10.09.2010 - İstanbul'da Ramazan Bayramı Bayramlaşma Töreninde Yapmış Oldukları Konuşma
Ana SayfaAna Sayfa  

 Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin
İstanbul’da Yapmış Oldukları Konuşma Metni
10 Eylül 2010

 

Muhterem İstanbullu Vatandaşlarım,

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Basınımızın Güzide Temsilcileri,

Hepinizi saygılarımla selamlıyorum.

Ramazan Bayramı münasebetiyle sizlerle birlikte olmaktan bahtiyarım.

Bizleri bir kez daha buluşturan Cenab-ı Allah’a şükrediyorum.

Mübarek Bayramın aziz milletimize, Türk-İslam âlemine hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Gönüllerindeki vatan sevgisine, kalplerindeki millet aşkına,  gözlerindeki mücadele azmine şahit olduğum dava arkadaşlarıma bu vesileyle şükranlarımı sunuyorum.

Ümit ediyorum ki, bugün buradan yükselecek birlik olma, dayanışma ve kucaklaşma heyecanı İstanbul’a; ekranları başında bizi izleyen vatandaşlarımız vasıtasıyla da bütün ülkeye yayılacaktır.

Hepinizin bayramını ayrı ayrı tebrik ediyor, ailenizle, dostlarınızla, dava arkadaşlarınızla ve aziz milletimizle huzur, sağlık ve inanç dolu günler diliyorum.

Hoş geldiniz. Safalar getirdiniz.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Ramazan bayramının mutluluğunu paylaşmanın yanı sıra, bu buluşmaya ayrı bir önem kazandıran siyasi süreçlerin farkında ve şuurunda olduğunuzu biliyorum.

İki gün sonra milletimizin geleceğini çok yakından ilgilendirecek bir referandum yapılacaktır.

Halkoyuna başvurma, siyasetin akışında seyrettiği, demokrasinin kurum ve kuralları ile işlediği bir ülkede normal sayılacak bir yoldur.

Bu ülke, ne ilk kez referanduma başvurmaktadır, ne de ilk kez anayasa değiştirilmek istenmektedir. Bunların hepsi Türk siyasetinin aşina olduğu, daha önce yaşadığı konulardır.

Takdir edersiniz ki siyaset, millete hizmet yolunda içinde rekabeti barındıran bir mücadele alanıdır.

Siyaset aktörlerinin fikirlerini beyan etmeleri, doğru olduğuna inandıklarını ahlaki sınırlar içinde dile getirmeleri ve mutlaka tam bir hürriyet ve tarafsızlık ortamında milletimize sunmaları hem olağandır, hem de eşyanın tabiatına uygundur.

Bu hürriyet ortamı ve tam tarafsızlık yalnızca demokrasilerin sağladığı bir imkandır ve adına demokrasi denen yönetimleri despot rejimlerden ayıran en temel özelliktir.

Ve elbette ki siyaset yapan bütün vasıtaların ve kadroların bu serbestisini koruyacak, milletin doğru ve eşit haber almasını sağlayacak olan kamusal güç devlet ve onu idare etmekle yükümlü olan hükümettir.

Ama gerek Mahalli İdareler seçimindeki yaşananlara ve gerekse Referandum sürecindeki gelişmelere baktığımızda bu özgürlüğü en başta ihlal eden hükümet, bu adaleti bozan ise Başbakan Erdoğan olmuştur.

Referandum sürecinde hükümet adına yaşananlar tam bir rezalettir.

Toplumun karamsarlığa sürüklendiği bir dönemde gidilen bu referandum süreci, Başbakanın siyasette tutunmak adına neleri göze alabileceğini de herkese göstermiştir.

Siyasi tarihimizde örnekleri görülmemiş bu kara propaganda döneminde;

  • İktidar zihniyetinin hiçbir ahlaki kaygı gözetmeksizin elindeki devlet imkânlarını sonuna kadar kullandığı,
  • Hür demokratik tercihlerin hükümet tarafından açıkça tehdit edildiği,
  • Kamu imkanlarının alabildiğine istismar edilerek kullanıldığı,
  • Kutuplaştırılmış medya gücünün taraflı yayınlarla vatandaşı yönlendirmeye çalıştığı,
  • Devlet kurumlarının açılış törenleri ile AKP'nin açık hava toplantılarının birlikte yapılmasından asla hicap duyulmadığı,
  • Valilerin, kaymakamların ucuz siyasetin emrine girmeleri için adice baskıların yapıldığı,
  • Karalama, iftira, argo, tahrik ve hatta aşağılamaya varan kirlilik hepimizin gözü önünde cereyan etmiştir.

Başbakan Erdoğan, referandum kampanyasında yalan, karalama, istismar ve aldatmacaya dayanan seviyesiz ve ucuz bir stratejiyle Türk milletinin karşısına çıkmıştır.

Milli iradeyi yönlendirmek için her çirkinliği utanmadan sergilemiş, yıllardır devam eden istismar politikalarının tahribatı, yaşanan gerilim politikaları ile bir kez daha gözler önüne serilmiştir.

Türk milletinin şahit olduğu bu gelişmelerle sis perdesi aralanmış ve karanlık resmin parçaları birer birer yerine oturmaya başlamıştır.

İhanet projelerinin amaçları, hedefleri ve yol haritası ile Başbakan’ın gerçek niyetleri de bu süreçte olanca çirkinliğiyle ortaya çıkmıştır.

Değerler üzerinden çatışmacı siyaset geleneğinin inatla sürdürülmek istendiği de bütün açıklığıyla görülmüştür.

Toplum içinde gerginlikler artış göstermeye başlamış, kara propagandanın etkisi ile kafası karıştırılmaya çalışılan vatandaşlarımız, birbirine karşı hasmane duygular besleme tehlikesi ile yüz yüze getirilmiştir.

İftiraya sarılan, sahte demokrasi havarisi rolü oynayarak siyasi ömrünü uzatmaya çalışan Başbakan’ın  kampanyası, bütün ahlaki ölçü ve ayarların kaçtığı bir siyaset iflasına dönüşmüştür.

Bu açıdan, Türkiye’nin kaderi üzerinde oynanan oyunların ve oyuncuların teşhis edilmesi hayati önem taşımaktadır.

Karşımızda; üslup ve hitap düzeyi giderek düşen, asabi tavırları ve küfür edebiyatıyla nafile çırpınan çaresiz bir zihniyet bulunmaktadır.

Başbakan’ın kampanyasında, kendi eseri olan işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk yoktur.

Başbakanın gündeminde, siyasi kirlilik, güvenlik sorunları, terörle mücadele, ülkenin birliği yoktur.

Başbakanın defterinde, artan şehadetler, büyüyen mağduriyetler, gözü yaşlı analar hiç yoktur.

Başbakan Erdoğan’ın yapmaya çalıştığı;

  • Kalpazanlıkla itham edilen lekeli sicilini unutturmak,
  • PKK ile şehadeler üzerinden müzakereleri utanmadan sürdürmek,
  • Gerginlikten ve çatışmadan beslenen siyasetini güçlendirmek,
  • Milletimizi 36’ya ayırarak lime lime etmek.
  • İmralı Canisi ve kandil kadroları ile siyasi pazarlık yapmak,
  • Habur mahkemeleri gibi düzmece hukuk sistemi oluşturmak,
  • Ermeni’ye kilise, Pontus’a Manastır açarak asırlık emperyalizme uşaklık etmek,
  • Ve Türk milletinin gözbebeği ve tek umudu Milliyetçi Hareket Partisi ve ülkücülere saldırılarda bulunmaktır.

Ne var ki, bunlar bizim için beklenen gelişmelerdendir.

Çünkü biz Başbakan Erdoğan’ı artık tanıyoruz.

Zira biz bu zihniyetin düştüğü çukurun farkındayız.

Kim, Türk milletinin düşmanıysa elbette ki Milliyetçi Hareketi de düşman bilecektir.

Kim,  yurdumun birliğine göz dikecekse elbette ki önce milliyetçileri, önce ülkücüleri hedefine alacaktır.

Unutmayalım ki, bir gün bizimle uğraşan alçaklar şayet artık etrafımızda dolaşmıyorlarsa,

Unutmayalım ki, ülkücülük ve ülkücüler üzerinde yürütülen fitne ve fesat eğer son bulmuşsa;

İşte o zaman ihanetin bile ciddiye almadığı sıradan bir topluluğa dönüşmüşsünüz demektir.

İşte o zaman ülkemizin yıkılmadık hiçbir değeri, ayakta duran hiçbir temeli kalmamış demektir.

İşte o zaman, Allah muhafaza, Türkiye bölünmüş, Türk milleti dağılmış hain emeller isteklerine ulaşmış demektir.

  • Çok şükür ki, milletin güvencesi olarak hala ayaktayız,
  • Çok şükür ki, ayakta kalmış son kale olarak hala varız,
  • Ve tıpkı kutlu ceddimize yakışır şekilde şer odaklarına hala korku salıyoruz.

Biz bunun için varız.

Bunun için buradayız.

İhanet erbabına inat,

Yıkımın aktörlerine inat,

Türk düşmanlarına inat,

Erivanda Ermeni,

Erbil’de Peşmerge,

Brüksel’de Avrupalı,

Vaşington’da Amerikalı olup,

Ankara’da bir türlü Türk olamayanlara inat,

Ve kendisine “eski” diyenlere inat,

Var olacağız, ve var olmaya da devam edeceğiz.

Hepinizle iftihar ediyorum.

Hepinize bu kutlu dava adına şükranlarımı sunuyorum.

Bugün burada olan veya olmayan, bizim partimize gönül vermiş veya vermemiş, hatta bana bir vesile ile öfkesi, nefreti veya kırgınlığı olmasına rağmen “partimizin hassasiyetlerine millet adına sahip çıkan, destek olan ve “Hayır” kararımızın arkasında ısrarla ve kahramanca duranları selamlıyorum.

  • Sizleri ve şehadetle dolu mazinizi katillikle, faşistlikle, kafatasçılıkla, mafya bozuntusu olmakla suçlayan alçaklara sırnaşanlara,
  • İmralı canisi ile Kandil katilleri ile kolkola girenlere utanmadan sığınmış zavallı yanaşmalara;
  • Okyanus ötesinden Müslüman katliamına alkış tutan başı dışarıda, gövdesi içeride işbirlikçi yerli lobilere ve onlara yanaşanlara, bu duruşumuzu bu vesile ile sizler adına bir kez daha hatırlatmak istedim.

Türk milleti adına verdiğiniz ve vereceğiniz mücadele için hepinizden Allah razı olsun.

Sağ olun, var olun.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Milliyetçi Hareket Partisi, yalnızca ülkemizin bir döneminde bir toplumsal ihtiyaca cevap veren her hangi bir siyasi kurum değildir.

Partimiz demokrasinin imkanlarını kullanarak Türk milletinin yönetimine talip olan büyük bir siyasal hareketin ve milli mücadelenin  adıdır.

Ve elbette ki bu siyasal hareket, Türk milletinin binlerce yıllık var oluşunu sağlayan muazzam değerler manzumesinden beslenerek ideolojisini oluşturmuştur.

  • Türklüğün ve İslamlığın başarısı olan büyük devletlerimiz tarafından ispatlanmış eşsiz hazine,
  • Acı ve tatlı hatıralarla dolu ecdat tarihinin bizlere verdiği dersler,
  • Zaferler veya yenilgilerden çıkarttığımız ibret tabloları,
  • Türk milliyetçiliğinin siyasi anlamda doğduğu bir asırlık dönemin eşsiz birikimi,
  • Partimizin milletimiz adına verdiği kırk bir yıllık muhteşem mücadele,
  • Vefakar, cefakar ve kahraman dava arkadaşlarımızın emek, alın teri ve can vererek taşıdıkları muhteşem emanetler,
  • Üzerine titrediğimiz ve varlık nedenimiz olan büyük milletimizin bekasına yönelik kaygılarımız bizim yol haritamızı oluşturan, kararlarımızı şekillendiren temel dayanaklardır.

Bilinmelidir ki, bu tespitlerimizin hiçbirisi günlük siyasetin abartılı teşhisleri değildir.

Yaşanan hayatın içinden çıkartılmış ve tarihin imbiğinden süzülmüş gerçekleridir.

Şayet uyarılarımız hayali, öngörülerimiz anlamsızsa, sorarım sizlere;

  • Kim ülkemizde ağır bir sosyal, siyasal ve ekonomik krizin yaşanmadığını iddia edebilir?
  • Kim, ülkemizde ahengin, düzenli bir işleyişin olduğunu kargaşanın hakim olmadığını söyleyebilir?
  • Kim, bu kargaşanın bir yönetim zaafı doğurmadığını, kurumların işbirliği ve uyum içinde bulunduğunu ve kaosun yokluğundan bahsedebilir?
  • Kim, bireysel hak ve özgürlüklerin tehditlere maruz kalmadığından, dinlenme, izlenme, gözetim altında tutulma gibi temel özgürlüklerin kısıtlanmaksızın korkusuzca yaşadığından söz edebilir?
  • Kim, fazlasıyla kışkırtılmış kimlik talepleriyle, yeterince birbirine düşürülmüş devlet kurumlarıyla kutuplaşma bulunmadığını savunabilir?
  • Kim, bu ayrıştırmanın toplumda ve devleti oluşturan erkler arasında kavgaya neden olacak kadar husumet doğurduğu gerçeğini reddedebilir?
  • Kim, şehadetlerin artmadığını, terörün azmadığını, İmralı Canisi ile Başbakan’ın pazarlığa oturmadığını iddia edebilir?
  • Ve kim yada kimler, sekiz yıla yaklaşan bu birikmiş ağır tahribatın, Türkiye’nin ve Türk milletinin varlığını, bütünlüğünü ve geleceğini tehdit etmediğini savunabilir?

Bu sorularımıza,

  • Akıl ve vicdan tutulması yaşamayan,
  • İçinde millet sevgisinin kırıntısı bile kalmış,
  • İradesini iktidarla işbirliğine bağlamamış,
  • Varlığını menfaat çeteleri ile ilişkilere mahkum etmemiş,
  • Kirli siyaset, kirli ticaret ağına düşmemiş,
  • Milletin birliğine, kardeşliğine inanan,
  • Yalanlara ve istismarlara kulağını kapamış her vatandaşın vereceği cevap bellidir.

Unutmayalım ki, ülkemiz ve milletimiz için paylaştığımız her düşünce, öngördüğümüz bütün bu gelişmeler ve ısrarlı uyarılarımız bu tarihi birikimin eseri ve sonucudur.

Sıradan, günü birlik, öylesine söylenmiş, durumu kurtarmak için uydurulmuş sözler değildir.

Bu itibarla bizler, daha ilk başından itibaren AKP zihniyetinin çıkartmaya çalıştığı Anayasa değişikliklerine dikkatimizi verirken milletimizin varlığı ve devamı için duyduğumuz kaygılar belirleyici olmuştur.

Yoksa partimizin, mesela kadınlara tanınacak imkanların, memurlara tanınan hakların artırılması gibi değişikliklerden rahatsızlık duyması elbette ki söz konusu değildir.

Bugün bizim “Hayır” kararımızda belirleyici olan temel neden AKP zihniyetinin ülkemizi götürmeyi hedeflediği yıkım ve ayrışma sürecinin işaretleridir.

Partimiz hepinizin de bildiği gibi Anayasa değişiklikleri için siyasal aktörlerden talep ettiği uzlaşma imkanına cevap bulamamıştır.

Zira karşımızda hiçbir zaman uzlaşma arayan bir siyasi zihniyet olmamıştır.

Çünkü AKP, daha işin başından itibaren süslü ambalajla anayasaya yedirilmek istenen PKK açılımını, yıkım projesini reddedeceğimizi anlamıştır.

Bu yüzden de bizle ve önerilerimizle yüzleşmekten özellikle kaçınmıştır.

Bize göre Başbakan Erdoğan’ın masum değişiklik taleplerinin arkasına saklandığı “gizli gündemi” vardır.

Üstelik referandum süreci başlarken “gizli” diyebileceğimiz bu gündem ileriki günlerde bütünüyle açığa da çıkmıştır.

Başbakan’ın gizli gündeminin bütün ipuçlarını, bütün emarelerini;

  • Adına hazmettirme dediği bölünme ve ayrışmayı sindirme sürecinin ilanında;
  • Okyanus ötesi ile Avrupa’nın hükümetin önüne koyduğu dayatma listelerinde,
  • Bitmeyen bir kimlik arayışının milletimizi 36’ya bölme yolundaki ısrarında,
  • İmralı Canisi ile artık saklanamayacak kadar ortaya çıkmış iğrenç pazarlıklarda,
  • “Hükümet değil devlet görüştü” denilerek PKK ile müzakereleri maskeleme arayışında,
  • Elde ettikleri imkanları kaybetmemek için oluşmuş menfaat şebekelerinin partililerimize yönelik açık saldırılarında,
  • Açılım denen yıkımı sürdürmek için her türlü ihaneti göze almış bir çürümüşlüğün iğrenç kokusunda görmek mümkündür.

Bu gizli gündemden birincisi, PKK açılımının önünü açmaktır.

İkincisi ise yolsuzluk ve hırsızlıkların hesabının sorulmayacağı bir yargı sitemi yaratmaktır.

Bugün bölücü terörizmin bütün siyasi talepleri taahhüde ve takvime bağlanmıştır.

PKK’nın silahla elde edeceği hedef kalmamıştır.

Tamamı AKP kadrolarınca vaad edilmiş ve vadelendirilmiştir.

Teröristlerin dağda durmalarına artık gerek de yoktur. Onlar da sözde fırsat adı verilen karşılama törenleri ile dönüş hazırlığındadırlar.

Pişmanlık duymalarını gerektirecek, mahcup olmalarına neden olacak, bir siyasi baskı, bir askeri zafer veya hükümet üstünlüğü de söz konusu değildir.

Pazarlıklardan aldıkları cüretle, ellerinde talep listeleri ile Başbakanla kucaklaşmak için gün saymaktadırlar.

  • Teröre teslim olmanın kılıfı, bu yolla terörü yok etmek olacaktır.
  • Teröriste af çıkartmanın anlamı, anaların göz yaşlarını dindirmek olacaktır.

Madem böyle bir kestirme çözüm yolu var idiyse, o halde yirmi altı yıldır PKK ile yapılan mücadeleye ve verilen onca kayba ne anlam verilecektir?

İlk terör saldırılarının yapıldığı 1984 yılında PKK ile masaya otururdunuz, pazarlıklarınızı o zamandan yapardınız, istedikleri toprakları verirdiniz, böylece sorunu kökünden halletmiş olurdunuz.

Ne kadar inkar edilirse edilsin,

Başbakan Erdoğan’ın mantığı budur, söylemleri budur:

Dağdan iner masaya oturursun derken kasdettiği de budur.

AKP himayesi altındaki siyasi yıkım lobisinin üzerinde çalıştığı gizli gündemin, PKK taleplerinin aşamalı olarak ve zamana yayılarak karşılanmasını amaçlayan bir süreç olacağı da ortadadır.

Adına demokratikleşme denilen bu süreçte yapılmak istenen;

  • Eli kanlı teröristleri de kapsayacak siyasi af,
  • Türkçe dışındaki dillerin belediye hizmetleri ve siyasi faaliyetlerde yasal dil olarak kabulü,
  • Bu dillerin tüm eğitim kurumlarında kullanılmasının önünün açılması,

Anayasal düzenlemeler kapsamında ise hedeflenen;  

  • Milli kimlik tanımının değiştirilerek "Türkiyelilik" kavramının esas alınması,
  • Vatandaşlık bağının Türk milleti kavramı yerine ikame edilmeye çalışılması,
  • Türkiye'nin idari yapısının değiştirilerek yerel yönetimlerin mahalli Parlamento olarak çalışacağı özerk bölgeler sisteminin hayata geçirilmesidir.

Başbakan Erdoğan’ın iktidar döneminde bu konudaki söylemleri ortadadır.

Referandum süresince ağzından kaçırdığı İmralı Canisi ile müzakere arayışları açıktır.

Bunlara bakıldığında, Başbakan ve arkadaşlarının düşüncelerinin, PKK’nın bu talepleriyle örtüştüğü bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır.

Anayasa değişiklik arayışında AKP’nin  niyetleri;

  • Yargı bağımsızlığı değil, kendisine bağlı ve bağımlı yargı yaratmaktır.
  • Türk milletine özgürlük değil, etnik bölücülük dayatmaktır.
  • Türk milli kimliğini değiştirmek, devletin temellerini yıkmaktır.
  • Yolsuzluk, vurgun ve hırsızlık için özgürlük alanı açmaktır.
  • Milletin hukukunu savunmak değil, Habur’daki çadır mahkemesinin devamını getirmektir.
  • Düzmece hukuk ile adalet önünde hesap vermekten kaçmaktır.

Başbakan’a göre,

  • Terörü İmralı’dan yönetmek demokrasidir.
  • Kandil’den desteklemek, teröristi alkışlamak demokratik haktır.
  • İhanet ve ayrılma provaları yapmak özgürlüktür.

Buna karşılık,;

  • Ay yıldızlı al bayrağı yükseltmek kışkırtma,
  • Ben Türküm ve büyük bir milletin mensubuyum demek ırkçılık,
  • Üniter devletten, milli devletten bahsetmek bölücülük,
  • Şehide sahip çıkmak, gaziyi kucaklamak ise tahriktir.

Bu emsali görülmemiş bir alçalma halidir.

Ve bu leke, bu düşünce sahiplerinin alnına silinmemek üzere çalınmıştır. Tarih asla affetmeyecek, kara leke asla çıkmayacaktır.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

Bildiğiniz gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin milli devlet niteliği, üniter siyasi yapısı ve milli birliğinin dayandığı esaslar Anayasamızda açıkça belirlenmiştir.

Anayasa’nın “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe’dir” hükmünü vaz eden 3. maddesi temel çerçeveyi çizmiştir.

Bu temel hüküm, devletin kuruluş ilkesinin “çok milletli” bir yapıya dayanmadığını ortaya koymuştur.

Hangi amaç ve gerekçeyle olursa olsun bu yönde bir düzenleme yapılmasına kapıyı kesin ve nihai olarak kapatmıştır.

Bu durumda, Anayasal çerçeve içinde kalınarak Türkiye’de ırk ve dil farklılığı temelinde azınlıklar bulunulduğunun savunulması mümkün değildir.

Tek millet – tek devlet esasına dayanan üniter yapıda kurulmuş milli devlet bünyesinde;

  • Farklı etnik kimliklere hukuki ve siyasi statü tanınarak çok parçalı millet yapısı oluşturulmasına,
  • Kişi hak ve özgürlüklerinin etnik temelli kolektif haklara dönüştürülmesine ve,
  • Türkçe dışındaki dillere ve farklı kültürlere statü kazandırılarak milli azınlık yaratılmasına yer de yoktur, imkan da yoktur.

Bu durumda;

  • Başbakan Erdoğan etnik kimlikleri tahrik siyasetinden vaz geçmediğine;
  • Bir vatana birden çok millet sıkıştırma emelinde ısrarını sürdürdüğüne,
  • Ülkemizi parçalanma ve bölünme modelini dayatmaktan caymadığına,
  • Ülkemiz ve bölgemiz için kanlı bir tuzak olan Büyük Ortadoğu Projesinin eş başkanlığından da ayrılmadığına göre, gerçekleştirmek istediği bu karanlık emellerini uygulayabilmesinin iki yolu vardır.

Birincisi, ne pahasına olursa olsun tek başına iktidarını devam ettirecek hile, tuzak ve iftiralara başvurmak. Ki bunun bütün işaretlerini her gün zaten yaşamaktasınız.

Bu konuda ise karşımızdaki en yakın tehlike referandum sandığının ve sonuçlarının güvenliğidir.

Ayakta kalabilmek adına her yola başvurması mümkün hale gelen hükümetin ve AKP kadrolarının milletin iradesini hile ve düzenlerle çarpıtması ihtimali ortaya çıkmıştır.

Özellikle Başbakan’ın sanki sonuçları önceden biliyormuş gibi sürekli rakam telaffuz etmesi, referandum sonuçlarını sipariş etme arayışlarını da içinde barındırmaktadır ve son derece kuşku vericidir.

Bu açıdan referanduma katılmak ve mutlaka tercih kullanmak ne kadar önemli ise, yapılan tercihlerin tam ve adil sonuçlarının tespiti ve sandıkların ve sonuçların güvenliği de o derece önemlidir.

Özellikle İçişleri Bakanı’nı, devletin emrindeki kamu yöneticisi ve görevlilerini önemine binaen mutlaka tam bir ciddiyet, özen ve tarafsızlıkla konuya sahip çıkmaya davet ediyorum.

Sonuçlar üzerinde hiçbir şaibe, gölge ve kuşku kalmamalıdır.

Başbakan Erdoğan’ın gizli gündemini uygulayabilmesinin ikinci yolu ise hayal ettiği yıkıma direnecek anayasal sistemin ve hukuk engelinin ortadan kaldırılması ve bölücü teröre siyasallaşma yolunun açılmasıdır.

Bunun bir süreç gerektireceği ve zamana bağlı bir hazmettirme olacağı, bu Anayasa Değişikliği geçerse yenilerinin de ardından geleceği Başbakan’ın açıklamaları ile sabittir.

Özellikle “evet ama yetmez” diyen odakların gönlüne su serpmek için değişikliklerin devamının geleceğini bilhassa Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da meydanlardan müjdeleyen Başbakan Erdoğan’ın bu yer seçimi son derece manidardır.

Ve Başbakan bu açıklamaları ile aslında bizim baştan beri kendisi ve kadroların için “bu değişikliklerin bir tuzak ve başlangıç olduğu ve “gizli gündemlerinin” bulunduğuna dair uyarımızı da haklı çıkarmış olmaktadır.

Zira bizim elimizde 2007 Genel seçimlerinden sonra AKP tarafından “Bilim Kurulu” denilen uzmanlara yazdırılıp aralarında paylaşılan ve kabul görüp gizlenen Anayasa metni mevcuttur.

Ancak bu metin, tıpkı Başbakanın bahsettiği gibi hazmettirme sürecine sokularak gündemden soğutulmuş ve şimdilik kaydıyla toplum alıştırılana kadar bir kenarda tutulmuştur.

Çünkü AKP zihniyetine göre milletimiz henüz bu derece ağır bir tahribat metnini onaylayacak kadar yozlaşmamıştır, değerleri bütün kötü niyetli çabalara ve karanlık propagandalara rağmen bu yıkım anayasasını kabule hazır değildir.

Bu nedenle o metinler şimdilik kaydıyla bir kenara bırakılmış, alıştırma ve hazmettirme amacıyla aralarına masum konular da serpiştirilerek bugünkü değişiklikler piyasaya sürülmüştür.

Maksat tepkileri öğrenmek, amaç millete daha sonra zerk edilecek ağır dozdaki zehirleri ne derece sindirebileceğini ölçmek ve yıkıma bağışıklık kazandırmaya çalışmaktır.

Bunun için biz buna geçmişte birinci anayasa değişiklikleri paketi demiş, birincisinden onay alması halinde ise ikinci ve daha ağır olanının topluma dayatılacağını söylemiştik.

O halde önce AKP’nin aralarında toplanıp paylaştığı sonra beklemeye aldığı Anayasa değişikliklerine ilişkin çalışmalarının bilinmesinde yarar olacaktır. Ve bu bilgi ve yorumlar önümüzdeki tehlikeyi daha iyi anlamamıza da katkı sağlayacaktır.

Bilim kuruluna AKP tarafından hazırlanan bu metin mevcut anayasa metni ile mukayese edilerek incelediğinde özetle;

Türkiye Cumhuriyetinin devleti ve ülkesiyle bölünmez bir bütün olduğu vurgusu kaldırılmaktadır ki bu, federal devlet yapısının önünü açmak demektir ve üniter yapıya tamamen aykırıdır.

Türklüğü vatandaşlık olarak tanımlayan anayasa maddesindeki hassas yorum ile Türklük tanımı da değiştirilmektedir. Bu ise milli devlet kavramına ve Türk milleti oluşumuna yapılan açık bir saldırıdır.

Üzerine devlet kurulmuş beşeri varlığın adı olan Türklük ve Türk milleti özellikle unutturulmak istenmekte, mevcut anayasamızda 36 defa çeşitli nedenlerle kullanılan Türk vurgusu, AKP taslağında sadece dokuz yere indirgenmektedir.

Yine aynı AKP Anayasa metinleri incelendiğinde, Türkçe dışı dillere kapı aralayan ve onları eğitim dili haline getiren düzenlemelerle, bugün halkoyuna sunulan yandaş yargı oluşturma arayışlarını görmek mümkündür.

Bu ise Türk milletinin içinden yeni milletler doğuracak beka düzeyinde bir ihanet ve bu ihaneti durduracak yargı sisteminin tahribatı demektir.

Bu amaca ulaşmak için iki gün sonraki Referandum’da millet kararına sunulan Anayasa değişiklikleri paketi içine iki tuzak yerleştirilmiştir.

Bunlardan birincisi  Anayasa Mahkemesi’ni ikincisi ise Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nu ele geçirmektir.

Bu niyetlere destek bulmak ve maskelemek için ihtilalle hesaplaşma, adalet reformu ve vesayetten kurtulma gibi tuzak kavramlar  icat edilmiştir.

Ülkemizdeki adalet sisteminin devasa sorunları elbette vardır.

Milyonlarca vatandaşımız adalet aramak için mahkemelerde yıllarca sürünmektedir.

Ancak AKP zihniyetinin bu konuların önünü açacak düzenlemeler getirmek yerine, yalnızca Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyelerinin sayılarına yönelik düzenlemeler yapılmaya çalışılması oyunun bir parçasıdır.

Şayet bunu aşabilirlerse yapmak istediği, yarın yıkım için karşılarına çıkacak hukuki engellerin ortadan kaldırılması ve yüksek yargının kendilerine teslim olmuş yandaşlarla doldurulmasıdır.

Bütün bu düşüncelerimizi doğrulayacak en önemli belge ise Başbakan Erdoğan’ın 17 Nisan 2010 tarihinde Televizyon Programında söyledikleridir.

Bu programda Başbakan, Anayasa Değişiklik sürecini açılım denen yıkımın “önemli bir adımı” olarak gördüğünü, evet çıkması halinde kendi tabiriyle “uzun vadede atacağı adımların” önünün açılacağını açıkça ifşa etmektedir.

Başbakan Erdoğan’ın bir başka konuşmasında ise “asıl Anayasa değişikliği 12 Eylül’den sonra gündeme gelecek” sözleri yıkım konusunda kendisiyle işbirliği yapan çevreler ve İmralı canisi ile yaptığı pazarlığın çerçevesini ortaya koymaktadır.

İşin en ilginç ve en kabul edilemez tarafı ise, AKP’nin gizlediği anayasa metinlerinde özellikle üniter ve milli devletin tamamen yıkımına yol açacak bu görüşlerin, ABD’de bulunan Atlantik Konseyi isimli kuruluşun 2009 yılı Haziran ayında hazırladığı “Türkler ve Irak Kürtleri Arasında Güven Tesisi” başlıklı raporda da yer alıyor olmasıdır.

Ve ne tesadüftür ki, yine Avrupa Parlamentosu raporlarıyla, PKK’nın siyasi uzantısı olan bir partinin “Demokratik Toplum Sonuç Bildirgesi” ile İmralı Canisinin hükümetle pazarlık için açıkladığı şartları arasında da tam bir benzerlik vardır.

Bizim baştan beri ihanetin ve yıkımın kaynağının Okyanus ötesinde, Avrupa’da; figüranlarının AKP ve PKK içinde olduğunu söylerken izah etmek istediğimiz budur.

İşte birinci Anayasa değişiklikleri ile yapılmak istenen gizli gündemin ipuçları, bu gündeme ulaşmak için maskelenmiş amaçların özü ve özeti de buradadır.

Milliyetçi Hareket Partisi bu oyunu görmüş, okumuş ve bozmuştur. Hırçınlık öfke ve gerilimleri bu yüzdendir.

Bu sinsi emellere geçit vermemek için yapılacak mücadele yollarından biri de bu aşamada referandumda “hayır” oyu vermektir.

  • Hayırı tercih et, PKK ile şehadetler üzerinden yapılan kanlı pazarlığı bitir.
  • Hayırı tercih et, milletin ve devletin bölünmesini ve çatışmasını durdur.
  • Hayırı tercih et, işbirlikçilere, yandaşlara, yoldaşlara, yanaşmalara şamarı indir.
  • Dikkat et, ülken için bir oyun var. Hayır de, oyunu boz, aktörleri sahneden indir, perdeyi kapat, ampulü söndür.

Bu haliyle Referandum, aynı zamanda milletimizin AKP iktidarının kendisine reva gördüğü zilleti sorgulayacağı bir imtihan alanıdır da.

Bu itibarla;

  • Yıllardır, şahsi ikbal peşinde koşarak milletin alın terlerini ve tertemiz hislerini sömürenlerin,
  • Önce cephelere ayırıp sonra sinsi oyunlarla oluşturdukları kutuplara seçmen toplayanların,
  • Yaşatılan ağır yoksulluğu örtmek için, vicdan istismarı ile göz boyayanların,
  • Yandaşların ve işbirlikçilerin sınır tanımayan yükselişinden, buna karşılık helal kazancın ve göz nurunun tükenişinden sorumlu olanların,
  • Türkiye'nin kardeşliğine el ve dil uzatanların gerçek kimlikleri de “hayır” terciyle sorgulanacaktır.
  • Referandum’da hayır, etnik bölücülüğün önünün açılmasına hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır, PKK’nın bölücü taleplerinin açılım adıyla önümüze konmasına hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır, Türk milletinin ayrıştırılması, çatıştırılması ve bölünmesine yönelik tuzaklara hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır, devletin PKK karşısında teslim olmasına hayır demek olacaktır.
  • Referandum’da hayır, sekiz yıllık AKP yıkım döneminin bütün icraatlarına, yolsuzluk, yoksulluk, yozlaşma, işsizlik ve açlığa hayır demek olacaktır.

Bizim Milliyetçi Hareket Partisi olarak “Hayır” kararımıza tesir eden temel faktörler bunlardır.

Bu açıdan, diğer siyasi partilerin Anayasa paketine yönelik kendi gerekçelerine uygun olarak verdikleri hayır kararları bizi bağlamayacağı gibi ilgilendirmez de.

Herkesin “Hayır” gerekçesi ayrıdır.

Bizim “hayır”ımızın öncelikli nedenleri ise tamamen milli kaygılarımızdır.

Ancak, bizim hayır kararımızda öne çıkardığımız gerekçelerimizi tersine çevirdiğimizde ise “AKP Anayasasına verilecek “evet” oylarının da elbette ki bir karşılığı olacaktır.

Özellikle propagandanın etkisiyle anlamına nüfuz etmeden “evet” diyecek vatandaşlarımızın haricinde bu tercihlerini “evet” olarak kullanacaklar tarihi bir sorumluluğun ve vebalin altına da gireceklerdir.

Bu itibarla, sanat,spor gibi alanlarda toplumsal sorumluk taşırken  şimdi evet deyip sonradan pişman olacakların, yaşanacak gelişmeler karşısındaki özürleri, yaptıkları yanlışı asla telafi etmeyecektir.

Çünkü,

Evet”, Habur’dan giriş yapan PKK’lılar için düzenlenen AKP kucaklaşma törenlerini onaylama demek olacaktır.

Evet”, milletimize karşı ağır hakaretleri yapan Peşmerge Reislerine, terörist elebaşlarına, eli kanlı İmralı Canisi ile ilişkilere destek vermek anlamı taşıyacaktır.

Evet”, yıllardır Ermeni komitacıların, Brüksel Komiserlerinin, Erivan, Erbil, ve Vaşington lobilerinin aşağılamalarını sineye çekmeyi sürdürmek olacaktır.

Evet”, milletimizin bölünmesine, ülkemizin ayrışmasına icazet vermek, kardeş kavgasına sürüklenmesine göz yummak manasına gelecektir.

Özellikle, AKP Anayasasına yüksek sesle “evet” diyeceğini ilan edenleri asla unutmayınız.

Yarın meydana gelecek bütün olumsuz gelişmelerin vebalini AKP kadroları kadar bunlar da taşıyacaktır.

Ve elbette ki oluşacak tahribatın hesabını sorumlularından başlayıp kademe kademe sormak da bize düşecektir.

Milliyetçi Hareket o gün geldiğinde bunu yapmak bizim için tarihi görev olacaktır.

Değerli Dava Arkadaşlarım,

Milliyetçi-Ülkücü hareket varlığını milletine ve milletinin geleceğine bağlamış mukaddes bir misyonun adı, milliyetçi ve ülkücü ise kendisini bu ülküye adayan inanç, gönül, şuur ve heyecan adamının tanımıdır.

Kendisine en çok ihtiyaç duyulan bir dönemde şehadet, mahkumiyet ve mağduriyet karşısında gerçek bir imtihan vermiştir.

Bütün yaşadıklarımız bizim şerefli geçmişimizdir, bu şerefi yaşayanlar da birbirinden değerli ve vazgeçemeyeceğimiz muhterem dava arkadaşlarımızdır.

Mücadeleleri, hatıraları ve davaları elbette ki namusumuza emanettir. Ve asla unutmuş, unutulmuş değildir.

Ancak ne kadar acı tablolar yaşanmış olursa olsun ülkücülük, geride kalmış bir döneme münhasır bir faaliyetin adı değildir.

Devam eden, devam edecek olan kutlu bir heyecanın, şuurun ve inancın adıdır. Bu nedenle de ülkücülüğün eskisi asla olmaz.

Bir zamanlar bizimle olup bugün aramızda olmayanlara “eskiden ülkücüydü” denilebilir ama “eski ülkücü” denilemez. Ülkücünün de eskisi olmaz.

Yine bu kapsamda ülkücülük, bir yaş dönemine ait olup ömür boyu rozet gibi taşınan bir paye, vazgeçildiğinde ise hala izleri bulunan bir nişane veya unvan değildir.

Bu yüzden bir kişinin eskiden ülkücü olmasına değil, bugün ne olduğuna bakılır ve ona göre tartılır.

Ama ne hikmetse, hiçbir şeyin eskisinin kıymet ifade etmediği ülkemizde, tanımı söyleyenden menkul olarak malum çevreler tarafından ülkücünün eskisi yenisinden bile son derece kıymetli hale gelmiştir.

Ancak burada işin tuhaf olan tarafı, sözde “ülkücü eskisine” kıymet biçenlerin kaynağı, görüşü, tarafı ile kendisinde sonradan cevher görülen bu eskilerin kim olduklarıdır.

Dikkat buyurunuz,

  • Bunları, Habur’dan giriş yapan PKK’lılar için düzenlenen AKP kucaklaşma törenleri karşısında duydukları nefreti haykırırken göremezsiniz.
  • Bunları, milletimize karşı en ağır hakaretleri yapan Peşmerge Reislerini, terörist elebaşlarını, eli kanlı İmralı Canisini lanetlerken duyamazsınız.
  • Bunları, Hükümet Vaşington masalarına yüz sürerken, aman dilerken, deliğe süpürmeyin diye yalvarırken, bu durumu haysiyetine konduramayıp eleştirirken işitemezsiniz.
  • Bunlara, Türkiye’miz üzerinde hesabı olanların hepsi, Haçlı zihniyeti, Müslüman katili, Türk düşmanı, insanlık kasabı, milletimizden ve coğrafyamızdan intikam almak isteyenlerin tamamı Başbakan’ın arkasında kuyruğa dizilmişken, bu durumu alçaklık sayarken rast gelemezsiniz.
  • Bunlara, Şehide kelle diyen çürümüş zihniyeti duyunca, katile sayın diyen alçaklığı işitince, Mehmetçiği yan gelip yatmakla suçlayan kokuşmuşluğu görünce, bunu şerefine, izzeti nefisine, ahlakına, ailesine ve mukaddesatına, ülkücülüğüne yediremeyip, bu kepazelikler için ayağa kalkarken şahit olamazsınız.
  • Bunları, milletimiz üzerinde yoğunlaşan tehditler karşısında toplumu uyarırken, uyandırırken ise asla bulamazsınız.

Böylesi zamanda bunlar, sütre gerisine çekilirler. toprak altına sızarlar, duvar dibine sinerler.

Arasan bulamazsın, seslensen duyamazsın.

İmdat desen dönüp bakmaz,

Saklandığı yerden fırsat kollar ama akmaz, kokmaz.

Ne zaman ki, milletimiz üzerindeki oyunlar arttığında Milliyetçi Hareket bütün haşmetiyle ayağa kalksa ve küresel oyunlara karşı dursa bunları da yattıkları yerden doğrulurken görebilirsiniz.

Ne zaman milli meseleler karşısında milliyetçiler-ülkücüler bir duruş gösterse, tehditleri bertaraf etse; bunları Başbakan’ın yemek masalarında, işbirlikçi lobilerin ekranlarında, besleme basının sayfalarında görebilirsiniz.

Bunların bizim için tek değerli anıları, bir zamanlar aramızdayken ülkücü sıfatı ile bulundukları dönemin aziz hatıralarıdır, yalnızca o kadar.

Hangi yolda nasıl yalpaladıkları, kimlerin peşinde gezdikleri umurumuzda bile değildir.

Bunları ne ciddiye alırız, ne bunların zırvalarına aldırırız.

Çırpınışlar boşuna, tahrikler, yalanlar ve iftiralar beyhudedir.

Unutulmasın ki, milletimiz de partimiz de partililerimiz de ve ülkücü hareket de  sahipsiz değildir.

Ülkemiz de ümitsiz değildir.

Yüreği Türkiye için çarpan aziz dava arkadaşlarım, Türkiye sevdalısı kardeşlerim, bilmenizi istiyorum ki, içten ve dıştan çepeçevre kuşatılan Türkiye’nin ümidi de sahibi de sizsiniz.

Kuşatmayı yaracak ve milleti kurtaracak olan sizsiniz.

Sizler Türk milletinin günümüze taşınan kudretisiniz.

Sizler ecdadımızın kutlu emanetisiniz.

Milletimizi esenliğe çıkaracak olanlar da elbette sizler olacaksınız.

Emperyalizmin biçtiği kefeni yırtacak olanlar sizler olacaksınız.

Başarmaktan başka çaremiz yoktur.

Tuzaklarla dolu engelleri aklımızla birer birer aşıp mutlaka başaracağız

Biliniz ki doğru yerdesiniz, doğru davadasınız, doğru zamandasınız.

Bu yüzden de hedefte siz varsınız.

Milletimiz uğruna,

Ne baskılardan yılarız, ne yolumuzdan döneriz.

Ne geri adım atarız, ne dayatmalara boyun eğeriz.

Hak bildiğimiz, doğru olduğuna inandığımız yolda sonuna kadar gideriz.

Milletimizin can yoldaşı, ecdadımızın temsilcisi olmayı sürdürürüz.

Niyet sahipleri ayaklarını dek alsınlar, kuru tehditlere papuç bırakmayız.

Ve bilinsin ki nereden gelirse gelsin her türlü saldırıyı da anında def ederiz.

Aziz Dava Arkadaşlarım,

12 Eylül 2010 tarihinden sonraki süreçte, sonuç ne olursa olsun artık hiç birşey bundan önceki dönemde olduğu gibi olmayacaktır.

Zira artık Çuvalcılar-Peşmergeler-Brüksel sevdalıları-Kandil Katilleri- İmralı Canisi ve AKP zihniyeti arasındaki saflar sıklaşmış, yıkım ortaklığı tamamen netleşmiştir.

  • Peşmerge Reislerine amca ve abi diye seslenen çürümüş zihniyet,
  • Her PKK saldırısında soluğu Vaşington’da alan ve sırtı sıvazlanarak dönen zavallılar,
  • İmralı’ya memurları gönderip pazarlık yaptırırken suçüstü yakalanınca foyası ortaya çıkan hükümet,
  • Bir türlü icazet alamayınca terör inlerine kara harekatı yapmaktan korkan bir alçalma hali artık saklanamayacak kadar ortaya çıkmış ve fotoğraf karesi netleşmiştir.

Pazartesi sabahı temennimiz ve milletimiz için dileğimiz hayırlı sonucun çıkmasıdır.

Ancak milletin tercihi ne olursa olsun, bugüne kadar yaşanan tahribat bile toplumsal bünyemizde ağır bir yıkıma yol açmıştır.

Bu nedenle mücadelemiz önümüzdeki dönemde de devam edecek, kutlu davamızın üstlendiği misyonun önemi artarak sürecektir.

Zira biz biliyoruz ki, yedi düvelin Türk milleti üzerindeki tarihi emelleri devam etmektedir.

Biz biliyoruz ki, Sevr’de hevesleri yarım kalmış yıkım projeleri yabancı başkentlerde içten içe yaşamayı sürdürmektedir.

Biz biliyoruz ki, Ermeni Taşnak, Rum Pontus yılanı ezildiği yerden doğrulmak için fırsat kollamaktadır.

Ve bütün bu melanet odakları aradıkları hükümeti de sonunda bulmuşlardır.

Şimdi ellerine geçen fırsatı sonuna kadar kullanma arayışındadırlar.

Allah şahit, millet tanık, konuştuklarımız da çok şükür ki belgeli.

Biz bunların öngörüsünü ve uyarısını yıllardır yaparak geldik.

Ama ne üzücüdür ki;

  • İşbirlikçilerin derin uykuya yatarken dikkate almadıkları uyarılarımız, karşımıza bugün evlatlarımızın şehadeti olarak çıktı.
  • AKP zihniyetinin, öngörülerimize kulak tıkarken düştükleri çukurlar, bugün karşımıza terörün kazdığı siperler ve mayınlar olarak çıktı.
  • Başbakan Erdoğan otuzaltı içinden kendisine kimlik ararken kışkırttığı bölücülük, bugün sokaklarda gösteri, meydanlarda eylem, isyan, ayrı bayrak ve devlet talebi olarak sekiz yıl sonra geri döndü.
  • Adına kendine güven denilen bir zırva ile onarılan kiliselerle, manastırlarla tarihi husumet tohumları vatan topraklarında yeniden filizlendi, palikaryanın Anadolu’yu ele geçirme heyecanı yeniden doğdu.

Bu nedenle milliyetçi-ülkücü hareketin ne görevi biter, ne misyonu tamamlanır, ne de mücadelesi sona erer.

Türk milleti var oldukça devam eder.

Ve inşallah o hep var olur da, biz de ona hizmete devam ederiz.

Değişeni hiç gelmeyecek olan bu kutlu vatan nöbetini sonsuza kadar sürdürürüz.

Buradan huzurunuzdan şer cephesine sesleniyorum:

  • Sakın aldanmayın. Yanlış hesap yapmayın.
  • Hesap hatasının bedelini Malazgirt’te, Mohaç’ta, İstanbul’un Fetihinde ödediniz.
  • Türk’e kefen biçmenin bedelini Çanakkale’de, Anafartalar’da, İzmir’de ödediniz.

O günkü ruh ölmedi, bugün burada bu salonda yaşıyor.

Hevesiniz boşuna, çabanız beyhudedir...

İhanet çemberi ve kuşatma mutlaka kırılacaktır.

Türk Milleti mutlaka selamete çıkarılacaktır.

Muhterem Dava Arkadaşlarım,

Şüphesiz ki 12 Eylül 2010 tarihinden sonra;

  • Türkiye’yi nasıl bir geleceğin beklediği,
  • Milli bekaya yönelik tehditlerin hangi yönde ilerleyeceği,
  • Siyasi gelişmelerin nasıl şekilleneceği,
  • Milletimizin kardeşliğinin nasıl sürdürüleceği ve
  • Toplumun bu süreçten nasıl etkileneceği hepimizin düşünmesi gereken çok hayati konulardır.

Bu konuların milletimiz lehine sonuç verebilmesi, partimizin ve partililerimizin,

  • Milli meseleler karşısındaki duruşunun devamına,
  • Yapacağı ince ve ustaca siyasi hamlelere,
  • Geleceği ve siyasi oyunları görme ve çözme yeteneğine,
  • Sorunları milletimize anlatabilme becerisine,
  • Mesai tanımaksızın sürdüreceği yorucu bir çalışma temposuna bağlı olacaktır.

Bu nedenle hepimize düşen görev ve sorumluluğun arttığı yeni dönem, partimizin milletimiz nezdindeki yerini ve değerini de artıracaktır.

Ve aynı zamanda, millet varlığının devamında yegâne güven kaynağı olduğu artık anlaşılmış olan Milliyetçi Hareket’in hizmet için önünü açacaktır.

Ancak, gelişmeler nasıl olursa olsun, ne oyunlar oynanırsa oynansın, hangi tuzaklar kurulursa kurulsun ve ne kadar çirkeflik varsa ortaya dökülürse dökülsün Milliyetçi Hareket Partisi;

  • Ülkemizin dağılma ve çözülme sürecine sürüklenmesine asla izin vermeyecektir.
  • Türkiye’nin bir avuç işbirlikçinin elinde ufalanıp yok olmasına göz yummayacaktır.
  • Dayatmalara, istismara ve işbirlikçiliğine boyun eğmeyecek, yolsuzluğu ve yoksulluğu bir kader olarak kabul etmeyecektir.
  • Ağır tahriklerle çözülme belirtileri gösteren kardeşliği onaracak, Türkiye’nin milli kimlik etrafında toplanmasını sağlayacaktır.
  • Milli değerler etrafında kenetlenmeye davet edecek, ayrışmayacağımızı ve ayrılmayacağımızı, dosta ve düşmana gösterecektir.
  • Ve Türkiye Cumhuriyeti, ebedi vatanında milli varlığını ve birliğini sonsuza kadar koruyacaktır.

Milliyetçi Hareket, bu kutlu değerleri ve kutsal emanetleri muhafaza etmeye yeminlidir.

Her dava arkadaşımda bu ilke ve hedeflere ulaşılması konusunda tam bir uzlaşma ve kararlılık vardır.

Son iki gününe girdiğimiz  Referandum sürecinde konunun öneminin şuuruyla, imkanlarınızı sonuna kadar kullanarak vatandaşlarımıza ulaştığınıza inanıyorum.

Bir günün bile çok önemli olduğu bu dönemde yarın da aynı çalışmalarınızı sürdürerek tarihi görevinizi tamamlayacağınızı biliyorum.

Gösterdiğiniz gayret ve fedakarlıklar için şimdiden şükranlarımı sunuyorum.

Bu toplantıyı düzenleyen İstanbul İl Başkanlığımıza teşekkür ediyorum.

Referandumun aziz milletimize ve devletimize, demokrasimize ve partimize hayırlar getirmesini diliyorum.

Cenab-ı Allah’ın, bu kutsal gaye uğruna sarf ettiğimiz emekleri, millet aşkını ve heyecanını karşılıksız bırakmayacağına yürekten inanıyorum.

Bayramınızı tekrar tebrik ediyor, hepinizi en derin sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Yolunuz, bahtınız ve alnınız açık olsun.

Ne mutlu Türküm diyene.