidir.

Bizim kitabımızda yüzüstü gelenin sırtüstü itilmeyeceği yazmaktadır.

Ardışık ve çok yönlü süreçlerde, uzatılan hiçbir el bizim nezdimizde geri çevrilmez, dosta dost, düşmana da düşmanlık fıtratımız gereğidir.

Bizim inancımızda ise mütevazı ve mültefit olanı rahmet-i rahman büyütecektir.

Merhum Hocamız Prof.Dr.Sühely Ünver’in dediği gibi, dünya dünya olur, ama dünya Türk’süz olmaz, olamaz.

 

Değerli Arkadaşlarım,

Dost ve kardeş ülke Pakistan’ın içine çekilmek istendiği anafordan demokratik iradeyle çıkma mücadelesini takdirle karşılıyoruz.

Bu ülkenin Başbakanı İmran Han’ın dirayetli ve tavizsiz mücadelesi pek çok ülkeye emsal teşkil edecek karakter ve kararlılık örneğidir.

Tunus’ta, halk iradesinin tecelli ettiği Temsilciler Meclis’inin feshedilmesi hukuk ve demokratik ilkelerinin açıkça ihlaline ve hiçe sayılmasına neden olmuştur.

Bizim beklentimiz Tunus’un siyasi istikrar ve dengeye kavuşması, halkın tercihlerine saygı gösterilmesidir.

Bir başka ele alınması gereken çarpıcı siyasi gelişme Macaristan’da yaşanmıştır.

Başbakan Viktor Orban liderliğinde kurulmuş ittifak, muhalif altı partinin ittifakını ters köşeye yatırmış, Soros’u kendi ülkesinde boşa düşürmüş, AB’nin engellerini aşma becerisi göstermiş ve dördüncü defa seçimlerde zafer kazanmıştır.

Dış destek ve tazyiklerin işe yaramadığı, başkalarına kurşun askerlik yapanların sonunun iyi olmadığı Macaristan örneğiyle bir kez daha anlaşılmıştır.

Ümit ve temenni ederim ki, içimize yuvalanan zillet ittifakının Macaristan’a bakıp sonuç çıkarması, ders ve ibret almasıdır.

Milletin dışında ikinci bir dayanak, ikinci bir egemen, bir başka karar ve irade kudreti yoktur, arayanlar, himaye altına girmeye özenenler zilletin ta dibindedir.

İktidarın vizesi sandıkta ve bizzat milli irade tarafından verilmektedir.

Bunun dışında icazet arayışına çıkanlar, yabancı ülkelerin ağzının içine bakanlar, bana ne düşer diye el avuç ovuşturanlar 85 milyon Türk vatandaşının hakkını hukukunu iki paralık etmek üzere harekete geçmiş siyasi işbirlikçilerdir.

Türkiye’nin geleceğini işbirlikçiler değil, iffet, ilke ve irade sahibi Cumhur İttifakı tayin edecektir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümü büyük gelişmelere, kutlu yükselişlere gebedir.

Biz geleceğimizden tasarruf edemeyiz, bu nedenle sorumlu, dikkatli, ağız birliği halinde mücadelemizi sürdürmek durumundayız.

Bugünkü şartlarda enflasyon artmış olabilir, hayat pahalılığından şikayet ve sızlanmalar da görülebilir, ama Allah’ın izniyle bunların hepsi geçicidir.

Daha huzurlu, daha güvenli, daha müreffeh günlere ulaşabilmek için sabırla, sağduyuyla ve metanetle tarihi yolculuğumuza devamdan başka seçeneğimiz yoktur.

Kovid-19’un yaraları henüz sarılmamıştır.

Salgının neden olduğu tıkanmalar henüz açılmamıştır.

Dünya çapında makroekonomik dengeleri istikrarlı hiçbir ülke, hiçbir devlet de yoktur.

Beşeriyete musallat olan hastalık bütün beklentileri bozmuş, bütün dengeleri sarsmış, bütün hedefleri kesintiye uğratmıştır.

Çünkü insan ve toplum sağlığının müdafaası için her devlet imkanları nispetinde seferber olmuş, kaynaklar bu uğurda harcanmıştır.

Salgın geçti geçiyor derken, 24 Şubat’tan itibaren Rusya ile Ukrayna’nın savaşı enerji ve gıda güvenliğini zedelemiş, bundan mütevellit zincirleme sorunlar bütün coğrafyaları sarmıştır.

Objektif bir şekilde diyebiliriz ki, ülkemiz ve tüm dünya benzerine çok az rastlanan bir sınavdan geçmektedir.

Bunu görmeden, buna dikkat etmeden, Türkiye ekonomisiyle ilgili felaket tamtamları çalmak; bittik, tükendik, iflas ettik, perişan olduk masalları anlatmak sorumlu bir tavrın alameti olarak değerlendirilemez.

Hiç kimsenin mağdur olmasını istemeyiz.

Hiç kimsenin aç ve açıkta kalmasına göz yumamayız.

Allah nimetin kefilidir, bugün elimizde yoksa, yarın olacağına inanırız.

Ancak pirenin deve yapılmasına, bir kaşık suda fırtınalar koparılmasına asla duyarsız, asla ilgisiz kalmayız, kalamayız.

Unutmayalım ki, insan kemale erdikçe tavır ve davranışlarında sükûnete ulaşacak, bu da hüsnü tabiatını gösterecektir.

Boşa sallayıp dolu tutmanın merak ve arayışında olanlar suizan içindedir ve zillet çarkına kapılmışlardır.

KDV indirimlerine rağmen hala fiyat etiketlerini indirmeyenler insafsızlığın ve izansızlığın pençesindedir.

Stokçuluk kanalıyla cebini ve cüzdanını düşünenler ülkesine ve milletine nankörlük ve namertlik yapan fırsatçılardır.

Bizim fırsatçılığı, karaborsacılığı geçim kapısı görenler değil faziletli duruşa ve basirete sahip olanlar baş tacımızdır.

Çıkan enflasyon elbirliğiyle indirilecektir, dün yaptık, gene yaparız.

Hayat pahalılığının üstesinden milli birlik ve dayanışma ruhuyla geliriz.

CHP’nin, İP’in ve diğer güdümlü zillet partilerinin küresel ekonomideki sarsıntıların Türkiye’ye yansımasından rant devşirme gayesi ve bunu istismar etme hırsları hastalıklı bir siyasettir.

Türk milleti hangi geceyi görmüştür de sabahına çıkamamıştır?

Türkiye hangi sorunlara muhatap olmuştur da bunu çözme feraseti sergileyememiştir?

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu haksız ve hayasız eleştiriden başka bugüne kadar ne yapabilmiş, hangi yaraya merhem olabilmiş, taş üstüne taşı ne zaman koyabilmiştir?

Acıda yoklar, tasada yoklar, sevinçte yoklar, mücadelede yoklar, fedakarlıkta yoklar, ahlakta yoklar, millikte yoklar, Türkiye’nin hak ve çıkarlarını savunmakta hiç yoklar.

Ancak yalan oldu mu varlar, talan oldu mu yarıştılar, iftira oldu mu meydandalar, sahtelik ve yüzsüzlük oldu mu rekor üstüne rekor kırarlar.

Bakarsınız Kobani’ye selam salarlar, bakarsınız PKK/YPG’ye arka çıkarlar, sonra da dönüp biz Kuvayı Milliye’yiz deyip kafalarına geçirdikleri kalpakla fotoğraf verirler.

Bu zillet taifesine sesleniyorum, kalpak da taksanız, fistan da giyseniz, masaya da otursanız sizi bekleyen akıbetten, sizin yolunuzu gözleyen mağlubiyetten kurtulamayacaksınız.

Cumhurun iradesinden asla kaçamayacaksınız.

CHP’si, İP’i, HDP’si ve alayı birden Sorosçu Kavala’yla yatıp kalkıyorlar, terörist Demirtaş’ı cezaevinden çıkarmayı planlıyorlar.

Teröristi serbest bırakacağız diyen Kılıçdaroğlu, sorarım sana, gazileri içeri mi tıkacaksın? Şehitlerimizin kemiklerini mi sızlatacaksın? Terörle mücadeleyi mi keseceksin?

Türkiye’yi peşinde sürüklendiğin küresel siyaset ve cinayet baronlarına peşkeş mi çekeceksin?

Sayın Kılıçdaroğlu, sen aslında çift kişiliksin, birincisi karanlıkta uyanık, ikincisi de aydınlıkta gafilsin.

CHP, HDP ile can ciğer kuzu sarması, aynı yumurta ikizidir.

Terörist Demirtaş bunların ortak paydasıdır.

Ne tuhaftır ki, İP’in başkanı da terörist Demirtaş ile Sorosçu Kavala’nın hukuki süreçlerini şaibeli olarak görüyormuş.

Bir teröristin, bir ajanın cezaevinde olmasını, dolambaçlı yollarla adalet ve hukukun olmadığına yormuş.

Dokunulmazlığı kaldırılan HDP’li bir milletvekilinin yasa dışı yollardan Suriye’ye geçtiği, terörist arkadaşlarına sığındığı, buna da hiç kimseden ses çıkmadığı anlaşılmaktadır.

CHP kuzuların sessizliğine gömülmüştür.

İP deseniz, o zaten üç maymunu oynamakla meşguldür.

Hukuken ve ne acıdır ki, TBMM üyesi olan bir şahsın terör örgütüne doğrudan katılması üzerine yapılması gereken ilk iş, bu kadının milletvekilliğinin derhal düşürülmesidir.

Biz TBMM’de terörist ve terör örgütü sempatizanı görmek, seslerini duymak, aynı havayı teneffüs etmek istemiyoruz.

Bir tarafta milletvekili maaşı alıp, diğer tarafta terör kamplarına kaçmak hainliktir.

Sayın Kılıçdaroğlu neyi bekliyorsun, neden susuyorsun, haydi bunu da eleştir?

Mertsen bu rezalete de tepki göster?

Sadece dokunulmazlığı kaldırılmış bir milletvekilinin PKK/YPG’nin arasında ne aradığını, ne yaptığını, Suriye’ye nasıl geçtiğini yürekliysen sor, adamsan üstüne git?

Bu vatanın ekmeğini yiyip devletten maaş alanların düşman saflarına irtica etmeleri, buna destek verilmesi, bu kepazeliğe göz yumulması şerefsizlik değildir de nedir?

Siyasi dolandırıcılığın, siyaset kalpazanlığının hakim olduğu bir düzende, gerçeği haykırmak, maskeleri indirmek iftihar edeceğimiz Ülkücü bir erdemdir.

Islanmışın yağmurdan pervası olmaz.

İhanetin de milli duruşun karşısında ayakta kalması söz konusu olamaz.

Türkiye işin aslında siyaset vasıtasıyla çok ciddi bir tehdit altındadır.

Tehdidin adı zillet ittifakıdır.

Tehdidin bileşenleri, CHP, İP, HDP ve diğer vagon partilerdir.

2023 yılının Haziran ayında yapılacak Cumhurbaşkanı ve Milletvekili Genel Seçimi’nde doğru ile yanlış, hak ile batıl, sadakat ile sahtelik, millet ile zillet, istiklal ile ihanet arasında bir tercih yapılacaktır.

İnanıyorum ki, Türk milleti zillete Türkiye’nin kaç bucak olduğunu gösterecektir.

İnanıyorum ki, geliyor gelmekte olanlar tantanasıyla avunanlar, siyaset çöplüğüne atılacaktır.

İnanıyorum ki, kazanan Türkiye olacak, zafer Türk milletinin hanesine yazılacaktır.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin 2023 çağrısı açıktır ve şunlardır:

Yeni sistem, güçlü siyaset, milli destek, kutlu emanet; gönüllerde fütüvvet, siyasette müessiriyet, saygıda mecburiyet, sevgide mazhariyet, ekonomide hakkaniyet, mücadelede celadet, terörde mahkûmiyet, zorluklarda mukavemet, diyaloglarda hususiyet, bekada ebediyet, dünyada mevcudiyet, millette memnuniyet, ülkede mensubiyet, insanda meftuniyet, devlette muzafferiyet, zillette mağlubiyet, sandıkta ekseriyet, Cumhur İttifakı’nda da muvaffakiyettir.

 

Muhterem Milletvekilleri,

Türk Polis Teşkilatımız 177 yıldır milletinin yanında ve hizmetindedir.

4-10 Nisan tarihleri arasında kutladığımız Polis Haftası aynı zamanda bir hatırlamanın, bir gönül almanın, bir vefanın, kahramanlarımıza bir şükranın ifadesidir.

Biz Türk polisinin her zaman arkasındayız.

Onlar varsa güvendeyiz, onların fedakârlıklarıyla huzur buluyoruz.

Polislerimizin mesleki ve özlük haklarıyla ilgili taleplerinin bilincindeyiz ve her zaman da destekçileriyiz.

Üzerimize ne düşüyorsa yapmanın azmi içindeyiz.

Bu vesileyle Türk Polis Teşkilatı’nın kuruluşunun 177’inci yıl dönümünü kutluyor, bütün polislerimizi kucaklıyorum.

Polise, askere saldıran, işkenceci diyen alçaklarla da her zemin ve ortamda mücadele edeceğimizin güvencesini veriyorum.

Görevi başında şehit olan kahraman polislerimiz başta olmak üzere, ebediyete irtihal etmiş tüm polislerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum.

Gazilerimize ve emeklilik günlerini yaşayan polislerimize uzun, sağlıklı ve bahtiyarlıkla geçecek bir ömür diliyorum.

Ayrıca, Macaristan, Azerbaycan ve Almanya’da yapılan Güreş, Jimnastik ve Paralimpik Yüzme Şampiyonalarında göğsümüzü kabartan, al bayrağımızı dalgalandıran, milletimizi sevince boğan evlatlarımızı, ailelerini, antrenörlerimizi, teknik heyetimizi ve federasyon yönetimlerimizi tebrik ediyor, hayırlı uğurlu olsun diyorum.

Bu vesileyle, Rıza Kayaalp, Taha Akgül, Yasemin Adar Yiğit, Sümeyya Boyacı, Evin Demirhan Yavuz, Buse Tosun Çavuşoğlu, Yunus Emre Başar, İbrahim Çolak, Ferhat Arıcan, Emre Mutlu, Feyzullah Aktürk  ve Ahmet Uyar kardeşlerimin gözlerinden öpüyor, başarılarının artarak devamını diliyorum.

Sözlerime son verirken, mübarek Ramazan ayının altıncı gününde oruç ve ibadetlerimizin kabulünü temenni ediyor, hepinizi muhabbetle selamlıyorum.

Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun.