Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı
Aziz Dava Arkadaşlarım, Basınımızın Değerli Temsilcileri, Hepinizi en kalbi duygularımla, hürmet ve muhabbetle selamlıyorum. Vaki basın toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda onurlu bir hayatın mücadelesini veren tüm kardeşlerimize ayrı ayrı selam ediyor, şükranlarımı sunuyorum. Merkez Yönetim Kurulumuz ile Merkez Disiplin Kurulumuzun ortak toplantısında iç ve dış gündem başlıkları dört başı mamur şekilde ele alınmış, deyim yerindeyse ince elekten geçirilmiştir. Ülkemizi zora sokan, stratejik riskler ihtiva eden, bölgesel ve küresel arka planı olan meseleler, ayrıca aziz milletimizi doğrudan ilgilendiren ve rahatsızlık uyandıran sıcak gelişmeler ana hatlarıyla masaya yatırılmıştır. Aynı zamanda partimizin önümüzdeki döneme havi saha çalışmaları, siyasi faaliyetleri muhtevalı olarak değerlendirilmiştir. Davamızın bugünkü temsilcileri olarak, hedefler hiyerarşimizden sapmadan, öncelikler piramidimizi ihmal etmeden, ahlak ve ilkelerimizden taviz vermeden dirayet ve disiplinle çatısı örülen vatan ve millet mücadelemiz aynen sürdürülecektir. Evvelemirde ne yapılması gerekiyorsa onu yapacağız. Kaldı ki gayretle, faziletle, samimiyetle ve bihakkın bu kararlılıktayız. Akabinde mümkün olanı gerçekleştirmek için emek verip önümüz sıra dikilmiş bariyerleri etap etap aşacağız. Bunun için sabır, sebat, inanç, ısrar ve stratejik akılla çalışacağız. Ardından da başkaları için imkansız görünen ne varsa başarmak için öne atılacağız, öncülük yapacağız, örnek olacağız, nihayetinde gecenin dar koridorlarından şafağın aydınlık mihrabına hep birlikte ulaşacağız. Akıntıda sürüklenen bir sal gibi değil, kusursuz okyanus fırtınalarına direnen dev konteyner gemilerine benzer şekilde tarihi ve siyasi rotamızda azimle ilerleyiş kaydedeceğiz. İnanmış, ülkülerini kalbiyle tasdik etmiş ve tutkuyla davasına bağlanmış bir kişinin; kıyıda durup ortada görünen, boşuna vakit geçiren, lafla peynir gemisi yüzdüren, boşa sallayıp dolu tutmanın hevesinde olan, irade göstermek yerine çıkarlarını gözeten niteliksiz kalabalıklardan ziyadesiyle müessir olacağını hiç aklımızdan çıkarmayacağız. Nisyan uçurumuna savrulmadan geçmişi gelecekle kenetleyeceğiz. Nitekim partimizin geride kalan 55 yıllık siyasi mücadele külliyatı sayfa sayfa tetkik edildiğinde bu yakın ve yalın gerçeklere kuşkusuz şahitlik edilecektir. Aziz Atatürk’ün kulaklara mühür vurması gereken şu sözleri esasen dava ve siyaset hayatımızın bir nevi muhassalası olup cümlesi şöyledir: “Büyük olmak için kimseye iltifat etmeyeceksin, hiç kimseyi aldatmayacaksın, ülke için gerçek amaç ne ise onu görecek ve o hedefe yürüyeceksin. Herkes senin aleyhinde bulunacaktır, herkes seni yolundan çevirmeye çalışacaktır. Fakat sen buna karşı direneceksin, önüne sonsuz engeller de yığacaklardır; kendini büyük değil küçük, zayıf, araçsız, hiç sayarak, kimseden yardım gelmeyeceğine inanarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana büyük derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.” Merhum Sezai Karakoç’tan mülhem diyebilirim ki, son yarım asır içinde bizi yok saymaya niyetlenenler çıkmış olsa bile, biz daha çok var olduk ve olmaya da devam edeceğiz. Nice tecrübenin mecmuunda damıtılmış öngörü derinliğiyle söyleyebilirim ki, Milliyetçi Hareket Partisi yeni yüzyılda entelektüel, felsefi, fikri, siyasi kalibre ve kadro açısından en iyi donanıma sahip olduğunu görkemli bir mazinin omuzlarından yükselerek yine ve yeniden gösterecektir. Türk tarihinin, Türk kültürünün, Türk medeniyetin ve Türk milletinin istikbal umudu, istiklal ufku, var oluşumuzun taşıyıcı ve koruyucu ruhu Milliyetçi Hareket Partisi’nde temerküz ve tebarüz etmiştir. İşimiz çok, yolumuz çetin, yükümüz ağırdır. Üstelik vakit dar, vaziyet naziktir. Milliyetçi Hareket Partisi, geçmişin ilhamıyla geleceğin irade ve istikametini isabetle tayin etmenin amacındadır. Milliyetçi Hareket Partisi milletimizin tamamını kucaklamaya, kardeşlik ve ortak kader mizanında her insanımızı Cenab-ı Allah’ın eşsiz bir lütfu görmeye, ayrımcılığı ve bölücülüğü çiğneyip geçmeye sonuna kadar azimli, sonsuza kadar da inançlıdır. Bunun yanı sıra Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı Türk ve Türkiye Yüzyılı mimarisini başarmakla memur ve mükelleftir. Karamsarlık aşılamaya çalışanlar, ahlaki ve moral değerlerimizi aşındırmaya çabalayanlar elbette vardır ve bundan sonra sayılarının artış kaydetmesi, iyice şımarmaları, zıvanadan çıkmaları muhtemeldir, beklenmelidir. Hatta bu görüşümüzü teyit ve tevsik eden pek çok mahsurlu gelişme milletimizin gözü önünde tıpkı bir merasim geçişi veya perdesi kapanmayan bir tiyatro oyunu gibi kesintisiz sahnelenmektedir. Türkiye’nin önünü kesmek, devlet-millet dayanışmasını kırmak, toplumsal güveni yıkmak maksadına matuf organize bir kötülük, iç ve dış iştirakçileri olan çok sesli fitne/fesat korosu herkesi uyarıyorum ki, alarm zillerini çalacak düzeyde faaldir, açık veya gizli faaliyetlerini son günlerde hızlandırmışlardır. İç cephemizin çökertilmesi için dört bir koldan yürütülen operasyonlara ilave olarak, milli birlik ve dayanışma hissiyatının yalnızca yıkık bir duvarı kalan harabeye dönüşmesi, manevi direnç noktalarının teker teker zayıflaması hedeflenmektedir. Kuşatma sertleşmiş, kumpas şiddetlenmiş, kundakçılar çoğalmıştır. Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, iç asayiş ve huzur ortamı, sosyal ve ekonomik bünye, milli ve manevi değerler hazinesi kesif ve keskin saldırı altındadır. Birbiriyle eklemlenerek vasat bulan zincirleme olayların akıl ve vicdan terazisinde tefsir ve teşhisi halinde varlığımıza ve birliğimize yönelik sabotajların iç yüzü fazla zahmete katlanılmadan görülebilecektir. Nitekim durum ciddidir. Tehlike oldukça yakındır. Tehdit gittikçe cesamet kazanmaktadır. Bu düşüncelerim bir vehmin, bir varsayımın, bir abartının, pireyi deve yapan temelsiz bir bakışın dağınık malumatı veya dayanıksız mahsulü değildir. Ne söylüyorsak, neyi konuşuyorsak, hangi karanlık kuytulara Türk ve Türkiye sevdamızın ışıklarını tutuyorsak bilinmesini özellikle temenni ederim ki, zaman ve mekân içinde açık seçik gerekçeleri vardır ve ortadadır. İnsan ve toplum iki şekilde yanılgının pençesine düşmektedir: Bu düşüş; ya gerçek olmayan bir şeye inanarak, ya da gerçeğe inanmayı, gerçekle yüzleşmeyi reddederek meydana gelmekte ve sonuçları da ağır olmaktadır. Yalanı ve riyayı allayıp pullayıp gerçeğin telif haklarını bir plan dâhilinde inkâr ve ihlal edenler esasen milletimize ve ülkemize en rezil bühtanı reva gören ilkesizler ve itibarsızlardır. Hiç kimse merak buyurmasın, bu insan müsveddeleriyle tarih ve millet huzurunda kaçınılmaz hesabımız mutlaka görülecektir. Türkiye’yi kafa kola almak için kılıktan kılığa giren maskeli balo soytarılarının eline ve emeline teslim edilecek bir ülke yoktur. Komprador muhalefetin, kolonyal aydınların, komisyoncu gazetecilerin, Konargöçer sermayenin, kobaylaşmış yazarların, komplocu uzmanların, Kompleksli yorumcuların, koflaşmış medyanın, kokuşmuş kaymak tabakanın, Komünist azınlığın, komitacı çevrelerin rehin alacağı, geleceğini karartacağı, tarihi haklarından mahrum bırakacağı, kimliğini karalayacağı bir millet yoktur, Türk milleti namına ilan ediyorum ki, tam tersi bir iddiada bulunmak şerefsizliğe hizmetle eşdeğerdir. Aklında, hafızasında, kalbinin sancağında, ta damarlarına kadar Türk milletine mensubiyet şuurunu taşıyan ve yaşatan bir vatan evladı olarak söyleyeceklerim bir siyasi kaygının eseri değil, tarihe, ecdada ve yaşanmış Türk asırlarına karşı sarsılmaz sorumluluğumdur. Sözlerimden kimler hissesine ne alır bilemem, bununla da ilgilenmem, zamanımı israf edemem. Ancak bildiğim ve inandığım şudur: Mahkemeyi Kübra’da aziz şehitlerimizin, elleri öpülesi ecdadımızın ve manevi büyüklerimizin yüzüne bakmanın ve büyük Türk milletinin ali menfaatlerini fani hayatından üstün tutmanın dışında beklentisi olmayan bir Genel Başkan olarak gerçekleri eğip bükmeden konuşmak sadece boynumun değil, boğazımdan geçen helal lokmalara ve hayat bahşeden Cenab-ı Allah’a manevi borçtur. Gerçekleri söylemekten korkanların, nefislerine yenik düşenlerin, egolarına diz çökenlerin ne özüne ne de sözüne güven duyulacaktır. Öncelikle bugünün anlamına müzahir olacak şekilde 19 Eylül Gaziler Günü ile ilgili bazı değerlendirmelerimi yapıp gündemime aldığım diğer konularla ilgili düşüncelerimi sabrınıza sığınarak paylaşmak istiyorum. Değerli Dava Arkadaşlarım, Sayın Basın Mensupları, Sakarya Meydan Savaşı’nın zaferle perçinlenmesini müteakiben, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 19 Eylül 1921 tarihli toplantısında Başkomutan Mustafa Kemal Paşa’ya hem Gazilik unvanı hem de Mareşallik rütbesi verilmesi dönemin mebusları tarafından uygun görülmüştü. Şu da bir hakikattir ki, yüksek bir övgünün timsalleri olan gaziliğin ve gazilerimizin sadece 19 Eylül gelince anılması ya da hatırlanması doğru değildir. Türk milleti gazi bir millettir. Türk devleti gazi bir devlettir. Türk hükümdarlarının alayı gazilikle müşerref olmuştur. Türk tarihinin her dönemi isimli isimsiz nice gazimizin feragatleriyle bezenmiş ve billurlaşmıştır. Merhum Şairimiz Orhan Şaik Gökyay’ın da ifade ettiği üzere, nehirlerimiz bile gazi, dağlarımız bile kahramandır. Yine Merhum Gökyay’ın vurguladığı gibi, her taşı yakut olan bu cennet vatan can verme sırrına erenlerindir. Türkiye Büyük Millet Meclisi iki defa gazilik beratını hak eden muhteşem bir millet, hamiyet, haysiyet ve mücadele eseridir. Gazilik, şehitliğe nazır ve namzet olan kahramanların ilelebet sahip olacakları muazzam bir takdirin, müstesna bir taltifin medyunu şükranla pekişmiş ihtişam ve ihtiramıdır. Gelin görün ki, terörle mücadele esnasında yaralanan, halen vücutlarında mermi ya da şarapnel parçası bulunan, mevzuattaki boşluk nedeniyle malul gazi kabul edilmeyen, üstelik sayıları 20 bini aşan kardeşimizin sessiz çığlığı hala dinmemiş, bunlara hala kulak verilmemiştir. Bu kategoride yer alan kardeşlerimiz gazilere tanınan sosyal ve ekonomik haklardan ne yazık ki istifade edememektedir. Maluliyet oranı yüzde 40’ın altında olup da gazi sayılmayan mağdur kardeşlerimizin ellerinden tutmanın, maruz kaldıkları adaletsizliğe neşter vurmanın, manen kazandıkları unvanı resmen tanımanın ve takdim etmenin zamanı gelmiştir. Canından vazgeçmeye hazır olanlara ne yapsak azdır. Gaziler arasında örtülü ayrımın hakkaniyetli olmayacağı da açıktır. Gazilik müessesini daha fazla sorgulatmadan hak sahibi kardeşlerimize unvanlarının verilmesi ve şeref aylıklarının bağlanması Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin ilk gündem maddeleri arasında yerini almalıdır. Derinleşen ve sürekli genişleyen bu sosyal sorun artık çözümle buluşturulmalıdır. Vücudunda mermi veya onlarca şarapnel parçasıyla gezen kahramanlara gazilik unvanının çok görülmesi hesabını veremeyeceğimiz, izahını yapamayacağımız bir çelişkidir. Çelişkinin girdabında vatan savunmasının tam ve eksiksiz yapılması söz konusu değildir. Malul gazi sayılmayan kardeşlerimiz vazifelerini korkusuzca ifa etmişlerdir. Hepsine müteşekkiriz. Şimdi vazife sırası bizdedir, nitekim Gazi Meclis’in şefkatli iradesindedir. Gaziliğin yüzdesi, oranı, derecesi, onu bunu olmaz, olmamalıdır. Bir kahramanımızın aldığı yaranın oran ve büyüklüğüne bakılarak değerlendirme yapmak, dahası gazi olup olmayacağına karar vermek manevi, tarihi ve ahlaki açıdan tutarlı değildir. Gazilerimizin ve şehitlerimizin emsalsiz fedakârlıkları asla hafife alınmamalı ve unutulmamalıdır. Vatan müdafaasını emanet ettiğimiz kahramanlarımızdan haklarını esirgemek devletimizin ve milletimizin vakarıyla da bağdaşmayacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi malul gazi sayılmayan kardeşlerimizin yanındadır. Vefa göstermemiz gereken kahramanların hak mahrumiyeti yaşamaları kabul edilemez bir durumdur. Milli birliğimizi, milli güvenliğimizi, milli bekamızı muahafaza için gerek yurt içinde gerekse de yurt dışında cesaretle mücadele edip vücudunun herhangi bir yerinden küçük veya büyük yara alan her Gazimiz başımızın tacı, bağımsızlığımızın kemer taşıdır. Gaziliğin bir adım sonrası şehadettir. Gazilik düşmana meydan okuyan, korkuya savaş açan inanmış bir yüreğin simgesidir. “Ölürsem şehit, kalırsam gazi”yim diyen bir milletin kahraman neferlerini daha fazla sukutu hayale uğratmamak lazımdır. Elbette ve gönül huzuruyla gazilerimizi her zaman, her şart altında destekleyeceğiz. Aziz şehitlerimizin emanetlerine sahip çıkacağız. Bu vesileyle terörle mücadele esnasında şehit düşen kahramanlarımıza gufranıyla ve merhametiyle muamele etmesini yüce Rabbim’den diliyorum. 19 Eylül Gaziler Günü münasebetiyle tüm gazilerimize uzun, huzurlu ve sağlıklı bir ömür diliyorum. Devletimizin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü minnet ve rahmetle anarken, mücadeleleriyle Türk tarihine altın harflerle yazılan gazilerimizin hayatta olanlarına saygılarımı sunuyor, vefat edenlere Allah’tan rahmetler niyaz ediyorum. Aziz Dava Arkadaşlarım, Değerli Basın Mensupları, Tarihe bakmadan ilerlemenin kuşaklar arasında telafisi mümkün olmayan kopukluklara yol açacağını bilmek, buna dayanarak milletler mücadelesinde mukayeseli üstünlükler kazanmak Anadolu coğrafyasındaki varlığımızı daha da kökleştirecektir. Üzerinde yaşadığımız vatan topraklarının asırlara sari maddi ve manevi zenginliği küresel emperyalizmin iştahını kabartmakta, işlevsel husumetini kamçılamaktadır. Malazgirt’ten buyana kapanmamış hesaplar vardır. İstanbul’un fethinden bugüne körüklenen nefret salgını ve intikam hırsları maşeri vicdanın malum-u alisidir. Bugün yaşanan ne varsa dünün sonucudur. Ülkemizi ve milletimizi sarıp sarmalayan, yorup hırpalayan, sıkıp bunaltan hadiseler akışının bir yanda tarihsel bağlamı, diğer yanda da dış bağlantısı olduğunu ileri sürmek asla yanlış bir mütalaa sayılmayacaktır. İsrail’in, Gazze’de mazlumları katledip soykırım suçu işlerken, eşzamanlı olarak Türkiye’nin tepki, itiraz ve direncini zayıflatmak, iç cepheyi sarsmak, devşirdiği iş birlikçileri silah gibi kullanmak maksadıyla her yola müracaat ettiğini söylersek hatalı bir tespitte bulunmuş olmayız. Batı Şeria’da İsrail güçlerinin açtıkları ateş sonucunda hayatını kaybeden ve Aydın Didim’de toprağa verilen Ayşenur Ezgi Eygi kızımıza, katledilen Filistinli kardeşlerimize Allah’tan rahmetler diliyorum. Güney sınırlarımız boyunca tam 1,5 asırdır tahrik ve teşebbüsü yapılan terör ve haydut devlet kurmanın yolu Türkiye’nin içine kıvrılması, enerjisini israf etmesi, milli birlik ve kardeşlik bağlarının çürümesidir. Özelde İsrail’in, genelde emperyalizmin garnizon devletini ve ileri karakolunu inşa etmenin anahtarı Türkiye’nin pısması, sinmesi, sessizliğe gömülmesidir. Yunanistan Savunma Bakanı’nın, gayri askeri statüde olup burnumuzun dibindeki Meis Adası’na askeri heyetle gelerek alçakça meydan okuması, dedeleri gibi deniz dibine özlem duyması, korkakça parmak sallaması zamanlama itibariyle tesadüf değildir. Ege, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta küresel senaryoların tatbik ve tecelli edebilmesi ancak ve ancak Türkiye’nin aczi, ataleti, kutuplaşması ve takatten düşmesiyle mümkündür. ABD’nin Irak’tan çekilme kararına rağmen, bu ülkenin kuzeyine asker konuşlandırması, Suriye’nin kuzeydoğusunda yeni üsler kurup, mevcut üsleri takviye etmesi, biri inen biri kalkan kargo uçaklarıyla silah ve mühimmat yığınağını artırması, PYD/PKK/YPG’nin Türkiye’ye saldırı için hazırlık içinde olmaları gizli saklı bir şey değildir. Bu nedenle Türk milletinin ve Türk devletinin mücavir bölgelere ve küresel mütehakkim projelere müdahil olamayacak derecede iç sorunlarla boğuşması kurgulanmaktadır. Rusya-Ukrayna savaşı kızışırken, NATO-Rusya savaşı ihtimal halinde masada duruyorken, ABD-İngiltere ortak yapımı çatışma iklimi canı tutuluyorken ülkemizin siyasi ve ekonomik tartışmalarla kaynaması, daha vahimi hiçbir vicdanın onaylamayacağı münferit olayların üst aklın tazyikiyle gündemde tutulması boşuna değildir. Parasını ödememize rağmen yaptırım kararlarına takılan F-35 savaş uçaklarından 32 adedinin, Ukrayna’nın sınır komşusu Romanya’ya ABD tarafından satılacak olması sinsi bir hazırlığın işareti değilse nedir? Dünya genelinde aktif ve yaygın halde bulunan 800’e yakın ABD üssü güncellenmiş yeni sömürgeciliğin sembolü ve sancılı ayak sesleri değilse acaba nedir ve nasıl yorumlanmalıdır? Müesses uluslararası siyasi ve ekonomik sistem zora dayalı ve tehdit diliyle yeniden tasarlanmaktadır. Coğrafyalar silahların gölgesinde, paylaşım kavgalarının göbeğindedir. İki gün evvel Lübnan’da yaşanan İsrail kaynaklı dijital saldırı ve bu kapsamda çağrı cihazlarının uzaktan patlatılması tehdit algılarını zirveye çıkarmıştır. Kullanılan cep telefonları bile risklidir ve dikkat gerektirmektedir. Doğası gereğince tarafsız olmayan teknolojik serpilme ve sıçramalar hakim güçlerin denetimi altında felaketleri mayalandırmakta, düşmanlıkları katlamaktadır. Artık hiçbir yer güvenli değildir. Artık hiçbir şey de eskisi gibi olmayacaktır. Haritaların yeni baştan çizilmesi, mahkûm ülkelerin ve mazlum toplumların sömürü çarkında daha da öğütülmesi amacıyla sıcak çatışma ve savaşların refakat ettiği masa başı cinnet ve cinayet mesaisi yoğunlaşmıştır. Kısaca temas ettiğim yüksek tehdit ve tehlikeler gittikçe mesafe alıyorken Türkiye’mizin; bayatlamış, kapanmış ve geride bırakılmış kronik tartışmaların tekraren baskı ve dayatmasına maruz bırakılması dışarıdan güdümlü şirret oyunun ara istasyonudur. Bir kısım Kara Harp Okulu öğrencisinin kılıçları çekerek ettiği korsan yemin ve ardı sıra yaşanan cepheleşmeler huzur ve sükûnetimizi, birlik ve beraberliğimizi darboğaza itecek kadar etki yapmıştır. Aziz Atatürk etrafında palazlanan söz düelloları, milli güvenlik sorunu haline gelen sosyal medya infaz ve ifşaları, inanan-inanmayan, laik-anti laik rekabetleri, etnik ve mezhebi kışkırtmalar bilhassa küresel güçlere ve kapalı devre çalışan örgütlere ümit bağlayan muhalefet partilerinin geçim kapısı haline gelmiştir. Dışarıda bileğimizi bükemeyenler, Türkiye’nin yükselişini çekemeyenler, uyanan devi hazmedemeyenler içeride zaaflarımızı kaşımakla, rehavetimizi kollamakla, milli ve manevi güven iklimimizi zehirlemekle meşguldür. Son zamanlarda yaşananlar, ortalığa saçılan olaylar ve bunların medya aracılığıyla psikolojik harekât biçiminde servis edilmesi kesinlikle normal değildir. Milli mukavemeti kırmak için zillet içinde yuvarlanan kukla muhalefet, ziyan içinde olan diğer muhbir unsurlar tetikçilik ve teşrifatçılık yapmaktadır. Anlaşıldığı kadarıyla, CHP Genel Başkanı hayal tacirliğini, boş keseden atıp tutmayı siyaset zannedecek kadar hayatın ve hadiselerin gerçeklerinden uzaklaşmıştır. Özgür Bey’in 31 Mart seçimlerinden sonra “erken seçim istemeyeceğiz” açıklaması mıh gibi hafızalara kazınmışken, bunun üzerinden çok geçmeden 2025 yılının Kasım ayında erken seçim çağrısını telaffuz etmesi akıl tutulması ve hayal tutsaklığıdır. “Sandığı getirip iktidara geleceğiz” diyen bu ayarsız zatın deli saçması vaadi ise bir litrelik rakının 140 liraya inmesinden başka bir şey değildir. Mavi Vatana masal diyen siyasi sefalet iyice azıtmıştır. Türkiye’nin muhalefet sorunu habis ura dönmüştür. CHP’ye oy veren kardeşlerim bu patolojik yönetim anlayışına gerçekten müstahak görülmemelidir. CHP’nin altı okundan devletçiliği mora ve yeşile boyamaktan bahsedenlerin aslında kendilerine yakışan rengin pembe olduğunu buradan hatırlatmak samimi düşüncemizdir. DEM’lenmiş CHP ve diğer yedekleri Türkiye’nin iç cephesini düşürmekle tembihli ve görevlidir. Bu sayede bölgesel ve küresel tehditlere müsait hale gelecek olan ülkemiz gerisin geriye Sevr şartlarına sürüklenecektir. CHP yönetimine hâkim olan sadece cehalet, sadece ihanet, sadece melanettir. DEM’in ve PKK’nın bölücülük mahzeninde gönüllü esarete heveslenen bu partinin Türkiye’nin milli tezlerine sahip çıktığı, hükümranlık haklarını savunduğu görülmüş, duyulmuş şey değildir. Tahrikleriyle siyaseti geren ve milletimizin huzurunu kaçıran DEM’lenmiş CHP, geldiğimiz bu aşamada vahim bir sorundur, bu sorun demokrasiyi ve siyasi ahlakı zedelemektedir. İç işgal cephesinde koçbaşı pozisyonu alan CHP’nin aklı yerli değildir, iradesi milli değildir, idaresi ve iddiaları doğru ve düzgün hiç değildir. Özgür Özel, geçtiğimiz günlerde Anayasa’nın ilk dört maddesiyle ilgili şahsımın görüşünü merak etmiş, Hüda-Par’a ne diyeceğimi sormuş. Aklınca kurnazlık yapan, dedikodu üreten, siyasi işportacılığa özenen Özgür Beyin bildiği kadar bizim unutmuşluğumuz vardır. Usul ve üslup bilmeyen, gecesi başka gündüzü başka olan, gözleri fel fecir okusa da feleğin çemberine yakasını ve yarınlarını kaptıran bu siyaset defosunun önce DEM ve PKK’yla illiyet, irtibat ve iltisağını anlatması daha makul ve daha mantıklı olacaktır. Milliyetçi Hareket Partisi’ne Anayasa’nın ilk dört maddesiyle ilgili soru sormak, bu kapsamda teste tabi tutmak, yoklama yapmak elbette hiç kimsenin hakkı, harcı ve haddi değildir. Kim olursa olsun, hangi mevkide bulunursa bulunsun, Anayasa’nın ilk dört maddesine şaşı bakanlar ve şaibeli tavır gösterenler bizim için yok hükmündedir, ciddiye ve muhatap alınmaya değecek hiçbir yanları da yoktur. Milliyetçi Hareket Partisi “dördüncü madde değişsin, diğer üç maddeye bir şey demiyoruz” sözlerini, kale olsun ama surlara gerek yok diyen mağlup ve meczup anlayışla bir ve aynı görmektedir. Özgür Bey’in bize soru sormak yerine böylesi bir bayağı ve sakat tartışmanın neden ve niçin gündemde tutulduğunu, kırılgan bir zamanda hangi niyetle polemik malzemesi yapıldığını kendisinden başlamak kaydıyla itiraf etmesi akla ve adamlığa en yatkın, en uygun seçenektir. Anayasa’nın dördüncü maddesinden hareketle ilk üç maddeyi değiştirmeye yeltenecek ve buna muvaffak olacak bir bedhahta bu dünya gözüyle müsaade etmemiz ve çanak tutmamız imkansızdır ve emel sahipleri kendilerine mutlaka çeki düzen vermekle mesuldür. Milliyetçi Hareket Partisi; sivil, demokratik, insan hak ve hürriyetlerine dayanan, devletin ve milletin hukuksal omurgasını belirleyecek, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’yle uyumlu, geniş katılımcı bir anayasa hazırlığı için müspet ve yapıcı tutumunu korumaktadır. Anayasanın ilk dört maddesine ve cumhuriyetimizin kuruluş ilkelerine sadık kalınarak zamanın ihtiyaçlarına dinamik ve kalıcı cevaplar verebilen anayasa yapılmasının yanındayız. Yeni anayasa hazırlığı süratle tamamlanmalı, sonuçta milletimiz ve ülkemiz yeni yüzyılda bu tartışmayı düğümlemelidir. Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, sorumluluktan kaçmayan, elini taşın altına koymaktan sakınmayan sivil toplum kuruluşları ve siyasi partilerle bu tarihi görevi yerine getirmeye hazır ve kararlıdır. Değerli Basın Mensupları, Türkiye günlerdir çok acı verici iki olayla çalkanmaktadır. Bunlardan birincisi, Diyarbakır’ın Bağlar ilçesi Tavşantepe Köyü’nde sekiz yaşında hayattan kopartılan ve cansız bedeni bir dere kenarında bulunan Narin yavrumuz, diğeri de Tekirdağ’ın Malkara ilçesinde dilimin söylemeye varmadığı vahşete maruz kalan Sıla bebeğin dramıdır. Bu sabilere kıyanların en ağır bedelleri ödemesi adalet ve hukuk namusudur. Milletimiz alenen işlenen insanlık suçları karşısında müteessir, öfkeli ve infial halindedir. Narin ve Sıla yavrularımız hepimizin ve herkesin yüreğine ateş düşürmüştür. Narin’i hunharca katlettiler. Allah rahmet etsin diyorum. Sıla’yı mahvettiler. Şifa bulmasından başka ne diyeceğimi de maalesef bilemiyorum. Cinayetin ve diğer barbarlığın detaylarını elbette anlatacak değilim. Türk adaleti canilerin yakasından mutlaka tutacak, Narin’in ölümünde parmağı olanlar, Sıla’ya kast edenler ümit ederim ki güneş yüzü görmeden kapatıldıkları karanlık hücrelerinde çürüyüp gideceklerdir. Özellikle Narin yavrumuz 29 gündür bilinçli bir şekilde medyanın ve fırsatçı mihrakların istismar konusu yapılmıştır. Jandarma ve polislerimiz devrededir. Savcılarımız görevlerinin başındadır. Devlet suçluların peşindedir. Dünyanın her yerinde yaşanan bir vahşet ülkemizde de görülmüştür. Narin yavrumuz Norveç’te doğsaydı ne olurdu diyerek Türkiye’yi kötülemeye ve değerler sistemimizi lekelemeye gayret edenlerin art niyetli oldukları bariz ve bellidir. Norveç’te nasıl cinayetlerin işlendiğini, en son olarak Fransa’da nasıl bir tecavüz vandallığının deşifre edildiğini uyanık şuurlu her vatandaşımız yakinen bilmektedir. Sisli günlerde ülkesini ve milletini sürekli aşağılayanlar bize göre yabancıların kurşun askerleridir. Sözde aydın ve uzman yorumcuların adli ve kolluk görevini gıyaben üstlenerek televizyon ekranlarında bilirkişilik taslamaları, ifade tutanaklarının periyodik olarak sızdırılması maneviyat cephemizi ve ahlak siperimizi parçalamayı amaçlayan keşif adımlarıdır. Devletin yetkili kurumlarından görevlendirilmiş isimlerin kamuoyunu doğru, zamanında ve gerektiği hallerde bilgilendirmeleri, çatlak seslerin ortalığı bulandırmasını engellemeleri muhakkak surette sağlanmalıydı. Televizyon kanallarında günlerdir yapılan yayın ve çarpıtmaların hepsi birden hukuki süreci baltalamış ve ne hazindir ki magazinleştirmiştir. Türkiye’nin Tavşantepe ile Malkara arasına sıkıştırılması kasıtlıdır. Narin kızımızın can verişini etnik kökenle, dinimizle veya toplumsal dinamiklerle temellendirmeye kalkışanlar ahlaksızdır, provokatördür, başka hesaplara hizmet eden sübjektif ajanlardır. Türkiye’yi cinayetler ülkesi göstermek, bireysel ve toplumsal şiddetin merkezi olarak yorumlamak ve bunu da dolaylı olarak Türk-İslam kültürüne bağlamak ifiradır, kalleşliktir, namertliktir. Aile kurumuyla ilgili endişelerimizin varlığı bilinen bir husustur. Bu nedenle geçen hafta sonunda partimizin “Aile Çalıştayı” düzenlemesi haklı endişelerimizin sonucudur. Ayrıca Milliyetçi Hareket Partisi AR-GE bünyesinde kurulan, aralarında akademisyenlerimizin, uzmanlarımızın ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerimizin yer aldığı bir komisyon eliyle bireysel ve toplumsal şiddetin tüm yönleri incelenerek buna karşı hangi tedbirlerin alınacağı gecikmeksizin belirlenecektir. Tehlikeli boyutlar kazanan şiddet ateşinin derhal sönmesi, yeni yüzyılda güçlü, huzurlu, güvenli ve refahla donanmış Lider ülke Türkiye’nin ihyasını hedefliyor ve bu maksatla var gücümüzle çalışıyoruz. Şiddetin son bulması için seferberlik ruhuyla ve topyekun harekete geçilmesi çok acil bir ihtiyaçtır. Sokaklarında güven içinde yürünen, her insanımızın birbirine saygı ve sevgi duyduğu, nezaketin ve zarafetin hakim olduğu, Allah’tan korkan, kuldan utanan, insani değerlere hürmet gösteren huzurlu bir Türkiye, aynı şekilde huzurlu insanlık amaç ve arzumuzdur. Narin yavrumuzu istismar edip bölücülüğün propagandasını yapanlar, Türk-Kürt ayrımını telaffuz edenler; öncelikle bölücü terör örgütü için devşirdikleri ve dağda teröristlerin tacizlerine maruz kalan küçük kızlar ile günahsız çocukların hesabını verecek namuslu tavrı göstermelidirler. Unutmayalım ki, vatan sevgisi olmayanda insan sevgisi olmaz, olamaz. Türk ve Türkiye düşmanlarının vesayeti altında bulunan bölücü mihrakların küçücük ve masum bir bedeni melun çıkarlarına alet etmeleri hiçbir kitaba, hiçbir insanlık değerine sığmayacak seviyesizlik, iğrençlik ve utanmazlıktır. Bu duygu ve düşüncelerle, sözlerime son verirken, toplantımıza katılan her basın mensubumuzu, her dava arkadaşımızı ve televizyon ekranlarından bizleri takip eden aziz vatandaşlarımızı içtenlikle selamlıyor, saygı ve sevgilerimi sunuyorum. Sağ olun, var olun diyorum.
|