20.07.2010 - TBMM Grup Toplantısı Konuşması.
Ana SayfaAna Sayfa  

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli'nin
TBMM Grup Toplantısında Yapmış Oldukları Konuşma.
20 Temmuz 2010

 

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Muhterem Basın Mensupları,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Konuşmama başlamadan, bundan 36 yıl önce Kıbrıs Türklüğü’nün Rumların baskı ve zulmünden kurtarılmasının ve özgürlüklerine kavuşturulmasının bir yıl dönümünü daha gururla yad ediyorum.

Dileğim, Kıbrıslı soydaşlarımızın hür, bağımsız ve müreffeh olarak kendi ayakları üzerinde duracakları güçlü bir devleti ve toplumu oluşturmaları ve ilelebet var olmalarıdır.

Kıbrıs Türklüğünün hak ve hukukunun her şart altında takipçisi olacağımızı, bu milli davanın ilk günkü inancını ve heyecanını koruyarak, çözülmeden, yıkılmadan ayakta kalmasının mücadelesini vereceğimizi bu vesile ile bir kez daha hatırlatmak istiyor ve milletimizi kutluyorum.

Muhterem Milletvekilleri,

Bugün yapacağımız çalışmayla Milliyetçi Hareket Partisi Meclis Grubunun 23.dönem 4.Yasama yılındaki son toplantısını gerçekleştirmiş olacağız.

Ülkemizin yoğun gündeminin toplumun her kesimini derinden etkileyeceği yaz ayları boyunca, üzerinde asıl önemle durulması gereken 12 Eylül 2010 tarihinde, Ramazan Bayramından hemen sonraki gün yapılacak Referandumdur.

1 Ekim 2010 tarihinde başlayacak olan 5.yasama yılına kadar geçecek bu süre içinde, öncelikle seçim çevrelerinizde bulunarak toplumu aydınlatma ve uyarma görevinizi yapmalısınız.

Ülkemizin önüne konan tehlikeler karşısında beklenen gelişmeleri anlatmalı, hükümetin artık iflas etmiş icraatlarını, ülkemizi içine düşürdüğü dar boğazı, yalan ve istismarla geçen yılların gerçekleri ile milletimizi yüzleştirmelisiniz.

Bütün bunların yanı sıra, partimizin 4.yasama yılında TBMM çatısı altında verdiği mücadeleyi, ülkemizin temel meseleler karşısındaki duruş ve görüşlerini yüz yüze anlatma fırsatını da bulacaksınız.

12 Eylül 2010 tarihinde milletin iradesine sunulan AKP Anayasası’na vereceğimiz hayır oyunun gerekçelerini, bu değişiklik teklifinin ardında yatan oyunları bütün yönleriyle izah ederek büyük bir uyanışı sağlayacaksınız.

Bu fırsatı değerlendirerek partimize olan teveccühü artıracağınızı, mensuplarımızı aydınlatacağınızı ümit ediyor ve sizlere güveniyorum.

Değerli Milletvekilleri,

23. Dönem 4. yasama yılı da maalesef bundan öncekiler gibi ülkemizin temel sorunlarının çözülemediği sancılı bir sürecin devamından başka bir anlam taşıyamamıştır.

Tek başına iktidar olma fırsatı yakalayan AKP’nin, sekiz yıla yaklaşan yönetiminde, bu yılda da bir önceki yılı aratan gelişmelere şahit olunmuştur.

22 Temmuz 2007 Milletvekilliği Genel seçimlerinde elde ettiği çoğunluğu, demokratik bir imkan olmaktan ziyade, başına buyruk anlayışına malzeme yapan AKP zihniyeti, bu alışkanlığını maalesef bu yasama yılında da sürdürmüştür.

Temel milli meselelerindeki inanç ve vizyon eksikliğinin bütün emareleri AKP’de bu yıl da görülmüş, taviz ve teslimiyetle yürütülen iki yüzlü politika bu döneme de damgasını vurmuştur.

Varlık nedeni istismar ve gerilim olan bu zihniyetin seferber ettiği mihraklar, her fırsatta “öteki” yaratarak varlıklarına meşruiyet kazandırmak için sanal çatışma ve kutuplaşmalara hız vermişlerdir.

Giderek acziyeti ortaya çıkan yönetim beceriksizliği bütün yönleriyle belirgin hale gelmiş, devlet yönetiminde ölçü ve ayarlar kaçmıştır.

Ekonomi alanında umut tacirliği ve teğet geçme söylemleri yerini hayatın ve krizin gerçeklerine bırakmış, işsizlik ve yoksulluk büyümüştür.

Bölücülük son on yılın zirvesini yapmış, terör eylemleri alabildiğine tırmanarak çok ciddi çatışma ve ayrışma tehdidini karşımıza çıkarmıştır.

AKP zihniyeti, hayatın her alanında yaşadığımız yıkımın gözlerden kaçırılması ve maskelenmesi için bahar aylarından itibaren Anayasa değişikliklerini araya sıkıştırmış ve kendi anayasasını dayatma yanlışına düşmüştür.

Sonuç itibariyle, tamamen heba olmuş bu kayıp sürecin sonunda;

  • Toplumsal kardeşlik duygularımız bizzat Başbakan’ın etnik tahrikleriyle ağır yaralar almış,
  • Geride kalan kutuplaştırıcı çatışma alanlarına referandumla bir yenisi daha eklenmiş,
  • Terörün tehdidi altında ve AKP teşvikleriyle milli varlık ve kimliğimiz tartışılır hale gelmiş,
  • Sözde iyi şeyler olacak diye beklenen gelişmeler, şehadetlerle son bulmaya başlamış,
  • Fırsat ve çözüm diye çıkılan yolda ağır bir terör dalgası toplumun her yanını sarmış,
  • Devlet, kurumların birbiriyle kavgalı hale geldiği, erklerin birbirinin görev alanına girdiği “krize” sürüklenmiş,
  • Hükümet, hezimetleri başarı diye yutturmaya çalışıp kendi hanesine yazmaya uğraşırken; rezaletleri hamaset ve laf kalabalığıyla yok farz ederek yapay sorumlular ve bahaneler arayarak, milletin bir yasama yılını daha israf etmiştir.

Ağır bir ekonomik kriz, sosyal buhran ile mübarek Ramazan ayının yaklaştığı günlerde aziz milletimiz, dünden daha yoksul, daha işsiz, daha muhtaç, daha çaresiz, daha tedirgin ve daha ümitsizdir.

Bunlar, aklı tutulmamış, vicdanı kararmamış, cüzdanından kiralanmamış, ahlakını kaybetmemiş hiç kimsenin yanlış, hatalı veya abartılı bulacağı tespitler değildir.

Takdir edersiniz ki, bu karanlık Türkiye manzarasının tek sorumlusu ve müsebbibi vardır: Başbakan Erdoğan ve AKP hükümetleridir.

Bütün bunlar yaşanırken elbette ki Milliyetçi Hareket Partisi de yüksek bir şuur ve kararlılıkla meselelere nüfuz ederek çalışmalarını sürdürmüştür.

Hem Mecliste olmanın sorumluğunu duyarak, hem de milletimizin yegane güvencesi olarak uyarılarını yapmıştır.

Vatandaşımızın kendisine verdiği yetki ve sayısal güç çerçevesinde gece gündüz demeden görevini gerçekleştirmiştir.

Özellikle milli beka, milli kimlik ve temel uluslar arası meselelerde tam bir inançla, güçle ve kararlılıkla mücadele vermiştir.

İnancım odur ki, bu çalışmalarınız milletimize, geleceğe güvenle bakması noktasında ümit verici olmuştur.

Haklı, meşru ve milli bir müdafaanın tarafı olan partimizin ve sizlerin duruşu tarihe altın harflerle yazılacaktır.

Yeni dönemde de başarılı çalışmalarınızın artarak devam edeceğine yürekten inanıyor, hepinize teşekkür ediyorum.

Artık oyun bitmiştir.

Topyekun bir çöküş, çürüme ve çözülme sürecine sokulan, uçurumunun kenarına sürüklenen Türkiye, tarihi bir yol ayrımındadır.

Türk milleti için, ülkesinin ve devletinin milli varlığını ve geleceğini yakından ilgilendiren karar anı gelmiştir.

12 Eylül 2010 tarihindeki AKP Anayasa’sının referandumu, bir beka sorunuyla karşı karşıya bulunan Türkiye’nin kaderini belirleyecek dönüm noktası olacaktır.

Bu ağır ortam ve şartlar altında, Türkiye’nin milli birliğinin, kardeşliğinin ve huzurunun temel harcı ve teminatı olan Milliyetçi Hareketin mensuplarını milli bir görev beklemektedir.

Hepinizin bunun bilincinde bulunduğunuzu, önümüzdeki referandum sürecinde üzerinize düşen görevi layıkıyla yerine getirmeye hazır ve kararlı olduğunuzu biliyorum.

Türk milleti Başbakan Erdoğan ve arkadaşlarını bu tarihi hesaplaşma için 12 Eylül günü sandık başında sabırsızlıkla beklemektedir.

Başbakan’ın ve AKP hanedanlığının son çırpınışları nafiledir, beyhudedir.

Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,

Sekiz yıla yakın bir süredir Başbakan Erdoğan ve AKP kabusunun üzerine çöktüğü ülkemiz, bu yıkıcılığın tahribatını, sancılarını ve travmasını yaşamaktadır.

Hayatın her sahasında sürekli kan ve derman kaybeden Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en ciddi bunalımlarına, en karanlık ve acılı dönemine sürüklenmiştir.

Milletimiz, siyasetten ekonomiye, güvenlikten dış politikaya, toplumsal dayanışmadan sosyal huzura kadar uzanan her alanda ağır bir yıkımın tehdidi altındadır.

Bugün karşımızda;

  • Siyasi, ahlaki ve hukuki meşruiyetini bütünüyle kaybeden,
  • Siyasi amaçlarla içini boşaltmadığı hiçbir değer kalmayan,
  • Hukuk ve kanun dışı yollara sapmayı mubah gören,
  • Sivil diktatörlük kurmaya, bunun için sivil darbe yapmaya hazırlanan ilkesiz ve inançsız bir hükümet vardır.

Ülkemiz geçmişte, başarısızlıklarını geride kalmış yönetimlerden aldıkları kötü mirasa bahane bulan Başbakanları görmüştür.

Dünyadaki gelişmelerin olumsuz gidişatını başarısız siyasetine gerekçe arayan, Başbakanlar da görmüştür.

Ancak, sekiz yılda yapamadıklarının bahanesini muhalefete atan bir garabete de milletimiz ilk kez şahit olmaktadır.

Hükümet AKP’dedir, TBMM çoğunluğu AKP’dedir, devlet güçleri AKP kontrolündedir.

Ancak başarısızlıkların sorumlusu Başbakan’a göre muhalefettir.

Bunun mantıkla, ahlakla ve siyaseten izahı artık mümkün değildir.

Bu tükenmiş müflis siyasetin elinde sinir uçlarıyla oynanan, ihanet ve husumet kuşatması altına alınan Türkiye, adeta sabırla imtihandan geçmektedir.

Ülkemizin karşısındaki tehlikeler, tehditler ve tuzaklar çok ciddidir, çok açıktır ve çok yakındır.

Bugün hükümetin içine düştüğü çukurun seviyesi giderek derinleşmektedir.

Karakollar taranmakta, polis noktalarına kurşun yağdırılmakta, roketler polis araçlarına atılmaktadır.

İlçeler basılmakta, döşenmiş mayınlar patlatılmakta, asker ve polis güçlerine saldırılar tırmanmaktadır.

Sokaklarda eylemler gerçekleşmekte, isyan provaları yapılmakta, alenen ayrılma tehditleri her ortamda ve hükümetin gözünün içine baka baka tekrarlanmaktadır.

Bu vahim gelişmeler karşısında Başbakanın derdi asla terör değildir, şehadet değildir, can kayıpları değildir.

Ortaya yayılan koku, teröristi hasretle kucaklayan, törenle karşılayan bir zihniyetin şehitlerimizin uğurlama törenlerini aşağılayan ahlaki çürümüşlüğün kokusudur.

Bu kokunun ardında, teröristin silahını elinden alamayan, almak da istemeyen kimliksiz zihniyetin silueti saklanmaktadır.

PKK’nın paçavralarını indiremeyen, teröre teslim olmuş aciz bir Başbakan karşımızdadır.

Buna karşılık, bu zihniyet, partimizin binalarındaki pankartları, hükümet uşağı olmuş valiler eliyle gece yarısı indirmenin telaşı içindedir.

  • Başbakan ve adamlarının derdi, bölünme, ayrışma değildir.
  • İhanet provalarına müdahale etmek, paçavraları önlemek hiç değildir.
  • Bütün dertleri, partimizin duruşudur, tepkisidir, sloganlarıdır.
  • Bütün korkuları, Milliyetçi Hareketin büyümesi ve iktidara gelmesidir.
  • Bütün kaygıları, Türkiye sevdalılarının ayağa kalkarak Büyük Ortadoğu Projesinin Eşbaşkanı’nı hesaba çekmesidir.

İşte, bu zihniyetin anladığı ve aradığı demokrasi anlayışı budur.

İşte, bu anlayışın sahte özgürlük beklentileri bunlardır.

Bunların hazırladığı anayasa da bu anlayışın ürünüdür.

Ancak buradan Başbakan Erdoğan’a seslenmek isterim ki:

  • Belki, kolluk gücüyle partimizin pankartlarını indirmek isteyebilirsin.
  • Belki, hükümetin emrine girmiş şarlatan yöneticilerle bizi susturacağını sanabilirsin.
  • Belki, devletin yayın kuruluşunu yirmi dört saat emrine alabilirsin,

Bunların hepsi mümkün olabilir ve sana da yakışır.

Ancak, gönlümüzdeki vatan sevgisini nasıl söndüreceksin?

Ruhumuzda bayraklaşmış millet sevdasını nasıl indireceksin?

Ve bir çığ gibi büyüyen hesap sorma inancımızı nasıl durduracaksın?

Yaptıkların bizi korkutmayacağı gibi, sadece öfkemizi artırır.

Yaptıkların bizi yıldıramayacağı gibi, yalnızca inancımızı tazeler.

Sana inat, memurlarına inat, hükümete inat, doğru yaptığımızı, doğru yerde olduğumuzu, doğru yöne ilerlediğimizi gösterir.

Buradan ihtaren hatırlatırım ki;

  • Aydın’da İl Başkanlığımıza yapılan saldırı tamamen keyfi ve haddi aşan bir kanunsuzluktur.
  • Bunu yapanın ve yaptıranın başbakan, bakan veya vali olması bu küstahlığı ve hakareti asla değiştirmez.
  • Partililerimiz, görevini yapmaktan başka bir amacı olmayan fedakar polislerimizle karşı karşıya gelmeyerek planlanan tuzağa düşmemişlerdir.

Bu oyunun parçası olan basiretsiz il valisinin Aydın’da görev yapma zemini ve şartları bütünüyle ortadan kalkmıştır.

Ve konu özürle telafi edilemeyecek kadar önem ve ciddiyet kazanmıştır.

Aydın ilinde, tarafsız ve hakkaniyete saygılı, siyaset üstü düşünen ve çalışan, liyakatli bir mülki amirin görevlendirilmesi artık kaçınılmaz hale gelmiştir.

Milliyetçi Hareket Partisi konunun çok yakından takipçisi olacak ve asla unutmayacaktır.

Buradan açıklıyor ve müjdeliyorum ki,

Anayasa değişikliklerine  “hayır” mitingimin ilkini Aydın İlinde başlatacağım.

Aydın il başkanlığımın önünde dava arkadaşlarımla ve Aydınlılarla dimdik hazır bulunacağım.

Benimle aynı inancı paylaşan, aynı heyecanı duyan ve yönetime ders vermek isteyen bütün Egeli kardeşlerimle, Efelerle, Zeybeklerle bu meydanda kucaklaşacağım.

Ve inanıyorum ki Aydından çıkacak gür ses dalga dalga Türkiye’ye yayılacaktır.

Bir çığ gibi büyüyecek ve önüne çıkacak bütün melanetleri silip süpürecektir.

Ve işte o gün geldiğinde, kimlerin bizlere engel olma gafletine düşeceğini de hep birlikte yaşayacak ve akıbetlerini göreceğiz.

Değerli Milletvekilleri,

Milliyetçi Hareket, yaşanan bugünkü siyasi süreçte ciddiyet, samimiyet, tutarlılık ve dürüstlük sınavından geçen tek siyasi parti olmuştur.

Türk milleti bu ilkeli duruşumuzu elbette takdir edecektir.

Referandum sürecinde bu konuda alnımız ak, başımız dik, vicdanımız rahattır.

Şimdi herkes Türk milletinin karşısına ve huzuruna çıkacaktır.

Başbakan Erdoğan’ın başlattığı “hangi yüzle halkın karşısına çıkacaklar” tartışmasının bu bakımdan bizi ilgilendiren bir yönü yoktur.

Milliyetçi Hareket Meclis’teki ilkeli ve dik duruşunu şimdi Anadolu’ya meydanlara, sokaklara ve salonlara taşıyacaktır.

Burada asıl merak konusu olan, Türk milletine sekiz yıla yakın bir süredir cehennem azabı çektiren Başbakan’ın hangi yüzle meydanlara çıkacağıdır.

Halkoyuna sunulan Anayasa değişikliklerine olumlu bakan vatandaşlarıma, bu paket içinde ne olduğuna, bu tuzakta nelerin bulunduğuna değil, öncelikle nelerin olmadığına bakmalarını öneririm.

Bu Anayasa değişikliğinde;

  • Demokrasi arayışı, hukukun üstünlüğü özlemi ve milli iradeyi hakim kılma isteği yoktur.
  • Milletin hukuku, bağımsız ve tarafsız yargı ve hukuk devleti yoktur.
  • Türk milletinin sorunları ve sıkıntıları yoktur.
  • Yoksulluğa, açlığa, işsizliğe, hayat pahalılığına çözüm yoktur.
  • Çöken tarıma, batan çiftçiye, can çekişen işçi, memur, emekli, esnaf ve sanatkâra çare yoktur.
  • Türkiye’nin milli birliği ve kardeşliği, bin yıldır paylaştığımız ortak milli ve manevi değerler yoktur.

Hesap başkadır. Bunların niyetleri;

  • Yargı bağımsızlığı değil, kendisine bağlı ve bağımlı yargı yaratmaktır.
  • Türk milletine özgürlük değil, etnik bölücülük dayatmaktır.
  • Türk milli kimliğini değiştirmek, devletin temellerini yıkmaktır.
  • Yolsuzluk, vurgun ve hırsızlık için özgürlük alanı açmaktır.
  • Milletin hukukunu savunmak değil, Habur’daki çadır mahkemesinin devamını getirmektir.
  • Düzmece hukuk ile adalet önünde hesap vermekten kaçmaktır.

Bu itibarla tekrarlıyorum ki;

  • Referandum’da hayır, etnik bölücülüğün önünün açılmasına hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır, PKK’nın bölücü taleplerinin açılım adıyla önümüze konmasına hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır, Türk milletinin ayrıştırılması, çatıştırılması ve bölünmesine yönelik tuzaklara hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır, devletin PKK karşısında teslim olmasına hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır; sekiz yıllık AKP yıkım döneminin bütün icraatlarına, yolsuzluk, yoksulluk, yozlaşma, işsizlik ve açlığa hayır demek olacaktır.

Referandum’da hayırın anlamı;

  • Ben, birim beraberim, bir ve beraber yaşamak istiyorum,
  • Teröre teslim olmam, eşkıyaya boyun eğmem,
  • Dayatmalara dur derim, hakaretleri sineye çekmem,
  • İki yüzlülüğe katlanamam, ihaneti birer birer temizlerim,
  • Tüyü bitmemiş yetimin hakkını savunurum, demektir.

Ve nihayet, referandum’da hayırın anlamı;

  • Kaçacak delik aramayın nafile, şehadetlerin hesabını bir bir soracağım demektir.
  • Kurtuluşunuz yoktur, alçakların yakasına yapışacağım, demektir.

Muhterem Milletvekilleri,

AKP hükümetinin terörü coşturan ve silahla sonuç alacağına dair ümit uyandıran tarihi sapmalarıyla 2003 yılından sonra giderek artan ve zirveye ulaşan terör eylemleri herkesin malumudur.

Milliyetçi Hareket Partisi, 2007 yılından itibaren TBMM çatısı altında olmak üzere 2002 yılından bu yana bir muhalefet partisi olarak terör ve bölücülükle mücadelede yapılmasını düşündüğü bütün tedbirleri kamuoyuna açıklamıştır.

Bu açıklamaların yanı sıra, karşımıza çıkacak bütün tehlikeleri öngörmüş, yapılan yanlışların bedelinin ağır ödeneceğini özellikle AKP zihniyetinin yüzüne karşı söyleyerek, gelişmeleri tam bir isabetle tespit etmiştir.

Bu itibarla, ortaya çıkan tehlikelerin uyarılarını geride kalan konuşmalarımızda bulmak ve hatırlamak mümkündür.

  • Milliyetçi Hareket, bölücülükten mahkum olmuşların çıkartılan bir yasa ile salıverilmesine karşı çıkarken, AKP zihniyeti, bu kararların Türkiye’yi rahatlattığını söyleyerek bölücülere demokratik sabırla her şeyin aşılacağının teminatını vermişti.
  • Milliyetçi Hareket, Avrupa Birliğinin vatandaşlarımızın bir bölümünü milli ve etnik azınlık olarak görmesinin tehlikelerine vurgu yaparken; AKP zihniyeti bunu çağdaşlık saymış, Brüksel’den aldığı talimatları uygulamanın hevesiyle bugünkü yıkım noktasına gelmişti.
  • Milliyetçi Hareket, kendilerine barış elçisi adını veren bölücülerin konutlarda ağırlanmasının, sırtlarının sıvazlanmasının yanlış olduğunu söylerken; AKP zihniyeti tarihi adımların atıldığından bahisle PKK ile kucaklaşma yolunu tercih ediyordu.
  • Milliyetçi Hareket, AKP’nin gevşekliğinden istifade ile bölücü başının yattığı yerden doğrularak ilan ettiği demokratik Cumhuriyet zırvasını eleştirirken; Bizzat Başbakan, İmralı Canisine eşlik ederek benzer bir sloganla yola çıkıyor ve demokrasi ile her sorunun kökünden halledileceğini söylüyordu.
  • Milliyetçi Hareket, milletimizi ayıracak, kardeşliğimizi sarsacak etnik tahriklerden kaçının, yazık edersiniz derken; Başbakan ve ekibi, otuzaltıya bölmeye çalıştığı Türk milletini kendi topraklarında etnik kalıntı ve sığıntı olarak tanımlıyorlardı.
  • Milliyetçi Hareket, milletin birliğini bir kez bozarsanız dönüşü olmayan bir yola girersiniz derken; AKP zihniyeti Türk milletinin içinden yeni milletler çıkarmaya götüren çok tehlikeli bir süreci Avrupalılaşma sloganıyla başlatıyordu.
  • Milliyetçi Hareket, ülkemizdeki bölücülüğün bir etnik sorun değil, bir ihanet projesi olduğunu iddia ederken; Başbakan sorunu, bir kimlik arayışı olarak tanımlıyor, terörün siyasi hedeflerini meşru gösteren bir gaflet sergiliyordu.
  • Milliyetçi Hareket, aman zafiyet ve kırılma göstermeyin, terörü azdırırsınız derken; Başbakan “geçmişte yapılan hataları yok saymak yanlış” diyerek teröristlerin beklentilerini  tırmandırıyordu.
  • Milliyetçi Hareket, bu gidişatın ülkemizi ağır bir yıkımla karşı karşıya getireceğini, acilen tedbirler alınması gerektiğini söylerken; AKP zihniyeti “AB’ye giden yola mayınlar döşenmesin” diyerek karşı çıkıp terörün önünü açıyordu..
  • Milliyetçi Hareket, Türk Silahlı Kuvvetlerinin inisiyatif kullanacağı idari düzenlemelere ihtiyacı var derken; Başbakan “ateşle sorun çözülmez, silahlar sussun” diyen PKK işbirlikçileriyle mesajlar gönderiyordu.
  • Milliyetçi Hareket, terörle müzakere olmaz, bunun sonunda yalnızca kan ve göz yaşı artar diye hükümeti uyarırken; Başbakan, “bizimle de görüşecekler” diyen Kandil kadrolarına el uzatıyorlardı.
  • Milliyetçi Hareket, vatan evlatlarımıza sahip çıkmaya çalışırken; AKP zihniyeti “askerlik yan gelip yatma yeri değildir” diyerek Mehmetçiği aşağılıyor, teröristi  alkışlıyordu.
  •       Milliyetçi Hareket, Kandil Dağına bir operasyon yapılmadan sonuç alınamayacağını söylerken; AKP zihniyeti Vaşington’da pazarlık yapıyor ve koordinatörlerle oyalanıp, kuru sözlerle, boş hamasetle günü kurtarmaya çabalıyordu.
  • Milliyetçi Hareket, kanlı küresel zalimlere aldırmayın, dayatmalarına teslim olmayın derken; AKP zihniyeti artık dönüşü olmayan bir teslimiyete girmiş Başbakanlarını deliğe süpürmeyin diye efendilerine yalvarıyordu.
  • Milliyetçi Hareket, “şehitler ölmez vatan bölünmez” derken; AKP zihniyeti PKK’lıların ağzıyla konuşuyordu; “onlara ölü demeyiniz, zira onlar diridirler” diyen mukaddesata inat, şehidimize kelle diyecek kadar alçalıyordu.
  • Milliyetçi Hareket, Peşmerge reislerine mesafeli davran, yüz verme, caydırıcı ol derken; AKP zihniyeti ülkemizi isyan çıkarmakla tehdit eden bu çapulcularla gördüğü yerde kucaklaşıyor, konutlarda ağırlıyor, bulduğu yerde koklaşıyordu.

İkazlarımız saymakla tükenmez. Buna vaktimiz de yetmez.

Bu itibarla, muhalefet yapıcı olsun, muhalefet çözüm önersin, muhalefet elini taşın altına koysun gibi zırvaların hiçbir anlamı ve karşılığı yoktur.

Milliyetçi Hareket Partisi bu konuda söylenecekleri söylemiş ve tarihi uyarılarını yapmıştır.

Bu nedenle gelişen olayların gerekçelerini başkalarında ve başka yerlerde aramaya gerek yoktur.

Bugün olanların özeti, Başbakan Erdoğan’ın;

  • Derinden yaşadığı kimlik bunalımında,
  • Terörü hak talebi olarak gören özürlü bakışında,
  • Küresel katille yaptığı kanlı işbirliğinde,
  • Yabancı başkentlere tam teslim oluşunda,
  • Aşiret reisleri ile hasretle kaynaşmasında,
  • Emel birliği içinde olduğu İmralı ile pazarlıklarında,
  • Ordumuzu Kandil’den uzak tutan hesaplarında ve
  • Açılım denilen yıkımın sekiz yıla yaklaşan yol haritasında aranmalıdır.

Maalesef ki;

  • O gün derin uykuya yatarken dikkate almadıkları uyarılar bugün şehadet olarak önümüze geldi.
  • O gün uyarılarımıza kulak tıkarken düştükleri çukurlar, bugün terörün kazdığı siperler ve mayınlar olarak karşımıza çıktı.
  • O gün kaybettiği kimliği ararken kışkırttığı bölücülük, bugün sokaklarda gösteri, meydanlarda eylem, yörelerde kalkışma olarak yedi buçuk yıl sonra geri döndü.

Karşımızdaki karanlık manzara budur ve sahibi bellidir.

Değerli Milletvekilleri,

Milliyetçi Hareket Partisi’nin gidişat konusunda nasıl kaygılandığını, bugün can kaybı ve isyan denemesi olarak karşımıza çıkanları önceden nasıl fark etmiş olduğunu hepiniz zaten biliyorsunuz.

Alınması gereken tedbirleri zaman zaman kamuoyuyla paylaşmış olduğumuzun bilincindesiniz.

Bu itibarla bizim kimseden gizleyeceğimiz bir görüşümüz olmayacağı gibi, hükümete bu güne kadar söyleyeceklerimizden başka bir tedbiri de gündeme getirmeyeceğimiz bellidir. Şayet olursa da bunu da kamuoyu ile paylaşacağımız açıktır.

Özellikle artan terör olayları nedeniyle geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanlığına sunduğumuz rapor milletimizle paylaşılmıştır.

Öncelikle hükümete düşecek görevlerle, devlet boyutunda yapılması gerekenler hakkındaki genel tespit ve esaslar bu çalışmamızda yer almıştır.

Bölücülük ve terörle mücadelede bu aşamada başlıca önerilerimiz;

  • Kandil bölgesine kara harekâtı yapılması ve örgütün imhası,
  • Irak içinde güvenlik kuşağı oluşturulması,
  • PKK açılımından vazgeçilmesi,
  • Bölgede Olağanüstü Hal ilan edilmesi,
  • Kuzey Irak’a caydırıcılık stratejisinin uygulanması,
  • Teröristbaşının temas kanallarının bütünüyle kesilmesi,
  • Etnik tahriklerin ve ayrımcılığın son bulması, olarak özetlenmiştir.

Buna mukabil, müteakip günlerde, ayrıntılı önerilerimizin Başbakan Erdoğan tarafından uygulanmaya değer bulduğuna dair hiçbir emare görülmemiş olmasına rağmen, ihsas ettiği bizimle görüşme niyeti çelişkili ve kararsız bir üslupla seslendirilmiştir.

Oysa ki, bizim başından beri yıkım adını verdiğimiz ve tahripkar sonuçları bilinen “açılım”dan vazgeçilmedikçe, güvenirliğini kaybetmiş Başbakanla yüz yüze görüşme konusundaki  çekincelerimiz bilinmektedir.

Bu açıdan Başbakan Erdoğan’ın “istişare niyetimiz maalesef MHP tarafından daha en başından reddedilmiştir” ifadesi tamamıyla çarpıtmadır.

Üstelik buna gerekçe olarak kullandığı “gençleri, çocukları, anneleri, babaları Türkiye'nin geleceğini ilgilendiren böyle hayati bir meseleden”  kaçtığımıza yoran sözleri ise bütünüyle aldatmadır.

Şayet Başbakan Erdoğan, zamanında kulak vermiş olsaydı;

  • Biz, bütün uyarılarımızı yüzlerce evladımızı kaybetmeden önce de yapmıştık.
  • Biz, karşımıza çıkacak musibetlerin tehlikesini zamanında defalarca vurgulamıştık.
  • Biz, bu gidişatın felaketle sonuçlanacağının ikazını çok önceden gerçekleştirmiştik.

Bu itibarla Başbakanın sızlanmaları boşunadır, sonuçsuzdur, anlamsızdır.

  • Farklılıkları kaşıyan o, uyarılarımıza kulak tıkayan da o.
  • Etnik kimlikleri tahrik eden o, kaygılarımıza aldırmayan da o.
  • Kandil’den kaçan o, önerilerimizi dikkate almayan da o.
  • Teröristi kucaklayan o, ikazlarımızı dinlemeyen de o.

Ve üstelik terörle tedbir alacak hükümet de onun hükümeti.

Şehadetlere karşı çözüm bulması gereken de hükümetinin görevi.

Bu konunun milli bir sorun olduğu, Başbakan’ın aklına şimdi mi gelmiştir?

Sınırın kapatılmasının gerekli olduğu AKP zihniyetinin gündemine yeni mi düşmüştür?

Bu durum, vizyonsuzluğun, hesapsızlığın sonucu değil midir?

Bu durum, acziyetin ve yetersizliğin ilanı değil midir?

AKP zihniyetinin, kusurların gizlemeye çalışmalarının sebebi de burada aranmalıdır.

Bunlar, sorumluluklarını paylaştırmak istiyorlar, suçlarına ortak arıyorlar.

Bunlar, yanlış kararlarını tek başına alıp, vahim sonuçlarını figüranlara paylaştırmak istiyorlar.

Oyun bu, düzen bunun üzerine, tuzaklar bu hesapla hazırlanıyor.

Milliyetçi Hareket bu oyuna gelmez,

Ülkücü Hareket bu tuzağa düşmez.

Bize ırkçı, kafatasçı diyenleri;

Elimizin sıkılmayacağını, bize selam bile verilmeyeceğini söyleyenleri,

Kandan beslendiğimiz iftirasını atanları,

Açıkça özür dilemedikçe asla affetmez ve bir araya da gelmez.

Başbakan Erdoğan bu batağa bilerek ve isteyerek girmiştir.

Girdikçe batmış ve gömülmüştür.

Şimdi bizden çekip çıkarmamızı istemektedir.

Bir eli PKK’dayken, bizim ona uzatacak elimiz yoktur.

Açılımdan pişmanım demeden yapacak yardımımız da yoktur.

Eğer, Başbakan Erdoğan geriye dönüşü olmayan bir yola girmişse, ok yaydan çıktı diyorsa, bölücülük yolunda yalnız kalacağını söylemek isterim.

Bilinmelidir ki, gömüleceği batakta son pişmanlık da fayda etmeyecektir.

Muhterem Milletvekilleri,

Bölücü terör, tam yirmi altı yıldır kesintilerle de olsa devam etmektedir.

Terörle mücadele ile teröristle mücadele birbiriyle ilintili ama birbirinden ayrı uygulama planları gerektiren hassas bir konudur.

Terörizmle mücadelenin çok boyutu vardır ve siyasi kararlar sonucunu doğrudan etkileyecektir.

Teröristle mücadele ise konunun güvenlik güçlerine düşen boyutudur ve sonuç itibariyle bu da siyasi karar gerektirmektedir.

Kısaca, bölücü terörü önlemede toplumsal destek vermek herkesin görevi olsa bile alınacak bütün tedbirlerin sonucundan hükümetler sorumludur.

AKP zihniyetinin bugüne kadar yaptığı sinsi oyun, bölücülük ve terörizmle mücadeledeki zafiyetlerini gizleyerek, terörle mücadelenin askeri boyutunu el altından eleştirmek olmuştur.

Her saldırı sonucunda, malum medyanın sözde gerçekleri açığa çıkartmak adına, kaynağı ve sonucu belli olmayan karalama kampanyalarına hükümet sürekli göz yummuş ve bu yolla sorumluluktan sıyrılmanın hesaplarını yapmıştır.

Bu zihniyet, gencecik evlatlarımızın hayatıyla oynadığı kanlı kumarda, şayet başarsaydı kendisine kapacağı hisseyi, başaramayınca başkalarına fatura olarak kesen bir kurnazlıkla, güvenlik güçlerini zan ve şaibe altında bırakan bir karalama furyası eşliğinde içten içe alkışlanarak bugünlere gelinmiştir.

Şimdi bu da yetmemiş gibi, başarısızlığın bedeli muhalefete ve özellikle Milliyetçi Harekete ödettirilmek istenmektedir.

Partimizin terörün nasıl önlenmesi gerektiğine dair tedbirleri ayrıntılarıyla bellidir.

Teröristle mücadelede, bugüne kadar yapılanların hiç sonuç vermediğini söylemek elbette ki mümkün değildir.

Böyle bir yorum, bunca şehidin ve gazinin hatıralarına saygısızlık olacağı gibi, kahramanlıkları da dikkate almamak olacaktır.

Böylesi bir zorlama netice bizim anlayışımıza uymaz.

Ama bu konuda kesin sonuç alınamamış olduğu da bir gerçektir.

Üstelik açılım politikalarıyla, terörün on beş yıl öncesinin yıkıcı ve kanlı boyutlarına ulaştığı da vakıadır.

Mücadelede kesin ve kalıcı çözüm yollarının bulunması için önce yaşanan bölücü teröre bir teşhis konulması şarttır.

Bu stratejik teşhis ise öncelikle,

Terörün kaynağının,

Terörü yönetenlerin,

Terörden yararlananların,

Terörü yapanların,

Teröre başvuranların bilinmesine bağlıdır.

Ancak bu tespitlere doğru ve yerinde verilecek karşılıklar teşhiste isabeti sağlayacak ve ondan sonra sıra teröristle mücadelenin şekil ve yöntemine gelecektir.

Son günlerde Başbakan Erdoğan’ın bölücü terörle mücadelede yıllar sonra aklına, profesyonel ordu, özel ordu, sınır ordusu, özel birlik gibi isimlerle anılan bir yeni silahlı yapılanma gelmiştir.

Biz, şayet can kayıplarımızı önleyecekse, terörü bir nebze azaltacaksa alınacak her yasal tedbirin arkasında oluruz ve doğru işler yapılacaksa sonuna kadar da destekleriz.

Ancak bu tedbir kalıcı ve köklü değil tali bir tedbirdir. Terörizmi tamamen ortadan kaldırmaya değil, terörizmle mücadeleyi oyalamaya yönelik bir taktiktir.

Başbakan, terörizme koyduğu yanlış teşhisten yola çıkarak yanlış tedavide ısrar etmektedir.

  • Başbakanın önerisinde, Kandil Dağına kapsamlı kara harekâtı yoktur.
  • PKK kadrolarının saklandıkları inlerinde karadan bir harekâtla imha edilmesi gibi bir arayış yoktur.
  • Barzani’ye karşı PKK’lıları teslim etmesine yönelik bir ihtar ve baskı yoktur.
  • Bölgenin işgalcisi olan Amerika’ya karşı bir dik duruş ve tavır yoktur.
  • İçerideki teröristleri besleyen kimlik tahriklerine son vermeye dönük bir pişmanlık yoktur.

Bunca siyasi lider turundan sonra, sınıra dizilecek askerlerimizin profesyonel olmasından başka bir önerisi de bulunmamaktadır.

Bir yandan, yurt içinde “açılım” denen yıkıma devam edeceksiniz, öte yandan elinde silahıyla dayanmış teröristi sınırda durdurmaya çalışacaksınız.

Bir yandan, ok yaydan çıktı deyip kimliklerin tahrikini ısrarla sürdüreceksiniz, diğer yandan özel birlikler oluşturup, eksik yalnızca buradaymış gibi suçunuzu gizleyeceksiniz.

Bir yandan, Peşmerge Reisi’ne teslim olacaksınız, Vaşington’a boyun eğeceksiniz, diğer yandan bütün eksikliği askerin yapısında arayacaksınız.

Bu tam bir tespit yanlışıdır ve sonuç vermesi mümkün değildir.

Sınır ötesindeki saldırıları bu yolla durdurduğumuzu varsaysak bile sınır içindeki siyaset eliyle sürdürülen yıkımı nasıl durduracaksınız?

Elbette ki terörle mücadeleyi özel eğitilmiş profesyonel birliklerle yapmak gerekmektedir. Kısmen yararlı da olabilir.

Fakat, burada dikkatimizi çeken nokta,

AKP hükümetleri döneminde yapılmış toplam 54 Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, sürekli terörle mücadeledeki kararlılığa vurgu yapılmış olmasına rağmen bu konunun açıklamalarda gündeme getirilmemiş olmasıdır.

Sekiz yıla yaklaşan AKP hükümetlerinin her eylem sonucu toplanan Terörle Mücadele Yüksek Kurulu toplantılarının, Çankaya’da zaman zaman yapılan zirvelerin sonuç bildirilerinde bu derece önem atfedilen konudan bahsedilmemiş bulunmasıdır.

Bu itibarla, Başbakan Erdoğan’ın siyasi çözüm arayışından askeri tedbir arayışına girmiş olması bile aradaki yüzlerce şehidin vebalini taşımasına rağmen büyük bir değişimdir.

Ancak şayet bu bir tedbir ise sekiz yıldır hükümet olarak Başbakan’ın aklına şimdi mi gelmiştir?

Bu konuda yapacağı girişim için muhalefet partilerinin görüşünün alınması mı gerekmektedir?

Hükümet kendisidir. Kendisi Başbakan’dır. TBMM’de çoğunluğu vardır. Dilediği tedbiri alacak durumdadır.

Ve terörle mücadelede tek yöntem buymuş gibi sunularak kamuoyu bu yapay gündem üzerinde tartışmaya başlamıştır.

Elbette ki, bu konu da terörizmle mücadeleden önce, teröristle mücadelenin bir parçasıdır ve düşünülebilecek bir tedbirdir.

Ancak bölücülüğü ve terörizmi durdurmak için sınıra özel birlikler dışında çok daha etkili siyasi karar gerektiren tedbirler de alınmak durumundadır.

Şimdi hükümet işi askere havale ederek bu sorumluluğundan ve kararlardan kaçmanın, süreci oyalamanın hesabını yapmaktadır.

Yeter ki, birilerine verdiği sözler gereğince Irak’ın kuzeyine askeri harekât yapmasın,

Yeter ki, Barzani ağabeyleri ve Talabani amcalarıyla araları açılmasın,

Yeter ki, Okyanus ötesi ile vardığı mutabakat ile koordinatör oyunu bozulmasın,

Ama varsın milletimiz bölünsün, varsın Kandil kadroları yerlerinde dursunlar, varsın milletimiz içine husumetler saçılsın.

Mademki özel yetişmiş güvenlik elemanlarının bu işin üstesinden gelebileceğini söylüyorsunuz, o halde Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşan Özel Harekat timini yıllar önce neden bölgeden çektiniz?

Ve milletimizin esenliği için terörle mücadelede sayısız şehit vermiş kahraman Özel Harekât Polisinin aziz hatıralarını, şeref ve haysiyetini incitecek şekilde, bıyığı üzerinden utanmadan hakaretler ediyorsunuz.

Bunların, kendi ifadenizle MHP’li olduklarını söyleyip yörenin şartlarını görünce siyasetimize gönül vermiş olmalarından ve bunu bahane edip Milliyetçi-Ülkücü camianın kahraman evlatlarından neden rahatsız oluyorsunuz?

Ve üstelik bunca hakarete rağmen şimdi ne oldu da yeniden ve benzerini oluşturmaya çalışıyorsunuz?

  • Hiç kimse, Milliyetçi Hareket Partisi’ni de, Ülkücü gençliği de kendi ırkçı zihniyeti için malzeme olarak kullanamaz.
  • Türk milletine düşmanlığını, Türk polisine ve askerine nefretini ilkel ve kimliksiz zihniyetinin siyaset malzemesi yapamaz.

Milliyetçi Hareket Partisi’ni ve kadrolarını yıkıcı ve bölücü emelleri için en büyük engel görenlerin bizden özür dilemelerini beklemek ihanetin tabiatına aykırı olacaktır.

Ancak, AKP zihniyetini hiç değilse geçmişi şan, şerefle ve şehadetle  dolu kahraman Özel Harekat polislerimizden, şehitlerinin ailelerinden derhal özür dilemeye çağırıyorum.

Aksi takdirde bu alçaklık, söyleyenin de, söyletenin de, göz yumanın da alnına, nesillerinden bile çıkmayacak kadar kazınmış bir şerefsizlik olarak kalacaktır.

Ve buradan, ihtilalden hesap sorma bahanesiyle Anayasa Referandumunda bunların peşine takılmaya çalışanlara, 

  • Bu zilletin ve sahiplerinin kimler olduklarını,
  • Bunların, bir sembolden yola çıkarak, Milliyetçi Harekete ve Ülkücülere nasıl ve hangi gözle baktıklarını,
  • Nasıl bir nefreti, nasıl bir intikam duygusunu içlerinde taşıdıklarını görmeleri açısından da tarihi bir uyarı olmasını bekliyorum.

Konuşmama son verirken, yaklaşan Mübarek Ramazan ayının aziz milletimize ve İslam dünyasına huzur, bereket ve esenlikler getirmesini Cenab-ı Allah’tan niyaz ediyorum.

Yapacağınız siyasi çalışmaların ülkemize, demokrasimize ve partimize hayırlı sonuçlar getirmesi diliyorum.

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.